Hayrettin Abacı'nın Ardından..
Bir insan bir hukukçudan fazlasıydı. Bir de milletvekilliği hikâyesi var, seçilip gitmediği.
Adnan IŞIK Yazdı
Bir güzel insan daha, bize “Allah’a ısmarladık!” dedi: Hayrettin Abacı. 59-60 yıllık sevgi dolu bir arkadaşlığımız var. Cemil Sait Barlas’ın çıkardığı, Muzaffer Erdost’un yazı işleri müdürlüğünü yaptığı “Pazar Postası” günlerinde başladı dostluğumuz. Pazar Postası, bir yarısı politikaya, diğer yarısı edebiyata ayrılmış bir dergi idi. Bu dergide üç hikâyem yayınlanmıştı. Hikâyelerim hakkında, incitmeden eleştiriler yapar, fakat teşvik etmeyi de elden bırakmazdı.
*
Ben burada, onun fikrî mücadelesi, inandığı yoldaki “uzun yürüyüş”ü üzerinde durmayacağım. O’na ait, bir iki anımı anlatacağım.
1958 veya 1959 olabilir.
Malatya’da herkesin ondan kaçtığı günler… Vebadan, akrepten, yılandan kaçar gibi, herkes ondan kaçardı.
Ziraat Bankası-Dörtyol arasında dolaşıyoruz. Siyasetten, edebiyattan konuşuyoruz. Herhalde yazın son günleri.
“Hayrettin, bugün kayınvalidemlerde kavurma yapıyorlar, hadi oraya gidelim!” dedim. “Olur Adnan” dedi.
Kayınvalidelerin evi Sivas Caddesi’nde Kasım’ın Değirmeni’ne bitişik 7-8 dönümlük, meyvelik bir bahçede , tek katlı, kerpiç bir yapı..
Neyse, oraya gittik. Kavurmamızı yedik. Dallardan meyveler kopardık. Şöyle böyle, bahçede 1-2 saat geçirdik. Türkiye’yi kurtaracak (!) fikir alışverişlerinde bulunduk.
Üç-beş gün sonra yine kayınvalidelere uğradım. Rahmetli bana: “Ednan yavrum, sana bir şey diyecem ama bana küsmeyeceksin ha!..” dedi. Ben de ona: “Söyle kayınvalide, küsmem” dedim. Kayınvalide: “O getirdiğin herüfe eyi demiyler, bi daha onu bize getirme!” dedi.
Demek ki Hayrettin Abacı’yı tanıyan biri, yememiş, içmemiş, rahmetli kayınvalideme haberi ulaştırmış.
*
Yine ya 1958 ya 1959… Hayrettin Abacı ile Sait Çekmegil arasında bir Tevfik Fikret –Mehmet Akif tartışması var. Yer neresi, iyi hatırlayamıyorum ama genel durum tamamen gözlerimin önünde: Ortada bir masa. Karşılıklı olarak konulmuş iki sandalye. Birinde Hayrettin Abacı diğerinde Sait Çekmegil oturuyor. Çekmegil’in arkasında büyük bir kalabalık. Malatya’daki –Büyük Doğu Sempatizanları- salonu doldurmuşlar.
Hayrettin Abacı’nın sağında-solunda oturanları da tek tek sayıyorum: Adnan Işık, Burhan Cahit Ünal (Fırat İlkokulu Müdürü Fehmi Ünal’ın oğlu. Fransa’da okumuş, sol görüşlü bir fizikçi. Erdal İnönü’nün arkadaşı), Vedat Güray (Avukat, sonra savcı. Dişçi Cevdet Güray’ın oğlu), Ömer Erdoğan (Avukat), Hasan Özaydın (Hukukçu, sonra hâkim), Orhan Pak (Avukat), bir de Sümerbank Fabrikası’nda işçi, Yeşilyurtlu Kemal Kekevi.
*
Mimarlar Odası Malatya Şubesi’nin eski başkanlarından Ünal Özer anlatıyor: “Mimarlar Odası seçimlerinde Hayrettin abiyi daima kongreye çağırır, kongreyi yönetmek üzere onu başkan seçerdik. Kongrelerimizi olgunlukla, dürüstçe ve güler yüzle yönetirdi. Ona hiç kimse itiraz edemezdi. Zaten o daima; ben T.K.O.’yum derdi, yani Tek Kişilik Ordu.”
Evet, Hayrettin Abacı bir insandan, bir hukukçudan çok daha fazlasıydı.
