SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"Gelişmiş Bir Dünya Ülkesinde Akademisyenlik Bile Yapamayacaklar..! "

A- A+ PAYLAŞ

Mevcut rektör Prof.Dr. Ahmet Kızılay'ın, 4'er yıllık 2 dönem halinde yaptığı rektörlük görev süresinin dolması nedeniyle, yeni rektör atama süreci başvuruların değerlendirilmesi döneminde olan İnönü Üniversitesi'nin eski rektörlerinden Prof.Dr. Cemil Çelik, Karar Gazetesi'nin "GÖRÜŞLER" sütununa, rektör atamalarıyla ilgili yazdı. Prof.Dr. Çelik, yazısında “Artık Türkiye üniversitelerinin geçmişteki yanlışlıklardan ders çıkartıp, üniversite ve rektör atamaları için yenileşmeye ve iyileşmeye gitmesi, özetle yaşanılan olumsuzluklardan ders çıkartarak, yeni bir başlangıç yapması gerekmiyor mu? Ülkede yeni anayasa tartışmaları yapılırken. Gelişmiş herhangi bir dünya ülkesi üniversitesinde akademisyenlik bile yapamayacak olanlarla, Türk yüksek öğretimini ayakta tutmaya çalışmak ülke yönetenler için bir sorumluluk ve vebal değil mi? Yazık oluyor, yazık oluyor, ülkeye ve üniversitelere.” dedi.

2008- 2016 yılları arasında 4'er yıldan 2 dönem halinde 8 yıl İnönü Üniversitesi rektörlüğü görevinde bulunan, Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu'ndan aldığı rektörlüğü Prof.Dr. Ahmet Kızılay'a devreden Prof.Dr. Cemil Çelik, "Geçmişten Günümüze Rektör Atamalarının Serencamı" başlıklı yazısında, üniversitelerin geçmişteki yanlışlıklardan ders çıkarıp, rektör atamaları için yenileşmeye ve iyileşmeye gitmesi gerektiğini belirtti.

Prof.Dr. Çelik'in yazısı şöyle:

"2010’lu yıllarda İnönü Üniversitesi yöneticisiyken, bir gün, Malatya, Yeşilyurt İlçesi Belediye Başkanı merhum güngörmüş, halk bilgesi, Mehmet Kavuk bey “Hocam siz seçilmişlerin atanmışısınız. Biz ise belediye başkanı olarak atanmışların seçilmişiyiz” demişti. Sahiden de 2016 darbe girişimine kadar olan dönemde (1992-2016) rektörler, öğretim üyelerinin seçtikleri adaylar arasından atanıyorlardı. Üniversitesinde en çok oy alan altı aday YÖK’e bildiriliyor, YÖK de bu adaylardan üçünü Cumhurbaşkanına sunuyor ve Cumhurbaşkanı bunlardan birisini rektör olarak atıyordu. Genellikle üniversitelerden birinci sırada seçilenlerin atanma şansları yüksek olmasına rağmen dönemin koşulları , o günkü siyasetin karakteri ,Cumhurbaşkanlarının bu işe müdahil olmasını da beraberinde getiriyordu. 28 Şubat sürecinde YÖK ‘den Cumhurbaşkanlığına sunulan listelere bazen müdahale edildiği, en az oy olan adayın tercih edildiği de olmuyor değildi. Bunların o günkü canlı şahidiyiz.

Bu atama sisteminde asıl sıkıntı henüz gelişimini tamamlamamış üniversitelerde yaşanırdı. Rektörlük seçim süreci üniversitelerde kişisel hırslara ve siyasi rekabete dönüşüyor, zaten verimliliği çok da yüksek olmayan üniversiteler seçim gündemiyle yoğun olarak meşgul ediliyor, neredeyse bir yıl önceden seçim kulisleri üniversitelerin ana gündemini oluşturuyordu. Tıpkı genel seçim öncesi dönemlerinde devlet bürokrasisinin içine düştüğü durum gibi. Özellikle rektörlük seçimlerinin olduğu yıl akademik yayın sayılarında düşüşlerin olduğu bilinir. Ayrıca seçim sonucunda atanan rektör ve çevresindekiler ile diğer rakip adaylar ve çevresi arasında küskünlükler de işin cabası oluyordu. Bunun istisnası olan bir kaç üniversitemiz de vardı. Kesinlikle bu sayısı az olan üniversiteler de rektörlük seçiminin sonunda birinci çıkan aday, YÖK’e gider, diğer sıralamaya giren beş aday haklarından feragat ederdi. Bu üniversiteler akademik kadrolarını seçerken, öğretim üyelerinin bazı ideolojik takıntılarını kale almaz isek, başarılı, demokratik, akademik açıdan olgunluğa kavuşmuş üniversiteler olduklarını gösterirlerdi.

