Halkların Demokrasi Partisi Eşbaşkanı ve Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, seçim kampanyası kapsamında önceki gün geldiği Malatya’da yaptığı konuşmada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti’ne yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları üzerinden sert ifadelerle eleştirdi ve temiz siyasetin alternatif adresi olarak HDP’yi gösterdi.
Partisinin Battalgazi Seçim İrtibat Bürosu’nun açılış törenine katılan ve burada yaklaşık 400 kişilik bir gruba hitap eden HDP Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, AKP kadrolarının, daha önce Türkiye’de iktidar olan siyasi kadrolardan farklı olmadığını belirterek, “Turgut Özal da, Tansu Çiller de Mesut Yılmaz da yolsuzluk yaparak gitti. AKP kadrolarının da onlardan bir farkı yok. Ama yine de haklarını teslim etmek gerekir ki, bir farkları var: AKP kadroları dualar eşliğinde yolsuzluk yapıyor” diye konuştu.
Başbakan Erdoğan’ın kişisel servetine ilişkin sert eleştiriler yapan HDP Eşbaşkanı Kürkçü, “Sadece, yakalandığı ses kayıtlarından öğreniyoruz ki devlete ve halka beyan ettiğinin 30 katı para hakkında konuşuyor oğluyla. Halka, devlete resmi olarak beyan ettiği varlığı 1 trilyon liradır. Zaten ben onun da kaynağını merak ediyorum. 12 yıl önce çulsuz bir Ülker bayisi iken nasıl oldu da 1 trilyon para kazandın başbakan iken?” dedi.
Ertuğrul Kürkçü, ‘AKP’yi sandığa gömmek boynumuzun borcudur. Ama, AKP’nin 12 yıllık ortağı cemaati CHP’ye eklemleyerek ABD’den gelecek zamkla birleştirecek, soft ırkçılığı da içeren alternatifi de reddedeceğiz. Alternatif bu olamaz. Mesele sistemdir, sistemi kökten değiştireceğiz. Emekçinin alınterini egemen kılacağız” şeklinde konuştu.
HDP Malatya Büyükşehir Belediye Eş Başkan Adayları Hasan Şahin ve Ayten Polat, Battalgazi Belediye Eş Başkan Adayları Sevgi Çınar ve Vahap İnce ile bazı parti meclisi üyelerinin de katıldığı törendeki konuşmasına Kürtçe başlayıp Kürtçe selamlama ile bitiren HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü’nün Battalgazi’deki konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
“Bugün burada hem Battalgazi hem Malatya Büyükşehir belediye eş başkan adaylarımız ile birlikte sizleri selamlamaktan gurur duyuyorum. Onları da sizlerin huzurunuzda sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
“Polis bizi takip etmeyi bırak, hırsızların peşine düş”
Şimdi burada da gördüğünüz gibi bizde eş başkandan bol şey yok. Herkes başkan, o yüzden herkesin başkan olduğu yerde hiç kimse diktatör olamaz. O yüzden bizim partimiz en doğru yolda yürüyor. Biliyorsunuz AKP’de hiç kimse başkan değil, bir tane diktatör var, o diktatörü yarın öbürgün, 1 ay sonra sandıklara gömüyoruz. Gömmek zorundayız. Kendimizi ve kentimizi bu diktatörlükten kurtarmak zorundayız. Çünkü bu diktatörlüğün yaptığı tek şey bankaların kasalarına girmek, oradan paraları almak, ayakkabı kutularına koyarak eve götürmek.
Biz böyle bir siyaseti, böyle bir idareyi, böyle bir hayatı kabul etmiyoruz. AKP’ye sesleniyorum: Sizi evinize göndereceğiz. Siz evinize gidin, ama arkanızdan gelip halktan çaldığınız serveti evinize gelip elinizden alacağız.
