YORUM- HABER, Güler HAZAR: Bütün dünya Ocak ayından bu yana, 1918-1920 yılları arasında yaşanan, o sırada 2 milyardan az olan dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini hasta eden ve 20 ila 50 milyon arasında olduğu tahmin edilen kişinin ölümüne neden olan İspanyol gribinden sonraki en büyük salgın hastalık olan koronavirüs ailesinden Covid-19’un pençesinde kıvranıyor.
Çin’de ilk teşhis edildiği tarihten, bu yazının kaleme alındığı 8 Eylül 2020 tarihine değin, yaklaşık 27 Milyon 500 bini aşkın koronavirüs vakâsı meydana geldi. Yine aynı tarih itibariyle, yani 8 ay + 1 hafta içinde yaklaşık 900 bin insan Covid-19’dan hayatını kaybetti.
Bütün dünyada, bu kapsamda Türkiye’de koronavirüs tüm hızıyla devam ediyor; öyle ki dünya ölçeğinde dakikada ortalama 476 vaka meydana geliyor; 24 saatte binlerce Covid-19’lu hasta yaşamını yitiriyor.
Türkiye’de resmi açıklamalara göre; ilk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinden 7 Eylül 2020 tarihine kadar, 280 bini aşkın vaka görüldü; 6 bin 730 insanımızı da koronaya kurban verdik.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, Türkiye’de ilk Covid-19 ölümünün kayıtlara geçtiği 17 Mart 2020 tarihinde yaptığı açıklamasında yer alan, “Bugünler böyle sürmeyecektir, 1 buçuk 2 ay direnelim” şeklindeki umut verici sözlerinin üzerinden 7 ay geçti, tablo çok daha vahim bir hal aldı.
Ancak, Bakan Fahrettin Koca’nın bu sözlerinden hemen öncesinden bir cümlesi daha vardı: “Şayet tedbirlere uyarsak…”
Tedbirlere uyar gibi yaptık ama uymadık.
Salgın Malatya'da ve ülkede 'ölümcül' boyutunu giderek artırdı. Bunda en büyük etkenler, gerek ülke genelindeki malum nedenlerle gevşetilen önlemler, gevşek genel ve yerel yönetimler, tabi önemli ölçüde de kendisinin dışında başkalarının da hayatını hiçe sayan 'sorumsuz' vatandaş tipleri.
Özellikle, sokağa çıkma yasaklarının kaldırıldığı, “Yeni normal” döneminin başlangıcı olarak belirtilen 1 Haziran 2020’den sonra tümüyle gevşettik tedbirleri….
Salgın, her gün, her saat, her dakika şiddetini güçlendirirken, denetim için ön safta yeralan polis ve jandarmanın çabalarına rağmen, vatandaşlar olarak bizler, ısrarla ve inatla tedbirleri uymamak için direndik; mesafe kuralına uymadık, maske takmadık veya kolumuza taktık, el ve diğer hijyen kurallarına uymadık, devlet kurumları, bürokrasi, siyaset kurumları, siyasiler, STK’lar yani ülkeyi ve toplumu oluşturan tüm katmanlar salgına karşı yapılması gerekenin sadece bir bölümünü yaptı.
Vatandaş düğününden vazgeçmedi; halay keyfinde ısrar etti, toplu ve kalabalık pikniklerinden vazgeçmedi, parklarda iç içe oturmaktan vazgeçmedi, zorunlu olmadığı halde kent merkezindeki cadde ve sokakları kalabalıklaştırdı, siyasi partiler sonucu zaten belli il – ilçe kongrelerinde inat etti.
Salgınla mücadele için bir yandan maske, mesafe hijyen üçlüsüne sürekli vurgu yapılırken diğer yandan sermaye sahiplerinin daha fazla kazanmak uğrunda fabrikalarda yüzlerce işçiyi maskesiz, mesafesiz ve hijyensiz çalıştırmasına tek laf edilmedi.
En çarpıcı örneğini Malatya’da yaşadığımız gibi, belediyeler otobüs sefer sayılarını artırarak toplu taşımada yolcular arasındaki mesafeyi uzatmak yerine, tam tersine otobüs seferlerini düşürerek yolcuların burun buruna seyahat etmesinden asla rahatsızlık duymadı.
Yerel yöneticiler; onlarca şakşakçı ile ‘olağanüstü lüzumsuz’ açılış törenlerinden vazgeçmedi; buna karşılık etkisi sıfır olan maske – mesafe – hijyen uyarılarında bulundular. Bu uyarıların etkisi sıfırdı; çünkü bu kentin yerel yöneticileri, yaptıkları uyarıların gereğini kendileri bile yerine getirmiyordu. Birçok etkinliklerde maskesiz ya da 'çene üstü maske' fotoğrafları verildi.
Yerel yöneticileri, vatandaşı uyarıyordu ama bu uyarıların aksini yapmak konusunda ayrıcalıklı olarak konumlandırıyorlardı kendilerini.
