Ekmeği Yenen İnsanlar Diyarı Malatya
...Eve gelen misafirlere, “-Geldiğiniz yollara kurban olam!..” demezler mi idi?
Adnan IŞIK Yazdı
1968 yılının Nisan ayında, çalışmakta olduğum Sümerbank Malatya Pamuklu Sanayii Müessesesi’nden Sümerbank Erzincan Pamuklu Sanayii’ne tayinim çıktı.
Yaşlı anam ve babam Malatya’da kalmışlardı. Bir evlâd olarak, onların ihtiyaçlarını temin etmek üzere, 40- 50 günde bir, Malatya’ya gelmem icâb ediyordu. Bu gelişlerimde, bir süre sonra bir şey dikkatimi çekmeye başladı: Lokantada yemek yiyorum. Bir de bakıyorum, bir arkadaşım, bir tanıdık, yemek paramı ödemiş. Fırından ekmek alıyorum, bir tanıdık görmüşse, “-Adnan bey, hoş gelmişsin!.” diyor ve ekmeğin parasını ödüyor. Sinemaya gidecek oluyorum, yine bir tanıdık, “-Adnan bey hoş gelmişsin!.” Biletleri alıyor, “- Haydi girelim, hem birlikte film seyrederiz, hem de iki çift laf eder, hasret gideririz…” diyor. Bu ve benzeri durumla ilgili daha birçok örneklerle devamlı olarak karşılaşıyorum.
Yine böyle gelişlerimden birinde Tüccar Kulübü’nde otururken, rahmetli ağabeyimiz Mustafa Kavukcu’ya bu konuyu açtım. Uzun uzun konuştuk. Söylediği son cümle, sanki dünmüş gibi aklımda; rahmetli şöyle dedi:
“-Adnan- MALATYA, EKMEĞİ YENEN İNSANLAR DİYARIDIR..”
*
Teşbihde (benzetmede) tam isâbet. H.1325 (m.1907) tarihli Ma’müret’ül- Aziz Salnâmesi’nde, Malatya Sancağı bölümünde, Malatyalılar hakkında -Fazâil-i medeniyyeye muhabbet, maârife rağbet, garibana hürmet, mihmânnevâzlık gibi hassiyyet-i sıfat-ı kâşifeyi memduhâlarındandır. Melbusât ve tarz-ı maişetleri tekellüfden azâde, yekdiğeriyle hüsn-ü muâşeretleri yolundadır- denilmektedir.
Yani terbiyeli, görgülü, iyi huylu ve erdem sahibidirler. Bilgi ve kültüre rağbet, yabancıya hürmet ve MİSAFİRPERVERLİKLERİ, övülmeye değer sıfatlarındandır. Giyim ve yaşayış biçimleri sade, gösterişten uzak, birbirleri ile komşuluk ve geçinmeleri yolundadır. (Adnan Işık. Malatya 1830- 1919. Shf.350,356)
Yeri gelmişken, ben kendi dönemimi, 60-70 yıl öncesini anlatmak istiyorum. Malatya mahallelerinin birçok evlerinde kiracılar vardı. Bu kiracılar; istasyonda, devlet dairelerinde, hastahânelerde, Sümerbank ve Tekel Fabrikasında, Lise’de, sanat okulunda çalışan memurlar ve öğretmenler idi. Atalarımız (ana ve babalarımız) onlara –Garib- derlerdi. Onlara bulgur, yarma, gendime (dövme), kavurma, külah (biber ve patlıcan kurusu), pekmez, basduğh (pestil), kesmece, peynir, tandır ekmeği, bilik verirlerdi. Ve bu memurlar, tayin olup gittikleri başka şehirlerde –Malatya insanı-nı, anlata anlata bitiremezlerdi.
*
İnsanımız, daima böyle değil mi idi?..
Eve gelen misafirlere, “-Aman, ne eyi etdiniz de geldiniz!.. Geldiğiniz yollara kurban olam!..” demezler mi idi? Altlarına çifte minder, sırtlarına halı yastıklar yerleştirmezler mi idi?..
Avludaki ocağa, tencere yerleştirilip, yemeğe girişilmez mi idi?..
*
Şimdi niçin bu soruları soruyorum?. Anlatayım.
Yukarıda anlatdığım geleneğimize, yüzdeyüz sahip çıkan, onu yaşatan, sağlığında, eski arasanın karşısındaki konağının kapısı daima açık duran, her geleni –buyur eden-, Çekirdekzâde Fahri abimizin ölümünün üzerinden, tam dört yıl geçti. Hem onu, bu ölüm gününde rahmetle anmak, hem de bu vesile ile bu güzel geleneğimizi, genç nesillere hatırlatmak istiyorum.