Polis kameraları bugün durmadan her yerde bizi izledi. Bizi izleyen o polislere halk her yerde şunu diyor: ‘Eyy polis bizi takip etmeyi bırak, hırsızları kovala. Bizi ne takip ediyorsun, bizde bir şey yok ki’…
“AKP’nin 12 Yıllık Macerasının Sonuna Geliyoruz”
Sevgili kardeşlerim, 12 yıllık maceranın sonuna geliyoruz. Tayyip Erdoğan’a bu ülkenin yoksulları, ezilenleri, emekçileri, Kürt halkının arasından, Türk halkının arasından, Lazların arasından pek çok insan, samimi mümin insanlar, sofiler, dini bütünler, namazında niyazında insanlar oy verdi 2002 yılında. 2007 yılında bu oylarını daha da arttırdılar. Bu insanlar dediler ki ‘Siz Allah’tan korkar görünüyorsunuz. Daha öncekilerin hiçbir şeyden korkusu yoktu, o yüzden belki siz bizi öncekilerden daha iyi yönetebilirsiniz’.
Ancak şimdi ne görüyoruz? Bunların aslında hiçbir şeyden korkmadıklarını ve en az Allah’tan korktuklarını, daha doğrusu bunlarda Allah korkusu diye bir şey olmadığını gördük.
Bunlar zerre kadar Allah’tan korksalardı, bu kadar çok dua, bu kadar çok namaz, bu kadar çok niyaz, bu kadar çok cami kapılarında dolaştıktan sonra insan, soruşturma başladıktan sonra oğluna ‘Oğlum paraları erit’ der mi? Oğlu da babasına ‘Tamam babacığım, tamam, ama 30 milyon avro kaldı, hepsini eritemedim’ der mi?
“Bunların Eskilerden Tek Farkı, Hem Çalıp Hem Dua Etmeleri”
O kadar parayı eritemezsin. O kadar çalarsan o parayı eritemezsin. O kadar çalarsan hiçbir şeyi eritemezsin. Gördün mü bak, gördün mü, devlete yükseldin. Sen devleti değiştiremedin, devlet seni kendine benzetti.
Daha önceki başbakanların hepsini kuyruğuna bir yolsuzluk bağlandı. Öyle gitmediler mi? Özal ve ailesi öyle gitti. Çiller ve ailesi hırsızlığı ile meşhurdur. Mesut Yılmaz hırsızlığı ile meşhurdur. Bülent Ecevit çalmaz ama çaldırırdı. Bunlar da işte onlara benzedi.
Türkiye’de devletin başına geçen herkes ‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz’ prensibiyle hareket ediyor. Çünkü devlet herkesi hırsıza dönüştürüyor. Devlet kendini halka denetlettirmediği için, başına geçen herkesi hırsız yapıyor.
AKP iktidarının aslında eskilerden hiçbir farkı olmadığı, bunların ötekilerden farkı olarak hem çaldıklarını hem dua ettiklerini görüyoruz. Bunların diğer hırsızlardan tek farkı dua eşliğinde çalmalarıdır. Belki ötekiler kendi inançları katında daha masumdurlar. Çünkü ikide bir millete fetva vermiyorlardı. Bunlar âleme verir talkını, kendi yutar salkımı. İşte şimdi o salkımlar boğazlarına takıldı. O salkımlarla birlikte tarihin çöplüğüne gidecekler.
"Onları buralardan göndermek boynumuzun borcudur."
Biz kimsenin diniyle, imanıyla, fikriyle alakadar değiliz. Tam tersine isteriz ki herkes kendi inandığı biçimde yaşasın. Ama bir şeye ‘inanıyorum’ dedikten sonra onun gibi, inancının emrettiği gibi yaşasın. Bize yalan söylemesin. Halka hergün ‘Fakir fukara, garip gureba’ edebiyatı yaptıktan sonra, fakir fukaranın kullandığı elektrikten, kullandığı benzinden, kullandığı telefondan, içtiği sigaradan, maaşından vergi kesip onları devlet kasasına toplayıp, daha sonra devlet kasasından kendi eve taşımak… İşte bunun hiçbir dinde, hiçbir inançta, hiçbir siyasette yeri yoktur.
“Bizim İktidarımızda Herkes İnançlarını Yaşamakta Özgür Olacak”
Zaten ibadetle siyasetin ne alakası olabilir? O Allah ile ibadetini yapan insan arasındadır. Bize göre herkes inançlarını özgürce yaşama hakkına sahiptir. Zaten bugün Türkiye’yi yönetenler hiç kimsenin inancını hor göremez, kendi inançlarını da hiç kimseye dayatamazlar.