Hal böyle olunca ülke genelinde ve bu kapsamda Malatya’da, teşhis ve tedavide sağlık çalışanlarının, denetimde de her şey çoğunlukla polis ve jandarmanın omuzuna yüklendi.
Malatya’ya odaklanalım:
Başta il sağlık yönetimi bürokrasisi, doktorlar, hemşireler ve hastabakıcılar olmak üzere, tüm sağlık çalışanları Mart ayından bu yana Malatya’da, gerçek anlamda, Malatya için “olmak ya da olmamak” mücadelesi veriyorlar.
Malatya’da, vatandaşın çok basit maske – mesafe – hijyen üçlemesi konusundaki sorumsuzluğuna ve duyarsızlığına ilave olarak yerel yöneticilerin salgın karşısındaki yetersizlikleri, tutarsızlıkları sağlık çalışanları için adım adım kabus dolu günler hazırlarken, son haftalarda hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin Covid-19 hastalarıyla dolması, birçok servisin Covid-19 servisine dönüştürülmesi sağlık çalışanlarının işinin ne kadar zor olduğunu somut biçimde gösteriyor.
Sağlık çalışanlarının gelinen noktada tükenmişlik duygusuyla zihinsel ve bedensel yorgunlukla baş etme mücadelesinde, hem vatandaşlar olarak bizlerin sorumsuz davranışı hem de yereldeki bir kısım yöneticilerin salgınla mücadeledeki yetersizlikleri üst üste gelince ortaya çıkan tabloya karşı, insan üstü bir gayretle Malatya’ya hizmet eden İl Sağlık Yönetimini ve tüm sağlık çalışanlarını takdir etmek ve bu takdirle onlara güç- moral verecek bir motivasyon sağlamak gerekiyor.
Malatya Sağlık İl Müdürlüğü, eldeki imkânlar, hastanelerin donanımı ve kapasiteleri, eldeki insan kaynakları çerçevesinde ve üst makamların salgın politikası doğrultusunda mümkün olanın en iyisini yapmanın mücadelesini veriyor…
Ancak, korona salgını bağlamında kriz yönetiminin Malatya boyutundaki sorumluluğun ve yükün, sadece, Malatya İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Recep Bentli başta olmak üzere, hastane yöneticileri, doktorlar ve diğer sağlık çalışanlarının yanı sıra güvenlik personelinin omuzlarına yüklenmiş olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.
Oysa bu salgınla mücadelede başarı için, Malatya’yı yönetenler ile Malatya’da yaşayan herkesin elini taşın altına koymasını gerekiyor. Fakat bu gerekliliğe ve hatta zorunluğa rağmen, bugün Malatya’nın salgında yaşadığı böylesine kritik tabloda bundan söz etmek mümkün değildir.
Kısacası, koronavirüse dair her şey önce Malatya İl Sağlık Müdürlüğü yönetimine ardından, doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, kısacası sağlık çalışanları ile güvenlik görevlilerine ihale edilmiş görünmektedir.
Bu anlamda, öncelikle Malatya İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Recep Bentli olmak üzere, Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde, Hasan Çalık Devlet Hastanesi’ndeki doktorların, hemşirelerin, hastabakıcıların, temizlik hizmeti sunanların, güvenlikçilerin yaptıkları hizmeti Atatürk’ün saf milliyetçiliği çok güzel tarif ettiği “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır” sözüyle tarif etmek doğru olacaktır.
İlginç olan ise, işini iyi yapan ya da elindeki imkânlarla iyi yapmaya çalışan sağlık çalışanları bir yandan; bir doktor tarafından ‘yönetilen’ İnönü Üniversitesi’ndeki bir ‘öğretim üyesi’ tarafından ‘tehdit’ olarak tanımlanırken, diğer yandan bazı çevreler de, Malatya İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Recep Bentli’nin, fakir –zengin ayırt etmeksizin, tüm hastalara eşit yaklaşım hassasiyetine sahip olması yerine, bazı hastalara sosyal ya da ekonomik konumları nedeniyle ayrıcalıklı davranılmasını istiyor. Prof. Dr. Bentli de doğal ve etik olarak bunu reddettiği için işte bu tiplerin ve çevrelerin saldırılarına uğrayabiliyor.
Sağlık çalışanlarına yönelik bu itham ve saldırılara Malatya kent yöneticilerinin sessiz kalması, sağlık çalışanlarına yönelik ‘tehdit oluşturuyorlar’ şeklindeki zırva itham karşısında susmaları, Malatya’da koronavirüse karşı gece gündüz çalışan sağlık camiasının illaki motivasyonunu da bozuyor.
Halbuki Malatya kent yöneticilerinin şunu iyi bilmesi gerekir: Bu mücadele sadece sağlık çalışanlarının, polis ve jandarmanın fedakarlığı ile, onların alın teri, onların uykuyu unutan özverisi ile değil, Malatya kent yöneticilerinin, yönettikleri kurumların hep birlikte topyekûn elini, hatta bedenini taşın altına koymasıyla başarıya ulaşacaktır.
Yeni Malatya Gazetesi- malatyahaber.com