Hakikatli Bir Malatya Sevdalısının Ardından
Kimisi için aşktır Malatya, tüm varlığıyla emrindedir aşkının… İşte tam da o kişiydi..
Niyazi DOĞAN dogannd@gmail.com
Bu kentte, arada bir de olsa çevrenize bakın, haberleri okuyun, yerel gazeteleri tarayın, yerel televizyonları izleyin, siyasi parti yetkililerinin nutuklarını dinleyin, bürokratlara, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerine kulak verin; göreceğiniz şey memlekette yokluğu asla hissedilmeyen / mebzul miktarda piyasaya sunulan memleket aşkı / Malatya sevdasıdır.
Kimisinin Malatya için yapmayacağı fedakârlık yoktur, kimisi kayısı için akan suları durdurur, kimisi için aşktır Malatya, tüm varlığıyla emrindedir aşkının…
Kimisi dağına /taşına /sularının akışına/ börtü böceğine kurbandır Malatya’nın, kimisi de hayatını adamıştır Malatya’ya hizmet için…
Kimileri Malatya ekonomisini şaha kaldırmak için gecesini gündüzüne katmıştır, kimileri de akademide / eğitimde/ ticarette / tarımda / kültürde / sanatta / turizmde Malatya’yı bir numara yapmanın mücadelesindedir…
Orhan Veli’nin “Neler yapmadık şu vatan için! Kimimiz öldük; kimimiz nutuk söyledik” şiirini kriter alırsak eğer, bu muhteremler her daim “Vatan için, dolayısıyla Malatya için ölenler” kategorisindedir.
Oysa çoğunlukla hakikat görünenin / söylenenin tersidir.
Memleket için ölümüne çalıştıklarını, ölüp-bittiklerini ve bundan büyük mutluluk duyduklarını ileri sürenler, çoğunlukla ve gerçekte Orhan Veli’nin şiirindeki “Vatan için nutuk söyleyen”ler kategorisindedir.
Mesela bunlar, Malatya’nın her biri üretim ve istihdam merkezi olan fabrikaları vandalca yok edilip sermaye ve tüketim mekânlarına dönüştürülürken suskundur / hatta suça ortaktır.
Malatya’nın tarımı, tarımsal toprakları üç-beş müteahhitin banka hesabını şişirmek için yok edilirken, meraları / yaylaları taş ocaklarına, otomotiv şirketlerine, villa heveslisi taşralı politikacılara peş-keş çekilirken suskundur / dilsizdir.
Mesela, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dikey mimari yerine yatay mimari” konusundaki tüm ısrarlı çıkışlarına muhalefet edercesine, Malatya Büyükşehir ve ilçe belediye meclislerindeki gündem maddelerinin çoğunluğunun kat arttırımından ibaret olması, Malatya kent merkezindeki en yeşil alanın “Yeşil Kuşak” sloganıyla betonlaştırılması, yerel yönetimlerin kent suçu işlemek konusunda pervasızlığına sadece iki basit örnektir.
Mesela bu nutukçu zevat, yöneticisi oldukları kurumları temsilen, milyonlarca kelime israfı yaparak, merkezinde Malatya kayısısının olduğu nutuklar atar, ama yaşamını kayısıya adamış bir akademisyenin kayısıya dair kitabını yayımlamayı, belki de kayısının kronik sorunlarına çözüm olacak bir akademik proje için bütçelerinden 5-10 bin TL ayırmayı asla düşünmez ve kabul etmezler.
Bu zatlar, Malatya kent ekonomisini / sanayisini uçuşa geçirdiklerini ileri sürerler ama, Malatya Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki en büyük işverenin / istihdam sağlayıcı firmanın tüketiciye yönelik hizmet veren çağrı merkezleri, en büyük mekanların kargo şirketlerine ait depolar olduğunun farkında olmadığımızı düşünürler mesela…
Bu bağlamda görünenle gerçeklik arasındaki derin çelişkileri ortaya serecek sayısız Malatya ironisi örneği verilebilir.
Ancak bu yazıda asıl konumuz bu değil.
Malatya’nın hakikatli insanları da yok değil.
