Suat KOZUKLU'nun Röportajı..
İnsan, yeryüzüne adımını attığı ilk andan itibaren büyük bir hikayenin içine doğar. Yaşadığı çağ, içinde bulunduğu toplum, kültürel ve sosyal atmosfer bu büyük hikayeyi belirleyen temel unsurlardır…
Bir yanının gurbet, bir yanının da memleket olduğu ‘arafta bir hayatı’ yaşamak zorunda kalan Pütürge’nin Babik, bugünkü adıyla da Gündüz Köyü’nden, Ziya Akşahin’in başarı hikayesi eminim bir çoğumuz için hem örnek olacak hem de biraz hüzünlendirecek…
İşte, Ziya Akşahin'in Pütürge'nin Babik Köyü'nde başlayıp İngiltere'de devam eden ve Yeşilçam filmlerini aratmayan yaşam hikayesi ...
(Pütürge-Arşiv)
1900’lü Yıllar Pütürge…
Pütürge’de tüccarlık yapan Hassığıtlar lakaplı Akşahinler ailesinden Mahmut Akşahin’i babası İbrahim Efendi Osmanlı’da Sultan 2. Mahmud zamanında kurulan ve iptidai denilen ilkokulların üstü olarak kabul edilen şimdiki ortaokulların dengi olan Rüştiye Mektebinde okuması için İstanbul’a yollar…
Ziya Akşahin: “O dönemde dedem İbrahim Efendi babamı akrabalarının yanına İstanbul’a okumaya göndermiş. Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizler İstanbul’u işgal ettiği zaman dedemde İstanbul’a gelmiş… Babamla Sirkeci’de bir kahvede oturuyorlar... Dışarısı soğuk içeride odun sobası yanıyor camlar buğu içinde. Babam da parmağı ile o buğulu cama ‘Hürriyet’ yazmış. Dedem de eline vurmuş ‘deli misin hepimizi içeri atacaklar’ demiş sonrasında tekrar Pütürge’ye dönmüşler…”
Pütürge’ye dönen baba Mahmut Akşahin’in evlilik yaşı gelip çatmıştır. İlk aşkı da kapı komşusu olan Sarkis’in kızı Meryem’dir. İlçedeki Ermeni ve Süryani nüfus 1915 yılında gerçekleşen tehcir hareketi ile göç etmek zorunda kalır. Tüm olumsuzluklara karşın Mahmut ile Meryem aşkı vuslata erer. Ancak, düğün gecesi bilinmeyen bir nedenle Meryem vefat eder.
Ziya Akşahin: “Müthiş bir aşk hikayesidir bu. Meryem de babama aşıktır. Hatta adını bile babam için Zeynep olarak değiştirir. Ancak, düğün dernek olur. Evlere çekilir insanlar, Meryem babamdan su getirmesini ister. Babam su getirir suyunu içer, ardından ‘Mahmut bana bir şeyler oluyor hakkını helal et der’ ve babamın kucağına düşer ölür… Bu babam için büyük bir yıkım olur. Bir yıl deli divane gibi dolaşır köy yerinde…”
Zor geçen yılların ardından kendini ticarete verir baba Mahmut Akşahin. Bu dönemde Sultan Hanım ile evlenir ve ikisi kız dört çocukları olur.
1940’lı yıllar Türkiye’nin zor dönemlerinden biridir. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da toplum, ekonomik ve idarî bakımından ağır şekilde bu savaştan etkilenmiştir.
Tarihler 1942’yi gösterdiğinde Malatya’nın Pütürge İlçesi Babik Köyü’nde Ziya Akşahin evin 5’nci çocuğu olarak dünyaya gelir… Kendi deyimi ile ‘tekne kazıntısıdır…’
Ev işlerinden fırsat buldukça eşine yardım eden Sultan Hanım evin bu son sakini Ziya’yı çok da doğurmak istememiştir. Nedeni ise Sultan Hanımın ilerleyen yaşı ve biraz da ‘konu komşu ne der?’ düşüncesidir…
Baba Mahmut için ise Ziya bir şanstır. Çünkü, Osmanlı Devleti’nin son döneminde karayolu çalışmalarını finanse etmek için alınan ‘yol vergisi’ önce Kurtuluş Savaşı yıllarında ve daha sonra da Cumhuriyet döneminde bazı değişikliklerle uygulanmaya devam edilmiştir. Nakden ya da yol yapımında bedenen çalışma şeklinde ödenen vergi gelir seviyesine bakılmaksızın her erkek vatandaştan eşit oranda tahsil edilmiştir. Ancak beş ve üzeri çocuğu olanlar vergiden muaf tutularak nüfus artışının özendirilmesi hedeflenmiştir.