Oysa diğer Türkiye üniversitelerinde seçim sonucunda üç, beş oy alan öğretim üyeleri bile heyecanla YÖK’e sözlü görüşmeye gider, siyasi kulis yaparak sıkılmadan rektör olma şanslarını arardı. 2016 yılında yaşanılan Kalkışma sonrası, KHK (kanun hükmünde kararname) ile bu sistem devre dışı bırakılarak direkt olarak rektörler Cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başlandı. Bundan önce de YÖK yasasının ilk yıllarında (1981-1992) rektörlük seçimi yoktu. Prof. Dr. İhsan Doğramacı (YÖK kurucusu ve başkanı) zamanında da seçimsiz YÖK’ ün önerdiği adaylar arasından Cumhurbaşkanı rektörleri atıyordu. 1992 yılında seçim ve atamanın olduğu bir değişiklik kabul edilince Doğramacı’nın bu duruma itiraz ettiği o dönemin YÖK yöneticileri tarafından dillendirilmişti. İkinci olarak seçimsiz rektör ataması 2016 Temmuz darbe girişiminin bertaraf edilmesinden sonra TBMM onayı olmaksızın bir KHK ile tekrar kaldırıldı.

ARŞİV FOTO: İnönü Üniversitesi'nin eski rektörü Prof.Dr. Cemil Çelik

DARÜLFÜNÜN’DAN BUGÜNE REKTÖRLER NASIL ATANDI?
Şimdi isterseniz Osmanlı’dan günümüze rektör atamaları nasıl bir serencam izledi, konuyu özetleyelim. Darülfünun olarak bildiğimiz üniversiteye denk kurum özelikle Yirminci yüzyılın başlarından itibaren kesintisiz olarak Cumhuriyete kadar devamlılığını sürdürdü. Rektör yerine de “Emin ya da Baş Müderris” deniyordu. Darülfünun’a Emin seçimi , görev yapan müderrislerin tamamının katıldığı seçimle yapılıyor ve en fazla oyu alan iki aday Vekalet’e (Bakanlık) bildiriliyor ve Vekalet bu adaylardan birisini Darulfünün emini olarak atıyordu. İstanbul’da bulunan Darülfünün, 1933 Üniversite Reformu’na kadar görevini sürdürdü. Bu tarihten itibaren Darülfünün Üniversiteye dönüştürüldü. Üniversite rektörü bu tarihten itibaren, Milli Eğitim Bakanının teklifi ile Cumhurbaşkanı tarafından atanır oldu.

1948’de yapılan bir kanuni düzenleme (4936 sayılı Kanun) ile rektör seçimle iş başına gelmeye başladı. Rektörü üniversite profesörler kurulu salt çoğunlukla belirlediler. Süresi iki yıl olan rektörlük için adayın her defasında başka bir fakülteden olması şartı getirildi.

1960 darbesi sonunda hazırlanan yeni anayasada üniversite düzenlemesi de dahil edildi. Üniversitelerden tasfiye olunan öğretim üyelerinin durumunu istisna tutarsak, ilk kez üniversiteler, özerk bir kurum olarak anayasada tanımlandı. Üniversiteler kendi seçtikleri organlar tarafından idare olunur kaydı düşüldü. Rektör seçme görevi öğretim üyelerine verildi. Milli Eğitim Bakanlığının üniversiteler üzerindeki yetkisi kaldırıldı. Gelişmekte olan bir ülke için o günkü koşullarda yüksek öğretimin geldiği bu özerk durum oldukça anlamlı bir gelişme oldu.

Üniversitelerin özerkliği, 1970 askeri muhtırası sonrasında bir miktar sekteye uğradı. Öğrenci hareketleri ve üniversiteye güvenlik güçlerinin girememesi gibi daha bir çok gerekçeye dayanarak, 1750 sayılı üniversite yasası (1973) ile üniversite özerkliği ile ilgili bazı kazanımlar kaybedildi. Üniversitelerin üzerinde Yüksek Öğretim Kurulu ve Yüksek Öğretim Denetleme Kurulu oluşturuldu. Rektör seçimi, üniversitenin tüm öğretim üyelerinin katılımı ile salt çoğunlukla belirlendi. Rektörlerin görev süresi üçer yıl olmak üzere iki dönem ile sınırlandırıldı. Bu yeni sistem, öğretim üyesi fazla olan fakültelere rektör seçmede bir avantajı da beraberinde getirdi. Özellikle tıp fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı fazla olduğundan bu konuda rektör çıkarmada tıpçılar öne çıktılar.