Şimdilerde nesli tükenmekte olan bir türe dönüşmeye başlamış olsa bile, Malatya’ya hizmeti hayatlarının biricik anlamı düzeyine çıkaran, sessiz sedasız / gürültüsüz / nutuksuz biçimde ait oldukları topraklar için özveriyle çalışan, varlığını gerçekten memleketine armağan eden az da olsa hakikatli insanlarımız / değerlerimiz var.
Bu değerlerimizin birçoğu bugün aramızda ayrılarak ebediyete intikal etmiş olsa da yaşarken bu topraklara yaptıkları büyük hizmetler, onların unutulmazlığının teminatı olacaktır.
İşte bu isimlerden biri de 22 Mayıs 2019 tarihinde Malatya Huzurevi’nde yaşamını yitiren Mustafa Geban’dır. (Aşağıdaki fotoğrafta)
Mustafa Geban’ı iki cümle ile özetlemek gerekirse, onun için “hakikatli bir Malatya sevdalısı, Malatya kayısıcılığının bilimsel ve yılmaz savaşçısı” demek yanlış ve abartı olmayacaktır.
Ancak Mustafa Geban’ın Malatya ve Malatya kayısıcılığına yaptığı hizmetlerin bilinmesi, kayıtlara geçmesi ve vefa duygusunun gereği olarak iki cümleden çok daha fazlasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Zira o, bir ziraat mühendisi olarak, günümüzün Tarım İl Müdürlüğü niteliğindeki Teknik Ziraat Müdürlüğü’nde çalışırken, “Ziraat mühendisleri masa başında görev yapamaz; sahada olmalıyız, ağaçla, toprakla, suyla buluşmalıyız. Ziraat mühendisinin tarımla, ağaçla ilişkisi hasta – doktor ilişkisi gibidir. Bizim hastalarımız da kayısı ağaçlarıdır, topraktır. Kayısı ağaçları, toprak, bitkiler bizim görev yaptığımız kuruma gelemeyeceğine göre biz onlara gitmek zorundayız. Tabii bir ziraat mühendisi olarak devletten aldığımız maaşı helal ettirmek istiyorsak…” dediği için, sistemi (!) bozmakla itham edilmiş, yıldırılmış ve çalışamaz hale getirilmiş, iki satırlık dilekçeyle istifa ederek, resmi bir memur sıfatı olmadan, herhangi bir karşılık beklemeden Malatya köylüsünün, tarımının, kayısısının emrine amade biçimde tek kişilik bir ordu gibi hizmet üretmiştir.
Mustafa Geban, 1939 yılında, çok eski olmayan bir tarihte “Yeşil Malatya” nitelemesinin içini dolduran, şimdilerde ise yerel yönetimler-müteahhit-vatandaş üçlemesinin aymazlığı ile betona kesilen Tecde Mahallesinde doğdu. Lise öğreniminden sonra o dönemin en prestijli üniversite ve fakültelerinden biri olan Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni kazandı; buradan 1966 yılında mezun oldu.
Ziraat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Malatya Kayısı Araştırma İstasyonu’nda çalışmaya başlayan Mustafa Geban 1973 yılında, dönemin Malatya Valisi Sadullah Verel ve Belediye Başkanı Mehmet Kırçuvaloğlu’nun himayesinde, Malatya Fuar Kurma ve Turizm Derneği’nin tarafından düzenlenen 1. Malatya Kayısı Şenliği Tertip Komitesi yönetiminde yer aldı.
Malatya’da kayısı entegre tesisi kurulması fikrini ilk ortaya atan ve 1973 yılında faaliyete başlayan Kayısı Kurutma Fabrikası için mücadele eden Geban, 1978 yılında Malatya Tarım İl Müdürlüğü’ndeki görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı.
İstifa etmesinin arka planında, “Ziraat Mühendisleri şehirde, masa başında değil, köylerde çalışmalı. Köylere, köylüye gitmeliyiz” önerisi ve bu önerisiyle örtüşen biçimde dağ-taş, dere – tepe demeden köyleri gezip bir ziraat mühendiasi olarak kayısı yetiştircisini bizatihi yerinde aydınlatan sıra dışı hizmet anlayışıydı. Dönemin yöneticileri, Mustafa Geban’ın son derece anlamlı ve değerli bu önerisini “Huzuru bozmak” olarak niteledi ve idari soruşturma açtı; bakanlıktan müfettiş istedi. Aslında, bozulan “huzur” değil, Malatya yerel bürokrasisinin “salla başını al maaşını tezgâhıydı”. Tezgâhın sıhhat ve selameti için Mustafa Geban kurban verilmeliydi.