Yıllar önce, Malatya Eğitim Vakfı’nın dergisi olan MEV’in yazıişleri müdürlüğünü yaparken, adı geçen derginin (Mayıs 1991) sayısında, ÇEKİRDEK HAVUZBAŞI diye bir yazı yazmıştım:
"ÇEKİRDEK HAVUZ BAŞI Dile kolay! 45-50 yıl her çeşit marangoz makinası, mobilyalar, çırçır fabrikası, torna tezgâhı, fireze, demir sökme presi, demir testere, matkap tezgâhları, dişli açmak için fireze tezgâhı, demir planya tezgâhı ile haşır neşir ol!.. 23 yıl (1965- 1988) küçük sanayi sitesi kooperatifi başkanlığı yap!..
Ve birdenbire, 50 yıllık uğraş ile nasır tutmuş ellerini “Havuz başı”nda bol köpüklü sabun ile yıkayıp işleri, oğullarına terkederek Halfetdin mahallesindeki konağın “kış damı”nda, sedirdeki yerini al.
Mevsim kış ise “kış damı”nda, mevsim yazsa avludaki “havuz başı”nda bir ayağını altına alarak bankın üzerine otur ve dostları bekle!.
Fahri Çekirdek abimizden bahsediyorum.
Babası Çekirdekzade Abit dayı’dır. Abit dayı seferberlikte, o günki kanunların sanatkarlara tanıdığı imkânlardan yararlanıp, “Fabrikatör Mehmet bey”in fabrikasında çalışarak askerliğini ikmal etmiştir.
Abit dayı’nın asıl mesleği marangozluktur. Pek tabi mobilyacılıkda yapmaktadır. Denebilir ki, Malatya’ya ilk marangoz makinasını o getirmiştir.
Atölyesi, şimdiki Şekerbank’ın yerindedir. Atölye’nin yan tarafında da bir çırçır fabrikası kurmuştur. Daha sonraları, 1937’li yıllarda “Temelli Pasajı” yapılırken, Halfetdin mahallesindeki “küpeli su değirmeni” satın alarak, çırçır ve un değirmenini buraya nakletmiştir.
Demir- torna işine geçmesi de, bu günlere tesadüf eder. O günlerde oğlu Fahri Çekirdek de babasının yanında çalışmaya başlamıştır. “Abimiz” önceleri marangozluğa bulaşmış, bilahare tornacılıkta karar kılmıştır.
“Çekirdek Havuz Başı”nı mekan tutan çok dostumuz olmuşsa da bunlardan Turgut Temelli, Mehmet Vanlıoğlu, Nejat Oral, Dursun Van, Hayretdin Gülsever, Gazi Kabasakal, Hamdi Kabasakal, Vedat Bulun, Necati Aktan ecel şerbetini içip tanrı’nın rahmetine kavuşmuşlardır.
Bugün ise “kış damı”nın sediri ile, havuzbaşının bankları Abdulkadir Hoca, Orhan Aksoğan, Nedim Kaysıcı, Hüseyin İstanbulluoğlu, Rıfat Barış, Mehmet Kırçuval, Cahit Asilsoy, Sobacı Ömer Usta, Hikmet Usta, Dursun Tütüncü, Nevzat Akşit tarafından eskitilmektedir.
Malatya dışında yaşayanlardan Mustafa Kaftan, Orhan Gebeş, Mesut Parlak, Nevzat Özgen, Nihat Pak, Kadir Eriş, Talat Alacahanlı, Yaşar Yetişen, Kasap Yeşho, Kemal Eser ve Adnan Işık “Çekirdek Havuz başı”nda her yaz, hiç olmazsa birkaç tas soğuk su içerek hasret gidermektedirler.
Kuşkusuz “Havuzbaşı”nın en renkli siması, Abdulkadir hocadır. O Malatya’da Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden adeta bir “kelaynak kuşu”dur.
Fötr şapkası hafif yan yatmış, ceketi omuzunda ve bastonuna dayanarak yürür. Hoca koyu kulüpçü olacak değil ya, koyu bir Atatürkçüdür.
Nedim Kaysıcı: “Hoca çok yaşar.. Çünkü Ezrail dosyasını kaybetmiş” der. Bana sorarsanız iyiki de kaybetmiştir.
Dostları hocayı çok sever, o’na takılmadan edemezler. Hoca da kendine has üslubu (!) ile onların hatırını sormaktan büyük haz duyar.
