SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

"Ölü Şehirler" Diyarı Malatya

"Ölü Şehirler" Diyarı Malatya
A- A+ PAYLAŞ

Orhan TUĞRULCA
Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com

“Ölü Şehirler Diyarı” ifadesini neden kullandığımızı “Malatya, Geçmişten Günümüze ŞEHRİN SERÜVENİ” adlı eserimizde geniş bir şekilde anlatmaya çalıştık. 460 sayfalık bu eserimiz 2017 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından ilk baskısı 2021 yılında ise ikinci baskısı yapılmıştı. Bu makalenin konusu bu kitabı özetlemek değildir. Sadece konumuzla ilintili bir başlığı aşağıda paylaşmak istiyorum. Ardından bugün yeniden “ölü şehir” haline gelen kent merkezi ile ilgili tespit ve düşüncelerimizi özetlemek istiyoruz. 

“Kentin Büyüme Stratejisi

Kentlerdeki nüfus artışı kent topraklarının değer kazanmasına neden olmaktadır. Bu durumda kent iki şekilde büyüme gösterir. Bunlar;

1- Yayılarak büyüme; yayılarak büyüme kentin nüfus artışına paralel bir şekilde bulunduğu fiziki mekânın dışına taşarak yayılmasını öngörmektedir. 

2- Yükselerek büyüme; yükselerek büyüme ise fiziki mekân sabitlenerek mevcut dar alan üzerinde yüksek binalar, gökdelenler ile birlikte bazı ulaşım ve depolama işlemlerini yer altına alınmasını öngörmektedir.(1)

Malatya bu iki büyüme şekillerinden hangisini kullanmaktadır? 

Çelişkili gibi görünse de Malatya hem yayılarak hem de yükselerek büyüdüğünü söylemek mümkündür. 

Birinci derecede deprem bölgesi olmasını da dikkate alarak kentin doğu istikametinde Beydağlarının eteklerinde, doğuda üniversite yerleşkesi, Yıldıztepe, batıda Yakınca, Yeşilyurt ve ara bölgede kalan kentsel dönüşüm alanlarında yayılarak büyüdüğü sonucuna varılabilir. Çelişki dediğimiz husus ise 12.410 km2 alanı ile Türkiye’nin 23. büyük arazisine sahip olan kentin, Beydağı’nın eteklerinde kentsel dönüşüm alanı üzerinde Beydağı’nın önünü kapatacak şekilde yüksek katlı binaları inşa ederek yükselerek büyümeyi tercih etmesidir. Bir mahalleyi bir binaya istifleyen bu büyüme şeklinin uzun vadede hem coğrafyanın tüketilmesine hem de sosyal risklerin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir yerleşme şeklidir. 

İnsan ile mekân arasındaki antolojik ilişkinin yüce yaratıcı tarafından bir uyum üzerine yaratıldığını dikkate aldığımızda, mekânın yanlış kullanımı uzun vadede bulunduğu coğrafyanın tüketilmesine ve yeni bir mekân arayışına neden olabileceğine en iyi örnek Malatya’nın kentsel gelişim tarihi bize göstermektedir. 

Daha önce yayınladığımız üç ciltlik “Malatya Tarih, Kent ve Kültür” adlı eserimizde ve bu çalışmamızın başında biraz daha farklı bir yaklaşımla ele aldığımız kentsel gelişim tarihi dikkate alındığında Malatya son on bin yıl içerisinde Cafer Höyük /Değirmentepe, Aslantepe, (Eski) Malatya ve bugünkü modern Malatya olmak üzere dört kez tarihi coğrafyasını tüketmiş ve yer değiştirmiştir. TOKİ konutları ve Beydağlarının eteklerinde gerçekleşen Kentsel Dönüşüm alanı dâhil geçmişten günümüze kuzeyden güneye Fırat ve Tohma vadilerinden Beydağlarına doğru kayma/yayılma eğiliminde olduğunu görmek mümkündür.”(2) 