İslam da hiç kimseye dayatma yapılamayacağını söyler zaten. İslam ‘İnançta zorlama olmaz’ der. Ama onlar hepimizi bir inanca, bir mezhebe kıstırmak için ne kadar çok çaba gösteriyor görüyoruz.
Suriye’de yaptıklarını görüyoruz. Dünyanın dört bir tarafından topladıkları çetelerle Suriye’nin yoksul halkına nasıl zulmettiklerini görüyoruz. Tırlarla Suriye halkına işkence, zulüm yapan çetelere silah taşıdıklarını görüyoruz. Ve orda Kürt halkı kendisine bütün bu kargaşanın içerisinden kendi kendini yönetecek yönetimi ilan ettiği zaman Rojova’da devrimini gerçekleştirdiğinde El Nusra çetelerini Kürtlerin üzerine nasıl yolladıklarını görüyoruz.
Bunların inançtan, itikattan anladığı özgürlüğü bastırmak için insanların samimi dini duygularını kullanmaktan ibarettir.
“Bu iktidarın Alternatifi Cemaat + CHP + Soft Irkçılık Olamaz, İnsan Utanır Böyle Bir Ortaklıktan”
İşte bu yüzden bunları dediğimiz gibi gönderiyoruz. Bu kadar yetti. 12 yıl daha tecrübe edemeyiz. Gözümüzle gördük, kulağımızla duyduk bunların ne olduğunu.
Fakat bir problem var: Diyorlar ki şimdi bize ‘Tamam bunların işi bitti. Fakat şöyle yapalım. Bunların yarısını alalım, Kemal Kılıçdaroğlu’na ekleyelim. Biraz da soft ırkçılık ilave edelim, ABD’den de bir zamk gelsin. Bunları birbirine yapıştıralım. Ankara’nın, İstanbul’un, Hatay’ın başına bunları geçirelim’ Ondan sonra, bu da olsun sizin alternatifiniz…
Ben şimdi size şunu sormak istiyorum: Bunlar 12 yıl boyunca, Kürt halkına, Türkiye’nin bütün yoksullarına, ezilenlerine zulmederken beraber değiller miydi? Fethullah Hoca Pensiyvanya’dan 2 yıl önce Kürtlere beddua etmiyor muydu? ‘Evlerine ateş düşsün’ diye Kürtlere beddua etmiyor muydu?
2 yıl sonra ne oldu da ‘Tayyip’in evine ateş düşsün’ diye beddua etmeye başladın? Ne oldu?...
Hepsini beraber çaldılar, beraber çırptılar. Dün birlikte yediler, bugün birbirlerini yiyorlar sonra da ortaya kaset atıyorlar.
Bütün bu kasetlere dayanıp siyaset yapanlara ben şimdi soruyorum: Hiç merak etmiyor musunuz, Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasındaki kasetlerde neler konuşulduğunu? ‘Onu oraya tayin et, bunu şuraya tayin et’ dediklerini ben bile biliyorum. Çünkü, başbakan ‘Fethullah Gülen Hoca bugüne kadar ne istemiş de yapmamışız? demedi mi daha üç ay önce..
Haa, demek ki ortaksınız. O zaman her şeyinizle ortaksınız. Ayakkabı kutularındaki o yeşil dolarları sayarken de ortaksınız. O yüzden de Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen’in kasetini bulup yayınlamak bizim boynumuzun borcudur.
Bunlarla siyaset mi olur, bunlarla demokrasi mi olur, bunlarla adalet mi gelir? Böyle şey olabilir mi? İnsan utanır bu insanlarla ortaklık yapmaya. İnsan utanır bunları ‘Alternatif’ diye halkın karşısına çıkarmaya.
Alevi halkımıza her gün söven, onların itikadıyla alay eden, Kürt halkımıza her gün söven, onların hayattaki duruşuyla alay edenlerle, beddua edenlerle seçenek olabilir mi?
Halkın karşısına böyle bir demokrasi mi konulabilir?
Yeter ki iktidar olsunlar diye herşeyi mübah görecekler.
Ama sonunda onların da benzeyeceği şey, Tayyip Erdoğan’ın benzediği şeydir.
“Çulsuz Bir Ülker Bayisi İken…”
12 yıl önce Tayyip Erdoğan’ın kendisine, 12 yıl sonra bugün başına gelenleri kendisine söyleseniz inanır mıydı? İnanmazdı elbet.
