SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Nar Ağacının Gölgesine Emanet Ettik Hevalimizi

0
Güncellendi - 2015-12-27 13:56:59
Nar Ağacının Gölgesine Emanet Ettik Hevalimizi
A- A+ PAYLAŞ

Niyazi DOĞAN

dogannd@gmail.com

Malatya Belediyesi Basın Yayın Müdürü / gazeteci / dost / arkadaş / kardeş / ağabey / kardeşleşen arkadaş / çok sevdiği arkadaşlarına heval diye hitap etmekten keskin bir mutluluk duyan / özveri insanı / aydın cesaretine sahip hakikatli insan / özgürlükçü ruhuyla çevresine ilham kaynağı olan / biricik kızı Hatice’nin Sevgili Babası / Anadolu kadınının acıyla yoğrulmuş metanetini, 3 yıl aradan sonra ikinci evladını toprağa verme anında bile kaybetmeyen koca yürekli ananın evladı / Gerger’in / Adıyaman’ın / Malatya’nın yakışıklı çocuğu / her daim mazlumun ve mağdurun yanıbaşındaki güzel insan Cemal Aslan Anısına…

 

 
Ölümün imlasını hatırlattı bize. 
 
Şiddetle / yıkarak / ardından bıraktıklarının gözyaşına bakmadan…
 
Nicedir ağlamayı unutan gözlerimize ağlamayı öğretti yeniden…
 
Ömrümüzün ayrılıkların toplamı olduğu gerçeğini, yeterince derk edemediğimizi düşünmüş olsa gerek Ahmet Telli’den sonra, bir de o çarptı yüzümüze… 
 
Tamamlanmış cümleler daha az acı verir diyordu Çağan Irmak; doğduğu topraklardan koparılan / ayak izlerini taşıyan sokaklardan ayrılmak zorunda bırakılan / bir tür yaşayan ölülere çevrilen insanların öyküsünü anlattığı Dedemin İnsanları’nda…
 
Cümleyi / cümlesini tamamlamadan göç etti sonsuzluğa...
 
Cümlesi öksüz / yarım / eksik kaldı.
 
Tamamlayamadı.
 
Keşke cümlesini tamamlayabilseydi de öyle çıksaydı geri dönülmez yolculuğuna. 
 
Tamamlanmış cümle daha az acı verirdi çünkü. 
 
Böylelikle biz de teselli bulacağımız bir limana sığınarak daha az acı çekebilirdik.
 
Oysa keşkeler geçmişe dairdir / geri çevrilemez anlara / zamanlara aittir. 
 
Yani imkansız / mümkünsüz yakınmalara işaret eder keşkeler...
 
Ne ki, ‘Her insan ölecek yaştadır’. 
 
Cümlesini tamamlayıp tamamlamadığına bakmaz ölüm. 
 
Alıp götürür ölüm / keşkeler yararsız ve anlamsız artık…
 

 
Ölümün imlasını yeniden hatırladık onun sayesinde. 
 
Toprağın bağrına yürüyen oydu ama rakamların gücünün ifade etmekte zorlanacağı sayıdaki dostları / arkadaşları / sevenleri / kardeşleşen arkadaşları ve elbette ailesi de ölüme dokundu. 
 
Ölüm binlere dokundu onun apansız / bir Allah’a Ismarladık vedası fırsatı bile vermeyen gidişi ile…
 
Bir veda havası bile yaşayamadan yolculamak zorunda kaldık.
 
Ateş bu defa sadece düştüğü yeri yakmadı / çokça yüreği yaktı / yıktı / kimi yürekleri kül etti. 
 
Hilmi Yavuz, Nazım Hikmet şiirinde diyordu ya hani: 
 
Hüzün ki en çok yakışandır bize / belki de en çok anladığımız…
 
Kadere bakın ki, Nazım Hikmet'in öldüğü gün bizi kendisiz bırakan Cemal Aslan da, Hilmi Yavuz gibi hüznün bize çok yakışacağını düşünmüş olmalı ki, güzel Haziran’ı hüzün Haziran’ı yapıverdi bizim için. 
 
Ne diyordu Hasan Hüseyin Korkmazgil: Haziran’da ölmek zor...
 