Ama Geban’ı tanımıyorlardı. İki satırlık istifa dilekçesini yazdı ve huzuru, pardon tezgâhı bozulan yöneticilerin yüzlerine fırlatarak devletle ilişiğini kesti.
Tarım İl Müdürlüğü’nde iken, bugünün olanaklarında bile olağanüstü bir efor gerektiren, biraz da Malatya divanesi olmayı zorunlu kılan bir aşkla, sırtına yüklediği ilkel bir sinema makinesiyle Malatya’nın köylerini tek tek gezdi ve bakanlıktan getirdiklerinin yanı sıra kendi parasıyla satın aldığı tarım eğitim filmleriyle köylülere tarımın, sulamanın, ağaç bakımının, zirai mücadelenin, bitki korumanın, yabancı otlarla mücadelenin, kayısı yetiştiricilik ve hasadının yol ve yöntemlerini anlattı / öğretti.
Gittiği her köyde, yazlık sinema misali, ortamı hazırlıyor, tarım eğitimi filmini oynatıp izlettiriyor, daha sonra kendi yorumlarıyla köylüye yol-yöntem gösteriyor, akademik bilgi aktarıyor, pratikten doğan deneyimlerini ifade ediyor, nihayetinde ise köylülerin sorularını cevaplandırıyordu.
Bu mücadelesini, Teknik Ziraat Müdürlüğü’nden istifa ettikten sonra, farklı araçlarla ve bireysel gücüyle sürdürdü.
Başta Görüş Gazetesi olmak üzere Malatya’nın yerel gazetelerinde kayısı yetiştiriciliği, Malatya kayısısının sorunları ve çözüm önerileri, pazarlama teknikleri üzerine sayısız yazıya imza attı.
Bununla da yetinmedi, üniversiteye hazırlanan öğrencilere verdiği derslerden kazandığı cüzi parayla sadece Malatya kayısıcılığına odaklanan “Altun Kayısı” adlı bir gazete çıkardı.
Bugün bile Malatya kayısıcılığının temel sorunları olmaya devam eden hususları 1970’li yılların başından itibaren teşhis ederek, sorunların çözüm listesinde birinci sıraya üretici örgütlenmesinin zorunluluğunu koydu ve sermaye odaklarının sömürü faaliyetlerinin akamete uğratılabilmesi için üretici kooperatiflerini savundu.
Mesleğe başladıktan birkaç yıl sonra Malatya kayısıcılığına dair yaptığı araştırmasının girişinde kayısı üreticisinin yaşadığı sorunların arka planına ait fotoğrafı şu sözlerle çekiyordu: “Malatya’nın temel ürünü olan kayısının, çiçek halinden pazardaki vitrine, fideden meyve veren ağaç durumuna gelinceye kadar geçirdiği çok çeşitli safhaları vardır. Kayısı üreticisinin ekonomik yapısını, iklim şartları, sulama olanakları, hastalıklarla mücadelede alınan sonuç, kredi ve pazarlama imkânları büyük ölçüde etkiler. Henüz bir örgütte toplanmaktan yoksun olan kayısı üreticilerinin çoğunluğu, uğraşını ilkel şartlarda sürdürmektedir”.
Malatya Kayısı Festivali’nin fikir babalarından olan Mustafa Geban, bugünlerde de yapılıp yapılmaması, yapılacaksa içeriğinin nasıl olacağı bağlamında halen tartışma konusu olan festivalin varlık ve düzenlenme amacından saparak bir bürokratlar törenine dönüştüğü yolunda eleştirilerini esirgemiyordu.