Hatırlıyor musunuz ne demişti Tayyip Erdoğan: ‘Birgün çok zengin olduğumu duyarsanız mutlaka biliniz ki haram yemişimdir’.
Çok zengin oldun. Peki ne yedin, sen söyle bize.
Sadece, yakalandığı ses kayıtlarından öğreniyoruz ki devlete, halka beyan ettiğinin 30 katı para hakkında konuşuyor oğluyla. Halka beyan ettiği varlığı 1 trilyon liradır. Zaten ben onun da kaynağını merak ediyorum. 12 yıl önce çulsuz bir Ülker bayisi iken nasıl oldu da 1 trilyon para kazandın başbakan iken?
Hadi onu bir kenara koyalım. Telefonda soruşturma paniği ile oğluna eritilmesi talimatını verdiğin o 30 milyon dolarların, 30 milyon avroların hesabını nasıl vereceksin? Sen bir ülkenin başbakanısın, halkına, devletine 1 milyon lira beyan ediyorsun ama evinde milyonlarca dolar ve milyonlarca avro çıkıyor. Bunun hesabını sen nasıl vereceksin?
‘Oğlum’ diyorsun, ‘Soruşturma yapıyorlar, sakla sakla’ diyorsun…
Ya, böyle bir şey olabilir mi, Türkiye böyle bir hayata layık mı?
Ama biz onlarla hesabı kestik diye diğerlerine ram olacak değiliz.
Kendi işimizi görmemiz lazım arkadaşlar. Başka bir hayat bizim için yaşanılacak bir hayat değildir.
“Çözüm Sistemi Temelden Değiştirmektir”
Çünkü kimi seçerseniz seçin, düzeni, sistemi temelden değiştirmediğimiz müddetçe onlar yürürlükte olan ne ise onu icra ediyorlar.
NATO üyesi miyiz? NATO üyesiyiz. ABD’ye bağlı mıyız? Bağlıyız. Türkiye kapitalizmle mi yönetiliyor? Evet. En yüksek kârı bankalar mı elde ediyor? Evet.
Eee, geriye halka sadaka dışında yapacak başka bir şey kalmıyor zaten. ‘Size biraz sadaka verelim sesinizi kesin’ diyorlar ve bunu böyle yapıyorlar.
Biz kimseden sadaka istemiyoruz. Hakkımızı istiyoruz. Bu ülkenin bütün zenginliğini biz üretiyoruz. Alınterinden başka hakiki bir zenginlik kaynağı tanımıyoruz. İşçi kendi alınterinden doğan hakkın sahibi olamadığı için eldeki bütün zenginlik bir avuç kişinin, ötekilerin cebinde birikiyor.
“Ekonomik Sistemi Değiştirmek İçin Önce Siyasi Gücü Ele Geçirmek Zorundayız”
Şimdi biz bütün bunlara bir seçenek getirmek zorundayız. Soyguna, talana, hırsızlığa son verecek yeni bir iktisadi düzene, halkın ihtiyaçlarına göre kurgulanmış yeni bir ekonomik düzene şiddetle ihtiyacımız var. Ama bunu kurmaya siyasetle başlayabiliriz. Durup dururken ekonomiyi dönüştüremeyiz. Ekonomiyi dönüştürmek için siyasi gücün bizim elimizde olması lazım. Siyasi gücün elimize geçmesi için de yerelden siyasete kumanda etmemiz lazım. O yüzden 30 Mart’taki yerel seçimler bizim için sadece yerel seçim olarak değil, aynı zamanda kendi felsefemiz doğrultusunda bir dünya kurmak için atacağımız bir adımdır.
Kadın - erkek eşitliğini, halkın kendisinin söz ve karar sahibi olma hakkını, kendi kendini yönetme hakkını biz yerel yönetimlerde gerçekleştireceğiz. Demokratik özerklik dediğimiz şey budur. Demokratik özerklik halkın kendi hayatı ve geleceği hakkında söz ve karar sahibi olmasıdır. Kendi kararlarını alıp kendisini yönetmesidir. Bunun için de halkın burada, Battalgazi’de yaşayanların, Battalgazi’de ne olacağını Ankara’ya ya da Pensilvanya’ya değil kendi kendisine sorması gerekiyor artık. Yol nereden geçsin, nereye ne yapalım, hangi arazileri park yapalım, ne kadar inşaat yapalım? Bütün bunların kararını ancak halk karar vermelidir.
