Necati Güngör
ngungor@gazetevatan.com
Ay geçmiyor ki yeni bir ölüm haberi sarsmasın insanı Önce Abdülhadi Çekirdek, ardından Erdal İnönü! Şairin dediği gibi sessiz gemilere binip sonsuzluğa doğru yelken açtılar! Biri hayırseverliği, insancıllığı, Malatyalılığı kendine rehber edinmiş bir büyüğümüz, ağabeyimiz, halis bir insan Öteki, doğruluğu, tutarlılığı, riyasızlığı, alçakgönüllülüğü, demokratlığı erdem diye bellemiş gerçek bir bilim adamı Biri doğma büyüme Malatyalı, ötekininse aile kökeni Biri, yediden yetmişe tüm hemşerilerinin gönlünde taht kurmuş; öteki, siyaset dünyasında pek de alışılmadık tutarlılıktaki çizgisiyle dost düşman herkese şapka çıkarttırmış, nitelikli bir adam! Akrabalıklarından öte, erdemlilik zemininde buluşan iki güzel insanımız
Abdülhadi Çekirdeki altmışlı yılların ilk yarısında tanımıştım ilk kez. 1963 yılıydı, yanılmıyorsam Rahmetli büyük oğlu Cengiz Çekirdekle birlikte Hasan Varol Ortaokulunda okuduğumuz yıllar Cengiz, başka bir ilden, yatılı okuduğu bir yerlerden gelmişti diye anımsıyorum. İngilizce ve Türkçe derslerinden iyi notlar alan, günlük gazetelerin hem siyasal haber ve yorumlarını, hem de spor sayfalarını tutkuyla okuyan, mizah duygusu güçlü, gırgırı, muhabbeti seven, arkadaş canlısı, dayanışmacı, bonkör, yaşının üstünde ağırbaşlı bir dostumuzdu. Babası ona karşı ne kadar arkadaşça davransa da, o saygılı duruşunu ve ağırbaşlılığını hiç bozmazdı. (Böylesine iyi niteliklerle yetiştirilmiş olan sevgili arkadaşımın trajik sonunun ardından çıkarılan asılsız yakıştırmalar, Malatya dışında yaşayan bana hiç mi hiç inandırıcı görünmemişti! Onun aziz anısına hiç gölge düşmedi benim gözümde ve gönlümde.)
Hasan Varol Ortaokulunda okuduğumuz yıllarda Çekirdek Pasajını yaptırmakta olan Abdülhadi Çekirdekin zaman zaman mali sıkıntı çektiğini, borçlanarak işleri yürütmeye çalıştığını işitirdik. Tabii, Cengiz çıtlatırdı bu durumu bize: Bu nedenle para harcarken tutumlu olmaya özen gösterdiğini, olur olmaz isteklerden kaçındığını da şimdi gibi anımsıyorum. O koşullarda bile Hadi ağabey, hayırseverlikten geri kalmaz; Hasan Varol Ortaokulunda okuyan yoksul çocuklar için yemek verirdi. Kimi öğrenciler köyden gelmişti okumak için. Bizler, baba evimizde, analarımızın sofrasında karnımızı doyururken, zaten güç koşullarda okuyan bu arkadaşlarımız yarı aç yarı tok okumaya çalışırlardı. Onlar aç gezip tok görünerek durumlarını belli etmez, doğrusu ya, bizler de pek anlamazdık içyüzlerini.
Neyse ki, Abdülhadi Çekirdek gibi halden anlar, gözü gönlü tok, okuyana destek olmayı görev bilen büyükler vardı başımızda. Günün birinde, okul müdürümüz Nezir Özmen uygun bir dille, yoksul öğrenciler için okulda öğlen yemeği verileceğini; bundan yararlanmak isteyenlerin öğlen paydoslarında okulda kalmalarını açıkladı.
Kendi evinde mi pişirirdi Hadi ağabey, yoksa birilerine parayla mı yaptırırdı, bilemiyorum; kâh sıcak bir tencere yemeği, bir bulgur pilavı, hatta bazen helva, zeytin gibi pratik yiyeceklerden oluşan öğlen mönüsü verilmeye başlandı. O, bir takım elbiseyi yıl boyunca sırtından çıkarmayan, ayakkabıları boyasız, gömleği ütüsüz, kravatı perişan, saç tıraşına bile güçlükle para denkleştiren; ama okuma aşkıyla baba ocağından kopup kente gelmiş arkadaşlarımız için bir can simidi gibiydi bu alçakgönüllü sofra! Çekirdeklerin evinde, okuldakinden farklı bir sofra mı vardı, sanmıyorum Hadi ağabey, geleneksel Malatyalı cömertliğiyle, nesi varsa onu paylaşıyordu okuyan çocuklarla!