İnanmayın siz şairin bu dizesine…
 
Bu kadar kolay ölüm 3 Haziran ‘da kayıtlara geçmedi mi Ey Haziran / Ey Şair?
 
Yoksa işime gelmediği için yanlış mı yorumluyorum şairi / şiiri, ne dersiniz?
 
Ama şairin aynı şiirdeki ne anlar acılardan / güzel haziran dizesine kimin itirazı olabilir… 
 
Anlasaydı acılardan güzel haziran, kendisini güzel hazirandan hüzün haziranına çeviren ölüme zaman ayırır mıydı hiç?
 

 
İnsan yalnız doğar / yalnız ölür, denir ya…
 
Ben bu ikisinin ortasına bir de ‘İnsan yalnız yaşar’ı eklemiştim. 
 
İtiraz eden olabilir / umurumda olmaz. 
 
Kalabalıklar içinde yapayalnızdır insan çoğunlukla. 
 
Her Koyun Kendi Bacağından Asılır Çağı’nda yalnız yaşar kaderini, insan…
 
Yalnız olmadığını gösterme çabası içinde olanlar ise yalnızlığın da ötesinde kendini kandırmakla mesai harcamaktadır.  
 
Para / pul / kat / yat / makam / kariyer / güç / şöhret / şişik ego / parlak sosyal statü / güçlü gibi görünen ama pamuk ipliğine bağlı piyasa endeksli ilişkiler insanın yalnızlığı karşısında etkisiz elemanlardır gerçekte.
 
İşte tam da insan yalnızlığının tavan yaptığı modern zamanlarda şiddetle ihtiyaç duyacağınız kişilik Cemal Aslan kişiliği / kimliği ve yüreğidir. 
 
Böyle bir dostunuz / arkadaşınız olduğunda siz isteseniz de yalnız insan sendromları yaşayamazsınız. 
 
Hastalıkta / sağlıkta / zor zamanlarda / çetin koşullarda / en yakınlarınızın bile ortadan kaybolup yardım taleplerinizin karşılık bulma ihtimalinin eksilere düştüğü durumlarda / umutsuzluklarda / bunalımlarda / zihninizde intihar felsefesine dair güzellemeler yapmaya başladığınız anlarda / demli bir çay eşliğinde iç dünyanızda kopan fırtınaları anlamlandırmak yolunda Diyojen misali gündüz vakti elinize fener alıp bir adam aradığınızda / gecenin bir vaktinde umutlarınızı çoğaltacak bir ses bulma muhtaçlığı içinde kıvrandığınızda yanıbaşınızda bitecek insan Cemal Aslan’dı.
 

 
İnsan - Ölüm ve Yalnızlık bağlamında söylemek gerek: 
 
Cemal Aslan’ın her faniye nasip olmayacak olan asıl zenginliği ise, yalnız ölmemesiydi. 
 
Şaşırtcı mı sizce bu yargım? Şaşırmamalısınız.
 
Çünkü, o ölüme yalnız yürümedi. Yüreklerimizin koca bir parçasını alıp götürüverdi kendisiyle birlikte. 
 
Ve o yürek parçalarımız, onun iyi bir insan / insanlık onurunu koruma yolunda mücadele veren bir kişilik olduğuna / kendisi için istemediğini başkası için de istemediğine / toplumun yararını kişisel yararından üstün tuttuğuna / kendisinden önce sorumluluğu altındaki personelin hakları için gayret gösterdiğine / aile bireylerinin mutluluğuna harcadığı çabadan daha fazla, bir bütün olarak dünya insanlığının mutluluğuna emek veren özveri insanı olduğuna / egoizmi değil paylaşımı yücelttiğine / işinde ve özel yaşamında ötekileştirmeyi kavramlar lügatinden çıkarıp çöpe atmak yolunda dirençli bir eşitlikçi olduğuna / nihai tahlilde iman etmiş bir Müslüman olduğuna şehadet ederek onu yalnız bırakmayacaktır. 
 

 
İnsani ve formal ilişkilerinde, inanç / dil / ırk / siyasi görüş / sosyal statü bağlamında kategorize etme saplantısından yalıtılmış ve önyargı tutsaklığından arındırılmış rafine bir yaklaşım içinde oldu hep. 
 