Malatya’nın dördüncü evresi olarak kabul ettiğimiz Modern Malatya’nın kuruluşunu aslında daha 17. yy. ortalarına, belki de daha gerilere kadar götürmemiz gerekecektir. Zira gerek Osmanlı tahrir kayıtlarında gerekse 1650’li yıllarda Malatya’ya gelen Evliya Çelebi’nin seyahat notlarından bugün Modern Malatya olarak bildiğimiz Aspuzu’nun daha o dönemde son derece önemli şehirsel unsurları barındırdığını öğreniyoruz: Çelebi; “…. Üç yüz kadar fıskiye ve havuzlu, hamamlı ayan ve kibar evleri vardı. Paşa, müsellim, Molla bütün yetkili kişiler buradadır. Camileri, Mescitleri, Medrese, Çocuk Mektepleri, Tekke ve Hamamları ile altı yüz kadar dükkân vardır. Velhasıl şehirde ne kadar imaristan varsa bu Aspuzu’da daha güzel binalar vardır.”(3) diyor. Bu gelişkin yerleşimin daha önceden başladığını da dikkate aldığımızda yaklaşık 400 yıldan beri önemli bir yerleşim yeri olma özelliğini taşıyan şehir, 6 Şubat depremi ile birlikte yerleşim yerini kullanıp kullanmama ya da yerinden dönüşümün yapılıp yapılmayacağı konusundaki tartışmalara sahne olmaktadır. 

Malatya’nın ilk yerleşiminin MÖ: 10. bin yıllarında Fırat vadisinde Cafer höyük ve Değirmentepe gibi tarihi alanda gerçekleştiğini gerek eserlerimizde gerekse malatyahaber.com da önceki yıllarda yayınladığımız yazılarımızda defalarca ifade ettik. 

Burada bu höyüklerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Ancak dikkat çekmek istediğimiz husus gerek Caferhöyükte gerekse Değirmentepe, İmikuşağı, Pirot ve Aslantepe gibi yerleşkelerde yapılan kazılarda yerleşimin tek bir katmandan oluşmadığı birçok katmandan oluştuğu gerçeğinin ortaya çıkmış olmasıdır. Her bir katmanın tarihin belli bir döneminde yaşandığı, savaş, deprem, yangın ya da bir doğal afet sonrasında aynı yerleşim alanı üzerinde yapılaşmanın yeniden gerçekleştirildiği kabul edilir. Örneğin İmikuşağı Höyüğü’nün 9. ve 10. katmanları (Hitit öncesi) bir yangınla son bulmuştur. Sekiz katmandan oluşan (4) Aslantepe’nin de aynı tarihlerde bir yangın tabakasına sahip olması, her iki yerleşkenin de aynı akıbete maruz kaldığını göstermektedir. Aynı tespiti farklı katmanlardan oluşan Pirot höyük için yapmak da mümkün.   Höyüğün değişik katmanlarında ortaya çıkan buluntulardan yerleşimin M.Ö. 2000 yılının sonları ile M.Ö. 1000 yılının başlarına ait olduğu görülürken üst katmanların Bizans ve İslam dönemine ait buluntulara rastlanmış olması aynı alan üzerinde binlerce yıl farklı medeniyetlerin tekrar tekrar kurulmuş olduğunu açıkça göstermektedir.(5) Yine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Kürsüsü Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Ufuk Esin, Doç. Dr. Güven Arsebük ve Dr. Savaş Harmankaya tarafından hazırlanan raporlarda Değirmentepe’nin de yukarıdan aşağıya doğru 11 katmandan oluştuğu bilinmektedir.(6)  Aslantepe sonrası Malatya’nın en önemli ana yerleşkelerinden biri olan (Eski)Malatya’nın yaklaşık 1800 yıl boyunca Roma-Bizans, İslam ve Türk-İslam medeniyetine aynı alan üzerinde ev sahipliği yaptığını hatırlatmak isteriz. 

Takdir edileceği üzere biz burada Malatya’nın yaklaşık 10 bin yıllık kentsel gelişim tarihinin ayrıntılarına girecek değiliz. 