Sonraki yıllarda da o hayırsever tutumunu hiç değiştirmeyecekti. (Ne derler? İnsan, yedisinde neyse, yetmişinde de odur!) Muhtarlık görevini yaparken de bu anlayışla çalışıyor, mahallesinin yoksulunu, yaşlısını, kimsesizini, hastasını gözden kaçırmıyordu. O, cenazelere koşup, tanıdığı tanımadığı herkese karşı son bir görev yapma çabası da, bir hayırseverlik dürtüsünden başka bir şey değildi. Kendi notlarına göre, yirmi yedi binden fazla insanın cenazesini kaldırmış. Bu işi, örneğin İstanbuldaki gibi hayır amacıyla değil de, profesyonelce yapsaydı, ölürken arkasında bir İslam cenaze işleri şirketi bırakırdı Hadi ağabey! Ama o, eski kuşak bir Malatyalıydı; sevap kazanmak dururken, para kazanmayı aklının ucundan geçirmeyen bir geleneği günümüzde temsil ediyordu!
Kaç yılıydı? 1989 Cumhuriyet gazetesine bir yazı dizisi hazırlamak üzere Malatyaya gönderildiğimde, kapısını çaldığım insanların başında Abdülhadi Çekirdek vardı.
Hadi ağabeyin nasıl canla başla yardımcı olduğunu, evini bizlere açışını, sandıkta sepette belge değeri taşıyan ne varsa ortaya döküşünü, illa ki yemeğe alıkoyma ısrarlarını hiç unutamam! Onun müze gibi evinin duvarlarını süsleyen İsmet Paşa resimleri, yanımdaki foto muhabiri arkadaşı adeta büyülemişti! Dilediğimiz fotoğrafın kopyasını almamıza, yine büyük bir cömertlikle izin vermişti. (Hâlâ saklarım o resimleri.) Bunları yapması, beni tanıdığı, ya da hemşerisi olduğum için değildi elbet; konukseverlik, dışarıdan gelen birine yardımcı olmak, yüzünü misafirin ayağının altına bir halı gibi serme töresi, onun Malatyalı kanında vardı! Benim yerimde kim olsa yine aynı şeyleri yapardı Hadi ağabey, hiç kuşkunuz olmasın
Yine bir gün İstanbulda karşılaştık Benim, Kadıköy Adliyesinde görülmesi gereken bazı işlerim olduğunu duyunca, hemen içtenlikle ilgilendi. O sırada kardeşinin yakalandığı ağır hastalığın tedavisi için uğraş veriyordu oysa Yine de, kendi sorunlarını bir yana koyup bana adliyede görevli birtakım adlar, telefonlar veriyor; Selamımı söyle, akrabasıyım de! diye sıkı sıkıya tembih ediyor; neticeyi de bana bildiresin ha! diyordu.
İyilik etmek, işe yaramak, zorlukları kolaya çevirmek, yardım eli uzatmak, hep ona yakışan tutumlardı. O da bu alanda elinden geleni esirgemedi! Önce eşinin, sonra oğlunun ve torunun acılarını yüreğine gizleyip, tanıdığı tanımadığı her hemşerisinin kara günlerinde ortaya atıldı. Benim acılarım bana yeter; herkesin acısı kendine, demedi. Diyecek olsa buna hakkı vardı; kimseler kınayamazdı Abdülhadi Çekirdeki. Ama bu yaklaşımın, onun insanlık kitabında yeri yoktu.
Erdal İnönü adındaki güzel insanı, birçokları gibi ben de hep uzaktan tanıyıp izledim. Yalnızca bir kez yüz yüze geldik ve el sıkıştık. Kanal-D Haber Merkezinde çalıştığım sırada Bizi, ayaküstü, Tuncay Özkan tanıştırmıştı: Necati Güngör, bültenimizin Türkçesinden sorumlu, dedi Özkan. Erdal Bey o, yüzünden hiç eksilmeyen tatlı ve içten gülümsemesiyle elimi sıkarken, O halde, Necati Beyin işi zor! diyerek tanısını koymakta gecikmemişti. Üstatla ilgili tek anım budur. İsmet Paşa sevgisinin sel olup sokaklarından aktığı bir kentin mensubu sıfatıyla konuşacak çok şeyimiz olabilirdi kuşkusuz; ama siyaset adamlarının çevresinde ve gölgesinde bulunmaya alışmadığımız için böyle bir olanağı elde etme şansına da eremedik
Mohikanların son temsilcileri olan o iki güzel insanı yalnızca biz değil, tüm hemşerileri, tüm tanıyanları özleyecektir. Dünya onlarla daha güzel, daha yaşanır bir yerdi!