En karakteristik özelliği, zalimin karşısında mazlumun, mağrurun karşısında mağdurun yanında pozisyon almak / ezilene omuz vermek / yoksulla ortalama varlığını paylaşmaktı. 
 
Haksızlıklar ve yanlışlar karşısında ağır bedeller ödeyeceğini bile bile susmadı.
 
Susturulmak istendi kimi zaman / ama umudu tazeleyen gülüşü ve pozitif yaklaşımı kadar, hakikatin egemen kılınması için uzlaşmaz / çeliksi bir inadı vardı. 
 
Malatya Belediyesi’ndeki 18 yıllık emeği, aynı zamanda Malatya halkı yararına bir mücadele sürecidir.
 
Kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesine / yerel yönetimlerde artık normalleşen yolsuzluklara / adam kayırmacılığa / tek tipçi anti-demokratik yönetim anlayışına / eşitsiz hizmet sunumuna karşı verdiği savaş, bir devlet memurunun çok ötesinde halkına karşı sorumluluk duyan bir mücadele adamının karakterini taşıyordu özünde. 
 
Malatya Belediyesi’nin vicdanıydı o.
 
18 yılda 4 farklı belediye başkanı ile çalışırken, eğilmedi / bükülmedi. Başkanlara doğru bildiğini söylemekten, gerektiğinde ‘Yanlış yapıyorsunuz, bu yanlışınızdan dönmek zorundasınız’ demekten asla çekinmedi. 
 
Eskinin Malatya belediye başkanı, şimdinin AKP milletvekili Cemal Akın’ı sözde ‘Yılın belediye başkanı’ seçen kıytırık bir dergiden 4 bin ya da 5 bin tane belediyece satın alınması, böylelikle ‘Yılın belediye başkanı’ atraksiyonunun parasal bedelinin ödenmesi gerektiğinde, başkan Cemal Akın, bir hayli yüklü meblağın basın yayın müdürlüğü üzerinden ödenmesi talimatını vermiş, ancak basın yayın müdürü Cemal Aslan, yasa dışı olduğunu belirterek talimatın gereğini yerine getirmeyi reddetmişti. 
 
Tepe yöneticinin astığı astık – kestiği kestik olan belediyelerde, başkanın emrini yasadışı olduğu gerekçesiyle reddetmek, bu reddedişin yaratacağı faturayı ödemeyi de göze almak demekti. 
 
Fatura da hazırdı zaten. Cemal Akın, yasada yeri olmayan emrini yerine getirmediği gerekçesiyle istifasını istedi Cemal Aslan’ın. 
 
Tereddüt etmedi merhum. Aynı gün istifa dilekçesini makam masasına bırakıverdi onurlu / erdemli / cesur yürek bir hareketle.
 
İstifa cesurcaydı / ama istifayı isteyen makam istifayı kabul edecek cesarete sahip değildi. Dilekçeyi işleme koyamadı dönemin başkanı Cemal Akın. Sonrasında, ‘Yılın belediye başkanı’ faturası da bir belediye şirketi üzerinden ödendi / dosya kapandı…
 
Yine aynı dönemde, bir oldu-bitti operasyonu ile Malatya’nın içme suyunun uluslararası künyeli bir şirkete satılmasını / halka ait doğal bir zenginliğin küresel sermayenin tekeline girmesini engelleyen isimlerden biri yine Cemal Aslan'dı. 
 
İşte bu Cemal Aslan, Ahmet Çakır yönetimi iş başına geldikten kısa süre sonra 'Cemal Akın'ın adamı' tespitiyle (!) görevden alındı. 
 

 
Siyasi duruşu ve siyasi tercihini istikbal korkusuyla görünmez kılmadı. Tam tersine, Kürt-Zaza kimliği dolayısıyla sahip olduğu kültürel genlerin görünür olması konusunda hassasiyet gösterdi. Ama asla ırkçı bir söyleme ve böyle bir yaklaşıma yönelik arka plan psikolojisine sahip değildi. Onun için dil ve etnik köken farklılığı Türkiye’nin gücü ve enerjisiydi. Farklılıklar içinde birlikte yaşama kültürünün gelişip serpilmesi / demokrasi kültürünün tabana yayılarak kökleşmesi / siyaset dilinin barışa evrilmesi, bir bütün olarak Türkiye coğrafyasında barışın tesis edilmesi onun en büyük arzusuydu. 
 
