- SP lideri, Malatya ve Akçadağ günlerine, kayısıdan hükümet politikalarına, Akşener'den FETÖ'ye, Cumhurbaşkanlığı seçiminden Sivas Katliamı'na kadar çeşitli konularda açıklamalarda bulundu.
Saadet Partisi (SP) Lideri Temel Karamollaoğlu, kayısının sadece Malatya için değil Türkiye için de stratejik bir tarım ürünü olduğunu söyleyerek “Hükümetin, Türkiye’nin bu türdeki kayısı, fındık, fıstık, incir gibi stratejik tarım ürünleri için özel bir politikası olmalı” dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, partisinin Elazığ programına geçerken Malatya’ya uğradı. Karamollaoğlu, kayısıda yaşanan sorunlar, baraj ve sulama problemleri ile Türkiye gündemi ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde bazı ülkelerle yaşadığı gerilimli durumlara ilişkin muhabirimizin sorularını yanıtlarken çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Temel Karamollaoğlu, öğretmen olan babasının görevi nedeniyle ilkokul 3’üncü sınıfa kadar Malatya’da okuduğunu ve daha sonra Akçadağ’a gittiklerini belirterek “Malatya’yı çok seviyorum. Babam öğretmendi ve ilkokul 3’e kadar Malatya’da okudum. Daha sonra Akçadağ’a gittik. Akçadağ memleketim sayılır” şeklindeki sözleri ile Malatya ile olan duygusal ilişkisini ifade etti.
Kayısının sadece Malatya için değil Türkiye için de stratejik bir tarımsal ürün olduğunu ve kayısının dünya tarım endüstrisi için vazgeçilmez değere haiz olduğunu vurgulayan SP lideri Temel Karamollaoğlu, "Hükümetin kayısı üreticisini destekleyici bir kayısı politikası olmak zorundadır. Ama görüyoruz ki öyle bir politika yok maalesef” dedi.
Hükümetin tarım ve hayvancılık politikasını sert sözlerle eleştiren Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu, “Düşünebiliyor musunuz, Türkiye tüm insanlarının ihtiyacını karşılayabilecek kadar zengin iken, 5 milyon ton buğday, 1 milyon büyükbaş hayvan, yaklaşık 500 bin de küçükbaş hayvan ithal edildi son iki yılda. 800 bin dolarlık tohum ihracatımıza karşılık, 11 milyon dolarlık tohum ithal ettik dışardan. Bu Türkiye için son derece üzücü bir konu” diye konuştu.
Ekonomi politikalarında da aynı durumun söz konusu olduğunu ifade eden Karamollaoğlu, 2016 yılında dünyanın en büyük 10 markasının 9’unun teknoloji üreten firmalar olmasına karşılık, Türkiye’nin ilk 10 büyük markasında 8’ini bankaların oluşturduğunu belirterek, bu durumu “Bu tam bir fecaat. “Fecaat… Bu bir sömürü düzenidir. Devlet bir yandan güya bankalara savaş açmış gibi görünüyor, bir yandan da sizin verdiğiniz krediler ödenmezse ben garanti ediyorum diyor. Bu kadar şaşkınlık olmaz” sözleri ile değerlendirdi.
Vize krizi üzerinden Amerika ile ilişkiler ve bazı Avrupa ülkeleriyle yaşanan gerilimli süreci de değerlendiren SP Lideri Karamollaoğlu, Suriye politikasının baştan sona yanlış olduğunu, şimdi bir şeylerin düzeltilmeye çalışıldığını ifade ederek “Bad’el Harab-ül Basra… İş işten geçtikten sonra yaptıklarınızın bir anlam olmaz” diye konuştu.
Sivas Katliamına neden katliam demekten imtina ettiğine de açıklık getiren Karamollaoğlu, toplumu derinden yaralayan söz konusu olayın planlı bir şey olmadığını, spontane geliştiğini savunarak “O olay sırasında ben belediye başkanıydım. Asayiş ve güvenlik benim işim değildi. Ama emniyet ve valilik görevini yapmadı” dedi.
