Mustafa Bahadır ALTAŞ
Yeminli Mali Müşavir
mba@mbaymm.com
Daha düne kadar her mahallesindeki sokağını, doğayla iç içe bağ ve bahçelerini, kenarda köşede unutulmuş semtlerini; isim isim bildiğimiz, yaşam telaşında olan herkesin bir şekilde birbirine yakın ve dost olduğu bu şehirde, yaşanan deprem sonrasında hiçbirimizin kontrolünde olmayan bir güç tarafından şehrin cehresi değiştiriliyor ve etrafımızdaki arsalar hızla inşaat alanlarına dönüşüyor.
İçinde yaşadığımız tüm anılarımızı ,dertlerimizi ,sevinç ve üzüntülerimizi barındıran hayatımızda çok özel bir yere sahip bu şehir her geçen gün hayatımızdan çıkıp giderken hafızlarımızda kalan anıların artık bir daha içinde geçmişi yaşamayacağımız sevgiden yoksun dostlarımızdan ayrı, ruhsuz ve kişiliksiz kayıp bir şehre dönüştüğüne şahit olmaktayız.
Şehirlerin tarihi ve kültürel değerlerinin korunması, geçmişin geleceğe taşınması nesillerin birbiri ile kucaklaşması var olan sosyo-kültürel değerlerin ve tarihi eserlerin korunması, gelecek nesillere taşınması ile mümkünken. Deprem sonrası Malatya’yı yeniden inşa ediyoruz diyerek anlamsız bir şekilde şehir merkezindeki yaşanmışlıkların, hatıraların bulunduğu tüm cadde ve sokaklar neden bir bir yok ediliyor. Ve ne anlam ifade ettiği belirsiz mimariden ve estetikten yoksun bu ucube projelerin uygulanmasına kim ya da kimler karar veriyor?
Tarihin bize öğrettiği şehirlerin ruhu ve hatta kaderleri olduğu gibi ölümü de vardır. Bulunduğu coğrafyada binlerce yıl kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış şehrimizin bu şekilde yozlaşarak yok olmasına! Ölümüne nasıl dayanacağız. Çünkü şehirlerin ölümü ile tüm yaşanmışlıklarda yok olur.
Şehrin sahibi deyince aklımıza o şehri yöneten başka bir ifade ile şehri emanetine alan eski tabiriyle “şehremini” günümüzdeki tanımıyla belediye başkanları gelmektedir. Oysaki bir şehrin sahipleri kanunun verdiği yetkiyi kullananlar değil! O şehre gönül verip o şehrin toprağında yaşayanlardır.
Her şehrin kendine özgü bir ruhu vardır. Bu ruh şehrin sosyal ve kültürel oluşumu o şehirlerde yaşayan insan yapısına göre şekillenir. Şehirde yaşayan insanların entelektüel seviyesinin şehir dokusuna doğrudan etki ettiği gibi o şehri yönetenlerinde entelektüel seviyesiyle birlikte bilgi birikim ve vizyonu şehirlerin gelişim rotasını belirler. Bu nedenledir ki yönetici sorumluluğu çok önemlidir.
Bir tarafta İkizce bir tarafta Orduzu Pınarbaşı arasında yaklaşık 30 km’lik bir güzergah üzerinde betondan yeniden inşa edilen bir şehirde Malatya’nın geçmişle olan tarihsel bağı koparılarak şehre olan aidiyet duygusunun en güzel ifadesi olan “Malatyalılık” duygusu yok edilmektedir.
Deprem sonrası Malatya’dan göç eden ve Malatya’ya göçle gelen nüfus yoğunluğu dikkate alındığında yıkılan bina yerine yeniden yapılan (yüzde otuz fazlası) bina sayısı ile birlikte mevcut kültürel değerlerin yok olduğu, İçinde yaşadığı toplumla çelişen, yerel kültürel değerlerden uzak ve halkla özdeşleşmeyen, yeni bir toplum ve yeni bir kültür ortaya çıkacaktır. Deprem sonrası oluşan tabloyu geçmişten gelen kültür temelli bir gelişim ve dönüşümle fırsata çevirmek elimizde iken yine siyasal saplantılar ve ideolojik önyargıların esirinde gelişmelere seyirci kaldık.
Şehirler hiç şüphesiz o şehirde yaşayanların sahiplenmesi gereken en önemli yaşam alanları olarak geçmişten günümüze geleneksel yaşam kültürünün sürdürüldüğü yerlerdir. Onun için o şehirde yaşayanların mutlu huzurlu ve güvenli bir yaşam için şehrin öznesi olmaktan başka bir tercihi yoktur.
Bu yok oluşları engelleyemez isek göçle gelen kozmopolit yapıya nasıl dur diyeceğiz?
Ahmet Kaya'nın “Hani Benim Gençliğim” şarkısında söylediği gibi:
Duvarlar konuşmuyor anne
Duvarlar konuşmuyor anne
Açık kalmıyor hiçbir kapı
Hani benim gençliğim anne
Beton duvarlar arasında kaybolan bu şehirde artık hiçbirimiz gençliğimizi bulamayacağız.
Şairin dizelerinde söylediği gibi “Çilesiz, Abdulgaffar, Samanharığı, Çingenlik hepsi tanınmaz olmuş! Ben de Malatyalıyım gardaş de ki söyleyeyim.”
Bu şehirde herkesin neyi kaybettiğini anladığında zaman çok geç olacak!
Yazılacak ve söylenecek çok şey var fakat!
Türk Dünyası’nın yetiştirdiği büyük yazar Cengiz Aytmatov’un söylediği gibi “Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. GEREK DE YOKTUR.”
Bi'Kent Dergisi'nden