1981, 12 Eylül askeri darbesi sonunda, YÖK yasası yürürlüğe girdi.1982-92 arasında rektör seçimi kaldırıldı. YÖK tarafından önerilen adaylar arasından Cumhurbaşkanı rektörleri atadı. 1992 yılında tekrar rektör ataması seçimli atamaya dönüştü. Yazının başında anlatıldığı gibi her üniversitede yapılan seçimle ilk altıya giren rektör adaylarının isimleri YÖK’ e gönderiyor ve YÖK de bunlardan üçünü eleyip diğer üç adayın ismini Cumhurbaşkanına sunuyordu. Bu rektör belirleme sürecinin son yıllarında altı aday YÖK’e görüşmeye davet olunuyor ve bir mülakata tabi tutuluyordu. Yine de YÖK ve Cumhurbaşkanı ataması aşamalarında illa da birinci olanın atanması her zaman olmuyor, bazen ikinci üçüncü sırada oy alanların da rektör atandığı biliniyor. Cumhurbaşkanın tutumunun yanında, iktidarda bulunan siyasi partinin desteği de bazı dönemlerde etkili oluyordu.

BUGÜNKÜ MANZARA NE?
15 Temmuz 2016 Kalkışması sonrası Cumhurbaşkanı rektör atamalarını bir KHK ile uhdesine aldı. 2010-2016 yıllarında, o gün için bir cemaat olarak algılanan ekibe mensup ya da sempati duyan bir hayli devlet ve vakıf üniversitelerinde rektörünün olduğu biliniyordu. Bu ekibin stratejik hedefleri arasında diğer stratejik kurumlarda olduğu gibi üniversitelerde de egemen olmak vardı. YÖK te görev alan yöneticilerin ve siyasi iktidarın söz sahiplerinin bunları bilmemesi mümkün değildi.

Şüphesiz bu durum, kalkışma sonrası üniversitelere rektör atamada Cumhurbaşkanın tam inisiyatif kullanmasında etkili oldu. Gelinen noktada tanıdık, eş, dost ve adayın kimliği atamada önceliklendi. Bu seferde akademik yetkinlikleri yeterli olmayan birçok rektör atanmış oldu. Bu konuda rektörlerin yetkinliği ve kapasiteleri hususunda birçok eleştirel yazı yayımlandı. Kamuoyu bunun şahididir.

2016’ dan bu yana atanan rektörlerin ekseriyetinde akademik yetkinlik, bilim ve teknoloji yönetimi, dünyadan haberdar olan bilim yöneticisi olma gibi kriterler önemsenmiyor. Bilerek ya da bilmeyerek siyaset ile iç içe görüntü veren üniversiteler de kör topal yollarına devam ediyor. Sayıları sınırlı birkaç devlet ve birkaç vakıf üniversitesi dışında, üniversitelerin özerk olup olmaması, akademik başarı durumu, ülkenin ihtiyaçlarına göre üstlenmeleri gereken sorumluluklarının neler olduğu fazla kimsenin umurunda değil. Sorumluluk sahibi az sayda bilim insanlarının dışında kimsenin de fazla bir şey yaptığı yok. Araştırma ve yayınlar sadece belirli unvanları elde etmek için yapılıyor maalesef.

Rektör atamalarında ciddi anlamda belirlenen kriterin olması artık gerekmiyor mu? Her önüne gelenin durumuna bakmadan siyasetçilerin peşinden koşarak rektör olmaya çalışmasına gerek var mı? Her rektörlük döneminde bir üniversite rektörlüğü için onlarca adayın baş vurup günlerce YÖK üyelerinin bunlarla meşgul olması ve nihayetinde de yukarının istediği adayların belirlenmesi bir aldatmaca değil mi?