Evin en küçüğü ‘tekne kazıntısı’ Ziya, ailesini ‘Yol Vergisinden’ kurtarmıştır!
Pütürge’nin kıvırcık saçlı çocuğu esnafında adeta maskotudur. Tarihler 1947 yılını gösterdiğinde Sultan Hanım böbreklerindeki rahatsızlık nedeniyle Doktor Zeki Bey tarafından o günün şartlarında narkoz olmadan ameliyat edilir. Üstelik verem salgını da ülkeyi kasıp kavurmaktadır. Baba Mahmut Akşahin, Doktor Zeki Beyin tavsiyesi üzerine Sultan Hanımın tedavisi için yeniden köyleri Babik’e döner ve burada bir ev yaptırır. Ziya için de okul çağı gelip çatmıştır…
Unutulmayacak Bir Öğretmen: ‘Hataylı Yusuf Gür…’
Ziya, tüm hayatını etkileyecek olan Yusuf Gür öğretmeni ile tanışacaktır. Babik İlkokulu’nda görev yapan Hataylı Yusuf Gür, Köy Enstitüsü'nde yetişmiş bir öğretmendir…
Ziya Akşahin: “5 yıl boyunca bize öyle bir eğitim verdi ki adeta bizler ortaokul ve liseyi de aynı zamanda bitirdik. Yusuf öğretmenin öğretileri hayatımın her anında bana rehber oldu. Onun hakkını ne yapsam ödeyemem…”
İstanbul Yılları ve Enişte Etkisi…!
Ziya’nın ağabeyi Ramazan Akşahin, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde okumaktadır. Ziya da ağabeyi gibi okuyup büyük adam olmak hayali ile çetin bir kışın hüküm sürdüğü İstanbul’un yolunu tutar. Tarihler 1954 yılının 24 Şubat’ıdır ve o gün Romanya’dan Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri’nden koparak gelen buzlar, Boğaz’ın girişini kaplamıştır...
Ziya kısa sürede İstanbul'a uyum sağlar... Ağabeyi Ramazan Akşahin de mezun olur ve ABD'li bir ilaç firmasında işe girer. Önce Türkiye’yi karış karış gezen abisi Ramazan, ardından da Avrupa’ya gönderilir. Bu durum Ziya'yı zorunlu olarak evli olan küçük ablasının yanında yaşamak zorunda bırakır. Ayakkabı imalatçısı olan Niyazi eniştesi de okullar açılıncaya kadar arkadaşının yanında meslek öğrenmesini ister. Çarşıkapı’da frezeci Muhsin ustanın yanında işe başlar Ziya… Ancak, okulların açılmasına yakın aynı zamanda teyzesinin oğlu olan eniştesi Ziya’yı okula göndermek istemez.
Ziya Akşahin: “Ben babama mektup yazdım ve durumu anlattım. Okumak istediğimi, ayakkabıcılık yapmak istemediğimi açık açık yazdım. Ancak, babam ‘enişten ne diyorsa onu yap sözünden çıkma, karşı gelme’ diye bana cevap yazdı. Tabi bu cevap bende tam bir hayal kırıklığı yarattı. Emir demiri kesti. Okul yerine Muhsin ustanın yanında devam ettim çalışmaya. Boş zamanlarımın tamamında kitap aldım okudum. Sonra bir ara kafam bozuldu enişteme, atladım otobüse Pütürge’ye döndüm. Kafaya koymuştum okuyacağım diye. Tabi okullar başlamıştı ara verdiğim için de ortaokula hemen kayıt olamıyorsun. Babam çekti beni kenara ‘karar ver ya kal ya da gemileri yak git’ dedi. Ben de ‘boğulursam büyük denizde boğulayım’ dedim ve tekrar döndüm İstanbul’a…”
İstanbul’a dönen Ziya, sevmediği bir işin işçisi olarak hayatına devam ederken, 1960’lar Türkiye’sinde dönemin siyasi ve düşünce iklimi içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayıt olur. Sendikal faaliyetler ve öğrenci hareketlerinin içerisinde yer alır.