Meral Akşener’in liderliğinde kurulan İYİ Parti için de görüşleri sorulan Karamollaoğlu “Meral Hanım mert bir hanım. Elinden geldiği kadar bir şeyler yapmaya gayret edecektir. Başka bir yorum yapmak istemiyorum” değerlendirmesinde bulundu.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun açıklamalarında öne çıkan başlıklar şöyle:
“Hükümetin ciddi bir tarım politikası yok. 11 milyon dolarlık tohum ithal ediyoruz. Hükümet hem Türkiye hem de Malatya için stratejik bir ürün olan kayısıya yönelik üreticiyi destekleyen bir politika oluşturmak zorunda
Bir kere öncelikle hükümet, bizim için değer arz eden hiçbir konuda ciddi bir politika oluşturmadı. Tarım ve hayvancılık bunların başında geliyor. Hangi ülke olursa olsun en temel ihtiyaç maddesi gıdadır. Türkiye bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar zengin. Kayısıya gelmeden önce hatırlatmak istiyorum ki buğdayı ithal ediyoruz. 5 milyon ton. Et ithal ediyoruz. Geçen senenin sonunda 500 bin hayvan ithalatına izin verildi, yine bu sene 500 bin daha izin verildi. İkisini toplarsanız 1 milyon baş hayvan ithalatı var. Yine 475 bin de küçükbaş hayvan ve ayrıca yüz binlerce ton et. Bu gösteriyor ki hükümetimizin ciddi bir tarım politikası yok. Kendi tohumumuzu üretemiyoruz. Bunu da ithal ediyoruz. Dışarıdan alıyoruz. Ben her konuşmamda dile getiriyorum. Geçen günlerde Tarım Bakanlığı’ndan bu yönde bana bir cevap geldi. ‘Evet tohum ithal ediyoruz ama ihraç da ediyoruz’ denildi. 800-900 bin dolarlık ihracatımız var, 11 milyon dolarlık ithalatımız var. Şimdi bu rakamlara bakılınca ‘Biz de ihraç ediyoruz’ diyebilir miyiz? Bu Türkiye için son derece üzücü bir konu.
Şimdi Türkiye’de tarımsal anlamda stratejik diyebileceğiniz birkaç tane ürün var. Bunlardan bir tanesi de kayısı. Kayısı çiftçi için ciddi bir gelir kaynağı. Ama hükümetin bir kayısı politikası var mı? Yok ama olması icap eder. Üretici bu ürünü ürettiği için kar edip hayatını idame ettirecek. Siz bu fiyatları düşürmek için bir çabanın içerisine girerseniz üreticiyi mağdur edersiniz. Aynı zamanda öyle bir mevsim olur ki, ürün fazla olur. Ürünün fazla olduğu zamanda nasıl bir politika izleyeceksiniz? Onu da belirlemeniz lazım. Ürün fazla olursa, az ürettiği zaman elde edeceği kazançtan daha fazlasını kaybeder üretici. Bu konuda mutlaka politika lazım. Böyle bir durumda ne yapılabilir? Devlet bu işin içine elini koyacak. Ürünün fazla olduğu dönemlerde devlet mutlaka alım yapacak. Efendim işte başka ülkelerde devlet bu işlerin içinde değil deniliyor. Dışarıda üretici birlikleri o kadar güçlü ki, onlar zaten farklı yönlerde devletten aldıkları destekle bu politikaları kendileri oluşturuyor. Onların başına da herhangi bir dert geldiğinde devlet mutlaka araya giriyor. Onun için maalesef böyle bir politikamız yok. Bu kayısı için de geçerli, fındık için de geçerli. Özellikle Batı Anadolu’da zeytin için, incir için geçerli. Bizde çok fazla gündeme gelmiyor ama Güneydoğu’da fıstık var. Onun için de geçerli. Ben burada hükümetin hem Türkiye hem Malatya için stratejik bir ürün olan kayısı için bir politika oluşturması gerektiğini düşünüyorum.