George Orwell’in deyimiyle Malatya Belediyesi’nde ‘Düşünce Polisliği’ görevini üstlenen kimi muhterislerin ona çeşitli yaftalar yapıştırarak, kendi kifayetsiz adamlarına koltuk ayartma çalışmaları her dönem oldu ama, açık ve dürüst tutumu çoğu zaman belediye başkanları tarafından takdir edilerek bu oyunlara prim verilmedi. 
 

 
Tam bir müzik tutkunuydu.
 
Ahmet Kaya sevgisini anlatmaya gerek yok. Cevdet Bağca, Nurettin Rençber, Kıvırcık Ali, Zülfü Livaneli, Civan Haco Cemal Aslan’ın müzik portföyünde yer aldığını bildiğim, aklıma gelen ilk sanatçılar. 
 
Güzel / şık giyinmeyi severdi. Kış günlerinde bordoya çalan kırmızı boğazlı kazağı ve koyu renk ceketi onunla bütünleşen giyim tarzıydı. Güzel giyindiğini ve çok şık olduğunu söyleyenlere çay-kahve / çok yakışıklı olduğunu söyleyenlere yemek ısmarlardı. Ama bu ikramları övgüler için değildi elbet. Amaç güzel bir muhabbet ortamı yaratmaktı her zaman için. İnce Kent sigarası eşliğinde küçük bardakta demli bir çay onun en büyük zevkiydi. 
 

 
Çaktırmadan hayatımızın baş aktörlerinden birine döndüğünü ancak yokluğunun yarattığı acı ile fark edebildik. 
 
Hayatımıza sızmış / bağımlılık yaratmış / ama bunu ustalıkla gizlemişti anlaşılan. 
 
Ve şimdi… Kendisi yoktu / yokluğu vardı.
 
Bir de,  ailesinin / dostlarının / kardeşleşen arkadaşlarının zihin kıvrımlarında bir film şeridi misali oynaşan / bir anda flu bir geçmişin kıyısında anı sıfatı kazanan yaşanmışlıklar vardı.
 
Malatya-Adıyaman-Kahta güzergahından kıvrıla kıvrıla uzanan yollarla ve bahardan yaza geçişin şenlikliği ile renk-ahenk olan doğanın hüzünlü seyriyle cenaze konvoyu Gerger’e / ana-baba yurduna ulaştığında kopan feryat / figan ve ağıtlar evlerden taşmış, sokakları hüzün yurduna çevirmişti. 
 
Tam bu sırada, Ahmet Çakır yönetiminin ilk günlerinde gönül kırıcı bir yöntemle Malatya Belediyesi’ndeki görevinden alındıktan sonra eşi Avukat Gülay Demez ile birlikte Cemal Aslan’ın avukatlığını üstlenerek belediye yönetiminin hukuksuz işlemini mahkemeye taşıyan ve mahkeme kararıyla 9 Haziran 2010’da eski görevine dönmesini sağlayan Avukat Faik Demez "Cemal’im, 'Bu yaz sizi Gerger’e götüreceğim' diyordu. Kadere bak, o bizi getiremedi, biz onu memleketine, Gerger’e getirdik" şeklindeki konuşması Gerger Ulu Cami avlusundaki dostlarını bir kat daha hüzne boğan etki yaptı. 
 
Baba evinin yanıbaşındaki Ulu Cami’de cenaze namazı yüzlerce insanla kılındı.
 
Helallik alındı. ‘Nasıl bilirdiniz?’ sorusuna güçlü bir ‘İyi bilirdik’ vurgusu yapıldı sokaklara taşan insanlarca…’Hakkınızı helal ediyor musunuz?’ sorusuna ise kalplerin en ücra köşesinden gelen bir halis sesle kalabalıklar ‘Helal Olsun’ diye cevapladı. 
 

 
Yeryüzü cennetlerinden bir bahçede / 3 yıl önce bir trafik kazasında kaybettiği kardeşi Hüseyin’in yanıbaşındaydı mezarı. 
 