Malatya’nın edebiyat ve gazetecilik alanında hatırlanması gereken bir başka değeri Necati Güngör, 22 Temmuz 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde 15. Malatya Kayısı Festivali’ne ilişkin “Kayısı Şenliği mi Bürokratlar Töreni mi?” başlıklı yorumunda, şenliğin öncü kadrosundan Mustafa Geban’ın düşüncelerine ayrıntılı biçimde yer vermiş, hatta, yazının başlığını Geban’ın sözünden çıkarmıştı. Necati Güngör şöyle aktarıyordu Mustafa Geban’ın Kayısı Festivali’nin amacından sapmasına ilişkin eleştirilerini: “Malatya'da bir kayısı şenliği düzenlenmesi fikrini ilk kez ortaya atan Ziraat Mühendisi Mustafa Geban, şenliğin nicedir amacından saptığını, bir bürokratlar törenine dönüştüğünü söylüyor. Geban, şunları anlatıyor: "İlk kez 1973'te gerçekleştirdiğimiz Kayısı Şenliği'nin amacı, yerel değerlerin tanıtılması ve yerel motiflerin öne çıkarılmasıydı. Bu amaçla kentin ileri gelen kişileriyle bir dernek kurduk. Malatya Fuar ve Kayısı Bayramı Derneği. Bir amacımız bölgede bir fuar etkinliği yaratmaktı. Başka bir amacımız ise kayısı üreticilerinin birliğini sağlamaktı. Tariş gibi, Fiskobirlik gibi, üreticileri bir araya getirecek bir çatı oluşturmaktı. Festival dolayısıyla birkaç yıl bu doğrultuda şenlik yapıldı. Sonra dernek bu yükü kaldıramaz oldu. Bizler olayın dışında kaldık. Son yıllarda da belediye ve vilayet üzerine aldı. Şimdi yalnızca valilik yapıyor bu görevi. İsteyerek mi yüklendi valilik, orasını bilemiyorum. Bildiğim şu ki durağan kalıplar içinde belli bir kesimin eğlencesi haline dönüştü Kayısı Şenliği”.
Mustafa Geban, memuriyetten istifa ettikten sonra, medar-ı maişet motorunu çalıştırabilmek için 80’li yılların başında bir süre, o zamanlar sayısı çok az olan dershanelerde öğretmenlik yaptı. Ancak dershane yönetimlerinin parasal konulardaki eli sıkılığı Geban’ın dershanelerden de uzaklaşmasına neden oldu. Daha sonra, lise ve üniversite sınavlarına hazırlanan öğrencilere bireysel matematik, geometri, fizik, kimya dersleri verdi. Buradan kazandığı son derece mütevazı parayı da yine geçim için değil, memleket için harcadı.
Kendisine zor zamanlarda kol kanat geren yakın arkadaşı, eski Malatya Ticaret Borsası Genel Sekreteri Hanifi Hakverdi ve Görüş Gazetesi’nin entertip dönemi dizgicisi Şenol Yalvaç’ın anlatımına göre, Mustafa Geban’ı yemek yerken görmek çok zordu. Bu alanda iki tutkusu vardı: Ağzından düşürmediği Samsun Sigarası ve her an sıcak, taze, ateş üzerindeki çay.
Çay – Sigara – Kayısı belki de onun tutku üçlemesiydi.
Mustafa Geban 1980’li yılların ortalarından 1990’lı yılların ortalarına kadar Görüş Gazetesi’nin matbaasının demirbaşıydı adeta. Görüş Gazetesi’ndeki kayısı yazılarının yanı sıra gazete matbaasının her işiyle ilgilenirdi. Geç gelen, hasta olan matbaa personelinin boşluğunu doldurur, gerektiğinde emektar Heilderberg baskı makinesine gazete kâğıdını yükler, gerektiğinde merdaneleri yıkar, hatta baskıcı Hüseyin abi o gün gelememişse baskıyı bile yapardı. Matbaa işlerinin yanı sıra, baskı ve dizgi makinelerinin gürültüsü arasında üniversiteye hazırlanan bir öğrenciye ders verirdi. Ancak, anlattıklarının öğrencide karşılık bulmadığını ve öğrencinin ilerleme sağlamadığını anladığı anda, öğrencinin babasını çağırır, o zamana kadar aldığı ders ücretini iade eder ve öğrenciyle olan ilişkisini keserdi.
Görüş Gazetesi için ustalıkla bulmaca hazırlardı. Hazırladığı her bulmacanın çözümü adam akıllı bir bilgi birikimi gerektiriyordu. O dönemler, henüz cep telefonlarına tutsak olmadığımız yıllardı ve bulmaca çözmek başlı başına bir faaliyet ve uzmanlık alanıydı. Böyle bir ortamda, Mustafa Geban’ın Görüş Gazetesi için hazırladığı bulmacaların özel tiryakileri vardı.