Tarihler 28 Nisan 1960'ı gösterdiğinde Malatya Yeşilyurt- Gündüzbey’li olan ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi'nde okuyan Turan Emeksiz ile birlikte DP iktidarının protesto edildiği eylemdedir. Ve Turan Emeksiz, yanı başında polis kurşunuyla can verir.
Ziya Akşahin: “Yan yana yürüyorduk. Kurşun yanımdan vınnn diye geçti döndüm bi baktım ki Turan Emeksiz’e isabet etmiş. Kucağımda öldü rahmetli. Çok acı çektim uzun süre unutamadım bu olayı… Biliyorsunuz gizlice gömüldü. Zaman zaman da aklıma gelir aynı acıyı yaşarım… Tabi ben de bir taraftan mimlendim. Bu komünisttir diye…”
27 Mayıs 1960’ta, Cumhuriyet döneminin ilk askeri müdahalesine tanıklık eder. Kaosun hakim olduğu bu günlerde işler durmuş herkes endişe içinde gelecek planları yapmaktadır…
Yeni Başlangıçlar ve Hayatındaki 2.Sultan Dönemi…
Ziya, 1961 yılının Mayıs ayında dayısının kızı olan ve annesi ile aynı adı taşıyan Sultan Hanım ile evlenir. Bu evlilikten bir yıl sonra da askerlik vazifesini yapmak üzere 1962 yılında Kütahya’daki Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda birliğine teslim olur. 24 aylık macera dolu bir askerlik serüveni sonrasında soluğu Pütürge’deki eşini ve yüzünü görmediği ilk çocuğu oğlu Turgut’un yanında alır. Bir süre sonra işleri yoluna koymak için ailesini Pütürge’de bırakarak İstanbul’a döner.
Tarihler 1964 yılını gösterdiğinde Muhsin usta, Ziya’ya çok uygun şartlarda dükkanı almasını teklif eder. Kendisi Almanya’ya işçi olarak gidecektir.
Ziya Akşahin: “Enişteme durumu anlattım ve 500 lira borç istedim. Eniştem ‘veririm ama ortak olurum’ dedi. Çok zoruma gitti bu teklifi, kendimi de aileme kanıtlamak istiyorum ve babamdan da para istemiyorum. Ben de tek şart koştum kendisine. Tamam ama borçlarımı sana ödedikten sonra dükkanın sendeki hissesini bana geri satacaksın diye.”
Sözlü bu anlaşma çerçevesinde Ziya, çırak olarak girdiği dükkanın artık patronu olmuştur. Yıllar yılları kovalar, ikinci çocuğu Burhan dünyaya gelir… 1968 yılına gelindiğinde ise hayatının şokunu yaşar Ziya… Hayat pusulası olan babası Mahmut Akşahin’i kaybeder. Babasının bu beklenmedik ölümü Ziya’nın ruhsal travma yaşamasına yol açar..
İngiltere’nin Kapısını Ütü ile Açmak!…
1968 yılında meydana gelen olaylar, gençlik hareketinin yükselişi, mimlenmiş olan Ziya’nın sık sık sorguya ve falakaya maruz kalmasına neden olur...
Hayat, bir yandan karşınıza sınırsız sayıda imkân çıkarırken, diğer taraftan da dönem dönem yolunuza taş koyabilir. İşte böyle zamanların içindedir Ziya…
Bir girdabın içinde sıkışıp kaldığını düşünen Ziya’nın çıkış bileti ise çok geçmeden ayağına gelecektir... Komşusu İlhan, İngiltere’ye tekstil ustası olarak gidecektir ve ailesini de Ziya’ya emanet eder. Bu dostluk 7 ay sonra ona İngiltere kapısını aralayacaktır. İlhan ailesini almak üzere Türkiye’ye döndüğünde Ziya’ya “sen de gelsene İngiltere’ye” der.