Ülkemizdeki vakıf üniversiteleri rektör atamaları ve durumu ise, ayrı bir yazı konusu. Vakıf üniversitelerinin bir kaçını istisna edersek bunların ne kadarının gelişmiş ülkelerdeki vakıf üniversitesi anlayışına uygun bir mantıkla yönetildiği herkesin malumu. Çoğunluğunda mütevellilerin aile işletmesi mantığı ile hareket ettiğini, ticari işletme gibi görüldüğü, bilim kurullarda görev alanların üniversite yapısından bihaber olduğu da herkes tarafından biliniyor. Ayrıca üniversite yönetiminde, rektörlerine ne kadar alan bıraktıklarını ibretle izliyoruz.

Artık Türkiye üniversitelerinin geçmişteki yanlışlıklardan ders çıkartıp, üniversite ve rektör atamaları için yenileşmeye ve iyileşmeye gitmesi, özetle yaşanılan olumsuzluklardan ders çıkartarak, yeni bir başlangıç yapması gerekmiyor mu? Ülkede yeni anayasa tartışmaları yapılırken. Gelişmiş herhangi bir dünya ülkesi üniversitesinde akademisyenlik bile yapamayacak olanlarla, Türk yüksek öğretimini ayakta tutmaya çalışmak ülke yönetenler için bir sorumluluk ve vebal değil mi? Yazık oluyor, yazık oluyor, ülkeye ve üniversitelere."