Mustafa Geban’ın devlet memurluğundan ayrılmasından sonra, en yakınlarından biri Görüş Gazetesi’nin o dönemlerdeki yazı işleri müdürü Celal Yalvaç oldu. Malatya gazeteciliğinin duayen ismi, Malatya yerel / siyasal / sosyal ve kültürel tarih yazıcılığının mihenk taşı Celal Yalvaç, Mustafa Geban’ın çalışmalarına her tür desteği verdi. Yalvaç, Geban’ın entelektüel çalışmaları için ve gündelik yaşamında moral-motivasyon ve büyük destek kaynağı oldu. Geban’ın vefat haberini Celal Yalvaç üstadımıza verdiğimde kadim bir dostunu kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşadı.
Süleyman Özerol, 17 Temmuz 2016 tarihli “Celal Yalvaç Üzerine” başlıklı yazısında, Celal Yalvaç’ın bürosunun müdavimlerini anlatırken Mustafa Geban’a da yer verir. Süleyman Özerol, söz konusu yazısında “Malatya’da kayısıyı altmışlı yıllarda gündeme oturtan Ziraat Yüksek Mühendisi Mustafa Geban, farklı düşünceleri ve görüşleri ile ayrı bir kişilikti” şeklindeki ifadeleriyle, Geban’ın hakkını teslim eden bir kadirşinaslık göstermiştir.
Bu yazıya ilişkin hazırlık yaparken, üstadımız / saygıdeğer Celal Yalvaç, Ziraat Fakültesi Eski Dekanı Prof. Dr. Bayram Murat Asma, Malatya kayısıcılığına uzun yıllar emek veren, eski Malatya Ticaret Borsası Genel Sekreteri Hanifi Hakverdi ve Görüş Gazetesi matbaasının entertip dönemi emekçisi Şenol Yalvaç ile görüştüm. Hepsine teşekkürlerimi iletiyorum katkıları için.
Prof. Dr. Bayram Murat Asma ve Şenol Yalvaç’tan edindiğim bilgileri yazı içinde harmanladım. Celal Yalvaç üstadımız ise şunları anlattı bana:
“Mustafa Geban… Çok dürüst, namus timsali bir adamdı. Çok güvendiğim bir kişiliği vardı. Malatya kayısısı için çok mücadele etti. Adeta hayatını kayısının dünyada en iyi noktaya gelmesine adamıştı. Kayısı Şenlikleri’nin yapılmaya başlanmasında büyük emeği oldu. Hayatı okumak, yazmak, düşünmek üzerineydi. Çok iyi bir öğretmendi aynı zamanda, en iyi eğitimi verenlerden biriydi. Huzurevinde de elinde kitap – dergi düşmezdi. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun”.
Eski Malatya Ticaret Borası Genel Sekreteri Hanifi Hakverdi, Mustafa Geban’la uzun yıllara dayanan dostluğundan geriye kalanları anlatırken daha fazla detay verdi. Bu nedenle bu detayları doğrudan Sayın Hanifi Hakverdi’den aktarmanın daha faydalı olacağını düşündüm.
Mustafa Geban, yaşamının son yıllarını Malatya Huzurevi'nde geçirirken, tüm varlığını adadığı Malatya kayısılarının, çiçekten meyveye durduğu bir Mayıs günü sessizce göçtü ebediyete. Geride, bize miras olarak "Riyasız / çıkarsız memleket sevgisi nasıl olur? sorusunun cevabını bırakarak gitti. Sözü, yakın arkadaşı Malatya Ticaret Borsası Başkanı Hanifi Hakverdi'ye bırakmadan önce, Mustafa Geban'a Allah'tan rahmet diliyor, mekânı cennet olsun diyorum. "Şüphesiz biz Allah’tan geldik tekrar Allah’a döneceğiz" (Bakara 156).
Not: Bu arada, 2005 yılında, Ziraat Mühendisleri Odası Malatya Şubesi Başkanı Fevzi Çiçek ve yönetim kurulunun “Meslekte 35 yılını dolduran ziraat mühendisi” olarak Mustafa Geban’a vefa örneği sergileyerek plaket takdim etmiş olması da alkışı hak eden bir jest olmuştur (Aşağıdaki fotoğrafta). “Marifet iltifata tabidir”. Hakikatli insanlara çelme takmanın, onları yok saymanın, engellemenin milli spora dönüştüğü, kişisel çıkarlar değil memleket yararı gözeterek çalışmanın “ahmaklık” biçiminde etiketlendiği bu şehirde, bu tür jestler umutların az da olsa canlı tutulmasını sağlıyor.