Burada kritik soru şu; bugün boş bir tarlaya dönüşen Malatya şehir merkezinin tarihi, kültürel ve sembolik özelliklere sahip Akpınar, Ayakkabıcılar pazarı, Balıkçılar pazarı, Şire pazarı ve Malatya ekonomisinin can damarı olarak görülen Niyazi Mısri caddesinin yeniden aynı isimlerle aynı noktalara konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağıdır. Bu sorunun cevabı yukarıda ifade ettiğimiz üzere yaklaşık 400 yıldır önemli bir yerleşim yeri olan şehir merkezinin zihinlerimizde ve metinlerimizde tarihi yürüyüşünü sürdürmesi açısından son derece önemlidir. Tarihi sürekliliği ve kent kimliğinin oluşumunda önemli bir yeri olan sembol mekânların başka bir alana konuşlandırılması halinde insan ile mekân arasında var olan ontolojik bağın kopacağı aşikârdır.

Meselenin teolojik ve felsefi boyutunun anlaşılması için çok geniş bir açıklamaya ihtiyaç olduğunu dikkate alarak sadece son dört yüz yıldan buyana geriye giderek Osmanlı İslam şehirlerinin en tipik özelliklerini üzerinde barındıran ve Niyazi Mısri’nin cennete benzettiği;  “Bârekellâh gülistân-ı bülbülândır Aspozi, Cenneti tezkir ider âli mekândır Azpozi.” dediği şehri tasavvur bile edemiyoruz. 

Çok uzağa gitmeyelim Tanzimat sonrası cumhuriyet öncesi şehrin en belirgin sembolleri arasında yer alan Hükümet konağı, Telgrafhane, Zaptiye merkezi (polis karakolu), Mapushane, onlarca Hamam ve Rüştiye Mektebi (7) gibi yönetim, iletişim, eğitim ve güvenlik kurumlarının zihnimizde bir karşılığı olduğunu kim söyleyebilir. 

Hadi bunları hatırlayamadınız; peki Buğday Pazarını, Hamikoğlu Hanı, İki Kapılı Han, Afyon Hanı, Tuz Hanı, Pamuk Hanı, Yağ Hanı ve 1924 sonrası Şirket Hanı, Saman Pazarı, Buğday Pazarı, İplikçiler Pazarı, Arasa, Bedesten, Hükümet Konağı (mutasarrıflık binası), Belediye Dairesi, Tekel Tütün Fabrikasını (İnhisarlar Fabrikası) hatırladınız mı? 

Şehirlerin somut ve soyut kültürel mirası da barındırdığından hareketle Sayın Celal Yalvaç’ın (Allah uzun ve sağlıklı bir ömür versin) 1940-1955 yıllarını anlattığı “Malatya Manzumesi (Mazideki Yaşam- Malatya)” adlı şiirinde sözünü ettiği “harık, çülaki, ganne, çıra, çakmak taşı, beş taş oyunu, develeme, hıbilik, hollik, kör ebe, sülü deynek, honbek ve guşgana gibi (8) … Onlarca kelime ve deyimin ne anlama geldiğini bilen var mı? 

Bunların hiç birini hatırlamadığınızı biliyoruz. Yazım geleneğimiz olmadığı için bunlarla ilgili ne bir romanımız ne bir hikâyemiz nede doğru dürüst bir anı/hatıratımız var. Paris için meşhur bir tespit yapılır: Derler ki “Paris yıkılsa Balzac’ın romanlarından hareketle şehri yeniden kurabilirsiniz.” Zira Paris’in her sokağı, caddesi ve belli başlı sembolleri ile ilgili onlarca romanda hatıratta ayrıntılı betimlemeler yapılmıştır. Bu yüzdendir ki tarihçiler arasında meşhur olan bir tespit vardır. “Yazılmayan şehir yok hükmündedir.” 

Bugün, yaklaşık 400 yıllık bir şehir, hem gözlerimizin önünde hem de hafızalarımızda koca bir boşluk haline gelmiş durumdadır. İnsan ile mekân/şehir arasında ontolojik (yaratılış/ varlık gayesi) bir derinlik var derken; hem tarihsel mirasın fiilde ve zihinde hem de “insanın” ve “şehrin” yaratılış gayesi bağlamında bir boşluktan söz ediyoruz. 