karar.com- malatyahaber.com

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

19 yorum yapılmış

  • Liyakat mi nasihat mi? (3 ay önce)
    İnönü Üniversitesinden bahsederken, karaciğer nakli konusunda bir hususun altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Karaciğer nakli ile ilgilenenler satır satır, hatta sayfa sayfa demeçler verirken Fatih Hilmioğlu isminden neden hiç bahsetmezler? Sebebi (maalesef) üniversiteyi yönetenlere "yanlış yapıyorsunuz" d(iy)emeyenlerle aynı. Siz onca emek verip akademik unvanlar alın, sonra hatalı yönetimlere boyun eğin ve tek bir cümle etmeyin. Kapalı odalarda (içinden) haykıranlara da aynı eleştiriyi yapıyorum. Kapalı odalarda veya kendi aranızda eleştiri yapacağınıza (gerekirse kimsenin duymayacağı şekilde) direk rektörlere veya yakınındakilere eleştirilerinizi iletmenizi tavsiye ederim. Yoksa yaptığınız eleştirinin veya yorumların hiçbir faydası yok. Kendinize güveniyorsanız kimse sizi suçlayamaz, kimse sizi dahil olmadığınız kitlelere mensup sayamaz. Lütfen artık bildiğiniz doğruları amasız, fakatsız söyleyin. Siz söyleyin, yöneticiler vebalinden kurtulmaya çalışsın. Üniversiteleri akademik bir alan/birim olmaktan çıkarıp toplumun sosyalleşme mekanı haline getirenlere, STK'lardan, siyasilerden, abilerden amcalardan nasihat alanlara YAPMA deyin. Hatta şunu da söyleyin: "bu üniversitelere çocuklarını okusun diye gönderen insanlar, züppelerin üniversitelere umarsızca girmesi ve çocuklarının hayallerini çalıp, huzurunu kaçırmasını istemiyor, biz de istemiyoruz." Bir de şunu söyleyin: "Eş-dost-akrabalarınızı kayırmayın, dünyanın en iyi akademisyeni de olsa sizin döneminizde akrabanızı öne çıkarmayın. Akrabalarınız sizin döneminizde üniversitede işe girmesinler. Hakları da olsa yapmayın bunu." Hatta şunu da ekleyin: "Lütfen hakkı olsa dahi, lojman tahsisini akrabalarınıza değil öncelikle akrabanız olmayan kişilere yapın." İster Allah korkusu, ister etik değerler olsun, hepsinin ortak noktasında ahlaki davranma amacıyla hareket eden birisi bunları anlayacak ve bir kez daha düşünecektir. Daha önce yazdığım gibi siz bir kez daha söyleyin, vebalini onlar düşünsün. Eğer karar verme merciindeyseniz, sadece söylemeyin siz de dikkate alın. Çünkü kirlenen sadece sizin geçmişiniz, geleceğiniz ve ahiretiniz değil. Devletin güvenilirliğine gölge düşürüyorsunuz. Devlet kurumunu devlet adamı gibi yönetin. STK temsilcisi gibi değil. Seçimler de kesin çözüm olmamakla birlikte, rektörlük seçimle olmazsa, bu hususların düzelme ihtimali sıfıra yakın (tabi Allah takdir ederse o ayrı.)
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Akademi (3 ay önce)
    Türkiye’de bütün engellere, kadro kısıtlamalarına rağmen şaha kalkmış bir üniversite vardı. Tıpkı bugün seçilmiş belediyelere yapılan her türlü engelleme gibi kadro ve bütçe kısıtlamaları ile mücadele eden üniversite, bu engellemelere karşın “kendi yandaşlarının deyimi ile “ karakteri bozuk bir rektör sayesinde adeta ülkedeki bütün gelişmiş üniversitelere kafa tutuyor, bilim için yarışıyordu. Günün birinde, bir gün bile kapısından geçmediği bir kuruma aday olan Sayın Cemil Çelik birden bu güzide kurumda kendisini “rektör” buluverdi. Rüyasında görse inanmazdı. Çünkü sistem niteliğe, liyakate değil, yandaşlığa dayalı rektör seçimine müsaitti. Sonra geçen sekiz yılda ne mi oldu?.Yeni kadro kanunu ile Kadroyu ikiye katladı. Bütün kadroları bilimsel niteliğe göre değil de dinci yapılanmaya odaklı kullanmaya başladı, “kendi söylemi ile” ne kadar “marjinal” adam varsa kuruma atamaya başladı. Üniversite hızla bilimden uzaklaştı, rektör yardımcısıyla, genel sekreteriyle her türlü tarikat ve cemaatin yuvalanma yarışına girdiği bir yer oldu. Hızla bilimsel üretim azaldı. İlk iş olarak açtığı fakülteler yerlerde sürünmeye başladı. Aktif hale getirdiği diş hekimliği fakültesinde fetö rekorları kırıldı. Gerçek bilim insanları kadro atama beklerken, adeta süründürülürken seçilmiş yandaşlar kuruma dolduruldu. Nitelikli bilim insanları hızla kurumu terk etmeye başladı. Doğru düzgün yayın, bilimsel