Atatürkçü Düşünce Derneği Malatya şube başkanı Ali Ekber Tunçdemir, yaptığı açıklamada "Ergenekon" adıyla anılan Ümraniye Davası'nın "siyasal" bir dava ve kurgu olduğunu öne sürdü.
Tunçdemir, yaptığı yazılı açıklamada, şunları söyledi:
Ergenekon adıyla anılan Ümraniye davası siyasal bir davadır. Bu dava sanıklarının (?!) tutuklu yargılanması adil değildir. Silivride görülen davalar, uluslararası ölçekte ürkünç bir hukuk skandalına, faciasına dönüşmüştür. Niyetiniz kötüyse gazetecinin, bilimcinin, askerin çalışmalarından her türlü suçu üretebilirsiniz. İktidarın kurumlara bakışı açık; ya beni desteklersin ya da yok olursun! Medya da buna dahil.
Tarih boyunca iktidarlar, kamuoyu oluşturma gücü olan kişi ve kurumlara 2 temel yolla yaklaştı :
1- Ağır yasak ve kurallarla, örtülü-açık faşizmle denetim altında tutup gücünü sınırlandırmak.
2- Veya olabildiğince güçlenmesini sağlayıp ipleri eline alıp kullanmak.
Tek tek bireylerden, kurumlardan karşı duruş beklemek onları hedef yapıyor.
Bu, sonuç alıcı bir yol değil. Ancak birlikte tavır alabilmek, ortak bir paydada buluşabilmek çıkış olabilir.
Bir ülke, medyası, yargısı kadar özgürdür. İktidar, basına-yargıya açık baskı uygulamaktadır.
Bu bağlamda, basının-yargının-üniversitenin özgürlüğü yalnızca bu kurumların sorunu değildir.
Balyoz davası sanıklarının tutukluluk kararlarına itirazları üzerine tahliye kararı veren yargıçlar, yeni HSYK kararıyla sürülmüştür. Yeni HSYK nin oluşumuna yolu açan anayasa referandumu, Türkiyeyi sözde ileri demokrasi(!)ye taşıyan 12 Eylül 2010 referandumudur. Hizbullah davası sanıklarının avukatı Sıdkı Zilanın CNN Türke yaptığı açıklamada; bu örgütün başı için Türkiyededir ve evindedir. Onu da devlet biliyor yani, nerede olduğunu, koordinatlarını biliyor.
Bilmek ve yakalamak aynı şey değildir demesi, dehşet vericidir, hukuk devletinin katlidir.Eli kanlı bu terör örgütünün kimlerce ve niçin kurulduğunu, militanlarının ne amaçla kullanıldığını, niçin salıverildiklerini, önümüzdeki dönemde halka yine baskı ve tehdit için kullanılacaklarını biliyoruz.
Balbay, Özkan, Haberal, Perinçek, Hilmioğlu, Poyraz, askerler.. ve öbür Ergenekon tertibi sanıklarının yıllardır Türkiye Guantanamosunda açıkça tutsak edilmesini alkışlayanlar; yarın onlar çıktıklarında, büyük halk kitlelerince coşkuyla kucaklandıklarında, derin utançlarıyla baş başa kalacaklardır.
BUNCA ADALETSİZLİĞE, HUKUKSUZLUĞA, ÖLÇÜSÜZ EŞİTSİZLİĞE İSYAN EDİYORUZ !
Ceza Yargılamaları Yasasında (CMK) yer alan tutuklama nedenleri net ve sayılıdır :
100. maddede; kuşkulu veya sanık hakkında kuvvetli suç kuşkusunun varlığını gösteren somut olguların ve bu maddede sayılan 1 tutuklama nedeninin birlikte varlığı durumunda tutuklama kararı verilebilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 5. maddesinde tutuklama; maddede sayılı durumlarda ve yasal dayanağı olması koşulu ile olanaklıdır. Tutuklamaya temel yasa maddesi belirsizlik taşımamalı, açık olmalıdır. Tersi durumda bu Sözleşmenin (AİHS) çiğnenmesi demektir ve AİHM, tutuklamanın yasal dayanağının olmadığına karar vermektedir. Öte yandan, CMKnın 102/2 ve 252/ son fıkralarındaki kasıtlı belirsizlikler, tek başına Sözleşmenin çiğnenmesi anlamındadır.
