Arslantepe Kazı Heyeti eski Başkanı, İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Doktor Marcella Frangipane, Yunus Emre Enstitüsü Roma Kültür Merkezince düzenlenen Türkiye Üzerine Sohbetler programına katılarak soruları cevapladı.
Enstitünün Roma müdürü Sevim Aktaş’ın, Arslantepe’nin yanı sıra Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirasına yönelik sorularını cevaplayan Prof. Frangipane, Türkiye’nin bu açıdan “eşsiz bir ülke” olduğunu belirtti. Arslantepe’den bahsederken yerel sahiplenmenin önemine değinen Frangipane, bilhassa arkeolojik alanın bulunduğu Orduzu halkından, alanı sahiplenmeleri ve korumaları nedeniyle, övgüyle bahsetti.
Aktaş, sorulara geçmeden önce Frangipane’nin bilimsel geçmişi ve çalışmaları hakkında bilgi verirken “dünyaca ünlü İtalyan arkeolog” ifadesini kullandı. Prehistorya (yazılı tarih öncesi dönem) ve Protohistorya (prehistorya ile yazılı tarih arasındaki dönem) alanında Yakın Doğu ve Ortadoğu odaklı çalışan, halen üniversitesinde lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde tez yazımı konularında dersler veren, Türkiye’nin yanı sıra İtalya, Mısır ve Meksika’da çalışan, 1976’da çalışmaya başladığı Arslantepe kazılarını 30 yıl boyunca yöneten, çok sayıda prestijli bilim kuruluşunun üyesi, İtalya Cumhurbaşkanınca verilmiş devlet nişanı sahibi, bir dönem İtalyan’ın ünlü arkeoloji dergisi Origini’nin yayın yönetmenliğini yapan Frangipane’nin “Arslantepe’deki araştırma çalışmalarının kalbini teşkil ettiğini” anlattı.
Türkiye, Medeniyetler Arasında Köprü
Arslantepe araştırmalarının ana başlıklarıyla “sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin kökeni ve ilk ortaya çıkış yöntemleri; devletin ve bürokrasinin doğuşu; merkezi yönetim sistemin gelişimi ve özellikleri; Yakın Doğu ekonomi ve siyaseti ile Mezopotamya ve Anadolu odaklı merkezi iktidar oluşumları” üzerinde odaklandığını anlatan Aktaş, ilk olarak en eski medeniyetlerin neden Türkiye’de geliştiği sorusunu yöneltti.
Prof. Frangipane, bilim dünyasında kabul gören bu değerlendirmenin sebebinin Türkiye’nin sadece coğrafi açıdan Avrupa ve Asya arasında bir köprü olmasıyla açıklanmasının yetersiz kalacağını belirterek “Türkiye aynı zamanda farklı medeniyetler arasında köprü teşkil eder. Uzun tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Ben mesleki formasyon olarak antik dönem uzmanıyım, onun için özel ilgi alanım. Türkiye’yi eşsiz kılan olgu, MÖ on binlerden itibaren başlayan, Neolitik Devrim diye adlandırdığımız bir süreç. Bu döneme ‘devrim’ denmesinin sebebi özel bir olayın ortaya çıkmış olmasıdır. İnsanlar avcı-toplayıcı düzenden besinlerini ürettikleri, yerleşik düzene geçiyorlar. Mesleki dalların belirlenmesi bu süreçte ortaya çıkıyor. Bu çok hızlı bir şekilde gerçekleşmedi, birkaç bin yıl sürdü. Türkiye, Neolitik Dönemde kilit bir nokta. Toroslar büyük önem kazandı. Çatalhöyük, Caferhöyük (Konya), Caferhöyük (Malatya; Karakaya Baraj gölü altında), Çayönü (Diyarbakır-Ergani) önemli yerleşimlerdi. Elbette son dönemde Göbeklitepe önem kazandı. Sadece bu alanlar değil başka alanlar da vardı; Orta Anadolu’da Uşaklıhöyük (Yozgat-Sorgun) gibi. Bu alanlar, Güneydoğu medeniyetlerin bütününün gelişiminde Yakın Doğu ile bağlantı kurmamızı sağladı. Halkların gelişimiyle medeniyetler bu topraklarda içten, derinden gerçekleşti” şeklinde konuştu.