Ziraat Mühendisleri Odası Malatya Şubesi'nin organize ettiği "Türkiye'de Tarım Eğitiminin Başlamasının 161. Yıldönümü" kutlamaları kapsamında, 2005 yılında Mustafa Geban'la birlikte meslekte 35 yılını dolduran ziraat mühendisleri Hamza Kandi, Ziya Kılıç, Cahit Karadeniz, Servet Önal, Yaşar Özgül, İsmail Pektaş, Faruk Duttokmağı ve İlhan Aytemiz'e de plaket sunulmuştu. (Aşağıdaki fotoğrafta)
Yakın Arkadaşı Hanifi Hakverdi Mustafa Geban'ı Anlatıyor
“Mustafa Geban’ı ben 1970’li yıllarda tanıdım. Bu yıllarda Fuar Kurma ve Turizm Derneği adlı bir derneğimiz vardı. Bu dernek Kayısı Şenliği’ni düzenlemek amacıyla kurulmuştu. Kurucuları ve yöneticileri arasında, gazeteciler Erhan Kırçuval, Orhan Apaydın, Hasan Anlar, Hadi Çekirdek, Dr. Sadık Özen, Ertaç Önal ve Mustafa Geban vardı. Geban, derneğin en aktif yöneticilerinden biriydi. Malatya kayısısının Türkiye ve dünyaya tanıtılması için çırpınan bir insandı. Ben kendisini çok severdim. Çok dürüst, çok zeki, matematik kafasına sahip, sürekli toplum yararına fayda üretmek için çabalardı.
1973 yılında Kayısı Şenlikleri’ni organize etmeye başladık. 1974’de Kayısı Şenliği’ni yaparken Kıbrıs Barış Harekâtı oldu. Şenliği tabii kayısının olgunlaşma zamanı olduğu için Temmuz ayında yapıyorduk. Kıbrıs Harekâtı da hatırlarsanız 1974 yılının Temmuz ayında yapıldı. O yıl, festivalde özellikle dışardan gelecek misafirler için büyük miktarda içli köfte yaptırdık. Malatyamızın misafirperver aileleri, kadınları büyük fedakârlıkla Kayısı Şenliği’nin güzel geçmesi için yemekler konusunda büyük katkı yapıyorlardı. Malatyalılık kimliğinin onuru olan o güzel insanlarımızı şimdi minnetle anıyorum tabii. Kayısı Şenliği o yıl Kıbrıs Harekâtı’ndan dolayı yapılamadı. Ama elimizde büyük miktarda Malatyamızın meşhur içli köftesi vardı. Ne yapacaktık şimdi o güzelim içli köfteleri? İşte Mustafa Geban orada bir anda çok güzel bir öneri getirdi. Kıbrıs’a sevk edilen askerlerimiz Doğu’dan Malatya’ya gönderiliyor, buradan da Mersin’e gidiyorlardı. Mustafa Geban dedi ki, “Arkadaşlar, içli köfteleri şenlik misafirlerinden çok daha önemli insanlarımıza dağıtmaya ne dersiniz? “Kim o insanlar?” diye sorduk. Mustafa Geban, “Askerlerimiz Kıbrıs’a gönderilirken Malatya’da geçmiyor mu? “Evet” dedik… “Eee, bu gençlerimizden daha değerli misafir olabilir mi?” dedi bize. Çok güzel bir teklifti bu; bulduğu çözüm için çok sevindik. İçli köftelerimizi aldık Valilik binasının önüne taşıdık. Burada, askerlerimizi taşıyan otobüsleri durduruyor, ikramda bulunacağımızı söyledikten sonra içli köfteleri askerlerimize dağıtıyorduk. Bu dağıtım işi köfteleri bitirinceye kadar birkaç gün sürdü. Askerlerimiz çok mutlu oluyordu, eminim ki hayatta kalan askerlerimizin damaklarında Malatya içli köftelerinin tadı hala duruyordur. Çünkü o anlar çok özel anlardı, vatani görevlerine giden gençlerimize sahip çıkıyorduk, tabii ki kumanyaları vardı, ama Malatya’da, Malatya’nın en güzel yemeği ile karşılanıyor olmaları onları çok sevindiriyordu. Bu unutulmaz anları Mustafa Geban sayesinde yaşadık.
