Köylülük Ve Kentliliğe Teorik Bir Bakış
Güven AKINCI
guvenakinci@hotmail.com
İnsanlık geçen onyıllarda kırsalın tarım toplumundan, kentin sanayi toplumuna doğru bir evrim yaşadı. Bugün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kent nüfusu, kırsalın nüfusunun hayli üzerinde. Demografik yapılanmanın yeni seyri, bir takım sosyal sorunları da beraberinde getirdi.
Şöyle ki, kırsal ile kent yasamı arasındaki yaşam biçimi farklılıkları, toplumsal doku uyuşmazlıkları ve coğrafik konumlanış çeşitli problemlere kapı araladı. Sınıfsal çatışmalardan İslam telakkisine, tüketim alışkanlıklarından ticari örgütlenmeye, komşuluk ilişkilerinden trafik sistemine, eğitim algısından töre cinayetlerine gibi sair konular, Türkiye`nin en azından son otuz yılına damgasını vuran tartışma başlıkları.
Kırsal insanında öne çıkan özellik hayata karşı daha az talep, tabiri caizse "dertsiz başım azıcık aşım" uyarınca şekillenirken, kent insanı asgari bir standarta göre kendini ayarlama eğiliminde/ötesinde "doymaz mide" görüntüsü ortaya koymaktadır.
Kırsal insanında dayanışma, biraradalık ve gelenek hayatın belirleyicisiyken, kent insanında bireycilik, tekbaşınalık ve gelecek kurgusu tercihler sıralamasında ilk basamaklarda yer alır.
Bu noktada sosyal çatışmanın zemini, kırsal insanının kente göçmesiyle oluştu. Köyündeki alışkanlıklarını şehirde sürdürmek isteyen kitleler, şehrin banliyolarında hemşehricilik vasatında örgütlenip bir anlamda "şehirde köy hayatı"nı yaşamak istediler.Bu sosyolojik çelişkinin gettolaşma yaratması kaçınılmazdı. Nitekim öyle oldu.
Genel sosyolojik değerlendirmeler medeniyet bilincinin kentlerde oluştuğu varsayımından hareketle, kentsoylu bireyin ikili ilişkilerde daha rahat ve saygılı bir ölçü koyduğunu vurguluyor. Yani adına medeni olmak yada uygar olmak her ne denilirse denilsin, bunun kriteri karşıdakine saygıdan geçiyor.
"Herşeyin başı eğitim aslında!" diye söyleneduran klişe cümlesi kullanıldıkça eskiyen, anlamsızlaşan bir vurgu olmakla beraber, yadsınamaz bir gerçeğe tekabül ediyor kuşkusuz. Bu noktada eğitimden ortalama insanın ne anladığını sorgulamak gerekiyor.
Eğitimli olmak demek aynı zamanda diplomalı olmak anlamına mı geliyor? Sosyal bilimciler bu soruyu "hayır" seklinde cevaplandırıyorlar. Ve tezlerini "Diplomalı kimse, öğrenim görmüş olabilir ancak her diplomalının eğitimli olduğu sonucunu çıkaramayız." şeklinde açıklıyorlar. Gündelik hayatta bu tezin örneklendirilmesi pekala mümkün.
Yüzyıllar boyunca, kentsoylu bireyin kırsal kesim insanıyla mukayese edildiğinde daha eğitilmiş olduğunu görüyoruz. Kent yaşamı bazı dayatma ve bilinçaltı davranışlarıyla insanını eğitiyor aslında. Ancak böyle bir süreç planlı bir sistematik üzerinde şekillenmediğinden sonuçları zamanla devşirilebilir; hatta belki sonuçları görmek için bir iki neslin geçmesi gerekebilir. Dikkat edilirse zaman ölçümü için seneler dahi kifayet etmeyebiliyor.
Toplu ortamlarda yüksek sesle konuşulmayacağı, yerlere çöp atılamayacağı ve tükürülemeyeceği, bir hatada "özür" dilemek, gerektiğinde "teşekkür" etmek, ilk kez tanışılan birisine "hanım" veya "bey" diye hitap etmek, trafik kurallarına riayet etmek, sofra adabı, gibi bazı konular kent kültürünün donanımlarından asgarileri olarak sayılabilir.
Toplu taşım aracında gürültülü biçimde telefonla konuşan birisi yada henüz tanışılan muhatabın size önadınızla hitap etmesi ne kadar kulak tırmalayıcı bir hal ise de, bu olumsuzluğun ortadan kaldırılması da o kadar uzun bir eğitim sürecini gerektiriyor.
Türkiye`nin başlıca çatışma alanı diyerek yazının başındaki tezimize dönecek olursak, "köylülük" temelli sorunları başka başlıklar altında tartıştığımız hemen göze çarpacaktır. Koltuk kavgasına ayarlı sivil toplum mücadelecisi, "şark kurnazlığını" başarı adleden tacir, popülizmin kucağındaki günü kurtarma siyasetçisi, bir süreliğine emanet edilen görevi kompleksli vehimlerine kurban eden bürokrat, hakikati reelpolitiğin bulanık suyunda kaybeden bilim(!) insanları, geldiği noktayı hazmedememiş ve bunun kalemini satma becerisinin bir sonucu olduğunu kamufle eden aydın(!) zümresi...
Bir tarafta yukarda tarif edilen, sorunları çözme konumundaki insan modeli diğer yanda bütün ufku ve vizyonu ait olduğu sosyal sınıfın bir üst basamağına sıçramak olan ne kentli ne de köylü denilebilecek halk kesimi.
Bütün bu olumsuz resme rağmen, her geçen gün daha çok kentlileşen Türkiye adına ümitvar olmak gerekir. Çünkü gelişmiş bütün toplumlar aynı sancıları yaşayıp aynı süreci katederek bu noktaya gelmişlerdir. Bugün bile Avrupa`nın göbeğinde Alpler`in dağ köylüsü ile, Paris`in Zürih`in Viyana`nın kentlileri arasındaki farklar hemen göze çarpmaktadır.