Ziya Akşahin: "Türkiye’de bir çıkmaz sokakta sıkışıp kalmışım. İngiltere’ye gitmek benim için adeta bir çıkış olacak. Ama gel gör ki; iş terzilik. Ben ayakkabıcıyım. Bir cesaretle bizim tüccar terzi Reşat ustaya gittim. Bana bir bonservis verir misin?, dedim. ‘Hayırdır Ziya?’ dedi Reşat usta. Durumu anlattım o da bana ‘terzi olmadığını hemen anlarlar gel ben sana, iyi ütücüdür kağıdı vereyim’ dedi. Aldım kağıdı 1971 yılında Fransa üzerinde İngiltere’ye uçtum…”
Ziya, ailesine ve dükkanını emanet ettiği yeğeni ile kayınbiraderine İngiltere’de 15 gün kalacağını söyler. Ama işler planladığı gibi gitmez çünkü;
Ziya Akşahin: “Ben 15 gün kalır geri dönerim diyordum. Londra’ya gittim. Hiç yabancılık çekmedim, adeta ben burada daha yaşamışım gibi geldi. Komşum İlhan ile Kuzey İngiltere'de Camden Town bölgesindeki tekstil fabrikasına gittik. Fabrikada köylerini eşlerini bırakıp gelen çok sayıda Türk işçisi vardı. Orada ütü bölümünde 40-50 kişi çalışıyordu. Bluz yapıyorlar. Adanalı Halil usta vardı. İlhan, benim için ‘yabancı değil öğretsene buna’ dedi. Halil usta da ‘ben şimdi nasıl öğreteyim buna’ dedi. Ben hemen atıldım lafa ‘usta yapsana bir tane bakayım’ dedim. Yaptı baktım, ‘ben de yapabilir miyim, dedim. Verdi ütüyü saten kadın bluzu çok hassas. Ben yaptım verdim, usta baktı inanamadı. Tam da o sırada bölüme bakan menajer geldi. Tercüman aracılığı ile ‘Sen daha önce ütücü müydün dedi?’ Ben de çanta ayakkabı işi yaptığımı söyledim. O zaman ‘sen gel bakayım’ dedi ve bana ‘düğme ilik bölümüne bak’ dedi.”
İlik ve düğme bölümünde kıyafetler yığılmıştır. Ziya işe koyulur ve kısa sürede tüm işleri bitirir. İşte bu çalışkanlığı ve organizasyon yeteneği kısa sürede patronun dikkatini çeker. Kıbrıs kökenli Adem’in tercümanlığı eşliğinde patronu Ziya ile konuşmaya başlar…
Ziya Akşahin: “Bana Türkiye’de yaptığım işleri sordu. Ben de başladım anlatmaya özellikle organizasyonun iyi yapılması gerektiğini söyledim. Patron bana o bölümün organizasyon işini verdi. Tam bu sırada fabrikada işçiler arasında bir sorun patlak verdi…”
Fason çalışılan fabrikada ödemeler parça başı yapılmaktadır ve patron indirime gitme kararı almıştır. 300’e yakın Türk işçi de ücret indirimini kabul etmez ve işi durdurur. Kavga gürültü derken patron tercüman eşliğinde işçilerin yanına gelir. Her kafadan bir ses çıkmakta ve bir sonuç elde edilememektedir. 14 gündür fabrikada çalışan Ziya devreye girer ve arkadaşlarından patrona dertlerini anlatmak için izin ister. O artık 300 Türk işçinin sözcüsüdür. Patrona düzensizliğin nedenini ve çözüm yolunu anlatır ardından da üretimi arttırarak sürümden kazanması fikrini söyler.
Ziya Akşahin: “Fabrikanın sahibi benim anlattıklarımdan etkilendi ve beni odasına çağırdı. Ancak, orada menajer yardımcısı olan komşum İlhan, patronun bana ilgisinden bir hayli rahatsız oldu. Yukarı çıktık fabrikanın sahibi bana tüm organizasyonu yapma teklifinde bulundu…”
Ziya, arkadaşları ile konuşmadan bu teklifi kabul etmeyeceğini söyleyerek müsaade ister. Sendikacı kimliği fabrikada işe yaramıştır. Hitap kabiliyeti ile arkadaşlarını örgütlenmenin ve sendikalılaşmanın gerektiğini anlatır. Çalışma arkadaşları ‘sen yapacaksan tamam’ der. İşte bu dayatma Ziya’nın hayatının akışını değiştirecektir. Türkiye’ye dönüş biletini yakar ve bir mektupla eşi Sultan ile yeğenine 2 ay rötarlı olarak Türkiye’ye döneceğini yazar. Ziya için önünde aşılması gereken büyük bir sorun daha vardır, o da İngilizce’dir.