Mustafa Geban çok az konuşan, konuştu mu susmayan, kendisine ya da bir başkasına karşı yapılan haksızlıklara asla taviz vermeden karşılık veren bir insandı. Sadece kendisine yönelik haksızlıklara değil, haksızlığa kim uğramış olursa olsun o haksızlığa müdahale ederdi. Haksızlığa asla tahammül edemezdi.
Kayısı Şenlikleri’ne ilk zamanlarda çok fazla ilgi yoktu. Bir şenlikte, önceden planladığımız kortej yürüyüşüne kimse gelmemişti. Kutlama komitesinden 7 kişi vardık. Üzüldük tabii, o kadar emeğe karşılık böyle bir ilgisizlikle karşılaşmak moralimizi bozmuştu. Mustafa Geban sesini yükseltti o anda, “Arkadaşlar ne üzülüyorsunuz, kimse gelmiyorsa bile biz yürüyeceğiz, ama bu Kayısı Şenliği’nin kortej yürüyüşü yapılamamış dedirtmeyeceğiz” dedi. Hareketlendik, 3-5 kişi daha bulduk ve 10-12 kişiyle o yılın Kayısı Şenliği geçit törenini yaptık. Bunu şunun için anlattım: Mustafa Geban için Malatya kayısısı, bir onur meselesiydi adeta.
Merhum Turgut Özal’ın da katıldığı 1986 ya da 1987 yılının Kayısı Festivali. Festivalin açılış konuşmasını ben yapacaktım, ardından da merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal çıkıp festivale katılanlara hitap edecekti. Ben çıktım konuştum, daha doğrusu elimdeki metni okudum. Benim konuşup kürsüden inmemle birlikte Özal’ın danışmanlarından biri koşarak yanıma geldi ve konuşma metnini istedi benden. Verdim tabii… Törenden sonra merhum Özal beni yanına çağırdı ve konuşmamı çok beğendiğini söyledi. Mutlu oldum ve teşekkür ettim. Bana, konuşma metnini aldırmasının sebebini ise, “kayısının sorunlarının çözümüne dair tespit ve önerilerden yararlanmak” olduğunu söyledi. İşte o konuşma metnini ben değil, Mustafa Geban hazırlamıştı. Yani onun fikirlerini ben kürsüde okumuştum; Özal da çok beğenmişti Mustafa Geban’ın düşüncelerini.
Celal Yalvaç ağabeyi çok severdi. Aynı şekilde Görüş Gazetesi’nin sahibi Cevdet Barış’a, Gazeteci İsmet Yalvaç’a çok değer verirdi. Bazen tartışırdık, sözünü esirgemeden söyler, sonra çekip giderdi. Ama bir –iki gün içinde dayanamaz gelirdi, kardeşçe bir sevgimiz vardı birbirimize karşı. Kayısı Şenlikleri’ne hazırlandığımız bir dönem, Dörtyol’daki komite binasında 12 komisyon çalışıyor. Şenliğin içeriği hakkında hazırlık yapılıyor. Belki şimdilerde çok şaşırtıcı olabilir ama o günün son derece kıt kaynaklarına rağmen yaklaşık 40-50 kişi, komite denetiminde komisyonlarda çalışıyordu. Her gün öğlen yemeği veriyorduk. Ama yemeklerimiz ya bulgur pilavı pişiriyorduk, ya menemen ya da karpuz – peynir-ekmekten oluşuyordu. Çünkü çok az gelirimiz var. Staddan ve Kanalboyu’ndaki fuar organizasyonundan mütevazı bir kaynak geliyordu. Komisyon üyelerinin hemen hepsinin olduğu bir gün, Mustafa Geban geldi benim bulunduğum odaya, “Patron, çalışanlar bir gün de bir kebap yiyelim diyorlar” dedi; ben de kırmadım, “Tamam, herkese birer kebap söylesinler” dedim. Bana da geldi kebap; baktım 1 değil, 1,5 kebap. Mustafa’ya “1,5 kebap gelmiş bana, bana niye torpil yaptınız?” diye esprili bir şekilde sordum. Mustafa “Patron, sadece sana değil, herkese 1,5 kebap geldi”, demez mi?... Zaten derneğin doğru-düzgün geliri yok. Çok kızdım. Mustafa da benim kızmama kızdı, “Patron, burayı Belene kampına çevirdin. Millet kuru pilav yemekten ölecek” diye bağırdı, kapıyı çarptı gitti. Onun ardından komisyonlarda çalışanların da bir bölümü gitti. Fakat, gidenlerden sadece Geban döndü ertesi günü. Çalışmalarımıza devam ettik. Mustafa Geban bu olayda da şahit olduğumuz gibi hep çalışanın, işçinin, emekçinin yanındaydı, kendisi zarar göreceğini bilse bile onların haklarını savunur, kendini feda ederdi.