Arslantepe’nin bu alanda tarihi ışık tuttuğunu, aydınlattığını söyleyen Frangipane, “Biraz daha karmaşık toplumların, farklı sınıfların, meslek grupları, siyasi oluşumlar ve kurumların meydana geldiğini görüyoruz. Kent medeniyetlerine, proto devlet yapısına geçiş sağlandığını söylemek mümkün. Bu toprakları eşsiz kılan ise ortaya çıkarılan yapılar. Bu mimari yapılar bir hayat tarzını yansıtmakta. Kamusal yapılara rastlıyoruz. Bu, Neolitik Dönemle başlıyor, proto-kentleşme dediğimiz döneme kadar, köprü işlevi görerek, geliyor. Türkiye, sadece Doğu’yla değil Ege, Balkanlar ve Avrupa’yla bağlantı zincirinin önemli bir halkası. Sadece antik medeniyetler tarihinde değil imparatorluk dönemlerinde de bağlantı noktası. İnsanlık tarihinin tatsız bir yönüdür ama savaşlar da bunda önemli rol oynadı. Hitit imparatorluk çağı, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı imparatorlukları medeniyet sürecini devam ettirdi. Bu, Türkiye topraklarında tezahür eden, kompleks, karmaşık, uzun yönlü bir süreç” dedi.
Ekibin Başarısı
Arslantepe’nin tarihi özellikleri, yapılan çalışmalar hakkında bir soru karşısında sözlerine Frangipane, “inanılmaz sonuçlar elde ettik; birçok yerde şaşkınlık ve hayranlık hissettiğimiz özel bir bölge” diye başladı. Çok ciddi bir ekip çalışmasıyla bugünkü sonuçlara ulaşıldığını anlatan Frangipane, kazıda sadece İtalyanların değil, birçok milletten uzmanın görev yaptığını, işçiler ve hatta onların ailelerini kapsayacak şekilde bir topluluk oluştuğunu belirterek “Elbette çalışmalar benden önce başladı, 60 yılı aşkın süredir devam ediyor. Yeni keşifler, buluntular, bilgiler elde ettikçe, hangi stratejileri, yöntemleri kullanacağımıza, hayata geçireceğimize bütün bilim insanlarıyla karar veriyoruz. Burada bir aile gibi hareket ettik. MÖ 6. binli yıllardan başlayıp Bizans’a kadar devam eden bir yerleşim var. Arada kesinti de var ama özellikle ilgimizi, çok eşsiz, ihtişamlı MÖ 1. binyıl ile MÖ 4. binyıl arasındaki döneme yoğunlaştırdık. Ekip çalışmasının altını çiziyoruz hep. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Malatya Valiliği ve diğer yerel otoritelerle yakın ilişki içerisinde hareket ettik. Eserin UNESCO’ya kaydedilmesi için (Dünya Kültür Mirası kalıcı listesine alınma başvurusunu kast ediyor) süreci birlikte yürüttük. Burası devletin, merkezi iktidarın, gücün, devlet anlayışının doğduğu bir yer olma açısından önemli bölgelerden biri. Bunu kretula dediğimiz kil mühürler üzerinde belgeledik. Çok uzun soluklu bir çalışmayla, 20 yılı aşkın süre kil mühürler üzerinde çalışarak gösterdik. Düşünün, o dönemde yazı yoktu ama kil mühürler sayesinde işlemleri kayıt altına aldılar; karmaşık bir sistem geliştirdiler. Mühürlerin hangi şahıslara ait olduğunu, alışverişin kimin tarafından yapıldığını ve ne amaçla yapıldığını görmemiz mümkün oldu. Bu kayıt mekanizmasıyla ne kadar yaygın bir ekonomik faaliyet yapıldığını gördük” dedi.
Arslantepe’de rastlanan kamusal işlevli yapıların Mezopotamya ile paralellik gösterdiğini, bunun normal olduğunu anlatan Frangipane, burada laik bir sistemin de gözlemlendiğini belirtirken, daha önceki evrelerde bütün yaşam ve önemli faaliyetlerin tapınaklar etrafında gerçekleştiğini; sadece törenler, ayinlerin değil, duruşmalar, yiyecek dağıtımı gibi faaliyetlere tapınak etrafında rastlandığını anlattı.
Arslantepe’de ön plana çıkan saray yapıları hakkında bilgi veren Frangipane, avlular, koridorlar, depolama odaları, testiler, çeşitli kap kacak ve sarayın arka kısmında seçkin sınıfa ait konutlara rastlandığını açıkladı.
Son yıllarda yapılan kazı ve çalışmalarla ortaya çıkarılan, saray kompleksi içerisindeki bir yapı hakkında da bilgi veren Frangipane, geniş bir avluya açılan, hafif yüksek bir platforma sahip ve arkasında odalar bulunan yapının “halkın belli bir noktadan sonra geçemediği ancak halkın bu avluda kabul edildiğini” düşündürdüğünü anlatırken, bu yapıda, diğer yapılardan farklı olarak, prestijli bir malzeme olduğu kabul gören ardıç ağacından yapılmış ahşabın kullanıldığını tespit ettiklerini söyledi.