Recai Bey (SP Eski Genel Başkanı) GAP Bölgesi’nde çok baraj inşa etti ama o barajların sulama kanallarının yüzde 25’i dahi bitirilemedi
Barajların özellikle Karadeniz bölgesinde HES dedikleri küçük santraller, benim kanaatime göre bunlara ihtiyaç var ama doğayı korumak için de bunlar yapılırken ciddi tedbirlerin alınması gerekiyor. Elektrik üreteceğiz derken doğanın dengesini bozacak adımlar atarsanız bu elektriğin götürdüğü getirdiğinden çok fazla olur. Türkiye su zengini bir ülke olarak ifade ediliyor ama yağış bakımından ele alındığında bölgesel bir takım yağış fazlalıklarının dışında (Karadeniz gibi) Türkiye mevcut su potansiyelini çok iyi dengelemesi icap eden bir ülke. Burada iki yol var. Birincisi akarsular, ikincisi de yeraltı suları. Malatya su yönünden kıtlık çekmemesi icap eden bir bölge olarak görünüyor ama eğer ciddi manada su sıkıntısı yaşandıysa demek ki sulama kanalları gerektiği gibi inşa edilmemiş. Örneğin GAP bölgesinde, Recai Bey’in esas emeğinin çok olduğu bu bölgede barajların hepsi bitti ama sulama kanallarının yüzde 25’i bile bitmedi. Bu nedenle bölge insanı mecburi olarak yer altı sularını kullanıyor. Su seviyesi 400-500 metreye kadar düşmüş. Aynı zamanda bu pahalı bir maliyet. Bu pahalılık tarımsal üretimde maliyetin artmasına yol açıyor. Burada da hükümetin bir politikası yok. Malatya’da da tahmin ediyorum ki normal sulama kanalları ile ihtiyacınızı karşılayamıyorlar ve yeraltı sularına yöneliyorlar. Yer altı suları en son kullanmamız gereken sulardır. Tarımda olduğu gibi burada da politika yok. Örneğin tarımsal üretimde üretici iklim koşullarına veya kriz olabilecek başka durumlarla karşılaştığında o zaman devletin devreye gidermesi gerekir. Bizim böyle bir politikamız yok. Hükümetin krizlere karşı bulduğu çare, ‘Başımıza bir şey gelirse dışarıdan getiririz’ mantığı.
Türkiye’nin en büyük şirketlerinin bankalar olması tam bir fecaat… Bunun adı sömürü düzeni
Fecaat (İçler acısı bir durum). Yani şu demek: Parası olan, parasını kullanmak isteyen herkes hiç emek sarfetmeden para kazanması demek. Sömürü düzeni demek. Sömürü düzeni çarkı çalışıyor. Hükümet bu konuda bir adım atmıyor, Sayın Cumhurbaşkanı sürekli şikâyet ediyor. Bu kadar yüksek faiz olmaz diye. Peki kim çare bulacak? Kendi kendisinden şikâyet ediyor ama kim çare bulacak? Özellikle de bankalar o kadar semirdiler ki, devlet bireysel kredilerle bunların önünü açtı. Araba mı almak istiyorsun, gel, ev mi almak istiyorsun gel. Kredi veriliyor. Peki bunun güvencesi nedir? Alınan evler veya arabalar güvence olarak veriliyordu. Ama şimdi artık bu güvence yetmiyor. Ben aldığım evi tekrar satacak imkâna sahip değilim. O halde, devlet bana garanti versin. Devlet bir yandan güya bankalara savaş açmış gibi görünüyor, bir yandan da sizin verdiğiniz krediler ödenmezse ben garanti ediyorum ben ödeyeceğim diyor. Bu kadar şaşkınlık olmaz. Hiçbir noktada ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bunun da temel sebebi şu: Yola çıkarken ‘ortak akıl’ dediler. Bu kabul görmüştü. Şimdi aklın ortağı yok artık. Kimse fikir üretemiyor. Ya da üretmek istemiyor. Çünkü ürettiği fikrin itibar görmeyeceğini biliyor. İşte teknolojide de bu çok önemlidir. Teknolojinin hızla yayılması normal şartlarda düşünemediğiniz fikirlerle ortaya çıkar, onun üzerine giderseniz o tutar. Bu nasıl olur? Milyonda bir veya binde bir olur ama tuttuğu zaman da sizi alır götürür.