*
Hayrettin Abacı’nın bir de Milletvekilliği hikâyesi var. Birçok Malatyalının, hele de genç neslin hiç bilmediği bir hikâye.
Onu da küçük oğlu İbrahim Sahir Abacı’nın bana gönderdiği 6 Mart 2017 tarihli mektuptan okuyup bilgi sahibi olalım:
"Adnan Abi,
1965 seçimlerinde uygulanan “milli bakiye” sistemi biraz karmaşık bir sistem. Sistemi ve babamı, o dönem yaşadıklarını kısaca anlatmaya çalışayım. Milli Bakiye Sistemi’nde, önce o seçim bölgesindeki toplam seçmen sayısının, o il için belirlenmiş milletvekili sayısına bölünmesiyle kaç oyla milletvekili seçilebileceği belirleniyor. Ancak partilerin, bir milletvekili çıkarmaya yetmeyen tüm Türkiye’de aldığı oylar toplanıyor ve o partinin yine milletvekili çıkarmasına yetmeyen ama oy oranı yüksek olan, az farkla kaçırdığı illere ekleniyor. Ancak diğer illerden alınan oylar da eklendiği için, bu durumda o partinin genel merkezine, seçilen milletvekilini belirleme yetkisi veriliyor.
Malatya da bu durumda… İşçi Partisi’nin aldığı oy, milletvekili çıkarmasına yetmiyor, ancak oy oranı yüksek olduğu için diğer illerden bakiye oylar eklenerek bir milletvekili kazanıyor. Bu durumda Malatya ile birlikte 2 il daha TİP milletvekili çıkarıyor.
Babamın durumu ise şöyle; TİP, seçim öncesi bir takım sendikacılara milletvekilliği sözü veriyor, ancak sendikacılar aday gösterilen yerden seçilemiyor, bu yüzden de bakiye oylarla kazanılan illerin milletvekilliği sendikacılara verilmek isteniyor.
Aybar “Hayrettin Abacı, milletvekili olarak kalsın, diğer 2 ilden gelen arkadaşları değiştirelim” diyor. Ancak o 2 kişi bırakmak istemiyorlar ve ısrarcı oluyorlar, tartışma büyüyor, bu defa Aybar durumu babama anlatıyor. Babam “Ben bırakırım” diyor. “Ben kendi ilimden yeterince oy alıp seçilmemişsem, partinin diğer illerden aldığı oylarla seçilmek zaten içime sinmez, siz dilediğiniz gibi davranabilirsiniz” diyor.
Aslında o da hayır dese kalacak, zaten Aybar milletvekili olarak kalmasını istiyor. Ama sendikacıların baskısı altında kalan Aybar çaresiz kalıyor.
Bu olayı anlatırken en çok Aybar’ın, babamın “ben çekilirim” demesinden sonraki hayret ve şaşkınlığını gülerek anlatırdı.
Sizden ricam, yazınızda vurgulamanız gereken şu; Babamın milletvekilliği elinden alınmadı, o kendi isteği ile (Hem yeterli oy alamadığı düşüncesiyle hem de partisini düşündüğü için) bıraktı, hiçbir zaman da pişmanlık duymadı…
Selamlar, saygılar.
İbrahim Sahir Abacı"
*
Yazımı son bir anıyla bitirmek ve bir fotoğraf ile süslemek istiyorum. Fotoğrafın (Aşağıdaki ilk fotoğraf) arkasında 5.12.2010 tarihi var: Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali’yle ilgili olarak Malatya’dayım. Geldiğim günden beri Hayrettin’i arıyorum, ama bulamıyorum.
5 Aralık Pazar… O akşam trenle İstanbul’a döneceğim (gelirken de trenle gelmiştim). Sabah erkenden çarşıya çıktım. Ziraat Bankası’nın önündeyim, ATM’den para çekeceğim. Bir de baktım, karşımda Hayrettin Abacı. Ben de bir sevinç, anlatamam. O da benim kadar sevinçli.
Görüş Gazetesi’ne gittik. Çocuklar kahve yaptılar, içtik, hasret giderdik. Fotoğrafımızı çektiler.
Son görüşmemiz bu oldu.
*
Ama Allah nasip etti, arkadaşım Bayram Durmuş’la İzmit’teki cenazesinde bulunup ona karşı son görevimizi yapabildik.
Sevgili arkadaşıma rahmet, kederli ailesine sabırlar diliyorum.