Araştırmacı, gezgin, eğitimci yazar Fikri Demirtaş, Arguvan “bozkır” gezisi izlenimlerini kaleme aldığı yazısında, buzul çağından kalma ağaçlara değindi. Nisan ayı Turgut Özal Üniversitesinde bir konferans veren Prof. Dr. İbrahim Atalay’ın verdiği bilgilerden yola çıkan Demirtaş, Arguvan Bozkır Gezisi ve Çetene Ağacı: Prof. Dr. İbrahim Atalay'ın Küresel Isınma Konferansı İzlenimleri başlıklı yazısında, yazar-fotoğrafçı Orhan Alkaya ile Arguvan’a doğru yola koyulduklarını belirterek, sinema sanatçısı İlyas Salman’ın köyü olan Asar’ın ilk durakları olduğunu belirtti.
Demirtaş şöyle devam etti:
“Köyün içinden geçtikten sonra ulaştığımız yamaçta, çitlembik ağaçlarının heybetiyle karşılaştık. Arguvan Asar Mahallesi Muhtarı Hüseyin Salman ile gerçekleştirdiğim telefon görüşmesinde, Gecekondu köyünün Malatya Büyükşehir Belediyesi'nin kurulmasıyla birlikte Arguvan Asar Mahallesi'ne bağlı Gecekondu Sokağı olarak değiştiği bilgisini edindim. Muhtar Salman ayrıca, yöre halkının çitlembik ağacına "çetene" ve "sakız ağacı" dediğini de belirtti.
Yüksek rakımın henüz baharı tam olarak hissettiremediği bu coğrafyada, tam yirmi anıt ağaç yapraklarını ve çiçeklerini açmak için sabırla bekliyordu. Ancak her bir çitlenbik ağacının gölgesi, etrafını canlı bir yeşil örtüyle sarmalayarak ağaçların dingin bekleyişine adeta bir kontrast oluşturuyordu. Köyün üzerinde doğal bir seyir terası gibi duran Yaylacık ve Çaputlu Çalı mevkii, bu kadim ağaçlara ev sahipliği yapıyordu. Köylüler için bu çeteneler sadece ağaç değil, aynı zamanda bir inanç ve gelenek sembolüydü. Tellerle çevrili bir ağacın dallarına bağlanan çaputlar, sessizce göğe yükselen dileklerin taşıyıcısıydı. Bu kutsal emanetlere gösterilen özen, kuruyan dalların bile Abdal Musa lokmasında yakılmak üzere saklanmasından belli oluyordu.
Buzul Çağının Tanıkları
Türkiye coğrafyasının önemli isimleri arasında gösterilen hemşehrimiz Prof. Dr. İbrahim Atalay'ın 16 Nisan 2025 tarihinde Malatya Turgut Özal Üniversitesi'nde verdiği "Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Türkiye'ye Olası Etkileri" konferansına katılmıştım.
Malatya'nın doğal zenginlikleri, Prof. Dr. İbrahim Atalay'ın küresel ısınma ve iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki etkilerine dair çarpıcı tespitleriyle bir kez daha gündeme geldi.
Atalay, "Akdeniz'de az sayıda da olsa görülen, günümüzde soğuk bölgelerde yetişen sarıçam ve huş ağacı buna örnektir. Bu ağaçlar bölgede buzul döneminden kalmış relikt bitkilerdir," demişti. Atalay'ın Akdeniz Bölgesi'ndeki relikt bitki örneklerini aktarırken Hekimhan'daki sarıçamlara değinmesi, bölgemizin jeolojik ve biyolojik mirasının ne denli önemli olduğunu gözler önüne serdi.
[Relikt bitki: Geçmiş jeolojik dönem iklimlerinden korunarak kalan, günümüz iklim koşullarında da yetişme imkânı bulmuş bitkilerdir.]
Hekimhan Köylüköyü Mahallesi'nde bir küme halinde bulunan sarıçamları görüp bir tanıtım yazısı yazmıştım.

18 Nisan 2025 Cuma günü, değerli hemşehrimiz Prof. Dr. İbrahim Atalay Beyefendi'nin teşrifleriyle, Turgut Özal Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bayram Murat Asma'nın kıymetli organizasyonuyla Barguzu'daki bahçemde anlamlı bir buluşma gerçekleşti. Saat 13:00'te başlayan bu özel etkinlikte, Prof. Dr. İbrahim Atalay'ın yanı sıra bir grup arkadaşla bir araya gelindi. Ev sahipliğimde sunulan yöresel lezzetlerle dolu öğle yemeği (fırın tava ve pilav ), katılımcılara keyifli ve derinlikli bir coğrafya sohbeti için samimi bir ortam sağladı. Prof. Dr. İbrahim Atalay hocamız ile zirai dondan etkilenen kayısının durumunu, yaşanılan iklim değişikliğini, son 20 yılda değişen Malatya iklimini ve birçok konuyu konuştuk. Bu buluşma, hemşehriler arasındaki dayanışmayı ve bilgi paylaşımını pekiştiren değerli bir anı olarak hafızalarımıza kazındı.