Masumluk karinesi gereği tutuksuz yargılama kural, tutuklama ayrık (istisna) olduğundan, tutukluluk kararının gerekçeleri sıkı kanıtlara dayanmalıdır. Ne yazık ki, sözde Ergenekon davasında, tutuklama kural, tutuksuz yargılama ayrık (istisna) olmuştur! 21. yy. başında Türkiyede 120 bin dolayındaki cezaevi sakinleri nin çok acıdır ki, yarısından çoğu halen yargılamaları süren, kesin hüküm giymemiş tutuklulardır. CMK uygulamasında tutuklama kararları gerekçesiz, ya da şablon gerekçelerle yazılmaktadır. Kuvvetli kuşku nedenlerinin varlığı koşulu gözetilmemektedir. Bu husus da AİHM içtihatlarında Sözleşmenin açıkça çiğnenmesidir. Tutuklama süresi makul olmak zorundadır. Sürenin uzaması ilgili makamların kusuruna dayalı ise Sözleşme çiğnenmiş sayılır. AİHM, 2 yılı aşan tutukluluk sürelerini makul kabul etmemektedir. CMK uygulamasında Adalet Bakanlığının açıklamasına göre, Türkiye 436 kez tazminata mahkum edilmiştir. Anayasanın 90. maddesine 7 Mayıs 2004te eklenen son fıkra;
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar yasa gücündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. buyurmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasasının değiştirilmesi önerilemeyecek 2. maddesindeki 6 temel niteliğini altını çizerek anımsatmak istiyoruz : Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan; demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti dir.
Ergenekon davası, Anayasamıza ve taraf olduğumuz AİHS ile yargı yetkisini tanıdığımız AİHMnin içtihat kararlarına açıkça aykırıdır, Anayasa suçudur. Bizler, Türkiye Cumhuriyetinin başı dik ve onurlu yurttaşları olarak; anayasamızın temel kurallarını ve uluslararası hukuku çiğneyen ve bu nedenle yüzlerce kez mahkum edilen bir ülke olmanın utancını paylaşmak istemiyoruz.
Ergenekon yargılamalarının, 3. yılında yine Anayasamızın 2. maddesinde özellikle vurgulanan toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı ilkelerini de ayaklar altına aldığını; toplumsal barışı özellikle dinamitlediğini tarih önünde, burada, 21 Ocak 2011 Cuma günü, Silivri cehenneminde ulusumuza ve uygar dünya kamuoyuna, kurumlara bir kez daha haykırıyoruz.
BUNCA ADALETSİZLİĞE, HUKUKSUZLUĞA, ÖLÇÜSÜZ EŞİTSİZLİĞE İSYAN EDİYORUZ !
Şairin dediği gibi;
Daha o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar Dinleyin, duyduğumuz çakalların ulumasıdır Safları sıkıştıralım, safları sıkıştırın çocuklar Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
Tarih, tam da halkın er ya da geç haklarını aldığının hazin ama güç veren öyküsüdür.
İnsana, insan aklına ve sağduyusuna, vicdanına yaraşan da bu olağan akışı kolaylaştırmaktır; ona karşı durmak değil! Yine tarih, özgürlük düşmanlarının kaçınılmaz acı sonlarını da ibretle, yüzlerine boş bir eldiven gibi çarpmaya devam etmektedir, edecektir.
Bu kurgulu dayatma nın, yapanların / yaptıranların hayrına olmayacağını, sürdürülemeyeceğini özellikle iktidara ve tüm sorumlulara, Türkiye Cumhuriyetinin sahibi yurttaşlar olarak; hukukun evrensel ilkelerine dayalı demokratik, yasal, meşru haklarımızı kullanarak yüksek sesle, kararlılıkla duyuruyor ve derhal son vermeye ısrarla, ısrarla, ısrarla çağırıyoruz. Malum çevrelerin değil, Cumhuriyetin savcılarını ve yargıçlarını, polisini arıyor ve göreve çağırıyoruz; bu süreci ısrarla ve kararlılıkla izleyeceğiz.
Yurttaşlar! Baskı yönetiminden kurtulmak, Türkiyemiz için artık bir varlık sorunu durumuna gelmiştir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde öncelikle tüm sandıklara titizlikle ve bire bir sahip çıkarak, Halkımız; gerekeni, şaşmaz sağduyusuyla
BİR-LE-ŞE-REK, BİR-LE-ŞE-REK mutlaka yapacaktır.
Yüce ATATÜRKün ulusumuza emanetini ne pahasına olursa olsun, sonsuza dek özgür, onurlu ve başı dik yaşatacağız.
BUNCA ADALETSİZLİĞE, HUKUKSUZLUĞA, EŞİTSİZLİĞE ARTIK SON VERİLSİN İSTİYORUZ!"