İtiraf edelim ki son yüzyıllarda şehirlerimizle söz konusu bu “ilahi“ ve “insani”  bağı muhafaza edemedik. Geçmişe dair ne varsa insan ve mekân arasındaki illiyet bağına bakmaksızın yok etmeyi yenileşme ve modernleşme zannettik. 

6 Şubat depreminden sonra şehir merkezinde oluşan koca bir boşluğa Kapalı Çarşı üzerinde oturup yutkunarak seyreden Malatyalıların, şehre ağıt yakan şairlerimizin muhayyilesindeki cadde ve sokakların kentin sembol alanların bir santim dahi yerini değiştirmeden yeniden inşa edilmesi, kentin tarihsel yürüyüşü kolaylaştıracaktır. 

19 yüzyılın ve Cumhuriyetin ilk zamanlarına kadar varlığını sürdürmüş ve yerel idareler tarafından yok edilmiş kentsel sembolleri belki geri getiremeyebiliriz.(Aslında biraz emek verilse mümkündür)  

Hiç olmazsa şehir yıkılmadan önce hafızalarımızda yer eden Akpınar, Ayakkabıcılar Pazarı, Balıkçılar Pazarı, Şire Pazarı, hatta yakın zamanın sembolleri arasında yerini alan Şemsiye Sokak gibi sembol mekânlar pekâlâ mühendislerimiz tarafından yeniden konuşlandırılabilir.

Modern Malatya tarihsel serüvenine yeni bir “ölü şehir” eklememelidir.  

İLGİLİ KAYNAKLAR

1)Mehmet Altan, Kent Dindarlığı, Timaş Y., İstanbul 2010, s.19

2)Orhan Tuğrulca, Malatya Tarihi Kent ve Kültür, Malatya Belediyesi Kültür Yayınları, Cilt: 1-2-3, Malatya 2013

3)Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Çev: M. Zıllıoğlu), Üçdal Neşriyat, İstanbul, s. 1104

4)Fatih Taşçı, Milid Krallığı (M.Ö. 1200-640), Yüksek Lisans Tezi, s.162,  Erciyes Üniv. Sos. Bil. Enst., Mayıs 2011, Kayseri, 

5)Özgen Karaca, “Pirot Höyük” Kültür ve Turizm Bakanlığı 1980 Yılı Kazı Sonuçları

6)Ufuk Esin, Güven Arsebük, 1982 Yılı Değirmentepe (Malatya) Kurtarma Kazısı, s.74

7)Adnan Işık, Malatya 1830 – 1919, s. 218,219, İstanbul 1998; O. Tuğrulca, a.g.e, Cilt 2, s.320-321-322

8)Celal Yalvaç, ” Malatya Manzumesi”, 26 Şubat 2016, malatyahaber.com.