Mezopotamya’da, Suriye’de MÖ 3 binlerde görülen saray mimarisine Arslantepe’de MÖ 4 binlerde rastlandığını, dolayısıyla onlardan çok daha eski olduğunu aktaran Frangipane, duvarlarda yer alan resimler ve süslemelerin yer aldığı alanın, korunma sürecinin iyi işletildiğini, valiliğin de katkısıyla, açık hava müzesine dönüştürülüp ziyarete açıldığını hatırlattı.
Arslantepe’yi Sahiplenen Orduzu
Ziyarete açıldıktan sonra alanın ziyaretçi akınına uğradığını, ciddi sayıda yerel turistin gezdiğini, Türkiye’nin başka şehirlerinden de ilgi gördüğünü söyleyen Frangipane, “Biz yöreden işçilerle (Orduzu’yu kast ediyor) yola çıkmıştık; bazen onların oğulları ve torunları da bizimle çalıştı. Bilimsel bilgileri, teknik bilgileri eksik olsa da, bu sitin kendileri için ne kadar önemli olduğunu gerçekten çok iyi anladılar. Biz sürekli orada değiliz, yılda iki ay çalışıyoruz. Bir bekçi var. Burada kılıçların bulunması çok dikkat çekti. Bu dikkat çekme kötü anlamda da olabiliyor. Ne yazık ki dünyanın her yerinde kaçak kazılar var. Arslantepe’de kaçak kazıyla karşılaşmadık. Bu halkın site ne kadar sahiplendiğini gösteriyor. Siz istediğiniz kadar bekçi koyun, kötü niyetli insanlar kaçak kazının yolunu bulur. Ancak halk bu siti koruyor, sahiplendi. Bekçinin yetişemediği yerde, etrafta tanımadıkları bir araba görseler, sima olarak tanımadıkları kişileri görseler hemen yetkili makamlara haber veriyorlar. Bu, onların toprağı, buranın gerçek sahipleri onlar. Arslantepe, onlar için bir gönül meselesi” derken UNESCO adına alanı yerinde incelemek üzere gelen ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) heyetinin halkla bir toplantı yaptığını ve bu toplantıda yerel sahiplenmenin belirgin biçimde görüldüğünü anlatırken “Halk, heyete bildiklerini anlatabilmek için, yarış içindeydi. Sorulara cevap verme istekleri duygulandıran bir noktadaydı. Sitle ne kadar gurur duyduklarını, sahiplendiklerini, önemsediklerini gösterdiler” dedi.
Göbeklitepe Özel Bir Yerleşim
Frangipane, Şanlıurfa’da yer alan, son yılların popüler tarihi mekânlarından Göbeklitepe hakkında bir soruya cevap verirken, barındırdığı konutlar, alçak kabartmalı sütunları, yapıları ve diğer değerli eserlerle özel bir yer olduğunu ama burasının bir şehir olmadığını söyledi. “Göbeklitepe, bulunan eserlerin ötesinde temsil ettiği gerçeklik ve süreç çok önemli bir yer. Az önce geçiş döneminden bahsettik. İnsanların göçmenken yerleşik yaşantıya geçişinden bahsettik. Göbeklitepe, çok çok daha önce önemli bir geçişi temsil ediyor. Coğrafyayı dikkate alırsak, insanların avcı-toplayıcı topluluktan tarıma geçişi, Orta Fırat, Mezopotamya bölgesinde başlıyor. Burada yabani tahılın var olduğunu biliyoruz. Suriye’de, Mezopotamya’da, Filistin’de doğal ortamda yetişen yabani tahılı evcilleştiren topluluklar, birleşme ve uyum ruhu içerisinde bir araya geldiler. Göbeklitepe’de de bunu görüyoruz. Çünkü evcilleşen hububat belirli dönemde olgunlaşır, çok kalabalık bir ekiple toplanması gerekir. Avcı-toplayıcı iken bulduğunuzu tüketirsiniz ancak tarımda çok üretilir, uzun süreli muhafaza edilmesi gerekir. Bu toplumlara yeni bir perspektif kazandırır, tarıma, yerleşik hayata geçmişlerdir ve pişirme yöntemlerini de geliştirirler çünkü toplanan korumak için kullanılan yöntemlerden biri pişirmektir. Göbeklitepe’nin tarım toplumuna geçişte kilit rol oynadığını görüyoruz. Göbeklitepe, bütün bu girift çalışmaların koordine edildiği merkez olabilir. Törenler, ritüeller, ayinler üzerinden bu faaliyetlerin gerçekleştiğini tahmin ediyoruz. Henüz ayrıntısını keşfedemedik ama dini unsurlar da var. Bir ideoloji etrafında uyum ve birleşme, topluma dönüşme sürecinin sanatıyla hayata geçtiği yer”