Çetene Ağacı
Bu bağlamda, Arguvan ilçesinin Gecekondu Mahallesi'nde gözlemlediğim, Malatya"nın diğer yerlerinde de bulunan bu köyün dışında bu yörede rastlanmayan bir çetene ağacı kümesi de akıllara aynı soruyu getiriyor: Bu nadir ağaçlar da tıpkı Hekimhan'ın sarıçamları gibi buzul çağının sessiz tanıkları mı?
Yaklaşık otuz haneden oluşan bu küçük köyün sakinlerinin çoğu, geçimlerini sağlamak amacıyla İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmişti. Geriye kalan çocuklar ise taşımalı eğitimle Arguvan merkezindeki okullara gidiyordu. Köyün eski ilkokulu artık bir kültür merkezi olarak hizmet verirken, hemen yanı başındaki Cemevi topluluk için önemli bir buluşma noktasıydı.
Gecekondu köyünün sakin bir köşesinde, bahar aylarında rengarenk kuşlara ev sahipliği yapan minik bir Baz gölü parıldıyordu. Yazın suların çekilmesiyle ortaya çıkan beyaz toprak ise bambaşka bir manzara sunuyordu.
Yol boyunca uzanan bozkır, adeta bir renk cümbüşüydü. Tarlalara ekilmiş yaklaşık otuz santimetre boyuna ulaşmış arpanın açık yeşil tonları, buğdayların koyu yeşiliyle yan yana uzanıyordu. Ancak 12 Nisan'da yaşanan beklenmedik soğuklar, bazı bölgelerde bitkilerin köklerini kurutmuş, don olayıyla birlikte tarlalara hüzünlü bir sessizlik çökmüştü. Buna rağmen, Bozkırın engebeli coğrafyası, güneşin altın rengi ışıklarıyla yıkanırken adeta bir görsel şölen sunuyordu. Yüzey şekilleri, tepelerin yumuşak kıvrımları ve vadilerin derinlikleriyle hareketlilik kazanmıştı. Güneşin sıcak tonları, bu girintili çıkıntılı arazi üzerinde dans ediyor, ışık ve gölge oyunlarıyla her bir kıvrımı ve tepeyi belirginleştiriyordu. Bu doğal manzara, tıpkı Van Gogh'un fırçasından çıkmış tarla tablolarının canlılığı ve etkileyiciliği gibiydi. Her bir tepe, sanki özenle yerleştirilmiş birer fırça darbesi gibi duruyordu. Vadilerin gölgeleri ise bu altın rengi palete derinlik katıyordu. Bozkırın bu beklenmedik estetiği, sert ve kuru imajının ötesinde, doğanın kendi elleriyle yarattığı büyüleyici bir sanat eseri sunuyordu.

Arguvan bozkırı, türkülerin ve geleneklerin yankılandığı bu topraklarda, hem hüznü hem de umudu aynı anda barındırıyordu.
Çitlembik ağaçlarının gölgesinde huzurla dinlendikten sonra, fotoğraf makinelerimizle bu asırlık tanıkların ve sonsuzluğa uzanan bozkırın zamansız güzelliğini yakalamak için deklanşöre bastık. Her bir çitlembik dalının kendine özgü kıvrımları, bozkırın rüzgarla salınan otlarının dansı ve uzaklarda beliren engebeli tepelerin silueti, objektiflerimizde özenle birer anıya dönüştü.
Köyün yükseklerinden, tozlu stabilize bir yoldan Yazıhan Karaca köyüne doğru ilerlerken, gökyüzünde hayranlık uyandıran bir gösteriye şahit olduk. Bu büyüleyici senfoniyi kaçırmamak için arabamızı kenara çektik.
Kerkenezler Avlanıyor
Gün ortasının yakıcı güneşi altında, Malatya'nın uçsuz bucaksız hozan tarlasının üzerinde heyecan verici bir av gösterisi yaşanıyordu. Gökyüzünde beliren yaklaşık 40-50 kerkenezden oluşan bir sürü, adeta birer akrobat gibi geniş daireler çizerek süzülüyordu. Bu zarif gündüz yırtıcılarının her biri, yaklaşık 35 santimetrelik boylarıyla gökyüzünde ustaca manevralar yapıyor, keskin gözleriyle aşağıdaki hareketliliği tarıyordu.
Birden, sürüdeki her bir kuş sihirli bir şekilde havada asılı kaldı. Bu "hovering" anı, zamanın durduğu bir andı sanki. Aşağıda, güneşin kavurduğu hozan tarlasının sunduğu zengin ziyafet davetkar bir şekilde seriliyordu: irili ufaklı böcekler, toprağın altında gizlenen kemirgenler ve güneşin sıcaklığında hareketlenen sürüngenler.