Biz Kore’yi kurtarmaya gittik. Şimdi Güney Kore teknolojide yarattığı markalarda ülkemizden büyük ciroya sahip oldu
Bakın çarpıcı bir örnektir. Biz 1950’lerde Kore’yi kurtarmaya gittik. Kore, Güney Kore, dünyada Amerika’dan sonra yarattığı Samsung markasıyla en büyük şirkete sahip. Herkesin kullandığı bir marka oldu. Güney Kore küçücük bir ülke. Cirosu bizim ülkemizden çok büyük. Şunu söyleyeyim ki, hükümet bu yanlışlıkları kısmen gördü. Geçmişte teknoloji yatırımlarına bir miktar destek vermek istedi. Dünyada genel kabul görmüş şöyle bir durum vardı. Ülkeler, firmalar, milli gelirlerini en az yüzde 2.5 ile 3’ünü teknolojiye ve inovasyona (yenilikçi girişimler) ayırmazsa rekabet gücünü ileride kaybeder. Türkiye bu noktaya gelmek için TÜBİTAK’a ciddi görevler verdi. Sanayicilere, yeni teknoloji üretecek hangi teklifle gelirse gelsin, ölçtürün gelin onlara destek verin’ denildi. Ama Türkiye’nin eğer milli geliri, 800 milyar dolar ise bunun yüzde 2.5’i 20 milyar dolar eder. Bunun TL karşılığı 70 milyardır. Siz 1 milyar verseniz yolda kalırsınız. Arkadan çöp toplarsınız. Peki 70 milyar dolar nasıl verilecek? Onun için işte bir politikaya ihtiyaç var. Türkiye 70 milyar ayırabilir mi? Birden bire olmaz. Ama birkaç yıl içerisinde belli bir politika ile belirli bir noktaya gelir. Ama bizim gibi ülkelerde eğer politika iyi belirlenirse daha çabuk netice alınacak sahalarda teknolojiyi bilimi geliştirmek için yatırımlar yapabiliriz. Ama bunun için sizin düşünen akla ihtiyacınız var. Bugünkü hükümette en çok üzüldüğümüz nokta düşünceye para vermiyor.
Metal yorgunluğu belediye başkanlarında değil, AK Parti politikalarında var
Ak Partili Belediye Başkanlarının istifasının istenmesi demokratik bir yöntem değil. Ama hiç olmayacak bir iş mi? O da değil. Eğer bir belediye başkanı kendi partisinin belirlediği politikalar dışına çıkarsa diyebilir ki ‘ya istifa et yahut ta bizimle alakan kalmadı kenara çekil.’ Yani gerçekten kendi politikalarıyla ters düşen ve alenen gözüken bir şey varsa. Ama bir suç işlenmiş ise, mesela yolsuzluk varsa, o yolsuzluğun mutlaka araştırılması, denetlenmesi ve onun arkasından kanuni bir hükmün verilmesi gerekiyor. Ama buradaki istifalar bambaşka konular. Bu söylediklerimle alakalı değil. Buradaki istifaları ben yorgunluk olarak değerlendiriyorum. AK Parti 15 yıllık iktidarda yoruldu. Mustafa Kemal dönemi hariç, hiçbir parti bu kadar uzun dönem tek başına iktidar olmadı. 1923 Cumhuriyetin kuruluşunu esas alarak söylüyorum. 15 yıldır da bu parti iktidarda. Zannediyorlar ki metal yorgunluğu teşkilatlarda var. Hayır. Metal yorgunluğu var ve partinin kendi bünyesinde ve politikalarında var. Bunu görüyorlar mı görmüyorlar mı bilmiyorum. Ama görseler de kabullenmiyorlar. Bazen biz bu durumu dile getiriyoruz. Biz dile getirince de sanki bizim söylemlerimiz karşılığında cevap verir gibi ‘İstanbul’a ihanet etmişiz, eğitimde çok büyük yanlışlıklar yapmışız, şu politikaların böyle olmaması lazımdı’ şeklinde itiraflarda bulunuyorlar ama yine de kabahati getirip kendi teşkilatlarına buluyorlar. Halbuki kabahat kendi politikalarında veya politikasızlıklarından kaynaklanıyor. Bakanlar, ‘İstanbul’a CHP ihanet etti, ağaçları CHP kuruttu’ diyorlar. Bu tam ‘Şaşkın ördek’ durumu. Böyle bir şey olmaz. Bir hükümet, 15 yıl iktidarda bulunduktan sonra eski hükümetleri tenkit etmeye hakkı olmaz. 15 yılda yeniden bir Türkiye inşa edilir. Bunun farkına varmamışlar ve CHP’nin yanlışlarını düzeltememişlerse bundan daha büyük kabahat olmaz. O zaman bırakıp gitmeleri icap eder.
Meral Akşener mert bir hanım…
İYİ Parti ile ilgili bir yorum yapmak istemiyorum. Meral Hanımı kısmen tanıyorum. Mert bir hanım. Elinden geldiği kadar bir şeyler yapmaya gayret edecektir. Farklı bir yorum yapmak istemiyorum.