Kerpiç Mimariye Hayran
Frangipane, arkeolojik miras içerisinde Türkiye kültüründe en değerli unsurun ne olduğuna ilişkin bir soruya cevap verirken “Türkiye’den sayısız medeniyet geçti, hüküm sürdükleri yerde derin izler bıraktılar. Birçoğu tarih ve arkeoloji sayesinde yaşatılmış ve aktarılmış durumda. Korumamız gereken bir tanesi kerpiç tuğla kullanımı diyebilirim. Sadece estetik açıdan güzel bulmuyorum, aynı zamanda kullanışlı, fonksiyonel, ısı yalıtımı sağlıyor. Özel isteğim üzerine kazı evimizi kerpiç tuğladan yaptık; kışın sıcak, yazın serin tutan olağanüstü bir malzeme. Elbette bakımı zor, çabuk zarar gören, çamurdan yapıldığı için sürekli yenileme gerekiyor, dikkatli bakım yapmak zorundasınız. Türkiye’de birçok yerde gözlenen bir gelenek. Kerpiç yapılar içerisinde ocaklar, farklı tesisatlar gördüm. Bu mimari değeri korumak ve unutmamak çok önemli” ifadelerini kullandı.
Bütün Türkiye’yi Gezin
Frangipane, başka sorular üzerine, Türkiye’nin mimari, kültürel zenginliklerine değindi. Türkiye’nin doğusu ve batısında çok önemli eserler bulunduğunu belirtirken “İtalya, Türkiye ile kardeşlik yaşayan ülkelerden bir tanesi, çok ortak noktaları var. Birbirimize anlatacak ve insanlığa aktaracak çok şey olduğunu biliyorum. Bunların korunması ve gelecek nesillere aktarılması gerektiğini biliyorum” dedi.
Enstitü Müdürü Sevim Aktaş’ın “Türkiye’de rota tavsiye eder misiniz? En azından bir kez ziyaret edin diyebileceğiniz rota hangisi?” şeklinde bir sorusu üzerine Frangipane şunları söyledi:
“Türkiye kültür varlıkları açısından inanılmaz zengin. İster istemez İstanbul akla geliyor. İstanbul ve Roma’nın zenginliklerinin yanı sıra ortak bir noktası var: Ev sahipliği yaptıkları medeniyetlerin hiçbirinin diğerine baskın olmadığını görüyoruz. Temsil ettikleri bütün insanlık mirası arasında belli bir uyum var, denge var. Sanat eserleri ve kültür varlıklarıyla birçok güzel şehir var, Paris gibi. Bunlarda bir medeniyet ön plana çıkıyor ama İstanbul ve Roma, genel estetik güzelliklerinin ötesinde, varlığıyla bütün tarihe tanıklık ediyor. Kapadokya çok önemli, mimari yapılar, manastırlar, kiliseler var. Mutlaka ziyaret edilmesi gerekir. Coğrafi güzelliği de var. Özellikle bir mekân gezilsin demiyor, Türkiye’nin tamamen gezilmesini tavsiye ediyorum.
Kazı başkanlığı yaptığım zaman uçaktan indiğim yerde araba kiralar ve gezerek gider gelirdim. Türkiye’yi arabayla gezdiğiniz zaman ne kadar coğrafi farklılık, kültürel farklılık olduğunu görürsünüz. İklim, deniz, yaylalar, platolar, Karadeniz…
Siz İstanbul’u görmeden, Kapadokya’yı görmeden dönme diyeceksiniz ama yakın zamanda umarım bir turiste Arslantepe’yi görmeden dönmeyin diyecek seviyeye gelebiliriz.
Çalışma arkadaşlarıma ve Türkiye’ye, bana çok değerli deneyim yaşama imkânı verdiği için teşekkür ediyorum”
Frangipane’nin Aktaş’la yaptığı söyleşinin tamamı https://www.pscp.tv/w/1jMKgpolaNOGL linkinden izlenebiliyor. Yayın, 16.00’dan itibaren başlıyor.
Güler HAZAR, malatyahaber.com- Yeni Malatya Gazetesi