Keskin bakışlarına bir hedef takılan her bir kerkenez için artık bekleyiş sona ermişti. Kanatlarını vücutlarına doğru ustaca katlayarak, bir ok gibi hızla aşağıya doğru pike yaptılar. Bu ani ve çevik dalış, adeta gökyüzünden inen birer şimşek gibiydi. Saniyeler içinde avlarını pençelerine geçiren yırtıcılar, zaferle tekrar gökyüzüne yükseliyor, gagalarında taptaze bir öğle yemeğiyle bulutların arasında kayboluyorlardı. Bu nefes kesen av manzarası, doğanın vahşi ve büyüleyici döngüsünün canlı bir örneğiydi.

Orhan Bey’le birlikte yere oturduk dakikalarca bu gösteriyi izledik, avcıların aksine tüfeklerimize değil, fotoğraf makinelerimizin deklanşörüne dokunarak bu eşsiz anları ölümsüzleştirdik.
Aracımıza dönerken, göz alabildiğine uzanan bozkırın engebeli tepelerinde, kimi henüz yeşermeye başlamış kimi ise nadasa bırakılmış tarlaların ötesinde, Boztepe Barajı'nın dingin suları parıldıyordu. Barajın huzurlu yüzeyi ve onu çevreleyen bozkırın yarattığı o kendine has tezatlığı da objektiflerimize yansıttık
Bu yolculuk, ruhumuzu tazeleyen, unutulmaz bir görsel şölen sundu bize. Arguvan'ın dümdüz ovalardan farklı, irili ufaklı tepelerle bezeli bozkırında yürümek, keşfetmek bambaşka bir keyifti. İçimizde tarifsiz bir huzur ve dinginlik hissettik.
Yanımda yörenin her karış toprağını, her tepesini, suyunu ve ağacını adeta ezbere bilen dostum Orhan Alkaya vardı. Yıllarca bu topraklarda fotoğraf çekmiş olan Orhan Bey, sohbetimiz sırasında "Bozkırın Ruhu" adlı araştırma yazısının etkileyici fotoğraflarının Magma dergisinde ve malatyahaber.com sitesinde yayınlandığını gururla anlattığı bu güzel araştırma yazısını okumuştum.
Alkaya, sohbetine devam ederken, "Baharın bu kendine özgü güzelliği, yerini yaz aylarında ekinlerin, buğdayların altın sarısı rengine bıraktığı hasat zamanının coşkusuna bırakır," dedi. "Tarlalarda traktörlerin, kamyonların, biçerdöverlerin telaşlı hareketliliği, sonrasında ise sarının her tonunun hakim olduğu hozan tarlalarında otlayan çobanların, davar sürülerinin, ineklerin bu geniş bozkırın içinde yer alması, fotoğraf sanatçıları için adeta doğal bir stüdyo gibidir." diyordu.
Orhan Alkaya, Magma dergisinde ve 5 Ocak 2020 yılında Malatyahaber.com'da yayınlanan "Andolu:Bozkırın Ruhu" yazısında Çoban Kasım'ın şu sözlerine yer veriyordu:
"(...) Bu alemin imparatoru güneştir. Geceleri bir süreliğine yerini ay ve yıldızlara bıraksa bile. Bu toprakların güneşten saklayacağı hiçbir şeyi yoktur. Altına saklanacağı ormanları yoktur, yalçın kayalıkları, mağaraları yoktur. Onun içindir ki bozkırın insanı da hayvanı da, her türlü mahlukatı da, güneşe boyun eğmiştir, ona uygun yaşar. Dört bir yanımız açıktır. Biz dostumuzu da düşmanımızı da taa uzaktan açık seçik tanırız. Şu tepedeki doğanı görüyor musun? O şimdi mutlaka bir fareyi gözlüyor. Birazdan tepesine binecektir. O binmese yılanlar halledecektir. Buralarda av da avcı da aşikardır. Aslında biz güneşin altında çıplak gibiyizdir."
Orhan Bey'in bu sözleri, bozkırın sadece coğrafi bir tanımlama olmadığını, aynı zamanda derin bir felsefi anlam taşıdığını bir kez daha hatırlattı.
Yüzyıllardır söylenen "Bozkırda dost da düşman da bellidir" sözü, bu yalın ve çetin coğrafyanın, insan ilişkilerini de aynı ölçüde net ve dürüst kıldığına dair bir inancı yansıtıyordu sanki. Bu topraklarda her şey olduğu gibiydi, tıpkı bozkırın kendisi gibi.
Arguvan'ın içten türküleri, bu geniş bozkırın ruhunu ve insanlarının yaşam mücadelesini yüzyıllardır en güzel şekilde yansıtmaya devam ediyor.”
Yazının tamamına ve fotoğraflara şu linkten erişebilirsiniz:
https://fikridemirtas44.blogspot.com/2025/04/arguvan-bozkrnda-bir-nisan-sabah.html
Fikri DEMİRTAŞ