Sevenlerinin omuzunda getirildi camiden mezara kadar. 
 
Mitingleri aratmayan büyüklükteki kalabalık tabuta omuz vermek için yarışıyordu Gerger sokaklarında.
 
Yüzlerce insan yürüyordu sokaklarda ama ölüm sessizliği dedikleri bu olsa gerek, sinek uçsa sesi duyuluyordu adeta.
 
İndirildi tabut, ebedi âleme hicretin ilk durağına, mezarının başına…
 
Nar Ülkesi'nin güzel insanı Cemal Aslan’ı, hevalimizi / kardeşimizi / dostumuzu / ağabeyimizi Anadolu’nun bir cennet bahçesinde tepesinde bir nar ağacı olan mezarına yerleştirdik. Nar ağacına dalları mezara erişen bir dut ağacı da eşlik ediyordu. 
 
Mezarın başı doluydu. Herkes oradaydı ve bir kürek toprak atmak için yardımlaşıyordu. 
 
Toprak örttü üstünü / aramızda artık kalın bir toprak örtüsü vardı. Mezar biçim kazanmadan önce hece taşı yerleştirildi / etrafa dağılan topraklar özenle toplandı. 
 
Sonra Kur’an-ı Kerim ve dualar…
 
Üç yıl arayla evlat acısıyla yüreği yanan ve metanetle matemi harmanlamanın en güzel örneğini veren ana ise, durmaksızın dua okuyordu. Bir an duayı kesti ve Cemal’iyle konuştu: ‘Matırsa Camal ! Xade handi ta ya’ (Cemal korkma! Allah senin yanında) dedi. 
 
...
 
Ben ve Bakış Gazetesi Yayın Yönetmeni Güler Hazar çokça fotoğraf çektik mezarı başında.
 
Yaklaşık 2 yıl beraber çalıştığımız günlerden kalan bir alışkanlıkla hep 'Sayın müdürüm' diye hitap ederdim. 'Sayın Müdürüm senin cenaze töreni fotoğraflarını da mı çekecektim, bunu da mı yaşayacaktım?' diye bir soru gönderdim ona gizliden gizliye / kalpten kalbe giden görünmez yoldan. 
 
Yazı eşliğinde yayınladığımız fotoğraflar çektiğimiz resimlerin çok az bir bölümü. İki günden bu yana bu fotoğraflara defalarca baktık / bakıyoruz. Her defasında yeniden yaşıyoruz o anları ve her bakışımızdan sonra daha da inandırıcı oluyor hevalin gidişi...
 

 
Bir süre sonra kalabalık çekildi mezar başında. 
 
‘Cemal gittin de kalbin iyileşti mi şimdi’ diye ağıt yakan eşi ve kız kardeşleri kaldı. 
 
Anası da mezar taşını okşuyordu. 
 
Heval diye hitap ettiği çok az insandan biri olan can Arkadaşı Güler Hazar, beş yıl boyunca birbiri ile çok yakın çalışmış, acı-tatlı sayısız anı biriktirmiş Malatya Belediyesi eski özel kalem müdürü Mehmet Yıldırım ve ben, nar ağacından birkaç yaprak / birkaç çiçek kopardık…
 
Mezarının üzerine yerleştirdik usulca, nar ağacı yapraklarını.
 
Meyveye durmak yolunda ilerleyen nar çiçeklerini de toprağı hafifçe eşerek ektik mezara…
 
Fatiha gönderdik ruhuna…
 
Ve hevalimizi çok kültürlülük üzerine denemeleri içeren Nar Çiçekleri kitabının Kürt yazarı Mehmet Uzun’un köyüne karşı, yemyeşil bir bahçede nar ağacının gölgesine emanet ederek, çaresiz yeniden yola koyulduk. 
 
Onunla gelmiştik / onsuz gidiyorduk. 
 
Neylersin…
 
Cahit Sıtkı’nın dediği gibi:
 
Neylersin, ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında 
 
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah içiniz ve O’na dönüp gideceğiz) – Bakara Suresi Ayet: 156.  
 
Allah’ın rahmeti (bağışlayıcılığı) onun üzerine olsun…

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız