Bu Sofra Bize Neyi Anlatıyor?
..Bu fotoğraf / bu sofra eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın da fotoğrafıdır..
Niyazi DOĞAN Yazdı dogannd@gmail.com
Aşağıdaki fotoğraflara dikkat ve ibretle bakın lütfen…
İlk fotoğraf, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, başbakan iken işine tazminatsız son verilmiş, işine son verilirken tek kelime itiraz edememiş Ahmet Davutoğlu’nun mütevazı (!) kahvaltı sofrası.
İkinci fotoğraf, Malatya Minibüsçüler ve Umumi Servisçiler Odası’nın Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ve AKP Malatya Milletvekili Ahmet Çakır onuruna geçtiğimiz günlerde verdiği mütevazı (!) kahvaltıdan bir sahneyi gösteriyor.
Muhtemelen, malatyahaber.com’un, davet sahibinin yaptığı konuşmada ettiği “Kendimize Çekidüzen Vereceğiz” sözlerini 'ironik' bir başlık olarak kullandığı haberde, ikinci fotoğrafı görmüş, yazılanları ve buna gelen yorumları okumuşsunuzdur.
Tam da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2016’da Başbakanlık görevi sırasında işine son verdiği, bugünlerde ise, “ahlak dersleri” eşliğinde partisinden istifa eden, savaşı kışkırttığı Suriye’de milyonlarca insanı bir lokma ekmeğe / yemeğe muhtaç hale getiren politikaların mimarı Ahmet Davutoğlu’nun 100’den fazla tabak dolusu yiyecekle yaptığı bir kahvaltının benzerini Malatya’da yaşıyoruz.
Üşenmedim; masada enva-i çeşit yiyecekle dolu tabakları saydım; bir defa da değil, üç defa saydım.
İlkinde 67 tabağa, ikincisinde 70, daha dikkatli ve detaylı üçüncü sayımda ise 75’den fazla tabak sayısına ulaştım.
Hepsi yiyecekle / kahvaltılık ürünlerle dolu dolu.
İştah kabartıcı bir sunum.
Bir malatyahaber.com okuyucusunun (murat) söz konusu haberin altında yer alan, kitabın orta yerindeki yorumu ile, muhtemelen bir kuş sütü, bir de havyarın eksik olduğu kahvaltı masasının arkasındaki sandalyelerde ise sadece 6 kişi var.
Bunlardan ikisi, AKP’li Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ve AKP Malatya Milletvekili Ahmet Çakır.
Diğerleri çok da önemli değil.
6 kişinin önüne 75 tabaklık lüks kahvaltı masasını kuran kurum, Malatya Minibüsçüler ve Umumi Servisçiler Odası…
Sofranın kimin / hangi kurumun parası ile kurulduğunun sorgulanmasının dışında, sofranın kim tarafından kurulduğu da çok önemli değil.
Ancak kendini “Şehr’ül-Emin” olarak ifade etmekten ayrı bir haz alan Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile AKP Malatya Milletvekili Ahmet Çakır’ın, bir davete icabetle de olsa karşılaştıkları bu sofraya oturması tümüyle sorunludur; her şeyden önce, derin bir etik probleme vurgu yapmakta, diğerkâmlık ve empati yoksunluğunu göz önüne sermektedir.
Her şeyden önce bu sofra, tam tanımıyla bir israf sofrasıdır.
İsraf, İslâm’ın savaş açtığı en önemli cephelerden biridir.
Yeryüzünü insanın her tür ihtiyacı için doğal bir kaynak olarak dizayn eden Allah, Kur’an-ı Kerim’de, A'râf Suresi’nin 31. Ayetinde “Ey Âdemoğulları, (…) Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri sevmez.” buyuruyor.
Dolayısıyla, İslâm, israfı yoruma muhtaç bırakmaksızın yasaklamış ve haram kılmıştır.
Yani, israf haramdır.
Bu halde, kurulan bu sofra, israf sofrası olması itibariyle İslâm’ın bu konudaki öğretisine, açık bir muhalefettir.
İlave olarak; ‘Şehr’ül-Emin’lik, şatafatlı sofralarda karın doyurmakla, keyif çatmakla, vakit öldürmekle değil, fakirliğin diz boyu yükseldiği şehrin insanların sorunlarını çözmekle mükelleftir.
‘Şehr’ül – Emin’, sorumlu olduğu şehrin halkı / çocukları doymadan mutlu olamayan, sorumluluğunu üstlendiği insanlar aç iken, “askıda ekmek” kampanyaları ile ekmeğe ulaşabilir iken israf sofralarına oturmayı zül addeden kişidir.
Bundan sonrası için madde madde gidelim:
1. Bu sofraya oturmak israfı onaylamak, israf ekonomisine alkış tutmaktır.
Göreve geldiği günden bu yana, eski yönetimin Malatya Büyükşehir Belediyesi kaynaklarını insafsızca israf ettiğini ve kendisine hizmet üretme kabiliyetini yok edecek düzeyde borçlu bir belediye bırakıldığı yönünde açıklamalar yapan Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’ın bu israf sofrasına oturması, Ahmet Çakır yönetimine yönelttiği israf eleştirilerinin de sahici ve samimi olmadığı kuşkusunu yaratmaktadır.
Aksi olsaydı, belediye kaynaklarını israf etmekle itham ettiği AKP Milletvekili Ahmet Çakır ile böyle bir sofraya oturmazdı, diye düşünüyorum.
2. Bu sofraya oturmak, fakirin / fukaranın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıklıkla kullandığı deyimle ‘Garip gureba’nın halinden anlamamaktır.
Açlık sınırının 2 bin 59 TL olduğu bu ülkede, açlık sınırın da altındaki asgari ücretle (2020 TL) çalışan, bu ücretle kirasını, doğalgazını, elektriğini, elektrik faturasını aşan su faturasını, çocuklarının eğitim masrafını, yiyeceğini, giyeceğini satın almanın nafile çabasını veren 5 milyon 640 bin emekçinin çaresizliğini düşünmeden böyle bir sofraya oturmak nasıl bir halin yansımasıdır?
Peki, asgari ücretliyi düşünmediniz diyelim; Malatya’nın pazarlarında, pazarcıların tezgâhlarını topladıktan sonra geride bıraktığı çürük-çarık meyveyi / sebzeyi toplayarak hayata tutunmaya çalışan yoksulluğun dip noktasındaki insanımızı da mı düşünmediniz bir an…
3. Bu sofraya oturmak ve poz vermek, halkla ilişkiler bağlamında bir akıl tutulması ve basiret bağlanmasıdır
Türkiye’de en büyük işverenin “İşsizlik Fonu” olduğu bir ekonomik kriz sürecinde geçiyoruz.
Haydi diyelim ki, 4 -5 nüfusun bir asgari ücrete mahkûm edildiğini düşünmediniz; haydi diyelim ki, “Erdemli şehir” kavramını tepe tepe kullanmanıza karşın, bu kavramın ifade ettiği anlamı derk etmekten acizsiniz; peki bir an, “askıda ekmek”le geçinen insanların, bu fotoğrafı görüp, sizin hakkınızda neler düşüneceğini / neler söyleyeceğini de mi düşünemediniz?
Umarım, yıllarını siyasette, eğitimde, halkla birebir temasın kurulduğu ve doğrudan sokağı tanımaya olanak veren ticaret hayatından gelen siyasetçiler olarak, yüzbinlerce insanın “işsizlik maaşı” ile geçimini sağlama savaşı verdiği bir ortamda, bu sofraya oturmanız, anlık bir basiretsizliğin sonucudur.
Hoş, böyle olsa bile, halkı yönetenlerin / yönetme iddiasındakilerin basiret sahibi olma zorunluluğu tartışılmazdır.
Türk Dil Kurumu, ‘Basiret’ kelimesini, “Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, önsezi” olarak tanımlıyor.
Basiretsizliği de bu tanımın tam tersi olarak anlayabiliriz.
Bu durumda, Gürkan ve Çakır’ın bir siyasetçi basiretiyle, bu sofrayı gördüğünde tepki koyarak, “Bu nasıl bir sofra arkadaşlar? Sıradan insanımızın ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu bir zamanda böyle bir sofraya oturmak hiç doğru değil. Sadece ekonomik sıkıntı boyutu ile de değil, inancımızın, ahlakımızın gereği olarak bu denli şatafatlı bir sofraya ihtiyaç duymamız düşünülemez” demeleri gerekirdi.
Ancak, anlaşılan, böyle bir dertleri olmadığı için, bu israf sofrasına oturmaktan herhangi bir sakınca görmemişler; oturmuşlar bir de poz vermişler maalesef.
Tasarruf, çoğunluğu en alt derecede maaş alan savunmasız belediye işçisinin, personelinin ücretinden kesinti yaparak olmaz. İsraf ekonomisine karşı mücadeleyi, içselleştirilmiş bir yaşam ve yönetim tarzına dönüştürmediğiniz sürece, yapılan sadece tribünlere yönelik gösteridir.
4. Bu fotoğraf / bu sofra eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın da fotoğrafıdır.
Necip Fazıl ne diyordu?