araştırma yok edildi. Hilmioğlu’nun göz bebeği, tek sarılacağı dal olan “ karaciğer nakli” işini neyse ki sahiplendi de, bu emekler boşa gitmedi. Daha yazılacak neler var da buraya satırlar yetmez, uzatmayalım… Hakkını da yemeyelim, TÜBİTAK görmüş bir insan olarak en azından bazı sosyal etkinliklere arada yer veriyor, spor amaçlı da olsa kampüs yollarında gezerken görülüyordu. Şimdi Sayın Çelik’in söylemlerine gelirsek, bir kurumun nasıl yok edileceğinin, liyakati olmayanın kuruma atanmasının kurumu ne hale getirdiğinin en güzel örneği olarak kendini ve kendisi gibileri tanımlamıştır. Sayın Çelik’e bak, Türkiye Üniversitelerinin ve ülkenin neden bu hallere düştüğünü gör! Sanırım vicdan azabı içinde bu güzide kurumun bu hale düşmesinden yola çıkıp, hataları tespit etmiş, günah çıkarma yazısı yazarak iyi etmiş. Ancak artık çoook geç çünkü Sayın Çelik ve benzerleri sayesinde bu ülke orta çağ ligine düşmüş durumdadır. İnönü Üniversitesi’ne gelince, durum daha vahimdir ve kurum “Tarih Öncesi Çağ” biliminden geriye gitmiştir…
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cemil Çelik (3 ay önce)
    Değerli yorumcular. Bu yazı genel türkiye üniversiteleri konusundadır. Yorum yapanların bir kısmı tamamen konuyu inönü üniversitesi üzeline tartışıyor. Herkesin kafasında sabit doğmaları var...Onları insanımız aşamıyor. Konu ile alekası olmasada benim iki yardımcımın fetöcü olduğu tamamen yaladır.Bunu dönderip aktarıp zavallılar beni tanımayanlar dile getiriyor. Benim dönemimde o ekibe mensup hiç bir dekan, rektör yardımcısı atamadım. Buda böle biline
    %10
    %90
    Yanıtla
  • İktisadi idari bilimler Fakültesi Dekanı Mehmet Tikici'yi siz atamadınız mI? Başka birisi mi Rektör dü? Sayın Çelik.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Normal koşullarda gelişmiş dünya üniversitesi bir yana, İnönü Üniversitesi de bir yana, muz ülkesi üniversitelerinde görev yapamayacakları Üniversiteye doldurmuş, onlara idari görev vermiş, bugün profesör olmalarını sağlayıp profesörlüğü ayağa düşürmüş Sayın Çelik aynalara küs anlaşılan… Oturmuş ahkam yazısı yazmış. İnönü Üniversitesi Rektörlüğüne bugün 60 küsür aday başvurmuş. Bir baksın Sayın Çelik, içlerinde tarikatlarla, dinbaz siyasetçilerle ilişkisi olmayan, gerçek bilim insanı olan Atatürkçü, Milliyetçi, Laik, Çağdaş kaç bilim insanı var,. Bunlar neden aday olmuyorlar?
    %100
    %0
    Yanıtla
  • öğretmen (3 ay önce)
    Seçilmişi de atanmışı da devrinin bütün nimetlerinden faydalanan, makamı kendi çevresine hizmet etmek olarak algılayanlar olmadılar mı? Seçilmiş olanlardan bilimi bırakıp ( belki de hiç bilim insanı olmamışlardı) gereksiz ne varsa öğrencisinin önüne sorun olarak çıkarıp, üniversitesini ilim irfan yuvası haline getirmek yerine, kaos ortamları yaratıp, insanları birbirine düşüren, bütün sülalesini akademisyen (liyakatli- liyakatsiz)yapanlar olmadı mı? Atanmışlar da aynı şeylerle uğraşmıyor mu? Dert eğitim, bilim olsa derslerde siyaset yapmak yerine öğrencilerine vizyon oluşturan objektif davranan, düşünmeyi ve düşündüklerini dersten kalır mıyım korkusu olmadan ifade etme özgürlüğünü sunan emekliliği gelmiş ama hala kendini aşamamış, nerden puan kırarım diye boş şeylerle uğraşan profesörler doçentlerle dolu olmazdı üniversiteler. Ama yok işte. En donanımsız akademisyen en egolu. Yenisinin çalışmak istemiyorsa bahanesi bol. Eskisinin vizyonu kıt. Kırk yıl önce ne biliyorsa aynını anlatıp duruyor. Hiçbir değişime açık değil. Eleştiriyor, beğenmiyor ama kendine toz kondurmuyor. Gerçekten öğrenciyi anlayan, destekleyen, yeni ufuklar açabilen sayıları az ama çok kıymetli akademisyenlere ise fırsat verilmiyor. İşin özü sadece rektörler değil, alt kadroda yer alan her bir akademisyen hakkaniyetli ölçütlerle seçilmezse üniversitelerimiz yüksek lise olmaktan kurtulamayacak. Siyasi prangasını üniversiteden sokan hiçbir akademisyen gerçek bir akademisyen olarak yetişmez ve yetiştirmez.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • İsmail Tanrıverdi (3 ay önce)