“Büyük Projeniz Var mı? Diye Soruyorlar, Kendi Kendini Yönetmekten Büyük Proje Olabilir mi?”
Halkın ihtiyaçları her şeyin önünde ve üstünde olmalıdır. O yüzden Battalgazi Belediyemiz başkanlığı kazandığı gün şunu yapacak: Halka gidecek, halkın öncelik ve talepleri ile planlı ve bilimsel belediyeciliğin gereklerini biraraya getirerek sadece halk için üretecek, halk için çalışacak. Palavra belediyecilik değil, hakiki belediyecilik yapacağız.
O yüzden bize iki de bir soruyorlar: Belediye başkan adaylarınızın büyük bir projesi var mı?
Aha var, büyük projemiz: Kendi kendini yönetmekten büyük proje olabilir mi? Kendinin efendisi olmaktan daha büyük proje olabilir mi?
Bunun kadar önemli bir başka projemiz de belediyenin kurumsal yapısının çok dilli bir yapı ile kurulması olacaktır. Türk vatandaşımıza Türkçe, Kürt vatandaşımıza Kürtçe, Ermeni vatandaşımıza Ermenice bilen belediye görevlileri hizmet sunacak. Toplumun tüm renkleri adaylarımıza oy vermiş olsun ya da olmasın belediye yönetiminde kendisine bir karşılık bulacak. Tüm insanlarımız eşit hizmet, adil hizmet alacak. Herkes kendi dilinden, ıkınmadan sıkılmadan, kendi dilini bilen belediye görevlileri ile muhatap olacak. Kürtçe düşünüp Türkçe konuşmayacak, ya da Türkçe düşünüp Kürtçe konuşmayacak. Her insan özgün ve özgür kimliği ile hizmet alacak.
Devlet ile halk arasındaki uçurumu kapatacağız. İnkara, çatışmaya son verecek olan barışın dilini egemen kılacağız.
Tüm inanç gruplarına ayrımsız eşit hizmet vereceğiz. Sadece dil değil, inanç farklılığına da saygı duyarak ve o farklılıkların yaşatılmasını sağlayarak yerel hizmet vereceğiz. İnsanımız neye inanmak istiyorsa, neye tapmak istiyorsa ya da neye inanmak istemiyorsa, kendini öyle gerçekleştirecek.
“Said-i Kürdi’nin İzinde Gittiğini İddia Edenlerde Utanma Duygusu Yok”
Bunlar diyorlar ki ‘Biz Said-i Kürdi’nin yolunda gidiyoruz’. Hâlbuki o yaşamını ve mücadelesini bir hırkayla yürüttü. Mücadelesini bir lokma, bir hırka ile yürüttü. Utanmadan, sıkılmadan onun izinde gittiğini iddia edenler ise halkın vergileri ile oluşan serveti çalarak evlerine taşımanın, halkın ürettiğini çalmanın mücadelesini veriyor. Bunların utanma duygusu yok.
Adaleti hep birlikte kuracağız. Bu yolda sizleri, Battalgazi’nin güzel insanlarını bugüne kadar AKP ya da CHP’de olsun, bir başka partide olsun politika yapmış olabilirler, o partilere oy vermiş olabilirler, ama şimdi Halkların Demokrasi Partisi adaylarının etrafında biraraya gelmeye davet ediyorum.
“Deniz Gezmiş’in Arkadaşları da HDP’de Başörtüsü İçin Hapis Yatan Hüda Kaya da HDP’de”
Çünkü biz gaz yedik, cop yedik, kurşun yedik ama haram yemedik. Deniz Gezmiş’in, Mahir’in arkadaşları burada. İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşları burada. Başörtüsü mücadelesinde kızları ile birlikte hapis yatan Hüda Kaya burada, Demokrat Müslümanlar, Anti Kapitalist Müslümanlar burada. Kapımız herkese açık. Hiç kimseye düşman değiliz. Ama, halkların haklarını inkar edenlere, savaş baronlarına, yolsuzluk ve hırsızlık faillerine, halkın alınterini çalanlara, halkın inançlarını istismar ederek oğullarına, kızlarına servet biriktirenlere kapımızı ebediyen kapalıdır”