Ziya Akşahin: “Arkadaşlarım para arttırmak için mesaiye kalırken ben bir yıl boyunca her akşam dil okuluna gittim. Hatta orada yan komşum öğretmen bir İngiliz’di. Türk arkadaşımızın eski eşiydi. Ona Grundig marka makaralı bir teyp almıştım. O yarım saat kitap okur kaydederdi. Okuldan geldiğimde yatana kadar onun telaffuzunu dinlerdim.”
İngiltere’de artık yeni evidir Ziya’nın ve 1972 yılında ailesini İngiltere’ye aldırır.
İngiltere Türk İşçi Birliği ve Calvin Limited…
Tarihler 1973 yılını gösterdiğinde Ziya Akşahin öncülüğünde ‘İngiltere Türk İşçi Birliği’ hayata geçer. Ancak Ziya’nın önünde yeni hedefler vardır.
Ziya Akşahin: “Arkadaşlarla sürekli konuşuyoruz, ben bir gün bunlara kendimize çalışalım, fabrika kuralım dedim. 280 kişiyiz, herkes bir haftalığı olan 30 pound verse yaparız, dedim. Kooperatif mantığı…Ben hep Atatürk’ü okurdum. O’nun hayat felsefesini devrimlerini…Eğitimimi ve hayat felsefemi hep ona borçluyum…Sorunları hep oradan çözdüm. Bana ‘sen deli misin’ dediler ama ben ısrar ettim. 280 kişi üye oldu, Yer bulduk banka hesabı açtık derken bir dedikodu bir dedikodu. Bir baktık ki 12 kişi kalmışız. Ve 1973 yılı sonunda İngiltere’deki ilk Türk Konfeksiyon Fabrikasını kurduk.”
İngiltere’deki Komünist!..
İngiltere yasalarına göre her yıl işçi statüsünün devamı için konsolosluktan pasaport süresinin uzatılması gerekmektedir. Ancak, bir sorun vardır… Ziya Akşahin’in geçmişi!..
Ziya Akşahin: “Bir gün Büyükelçilikten bir davet mektubu aldık. Büyükelçimiz bizi konutuna davet ediyordu. Gittik, hoş beş kendimizi tanıttık. Büyükelçi bana bir süre sonra ‘Ziya sen misin?’ diye sordu. Oysa kendimizi tanıtmıştık. Evet dedim, bana ‘sizin hakkınızda hiç iyi şeyler duymuyorum’ dedi. Anlamadım dedim. Bu seferde ‘sizin Türkiye Komünist Partisi ile bir ilişkiniz var mı?’ diye sordu. ‘Değilim ama olsam söylerim’ dedim. Gergin bir hava oluştu. Büyükelçi, ‘Ben susayım Baş konsolosumuz konuşsun’ dedi ve çıktı gitti. Başkonsolos, İngiltere Türk İşçi Birliği’ni kastederek ‘siz orayı komünist yuvasına çevirmişsiniz’ dedi. Nereden biliyorsunuz, ne yapmışız diye sert çıkınca da beni Türkiye’ye bildireceğini söyledi ve dediğini de yaptı. Artık Türkiye'de aranan bir adamdım...”
Ziya Akşahin, ‘komünist yaftası’ yapıştırılmış ‘sakıncalı’ biridir artık... Türkiye’de hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştı. Onun için asıl yıkıcı olan ise 25 Aralık 1973’te Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü ile aynı gün vefat eden annesi Sultan Hanım’a son görevini yapamamaktı… Yüreğine işlemiş bu acıyı yıllar geçmesine karşın söküp atamaz Ziya Akşahin.
Türkiye’de siyaset kazanının fokur fokur kaynağı yıllardır…
1973'te Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi hükümeti kurulur. 1974’te Ecevit, ‘genel af’ ilan eder ve bir yıl sonra da Ziya Akşahin Türkiye’ye döner… İlk iş İstanbul’da iki oğlunun sünnetini yapmak olur. Ardından da hasreti ile yanıp tutuştuğu Pütürge’ye gider…
Bir aylık tatil sonrası İngiltere’ye dönen Ziya Akşahin, dört elle işine sarılır.