    Sayın Cemil Çelik, 15 temmuz sonrası diş hekimliği fakültesinin neredeyse tamamı fetöcü çıktı, bunların hepsini sen ve yadrımcın aynı zamanda diş hekimliği fakültesinin dekanı olan zat almıştı. Fetö konusunda İnönü Üniversitesinin durumunu yüksek sesle dile getiren Malatya Milletvekilinin sert çıkışından sonra apar topar iki rektör yardımcını görevden almak zorunda kaldın. Ama cesaret edip de devamını bile getiremedin ne yazık ki, çünkü o gün henüz hain kalkışma gerçekleşmemişti. Hepimiz yaşadık o günleri, senin üniversitenin bu hale gelmesinde vebalin çok büyük. Artık hesabını öbür tarafta verirsin.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Atabey (3 ay önce)
    Ülkemizde 208 Üniversite, 5000-6000 yakın Fakülte,Enstitü,Yüksekokul ,MYO,Hastaneler ,. Buda şu demek 5-6 bin akademisyene yıllarca asıl işinden alı konarak İdari görevler yaptırılmakta .. Gerek var mı ? 300 kişiye bir doktor düşen ülkemizde 4-5 bin Doktor İdari görev yapmakta .Bunlara çözüm aramak gerek.....
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Kayısı aşkı (3 ay önce)
    Sayın eski rektörümüzün hangi gelişmiş ülkede akademisyenlik yapmışlığı var acaba? Veya şöyle soralım, kendisinin bilimsel özgeçmişi buna ne kadar uygun? Kendi rektörlük süreci de bugünkünden pek de iyi değildi... Kendisinin atadığı kişiler de bugün atanan profillerden farksızdı... Hilmioğlu ayrıldıktan sonra İnönü Üniversitesi sürekli olarak irtifa kaybetmiştir, geriye gitmiştir...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • İddialı (3 ay önce)
    İddialı bir giriş olacak ama Türkiye'den akademinin yüzde 60-70 i lise öğretmeni vasfından öteye gidemez... çoğunun ben yabancı dili ne özgün araştırması ne elle tutulur bir bilimsel çıktısı yoktur.. neden? Çünkü biat toplumu sadece mankurt ister "fikri hür vicdanı hür" ötekine fırsat asla vermez.. sonuç? İşte geldiğimiz yer... çöp bir akademi bürokrasi vs vs ..... kalite yerlerde..
    %72
    %28
    Yanıtla
  • Lise öğretmeni yapar lise öğretmeni ayarında sözlerin çok seviyesizce,şunu bil ki üniversitelerde herkes kendi çocuğunu araştirma görevlisi yapıyor sınav yok her şey torpil.Cemil rektorde cocugunu hukuk fakultesine yanılmıyorsam aldirdi.ama bu gün bir öğretmen olabilmek için KPSS'de beyni yormak gerekiyor ve ciddi puan almak gerekiyor öğretmen olmak artık herkesin harcı değil.Hele universite hocalarinin hic harcı değil.
    %69
    %31
    Yanıtla
  • Sevgili öğretmenim (3 ay önce)Öğretmen isimli kullanıcı yorumuna
    Sen biraz daha KPSS e özellikle cümlede anlam vs Türkçe bölümünden soru çöz.. lise öğretmenine bişey dememiş ki adam.. akademiyi küçültmüş laf ederek.. bahçıvan deseydi bahçıvanlar adına mı yazacaktın bir bahçıvan kolay yetişmiyor diyerek? Ha şu da var bu liyakatsiz enişte baldız bacanak dernek tarikat cemaar torpilli akademik kadroların yetiştirdiği Öğretmenler de sen gibi okuduğunu anlayamıyorsa vah ki vah....
    %67
    %33
    Yanıtla
  • Mehmet (3 ay önce)
    Sayın rektörüm haklısınız, ancak bu yanlışları kim düzeltecek?
    %50
    %50
    Yanıtla
  • Liyakat mi nasihat mi? (3 ay önce)
    Seçim olmadan direk atama sürecine giren rektör adayları, STK, iş adamları ve siyasiler arasında mekik dokurken akademisyenlerin görüşlerini ve ihtiyaçlarını önemsemiyor hatta yok görüyor. Adaylık ve atama sonrası süreçlerde twitter (ve diğer sosyal medya) yöneticiliği ile görünürlük artırmak dışında bir amaç gütmüyor. Durum sadece bundan ibaret de değil, içinde bulunduğu dönemin teşekkürü (diyet borcu da denebilir) ve bir sonraki dönemin hazırlığı amacıyla üniversitenin kapısından dahi girmemesi gereken kişilere ehemmiyet gösterilmesi de cabası. Sıradan hale geldiği için nepotizmden bahsetmeye gerek yok sanırım. Üniversitelerin bir devlet kurumu olduğu bilinci kaybolunca, devlet kurumu gibi değil apartman yönetir gibi yönetilir hale geldiler. Küskünler, adalet adı altında kendi haksızlık silsilesini oluşturmaya çalışanlar ve tabii itibardan tasarruf etmeyenler... Peki hepsi mi kötü? Kesinlikle hepsi kötü değil. İyi (hatta çok iyi) olan üniversite yönetimleri