_____________

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

11 yorum yapılmış

  • Sehitfevzili (11 ay önce)
    Baktıkça ağlarım gözümün yaşı dinmez.sahipsiz malatyam ömrümüz yetermi bilmem ama ölüyemi yanam sanami yanam
    %100
    %0
    Yanıtla
  • demir (11 ay önce)
    oluler iki cesittir:topragin altindakiler ve topragin uzerindekiler
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Haci (11 ay önce)
    Allah bir daha göstermesin.Fakat bir musibet bin nasihatten iyidir gerçekte ..bu musibetten ders alındığında işine muktedir yöneticilerle adamakılı iş yapıldığında iyidir.Şahsen bu ortaya çıkan malatyanın yeni imar fırsatı,Malatyada deprem ve sonrasında yaşananlara bakıldığında ilmin,bilimin teknolojinin gerekleri yerine getirilerek şehirde yaşayanların ortak beklentisine cevap verecek bir şekilde değerlendirileceğine olan inancımı zayıflatmakla beraber korumaya devam edeceğim.İnşallah bu konuda yanılırım.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Bülent Yaşar (11 ay önce)
    Malatya'nın ne kadar sahipsiz olduğu depremde bir belli oldu. 3.5 aydır deprem olmuş daha hasar tespiti netleşmedi. Her Taraf pislik içinde şehir merkezinde birkaç kepçe çalışıyor,onlarda demir seçiyor. Deprem ile ilgili siyasiler sadece rant ama ki sanki. Depremi bu saatten sonra fırsata çevirip deprem uzmanları mimarlar mühendisler odası ve diğer odaların da görüşü alınarak Malatya Avrupai bir şehir olabilir. Ama bunu yapacak çapta maalesef yönetim yok.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Şehitfevzi mahallesini beceriksiz bir firmaya verdiler 30 bloklu 3 yıl oldu bitiremedi adamlar işçi bulamıyorlar miş.24 Nisan'da teslim etmesi gerekiyordu uzatma aldı felan filan.kardes malatyamizin bu beceriksiz yönetimle 20 yılda geçse eski haline getiremezler.koltuk gitmesin hayalin kıralını satıyorlar millete.beni soracak olursan bu yönetime vatan millet dediler gittik oyumuzu bunlara verdik.ozaman ağlama yok.
    0
    0
    Yanıtla
  • Bülent Korkmaz (11 ay önce)
    Orhan Hocam, Emeğiniz için teşekkür ediyorum. "Yazılmayan şehir yok hükmündedir" benim için yazının en vurucu cümlesi. Gerek Nezir Kızılkaya hocamız gerek ben naçizane yazılarımızda “arşivsizliğimiz” “kayıtsızlığımız” üzerine vurgu yapıyoruz. Bilirsiniz, Fransız yazar Victor Hugo başyapıtı Notre Dame’ın Kamburu romanını yazarken çıkış noktası Fransız Gotik yapıların korunması idi. Bugün birine, Fransa denince aklınıza ne geliyor, diye sorsanız alacağınız ilk beş cevaptan biri belki bu romandır. O dönem yıkılıp ortadan kaldırılacak eserler arasında Notre Dame Katedralinin olduğu söylenir; Hugo, kambur Quasimodo ile güzeller güzeli sokak dansçısı Esmeralda arasında öyle muhteşem bir aşk öyküsü kurgular ki duygulanmamak, sayfalar arasında kaybolmamak elde değildir. Ama bu romanda gözden kaçan bir husus vardır, o da kitabın sadece aşk öyküsünden ibaret olmadığıdır: Hugo girişte sayfalar dolusu mimarlık dersi verir, eski eserlerin korunması, Orta Çağda yapılmış mimari eserlerin restorasyonun önemi ile eski hallerini uzun uzadıya anlatır, “ey Paris ahalisi, yıkmayalım, koruyalım bu eserleri” der. Bu kitap o yıllarda Paris mimarisinin korunması için çalışma yapılmasında etkili olur. Okuyucu yorumlarında, üzülerek okusam da kabul etmem gereken, şudur ki, Malatya depremden önce güzel bir şehir değildi. Hatta bir tık ileri gideyim, bana göre şehir de değildi. Benim için şehir nedir diye sorarsanız: Ağaç derim, yeşil alan, her mahallede yürüyüş mesafemizde spor alanları (bu konuda yıllar önce Malatyahaber.com sitesinde yazdım) derim, abartmadan yapılmış, betona boğulmamış geniş-güzel meydanlar derim. Bir de az katlı, içinde misafir odası olmayan ama kitaplık bulunan evler derim. “Kitabi” bir hayatı eve sokmadığımız sürece evimiz başımıza daha çok yıkılır.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Battal (11 ay önce)