Türk İngiliz Ticaret ve Sanayi Odası kuruluşunu gerçekleştiren Akşahin, kısa sürede işlerini büyütür ve önüne çıkan fırsatları değerlendirir. Bunlardan biri de Türkiye’ye uygulanan ambargolar nedeni ile oluşan Traktör açığının kapatılması için gümrüksüz traktör ithalatı fırsatıdır. Akşahin bu işi fırsatını ortaklarına söyler. Ancak, ortaklar sıcak bakmaz bu teklife.
Ziya Akşahin: “Ortaklarım tekstil işinden uzaklaşmak istemedi. İthalat kavramını anlayamadılar ve girmediler bu işe. Ancak ben onlarsız yaptım bu işi ve 215 tane traktörü Türkiye’ye yolladım. İyi de para kazandım.”
Ortaklar arasında zamanla görüş ayrılıkları baş gösterir. Ve tarihler 1977 yılını gösterdiğinde Ziya Akşahin ortaklarından ayrılarak ticaret hayatına tek başına devam eder. İlk olarak hiç unutamadığı köyü Babik’in adıyla Babik Fashion Limited’i, Babik House adıyla da konfeksiyon zincirini kurar… Ziya Akşahin, açılışa da ‘onur konuğu’ olarak İngiliz Kraliyet Ailesi’nden Prens Charles'ı da davet eder. Ancak, Uzakdoğu seyahati tarihine denk geldiği için Prens Charles açılışa katılamayacağını yazdığı bir mektup ile Akşahin’e bildirir…
İngiltere'de yaklaşık 27 milyon dolarlık ciroya ulaşır. Ve 35 yıl süren tekstil işini 2006 yılında bırakır. Emeklilik kavramını kabul etmeyen Akşahin ticari yaşantısını, Birleşik Krallık'ta blockchain teknolojileri ve finans sektöründeki yatırımları ile sürdürüyor.
Sakıncalı Akşahin’den ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyalı’ Akşahin’e…
Ziya Akşahin, Türkiye'de bugüne kadar meydana gelen en büyük ikinci deprem olan 17 Ağustos 1999’daki Marmara depremine kayıtsız kalamaz. Hiç vakit kaybetmeden kurtarma ekibi oluşturur, yardım kampanyası organize eder ve bir de eğitmen gönderir Türkiye’ye. İşte onun bu çabası da bir yıl sonra devlet yetkilileri tarafından takdir edilecektir. Ziya Akşahin ile Malatya Yeşilyurt’lu olan iş insanı Ahmet Çalık’a 2000 yılında 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verilir.
Ziya Akşahin, ihtiyaçlar doğrultusunda sorunlara duyarlı bir yaklaşım sergiler. Bu doğrultuda, İngiltere’de de birçok sosyal sorumluluk projesi içinde yer alır. ‘Kimsesiz Çocuklara Yardım Kampanyasında’ yaptığı yardımlardan dolayı İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in eşi, Prensi Charles'ın babası Edinburg Dükü Prens Philip’ten bir de ödül alır.
“Her şeyi kendi başıma yapmak zorundaydım, ama aynı zamanda birçok şey de öğrendim. Kendimi çok yalnız hissettiğin zamanlar oldu, gözyaşlarımı içime akıttığım günlerim oldu. Hayatın gidişatında bazen ters koltuğa oturuyor gibi hissettiği anlarım da oldu. Ama hayatın zorlukları karşısında, korkuya ve kaygıya hiç kapılmadım, hep önüme baktım…” diyor Ziya Akşahin..
Evet, umut yolculuklarıyla iç içe geçmiş bir hayatın kahramanı Ziya Akşahin. Bir tarafta yüreğinden söküp atamadığı Pütürge-Babik hasreti, diğer tarafta anne ve babaya duyulan ve hiç dindiremediği özlemi…
Tatil için geldiği İstanbul’da, Pütürge Eğitim Vakfı’nda Hasan Hüseyin Şener’in başkanlığında çocukların eğitimi için koştururken hasbihal ettik Ziya Akşahin’le…
Ve öğrendik ki; o acısıyla tatlısıyla yarım yüz yılı aşkın bir ömre sığdırdıklarını "Gökyüzüne Dokunurduk Babik’te” adıyla çıkacak kitabında toplamış. Basım aşamasındaki kitap çıktığında yeniden konuşmak sözüyle Ziya Akşahin’in yanında ayrılıyoruz…