Biz, 15 yıldır Amerika ve İsrail sizin stratejik müttefikiniz olamaz dedik, ama dinletemedik. Şimdi yaşanan olaylarla akıllarının başına geldiğini gösteren emareler var
Hükümet bizden ayrıldığı zaman dış politika inisiyatifini Avrupa ve Amerika’ya endeksledi ve bunu da deklare etti. En önemli farklılıktı bizden ayrıldıkları zaman, ‘Avrupa Birliği bizim medeniyet projemiz, Amerika ve İsrail stratejik müttefikimiz’ dedi. Avrupa Birliği Medeniyet projemiz demek, özel bir Avrupa Birliği Bakanlığı kuruldu. Her şeyimizi Avrupa’ya benzeteceğiz. Kendi kimliğimiz hiçbir şekilde gündeme getirilmedi. Onun için hükümetin bir inisiyatifi olmadı bugüne kadar. Amerika ile de bir sorun yoktu. Ne zamana kadar? Bıçak kemiğe dayanıp canımızı acıtıncaya kadar. Baktılar ki, PYD’ye verilen silahlar PKK’ya gidiyor. Amerika ne yapıyor? ‘Biz bunları desteklemeye devam edeceğiz’ diyor. Biz bunu 15 yıldır diyoruz. Amerika ve İsrail sizin stratejik müttefikiniz olamaz diyoruz. Amerika ile kavga mı edelim? Hayır. Öyle bir derdimiz yok. Ama beşeri münasebetlerimizi, onların bize karşı uygulayacağı politikalar karşısında dik durarak sürdürelim. Avrupa Birliği ile biz aynı medeniyetin parçaları değiliz. Düşüncelerimiz, ideallerimiz farklıdır. Avrupa ve Amerika bütün proje ve politikalarını sömürü üzerine inşa ederler. Ha oturup bazı konularda konuşur, ticaret yaparız, ortaklık yaparız o ayrı bir konu. Şimdi kendilerini AB ve ABD’nin politikalarında soyutlamaya çalışıyorlar ama Bad’el Harab-ül Basra demişler. (Basra harap olduktan sonra anlamında Arapça deyim. İş işten geçtikten sonra, harekete geçmek için çok geç kalınmış manasında) Her yer yıkıldıktan sonra. Şimdi Irak politikasını yeniden dizayn et. Niye başlangıçta Amerika’ya destek verdin? Masaya oturup konuşma ihtiyacını bile duymadın. Örneğin biz hiç Esad’a yakınlık duymadık, tarihimiz boyunca hiç münasebetimiz olmadı ama gidip Esad’la konuştuk geldik. ‘Acaba, savaşı, kardeş kavgasını önleyici bir şey olabilir mi? diye gidip geldik. Hükümete de aktardık. ‘Masaya oturulur konuşulur, bunlar Türkiye’yi ideal görüyorlar’ dedik. İtibar etmediler. Ama ne oldu şimdi? Bu kadar insan hayatını kaybetti. 7-8 milyon insan göç etti. Şehirler mahvoldu. Şimdi akıllarının başlarına gelip gelmediği belli değil ama emareleri var.
Fetö siyasetin en dibine kadar var
FETÖ siyasetin en dibinde. FETÖ’yü siyasetin içine, bürokrasinin içine tamamıyla bugünkü hükümet soktu. Hükümette bir mevkiye gelebilmek, ancak onlardan alınacak referansla mümkündü. Bütün bürokratik kadrolara biz mi tayin ettik? Biz yoktuk. Hükümet tayin etti. Tabi sonrasında bir kalkışma oldu. Kalkışma nedeniyle elbette olağanüstü hale ihtiyaç vardı ancak bu şekilde üstesinden gelinebilirdi. Ama olağanüstü halin olağan hale gelmesi kabul edilemez. Artık bundan sonra Türkiye’nin normal sürece girmesi, hukukun işlemeye başlaması gerek. OHAL demek hukukun olmadığı hal demektir. Şu anda hukuk işlemiyor. Onun için büyük sıkıntılar ve büyük mağduriyetler var. Bugün masum birçok insan da beraberinde suçlanıyor ama kendilerini savunma hakları ellerinden alınıyor maalesef. Şunu da söylemek istiyorum. FETÖ’ye bulaşmayan tek parti Saadet Partisi’dir. Çünkü Rahmetli Erbakan Hoca bunu görmüş ve hiçbir zaman onlarla bizim irtibatımız olmamıştır.