    Şehrimiz doğru düzgün estetik akılcı bir şekilde tasarlanıp dirençli yapılarlar bezenmeli..Bu siyasetüstü bir durum..Malatya bizim..
    %95
    %5
    Yanıtla
  • Malatyali44 (11 ay önce)
    Arkadaşlar bu iktidar en başından belediye başkanına kadar bu şehre bu ülkeye artık katacaklari birşeylerinin olmadığını ne olur görün. Deprem günü de gördük ki 2-3 gün halk kaderine terk edildi. Müdahale için geç kalındı. Kızılay çadır sattı çadır. Ne oldu kimse birşey demedi sırf seçim için 2 gün önce erdogan üzüldüm dedi ( 3 ay son 3 ay ne kadar samimi siz düşünün). Böyle saray meraklıları , 1 değil 3-5 saray yaptıranlar maalesef halktan kopmuş uzaklaşmiş yöneticilerdir. Değişimden korkmayınız değişim umuttur yeniliktir. Bu ülke şu halinden daha kötü daha batık olamaz. Nebati gibi birine maliye bakanlığı verilmisken bu ülkeden umut beklenir mi. TOKİ ranta çevirmiş işi. Her basimiza gelen veya getirilen felaketten sonra cumhurbaskani helallik istiyor. O makam helallik makamı mıdır? Sen 21 senedir deprem vergisi aldın depreme ne yatırım yaptın ? Eski bakan şimşek yol yaptik demişti. Bu korkunç birşey mileltten deprem için topladigin paralar birilerine kredi verildi ve yol vs yapıldı. Arkadaşlar yönetemiyorlar. Anketlerden Kılıçdaroğlu önde gorundugunde bile borsa da toparlama , dövizde düşüş görüldü. Ülkemiz gri listeye alındı , düşünsenize bu şekilde dış yatırımcı bu ülkeye yatırım yapar mı ? Adalet yok , ekonomik denge yok , hukuk yok. Mülteci kampı oldu ülke Erdoğan hala gondermeyecegiz diyor. Kime sordun gondermiyorsun. Bunların gitmesini istemeyen var mı ?
    %75
    %25
    Yanıtla
  • malatyalı (11 ay önce)
    anlatıldığı gibi malatya nın derinlere inen bir kültürü olmamıştır.eski malatyada birkaç tarihi bina dışında malatya merkezde hiçbir önemli mimari yapı yoktur.duygusal bağlarımız bizi etkiliyor.gelecek nesillere kalıcı eserler bırakılmak isteniyorsa ,bu bir milat olmalıdır.ünlü mimarlar ile çalışarak anıt yapılar inşa edilmelidir.kendimizi kandırmayalım malatyamızın mimari bir kültürü yoktur.
    %97
    %3
    Yanıtla
  • Arkadaş doğru demiş.malatya şehri deprem öncesinde de deprem vurmuş gibiydi. Çöplük gibi bir şehirdi. Ahır olmayacak yerlerde işyerleri dükkanlar vardı. Öve öve bitirilemeyen ayakkabıcılar bakırcılar balıkçılar kayısıcılar çarşıları mezbelelikti. Cezmi kartay sarhoşların mekanıydı. Ahlaksızlık dizboyuydu. Bu yüzden esnafın malı mülkü orada para etmiyordu. Kadın kardeşlerimiz bu caddeden geçmek istemiyordu. Dışarıdan bir misafirimiz gelse gezdirmeye utanıyorduk. Tamam Malatya fakir ve ekonomik olarak güçsüz bir şehir ama bu durum çöplük içinde yaşamayı gerektirmiyor. Malatyanın gariban ve aciz insanı bence daha iyisini hak ediyor.Yeni inşa sürecinde Selçuklu mimarisi uygulanabilir. Malatyada selçuklu eseri oldukça fazladır.Selçuklular dünyanın en gelişmiş mimarisine ulaşmıştır.ayrıca bazı forumlarda Osmanlı mimarisi uygulansın deniyor. Oysa ki Malatyada Osmanlı eseri yok. Osmanlı, malatyaya önem vermemiş. Hatta almak dahi istememiş. iran seferi sırasında ordunun geçiş güzergahında bulunduğundan almak zorunda kalmıştır. o yüzden yeniden inşa sürecinde Osmanlı yerine Selçuklu mimarisi örnek alınmalıdır.şimdiki yerel yöneticiler ve vekiller bu işi beceremeyeceğinden ulusal firmalarla ve ne yapacağını bilen yöneticilerle çalışılmalıdır.
    %91
    %9
    Yanıtla
  • bülent hancı (11 ay önce)
    kitabın ortasından konuşmuş yine hocamız, kaleminize sağlık
    %86
    %14
    Yanıtla

Orhan Tuğrulca yazıları