Yüksek Ziraat Mühendisiydi, üç – dört yıl mühendislik yaptı Malatya Tarım İl Müdürlüğü’nde. Diyordu ki müdürlerine -ki istifa nedeni de budur- “Biz masa başında neden oturuyoruz? Köylere gidelim. Kayısı müstahsilinin kayısı ağacıyla ilgili bir hastalık sorunu olduğunda ya bize yaprak, ya çağala getiriyor. Biz de masa başında ezbere ahkâm kesiyoruz. Hâlbuki ziraat mühendisi kayısı ağacına gitmeli, bahçe sahibi ile diyalog kurmalı, bilgisini çiftçiye aktarmalıdır. Sahada çalışalım; sorunları yerinde tespit edelim; hastalığın toprakla, suyla, ortamla, iklimle, bakımla, ilaçlama ile ilişkisini ancak kayısı bahçesini kendi ortamında inceleyebilirsek kökenine inebilir ve teşhis koyabiliriz”. Zamanın çok ilerisinde düşünce ve çözüm önerileri vardı kayısıcılıkla ilgili. Israrcı bir insandı, bu yüzden de dönemin Teknik Ziraat Müdürlüğü yöneticileri “Huzursuzluk çıkarıyor” diye hakkında soruşturma açtılar, bakanlıktan müfettiş getirttiler. O da artık kendisinin verimli ve faydalı bir çalışma ortamına sahip olamayacağını düşünerek istifa etmek zorunda kaldı. Bu anlamda, Mustafa Geban’ın Malatya ve Malatya kayısıcılığı için ifade ettiği değer ve anlam, birkaç yakın dostu dışında anlaşılmayan bir isim olarak tarihe geçti, bana göre. Bu olay aslında, Malatya kayısıcılığının sorunlarının 40-50 yıl öncesinde takılı kaldığını gösteriyor. Hatta, 40 yıl önce kayısıcılık çok daha karlı bir işti. Mesela, çekirdeği sattığımızda işçi masrafını karşılayabiliyorduk. Oysa şimdi, kayısının yarısını sattığımızda bile zar zor karşılanabiliyor işçi parası. Geban, kayısının dünyaya pazarlanması sürecinin Sektörel Dış Ticaret Şirketi üzerinden yürütülmesini öngörüyordu. O şirket kuruldu, ancak kayısının rantını kaybetmek istemeyen bazı odaklar bu şirketin yaşamasına izin vermedi. Netice olarak, Mustafa Geban sahiden bu memlekete büyük emek vermiş bir insandır benim için. Allah rahmet eylesin, mekânının da cennet olduğuna inanıyorum, zira çok temiz, çok dürüst, toplum yararına kendini feda eden insandı o”.
____________________________
ARŞİV FOTOĞRAF: Aşağıdaki panoda, Malatya Kayısı Festivali'nin Kayısı Şenliği adı altında kutlanmaya başlandığı ilk yılındaki şenlik komitesini oluşturan isimler yeralıyor. Bugün birçoğu hayatta olmayan isimlerden biri de, Mayıs ayında kaybettiğimiz Mustafa Geban'dı. Malatya Kayısı Festivali'nin (bazı yıllarda şenlik, bayram adlarıyla da kutlandı) temelini atanlar, "memur" olan dönemin Malatya Valisi rahmetli Sadullah Verel dışındaki isimlerin tamamı, Malatya sevdalısı Malatya insanlarıydı.