90 Yıl Sonraki Malatya Manşetleri
Suat TAŞPINAR, Moskova
Suatrus@gmail.com
Ansızın bir sokak başında eski sevgiliyi görmüş gibi heyecanlandım. Emin olmak için pür dikkat baktım. Hafızamın kepenklerini araladım. O gün, o anlar akıp gitti gözümün önünden. Ve o gün gazetecilik hayatımda çıraklıktan kalfalığa geçtiğime, o gazete kupürünün de bunun vesikası olduğuna iman ettim...
Nezir Kızılkaya kardeşimizin büyük emek verip hazırladığı, bizi Malatya’nın tarihinde yolculuğa çıkaran “90 Yıllık Manşetler” sergisi haberini Malatyahaber.Com’da okurken aralandı anıların kapısı..
Tarihe not düşen birinci sayfaları keyifle tıklarken, Görüş’ün 6 Mayıs 1986 tarihli nüshası geldi ekrana. Manşet, “Ölüm uykuda yakaladı: 6 ölü, 42 yaralı” diyordu. Doğanşehir’deki depremin haberiydi.
O gün Görüş’ün Kışla Caddesi’nde, hayatımın en güzel yıllarının sahnesi olan o yazıhanesinde telaş vardı, şok vardı, hüzün vardı...
Bir yandan ölenlerin acısı, diğer yandan mesleğin gerekleri önümüzdeydi. Ben Görüş’te “acar çırak” olarak muhabirliğin m’sinden öteye henüz birkaç harf ilerlemiştim. Malatya Lisesi’ndeki ikinci sınıf talebeliği ise “ek iş” muamelesi görüyordu benim açımdan.
Yani yolumu çizmiştim, gazeteciydim artık. Kader, Celal Yalvaç gibi gazetecilikten evvel aydın ve adam olmanın marifet olduğunu kulağımıza fısıldayan bir duayeni; Cevdet Barış gibi eli öpülesi, en büyük serveti onuru ve şerefi olan, kimsenin önünde eğilmeyen bir patronu; İsmet Yalvaç gibi eşi benzeri bulunmaz bir ustayı, bir öğretmeni karşıma çıkarmıştı, başka bir yol aramak abesle iştigaldi.
O dönem ben hariç Görüş’te çalışanlar (Osman Karakaş, Bülent Yalvaç... İsmet Yalvaç askerdeydi) aynı zamanda önde gelen Türk gazete ve televizyonlarının da muhabiriydiler. Deprem olunca ok gibi fırlayıp Doğanşehir’e gitmişlerdi. Oysa her gün çıkan bir Görüş vardı. Üstelik o dönem, Malatyaspor’un da rüzgarıyla Malatya’da Görüş’ün Hürriyet gazetesinden bile fazla bayi satışı vardı.
Onlar yokken gazete nasıl çıkacaktı? Haberler nasıl yazılacaktı? Deprem bir yana, spor sayfası için bile haber kovalamak lazımdı. Ben öğlene doğru okuldan çıkıp nefes nefese gazeteye gelmiştim. Osman abi, çantasını yüklenip deprem bölgesine yola çıkarken kapıdan “Sen halledersin” dedi. Ben öylece kalakaldım! Gazetede iki yıldır mizah öykülerinden memleket havadislerine, bir şeyler yazıp çiziyordum da, bir gün bütün gazeteyi tek başıma yapmak benim gibi bir çömeze bırakılacak iş miydi?
Ama çaresiz, herkes Doğanşehir’in yolunu tuttu. Gazetede patronumuz Cevdet Barış ile ben kaldık. Cevdet abi zamanki sessizliği ile yan odadaki salonda masasına oturmuş, göz ucuyla bana bakıyordu.
Neyse, işi Marquez’in romanlarına çevirip uzatmayayım; o gün Görüş’ün tüm haberlerini tek başıma yazdım! Doğanşehir’e giden ekibin verdiği bölük pörçük bilgileri birleştirerek, o zamanlar 1. Ligde hayli fiyakalı olan Malatyaspor’dan haberler toparlayarak, Valilik basın bülteninden birkaç haber kotararak. Gün bitip matbaaya, Mehmet Usta’ya haberleri götürürken kan ter içinde kalmıştım. Ama ertesi gün o gazeteyi aldığımda, artık çıraklıktan kalfalığa terfi ettiğimi hissediyordum.
Aslında bu yazıyı yazmak için soğuk bir Moskova akşamında kahvemi alıp bilgisayar karşısına oturduğumda bambaşka şeyler kafamdaydı. Ama insanoğlunun zayıf tarafları çok fazla; egomu öldürmek için verdiğimi savaşta zafer bana hala uzak galiba... Onun için anılar, eski defterler derken yoldan saptım!
Asıl yazmak istediğim, Nezir Kızılkaya’nın bu güzel çalışmasını alkışlamak, kıymetini bilip o sergiyi düzenleyen dostlara da selam yollamaktı. Ve de birkaç kelam etmek:
Türkiye galiba son çeyrek asırda, paraya tahvil edilmeyen şeylerin kıymeti harbiyesinin azaldığı bir tünelde ilerliyor. Bunun şu ya da bu partiyle fazla alakası yok. Toplumun hamurundan, mayasından bir kötü koku geliyor. Bu can yakan bir süreç. Tuzun bile kokmaya, derinlerin sığ olmaya başladığı zor bir dönem. “Olmak” fiilinin tabutunun çivilenmeye, “sahip olmak” fiilinin geçer akçe sayılmaya başladığı günlerdeyiz. Vizyonda “İktidarın ve paran kadar konuş” filmi var. Vicdan ile cüzdanın savaşında ağır yaralıyız. Bilginin, birikimin küçümsendiği; angaje olmadan kültür ve sanat adına yapılanların hakkının verilmediği, bu çileli yolda yürüyenlerin illa bir “tarafa” biat etmeye zorlandığı acayip zamanlardayız.
Oysa bu memleketin, bu şehrin ortak hafızasını; herkese nasip olmayacak muazzam tarihini; sözde “ışıltılı” yeni hayatlarımızın tozlu arka odalarında unutulmaya yüz tutan geleneklerini, hepimizin farklılıklarından bir parça barındıran rengarenk kimliğini, kim olursak olalım gölgesini hepimize aynı munislikle sunan çınarlarını, aynı cömertlikle akıtan pınarlarını, aynı anaçlıkla besleyen meyve yüklü dallarını küstürmemeliyiz...
Çok “klişe” bir laf olacak ama, hayatta hakikaten “paraya pula tahvil edilmeyecek” değerler hala var... Rant uğruna çiğnenmeyecek ilkeler var... Siyasi hırs uğruna sıfırla çarpılmaması gereken “sevdalı hayatlar” var... Malatya’yı cüzdanımızda mor bir banknot değil, vicdanımızda en güzel anıları bize yaşatan, bağışlayan sevdamız olarak görmek için sebebimiz var....
Malatya’nın “90 Yıllık Manşetleri”ne bakarken, ileride bugünün manşetlerinden yapılacak derlemeyi de bir kez olsun hayal edin... Kim kendine nasıl yer bulacak, kim nasıl hatırlanacak, bugün memleketin kaptan köşkünde oturanlar hangi “hayır hasenat” ile anılacak?
Belki Kernek eteklerinde bir soluklanıp bunları düşünme vaktidir... Dev aynalarından yüz çevirme zamandır... Kefenin cebinin olmadığını hatırlama anıdır... Çünkü vicdan, cüzdana sığmaz...