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa…
6 kişiye 75 tabak yiyecek,
75 asgari ücretliye 6 tabak yiyecek…
Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa…
5. Bu sofra / bu fotoğraf bir görgü sorununa da işaret etmektedir.
Zihinsel anlamda, iç barışını sağlamış / nitelikli bir yaşam felsefesini rehber edinmiş, beğeni düzeyi yüksek insanların en belirgin özelliği sadeliktir / minimalizmdir / rafine bir yaşam tarzıdır. Azla yetinir, gözü ve gönlü toktur. Yemek için yaşamazlar / yaşamak için gerektiği kadar yerler. Yemek onlar için, mideyi tıka basa doldurma eylemi değil, biraz enerji desteği, ama daha çok aile ile / dostlarla / arkadaşlarla sıcak bir muhabbetin vesilesidir sadece.
Ancak geldiği makamı hazmedememiş olduklarına dair işaret verenler bu durumdan vareste oldukları için, zengin sofralar mideyi doyurabilir ve fakat gözü doyurmaz.
6. “Bir lokma bir hırka” söylemiyle iktidara gelip, Muharrem ayında bu sofrada oturmanın dayanılmaz ayıbından bir sorun teşhis edemeyen yöneticilerin “Erdemli şehir” söylemi ne kadar samimidir?
Muharrem ayını 29 Eylül 2109 itibariyle geride bıraktık.
Bu sofra ise Muharrem ayı içinde kuruldu.
İslâm’ın aziz ve muazzez peygamberi Hz. Muhammed’in sevgili torunu Hz. Hüseyin ve 72 yakını, bir damla sudan, bir lokma ekmekten mahrum bırakılarak katledildi bu ayda.
Muharrem ayını “Hüseyni duruş” söylemiyle idrak ettiklerini iddia edenler, Muharrem ayında böylesine şatafatlı bir sofraya oturarak, aslında “Hüseyni duruş” gibi bir dertlerinin olmadığını bir daha göstermiştir.
“Bir lokma bir hırka” ile formüle edilen yaşam tarzına övgü dizerek iktidara gelen, iktidarda ise, Muharrem ayında kuş sütünün eksik olmadığı israf sofralarına oturmanın dayanılmaz ayıbından sorun teşhis edemeyen yöneticilerin “Erdemli şehir” söylemi, samimiyetsizliğin de söylemidir.
İlaveten, Muharrem ayı boyunca katıldıkları aşure günlerinin, aşurenin anlam ve felsefesini de idrak etmekten fersah fersah uzak olduklarını da göstermektedir.
7. Bu sofra / bu fotoğraf, Malatya’da bazı AKP’li siyasilerin, yerel yöneticilerin halktan koptuklarının fotoğrafıdır.
Taştepe, Melekbaba, Yamaç, Beydağı, Tandoğan, Sarıcıoğlu, Kiltepe’de oturan, AKP’nin oy deposu niteliğindeki bu ve benzeri mahallelerin sakinleri, kahvaltı sofralarında en iyi ihtimalle 3 çeşit yiyecek, artı bir çayla iktifa etmek zorunda iken, binbir çeşit yiyecekle tezyin edilmiş sofraların onur konukları, sayelerinde var oldukları halkın dertleri ile hemhal olamaz / onları anlayamaz ve onların derdine çare üretemez.
Çünkü artık iki ayrı dünyanın insanlarıdır onlar.
İçinde oldukları halktan kopmuş / empati yeteneklerini sıfırlamışlardır.
Dilleriyle Hz. Peygamberin sadeliğini / bu dünyanın keyif verici hallerine prim vermemesini konuşurlar ama pratikte dünyevileşme konforunu dibine kadar yaşamaktan asla imtina etmezler…
Son sözümüz de, AKP’li milletvekili ve belediye başkanları için bu sofrayı kuran Malatya Minibüsçüler ve Umumi Servisçiler Odası yöneticileri için olsun…
Önce tarihten bir anekdot:
Muaviye, kendisine Şam’da görkemli bir saray inşa eder.
Bir gün Hz. Ebu Zerr’i davet eder ve sarayı hakkında ne düşündüğünü sorar:
“Sarayımı nasıl buldun ey Ebu Zerr?”.
Hz. Ebu Zerr, “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer”.
Şayet, bu israf sofrası Malatya Minibüsçüler ve Umumi Servisçiler Odası yöneticilerinin kendi harcaması ile finanse edilmiş ise en hafif deyimi ile israftır; yok eğer sabahın 5’inde kalkıp gecenin 10’una değin alın teri dökerek çocuklarının nafakasını kazanma mücadelesi veren minibüsçü ve servisçi esnafının, şoförlerin parasıyla ile finanse edilmiş ise haramdır, kul hakkına girer.
Bu sofraya siyaset esnafı ile birlikte şoför esnafından temsilciler davet etmiş olmanız bile bu gerçeği değiştirmeyecektir.