Burasının “Gedikli”lerinden biri de Orhan Aksoğan’dır. Mutad üzere Nedim Kaysıcı ile beraber gelir. Tanrı’nın selameti şimdi onun üzerinde olsun, Orhan Aksoğan, bizim eski “Kerahat Vakti” arkadaşlarımızdandır. Ben kendisini yıllar önce, bir Cumhuriyet Bayramı merasiminde, şoför esnafının temsilcisi olarak kamyon üstünde, elinde kağıt kebabı geçerken tanımıştım.
Hüseyin İstanbulluoğlu, Rıfat Barış, Mehmet Kırçuval, Cahit Asilsoy, Sobacı Ömer Usta da hergün “tekmil vermek” mecburiyetindelerdir.
Sıcak yaz günlerinde sizi sarmısaklı hıyar cacığına, isot kızartmasına, “taze Malatya peyniri”ne ve alacalı karpuzla Mulloz kavununa “buyur” ederler. Yazın da ya tava, yahut kağıt kebabı yiyeceksiniz.
“Tava” Talip Usta’dan, kâğıt kebabı “Mustafa Usta”dan gelecek. Afiyet olsun!
“İbrahim Baba”nın ruhuna fatiha okumayı da inşallah unutmazsınız.
“Çekirdek Havuz Başı” aynı zamanda ilginç bir müzeye de tanıklık etmektedir. Konağın “kış damı”nda, “Wiener Kassen Fabrik” marka para kasası, “Dammıchalowski” marka Rus malı duvar saati, Fransız malı 70 yıllık barometre, rafda dizili Rus ve İran malı semaverler, Fransız malı gümüş tepsi, şamdan ve kristal nargile, el işi, dövme kayık sahan ve çorba tasları, Rus malı (120 yıllık) asma telefon ve masa telefonu, 150 yıllık pirinç döküm ateş mangalları, çeşitli bakır siniler, özel demirden dövme kahve kavurma tavası, Rus malı bir havan, üzerinde uygur yazısı olan oyma masa, krom nikel şerbet tepsisi, 157 yıllık ve 120 yıllık iki adet el yazması Kur’an, 70- 80 senelik kök boya, Dirican ve sarı çiçek yer halısı ve yastık halıları, dışbudaktan oyma pencere kafesleri.. Kış damı’ndaki koltuk ve sehpalar, 1933 yılında Abid dayı ve Fahri Çekirdek tarafından yapılmıştır.
Konağın avlusunu ise tek taştan oyma (130x130) 120 yıllık havuzlar süslemektedir. Avlunun bir başka süsü de Tom’dur. Artık yaşlanmaya yüz tutmuş olan bu emektar köpek, Havuzbaşı’nın devamlı ziyaretçilerine dost, yabancılara ve hırpani kılıklılara düşmandır.
Duyurulur."
*
Yazıma, Erzincan’a tayinimle ilgili olarak başlamışdım. Başka bir Erzincan anısıyla yazımızı noktalayalım.
Malatya’ya gelişlerimden birinde, Sümerbank Erzincan Fabrikası Müdürü ve müdür yardımcısı da benimle birlikde, Malatya’ya gelmişlerdi. İki üç gün Malatya’da kaldık.
Dönüşümüzden bir gece önce Emniyet Lokantasındayız. Lokantanın, Kemal Pişkinöz’lü, Onbaşı'lı, Hacı Baba’lı günleri.
Lokanta da, bugünkü PTT’nin karşısında.
Aramızda, Sümerbank Malatya Pamuklu Sanayi’i Müessesesi’nin müessese müdürü, idari ve teknik müdür, dört beş de şube müdiri var. Yani, en az on kişiyiz.
İçlerinde tek Malatyalı benim. Sözü, fazla uzatmayalım. Yedik, içtik. Kalkacağız. Hacı Baba’ya seslendim.
“-Hacı Baba hesap!..” Hacı Baba “-Hesap ödendi” dedi.
“-Kim?.” diye sordum. Kulağıma eğilerek;
“Mehmet Vanlıoğlu ödedi!” dedi. Sofradan kalkdım, Rahmetli Mehmet Vanlıoğlu abimiz, ilerdeki masada, bir arkadaşıyla oturuyor. Kucaklaştık, teşekkür etdim…
*
Erzincan’a dönünce, fabrika müdürü, bir gece, Üçüncü Ordu Komutanı, Erzincan Valisi ve Belediye Reisi’nin bulunduğu bir toplantıda bu olayı anlatdı:
“-Kardeşim” dedi, “-Adnan bey bizi davet etdi, hesabı, bir başka Malatyalı ödedi. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim.”
Benim anlatacağım bu kadar. Kıssa’dan hisse’yi de siz çıkarın, sevgili Malatyalılar!.
___________