Sivas Katliamı: “Valilik ve emniyet tedbir almadı”
Bu konu sürekli bana soruluyor ve benimle ilgili konuşuluyor. Halbuki ben bu hadisede bir belediye başkanıyım. Asayişten, genel gidişattan ve adalet mekanizmasından sorumlu değilim. Katliam kelimesini kullanmak istemememin temel sebebi şu: Bu planlanan bir hadise değildi. Bu kendiliğinden meydana gelen bir hadisedir. Katliam kelimesini kullanmamak bunu hafife almak için söylenmiş bir şey değildir. Burada çok ciddi bir hadise meydana gelmiştir ve herkesi derinden yaralamıştır. En çok da bizi yaralamıştır. Ama bu planlı yapılan bir iş değildir. İnsanlar, ‘37 kişinin canına kıyalım’ diye harekete geçmediler. Bu olay meydana geldi ve onlarca insanın canına mal oldu. Buna elbette yakınlarını kaybedenler üzüldü ama en çok da Sivaslılar üzüldü. ‘Gidelim şunların canına okuyalım’ diye değil spontane gelişen bir olay. Ve maalesef valilik ve emniyet tedbir alamadılar. O zamanki emniyet istihbarat yetkilileri bana gelmişti ve ‘Bu hadiseler cereyan etmeden bizim istihbari bir bilgimiz olmadı’ demişlerdi. Sivas’tan 15 gün önce Divriği’de bir hadise meydana geldi Çevik kuvvetin 3’te biri oraya gönderildi, bir hafta önce Hafik’te bir hadise meydana geldi çevik kuvvetin üçte biri oraya gönderildi, üçte bir kuvvet kaldı. O zaman Vali ve Emniyet müdürüne ‘Sayın Valim bir hadise olursa önleyemeyiz. Müdahale edemeyiz’ dedim. ‘Bir şey olmaz’ dediler. İçişleri ve Başbakana ‘Böyle bir durum var’ diye telgraf çektim. Kimse benim sözüme itibar etmedi. Bu ne demektir? Ciddi bir zaaf var demektir. Benimle karşı karşıya gelen herkes sonunda mutlaka bu soruyu soruyor. Bu olay için son derece üzgünüm. Sormadan edemiyorlar.
100 bin imza ile aday çıkaracağız
SP’nin Cumhurbaşkanı adayı olacak. Bunu zaten daha önce açıklamıştık. Mecliste grubumuz olmadığı için bir adayı parti olarak belirleme imkânımız yok ama biz 100 bin imza ile bir aday çıkaracağız. Tabanda şöyle bir hareketlenmenin farkına varıyoruz. Saadet Partisi’nin söylediklerine insanlar kulak kabartmaya başladı. Dinleme en önemli iştir. Dinlemeden, anlamadan, politikalarımızı bilmeden kimsenin bize teveccüh etmesi mümkün değil. Nereye gitsek büyük teveccüh var. Gelecekte SP’nin Türkiye politikalarında çok etkili bir unsur olarak yer alacağına inanıyorum. Mahalli seçimler ve genel seçimler birlikte olur veya genel seçimler öne alınabilir. Her halükarda AK Parti toparlanmaya çalışırken daha büyük hatalar yapmaya başladı. AK Parti’de müzakere yok. Fikir paylaşımı yok. Türkiye’yi de bu hale getiriyorlar şimdi. Türkiye’de tek kişi var. AK Parti diye bir şey var mı? Bana göre yok. Bir kişi karar veriyor. Bir kişi düşünüyor. Hiçbir ülke böyle gelişip kalkınamaz. Bu sistemin tekrar ele alınıp değiştirilmesi lazım. Ne kadar zeki olursa olsun, böyle bir yöntemle bir ülke yönetilemez.
Malatya’yı çok seviyorum. Akçadağ memleketim sayılır
Malatya’yı çok seviyorum. Babam öğretmendi ve ilkokul 3’e kadar Malatya’da okudum. Daha sonra Akçadağ’a gittik. Akçadağ memleketim sayılır. Malatya’ya karşı bizim içimizde her zaman bir sevgi var. Tabi ben Gürünlü olduğum için biraz daha Darende ile yakınlığımız var. Malatya hakikaten Türkiye’mizin güzide şehirlerinden. Malatya halkına sevgilerimizi muhabbetlerimizi iletiyoruz."
Güler HAZAR, Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com