de mevcut. Bu durum yöneticiden ziyade o üniversitenin geleneklerinden ve karakterinden kaynaklanıyor. O üniversitelerde ünvanı yükselenler kendilerinden sonra gelenlerin yükselmesini engellemiyor, hatta teşvik ediyor. O üniversitelerde yönetim kademesi idari kadro, lojman ve birçok diğer faydalı konuda eş-dost-akraba konusunu tartışmaya dahi açmıyor. Açarsa ne olur? Üniversitenin karakterli akademisyenleri bu duruma birinci ağızdan itiraz eder ve tüm yönetim kademesinin itibarsızlaşmasını sağlar. Peki itibarsız şekilde pozisyon alanlar için ne denebilir? "zaten kaybedecek birşey yok" demek en güzel tabir olsa gerek. Üniversitelere tekrar seçim gelmeden bu işlerin düzelme ihtimali sıfıra yakın. Sıfır olmama sebebi de; Allah'ın bir taktiri vardır, vuku bulursa o şekilde de düzelir.
    %93
    %7
    Yanıtla
  • Mehmet (3 ay önce)
    Kampüste etkinliklerde gezdiği yerde Lise müdürü gibi sağa sola kızan rektörlerde vardı zamanında, rektör nasıl seçilmeli diye görüş belirten eski rektörlerde var. Bende görüşümü sunayım. Makam aracını odasını konutunu protokoldeki yerini ve rektör ismini alın. Koordinatör diye yeni bir isim verin. Hukukçu eğitimci doktor ekonomist mülkiyetli 5 kişilik heyet kurun. Dekanları da fakülte koordinatörü yapın. Bu sayede insanları makamlardan kurtarmış işleri koordine edecek basit bir göreve getirmiş olursunuz. Sanki rektör yöneticilik ve bilimde ağzından ışık saçıyor çığır açıyor. Yıllardır üniversitede hiçbir değişim gelişim yok. Makam insanların elinden alınınca bakın kaç kişi aday olacak seçilmeye yönetim işinin yoğunluğuna
    %95
    %5
    Yanıtla
  • New Malatya (3 ay önce)
    Rektörlüğü bırakın şuanda üniversitede tüm aşamaları hakkınla geçtikten sonra öğretim görevlisi olmak için bile mutlaka adamının olması gerekiyor. Onuda geçtim milli eğitimde müdür yardımcılığı görevlendirilmesi için bile milletvekili valiye veya milli eğitime telefon açabiliyor eğitim sistemimiz maalesef bu haldeyken gelişmemiz çok mümkün değil.
    %87
    %13
    Yanıtla
  • Ahmet Şenoğul (3 ay önce)
    Üniversitenin bugünkü durumunun müsebbibi sen değil misin Cemil Çelik! Üniversiteye kalitesiz, dini görüşü biliminin önünde olan, bilimsel olarak beş para etmezleri sen doldurmadın mı? Hilmioğlu zamanında akademik olarak ilk 10 içerisinde olan üniversiteyi önce ilk 30 sonra ilk 40 arasına sen düşürmedin mi? FETÖ cüleri sen doldurmadın mı? FETÖ cülere yöneticilikler vermedin mi? Sırf rektör olmak için milletin önünde bir rektör olarak Çalık'ın elini öpmedin mi? Hayrola günah mı çıkarıyorsun? Kızılay da senin ektiğin ürünleri topladı, üniversiteyi ayak altı yaptı. Bu üniversite 20 senede zor toplanır.
    %81
    %19
    Yanıtla
  • Cahil (3 ay önce)
    Sayın Cemil hocam Yazı güzel kaleminize sağlık. Seçilmişler ve atanmıştır göreve geldikten sonra beden işin doğrusunu yapmıyorlar. Bilimin torpili yanlışı kaldıramayacağını bilmiyorlamdı. Ülkenin geleceğinin refahını bilim sayesinde olmadığını bilmiyorlarmı. Tabi ki biliyorsunuz. Ama bu ülkede seçilmişler ve atanmıştır hiç bir kuruma ve atamaya kriter koymuyorlar. Tek kriter atanma ve şeçilmede TORPİL. Tarikat, cemaat, ana baba, vekil bilimum torpil mekanizmaları tabi ki birde ispiyonculuk ve yalakalık yapanlarıda unutmayalım işlemeye başlıyor. Esas mesele darilfünundaki istifa etmeyen Mustafa Kemal Atatürkün bilimde önünü açmayan 6 kişinin istifa etmemesi ile başlamıştır. Keşke yurt dışındaki gelişmiş ülkelerin bilim sisteminide kısaca özetleseydiniz. Keşke Cafer hoca Fransa'daki üniversite sistemini ve rektörün konumunuda burada yazsaydı. Keşke bu ülkede doğrular %90 yalanlar %10 olsaydı. Bilim Bilim gibi yapılsaydı. Sahte tezler, sahte yayınlı ...... vatan haini öğretim üyeleri sisteme hakim olmasaydı. Keşke gelişmiş ülkelerdeki gibi bir bilim sistemimiz olsaydı. Bil Ülkenin geleceğinin bilim olması gerektiğini düşünme dileklerimle. Rabbim ilmi isteyene veriyor.
    %86
    %14
    Yanıtla
  • gazi (3 ay önce)
    cafer hoca fransadan gelmişti atanmalıydı seçilmeliydi
    %80
    %20
    Yanıtla