Gidenin Ardından
Onlar uzun yıllardır TÖTM'de Malatya ve bölge insanına şifa dağıtıyorlar..
Osman KARAKAŞ Yazdı okarakas@hotmail.com
Özellikle kamu kurumlarında 3 grup insan vardır; 1- Kurumu Sırtlayanlar, 2- Çalışıyor Görünenler ve 3- 'Araziler (kaytarma- kaytaran anlamında)'..
Genel olarak ülkemizde 3 grubun birbirinden farkı yoktur çoğu -yönetici değil- 'idareciler' için. Hatta, Çalışıyor Görünenler grubundakiler başkalarının fedakârca, vefakârca yaptığı çalışmaları sahiplenir, kendini lanse eder, en iyi konuma gelir, en iyi ücrete ve imkânlara kavuşturulur. Hele bir de yalakalık ve ispiyonculuk var ise işin içinde bu tiplerin önü her zaman açıktır. Bir de bakarsınız büyük ve ciddi bir kurumda üst düzey yönetici olmuşlar hak etmedikleri ve uzmanlıkları yetmese bile. Hatta ve hatta bu tipler "İnsan ilişkileri" olarak yanlış adlandırılabilecek ilişkileri sayesinde vekil hatta bakan bile olabilirler. Aslında bu tiplerin karakteri herkes tarafından bilinir bilinmesine ama bilenler de konjonktür gereği o kişilere saygı gösterir, önünde eğilirler.
Bu açmaz ve ahlaksızlığa bir de ideoloji, parti, tarikat, cemaat, akraba, arkadaş ve son yıllarda moda kavramla "yandaş"lık eklendiğinde ipin ucu çoktan kaçmıştır. Bu tür ilişkilere girmeyenlere ise yaşama hakkı yoktur. Hatta kuru ekmeğe muhtaçtırlar.
TİVİLERDE BİTMEZ REZİLLİKLER
Spor (Futbol) ile birlikte siyasetin toplumun kılcal damarlarına kadar girip genlerini şekillendirdiği Türkiye'de üniversiteler ve bu kurumlardaki kimine göre Bilim İnsanı, kimilerine göre Akademisyenler kimine göre her ikisi sıfatını taşıyan yüzbinlerce insan bulunmakta.
Bunların büyük çoğunluğu yazının girişinde belirtildiği şekilde bulundukları konumlara gelmiş. Bunu o camiadaki herkes bilir. Sayısı bir kaç bin civarındaki üniversite hocasının da yurt dışında dilini bilmedikleri ülkelerde para ile diplomaları alıp bugün Türkiye'de önemli konumlarda oldukları ve sözde öğrenci yetiştirdikleri bir sır değil.
Geçenlerde bir tivi kanalında, ders kitaplarından Evrim Teorisi'nin çıkarılması tartışılıyor. Nedendir bilinmez açık oturuma çağrılan 6 kişiden 1'inin tarihçi olduğu ortaya çıkıyor. Oturumun başından itibaren kurduğu cümleler, yaklaşım ve nedenleri ile dikkat çeken bu şahıs bir üniversitede Prof. Dr. dersler veriyor! Biyolog bir akademisyen dayanamayıp soruyor:
- Afedersiniz. Uzmanlık alanınız nedir?
Bana göre ilkokul öğretmenliği yaptırılması bile sakıncalı bu sözde hoca kısa bir duraksamanın ardından yanıtlıyor:
- Siz beni burada rezil etmeye mi çalışıyorsunuz? Söyleyeyim. Ben aslında tarihçiyim. Fakat fakültemizde antropoloji dersi verecek kimse olmayınca benden istediler ve ben de 1 ay hazırlandım, çok kitap okudum, konuyu yaladım yuttum!
Konu ile ve vermemesi gereken ders ile de ilgisi bulunmayan bu akademisyen 1 ay içinde antropoloji okuyarak genetiği, evrimi, doğal seleksiyonu yalamış yutmuş.
Böyle bir akademisyenin vereceği derslerden ve bilimsel çalışmalarından (var ise) ne bekleyebileceğinizi sizler düşünün.
Tiviler bu gibilerle dolu.
KALBİMİ TUTANLAR
Gelelim Malatya ölçeğine. Bir kaç yıldır yazmayı düşündüğüm ancak "yalakalık" olarak adlandırılmasından endişe ettiğim bir yazıyı şimdi yazmanın uygun olacağına karar verdim.
İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi'nin tanıma fırsatı bulduğum iki marka ismi; Ramazan Özdemir ve Bektaş Battaloğlu (yandaki fotoğrafta). Her ikisi de tıp doktoru ve akademisyen. Birçok bilimsel çalışmada da yer almış kişiler. Birisi; Kardiyolog, diğeri; Kalp Damar Cerrahı. Uzun yıllardır Malatya'da Malatya ve bölge insanına hizmet veriyor, şifa dağıtıyorlar. Hatta yabancı ülkelerden hastalara. Karaciğer Nakli ile Merkez'in önemli bir noktaya gelmesinde büyük katkıları olduğunu bildiğim Prof. Dr. Sezai Yılmaz'ı da mutlaka saymak gerekir. İnanıyorum ki birçok branşta işini yeminine bağlı kalarak tamamen bir şifacı hekim ahlakı ve özverisi ile yıllardır o kurumda görev yapanlar var. Ancak birebir ilişkim olması ve Ramazan Özdemir'in ayrılma kararı vermesi nedeni ile 2 kişiyi burada gündeme getirmek istiyorum. Aksi halde onlarca sayfa yazmak gerekir.
Ramazan Hoca, kalbime ilk giren (anjiyo) hekim, Bektaş Hoca da kalbimi özenle ellerine alan hekim (by-pass).
Her ikisinin etrafında yardımcıları, yetiştirdiği ve yetişmelerine katkıda bulundukları çok sayıda hekim ve sağlık personeli var. Onlar da birer şifacı ve sağlık kahramanı.
Halkımızın gözünden kaçan önemli bir nokta var bence. Her iki hekim TÖTM'ndeki işlerinin yanı sıra aynı zamanda Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi ve alanları ile ilgili teorik ve uygulama dersleri veriyorlar, araştırmaları vs yönetiyorlar.
Her ikisi de sessiz sedasız, reklamsız, abartısız programlanmış tedavi, müdahale ve ameliyatların dışında acil vakalara da koşuyorlar, ekipleri ile beraber. Özellikle Nusret Hoca, Necip Hoca, Hasan Hoca, Jülide Hoca, Mehmet Hoca, Nevzat Hoca ile Cengiz Hoca'yı da saymadan geçmek haksızlık olur diye düşünüyorum.
Ramazan ve Bektaş hocalar yoğunluklarına rağmen ricalar ve benim gibi 'zor' hastaların bile bitmez tükenmez sorularını büyük bir sabırla dinleyip beyefendi üslupları ile yanıtlamaya da özen gösteriyorlar.
Birçoğunun yaptığı gibi parti parti, cemaat ve tarikatları ziyaret edip bağlılıklarını bildirmiyorlar, biat etmiyorlar. Birer bilim insanı, vefakâr hekimler olarak sırtlarındaki onlarca yükü taşımaya çalışıyorlar. Bugüne kadar başarı ile taşıdıkları açık ve seçik ortada. Türkiye genelinde popüler olan birçok şarlatan gibi sık sık tivilere çıkıp prim yapma ve cebini doldurma yollarına da hiç tevessül etmediler. Ekranlarda boy gösterenlerin yaptıklarını aslında herkes yapar. Ana fikirleri; "Ben demiyorum. Aha Amerika diyor. Onu ye bunu yeme". Sağlık Bakanlığı da bir gün çıkıp bunlara; "Eyi de sen niye bir şey demiyon? Senin o Amerikalı doktordan neyin eksik. Hıyarın bile binbir çeşidi var iken sen çıkıp DNA'sı ve genleri farklı olan her insana aynı gıdayı tavsiye ediyorsun veya yasaklıyorsun. Üstelik ABD veya bir başka ülkedeki hıyar ile Türkiye'deki hıyar bile farklı iken ve senin bunu iyi bilmen gerekir iken.." demiyor.
MARKALAR
Marka kişi ve kurumlar vardır. Aslında kurumlar kişiler sayesinde marka haline gelir. Cansız bir bina durduğu yerde marka olmaz. Belki mimarisi ile ilgi çeker o kadar.
Malatya TÖTM'inde Ramazan Özdemir, Bektaş Battaloğlu ve Sezai Yılmaz (yandaki fotoğrafta) birer markadır. Kayısının Malatya'nın markası olması gibi. Eğer TÖTM ve Malatya Tıp Fakültesi'nin bir prestiji var ise bu gibi değerli şahsiyetlerin çok önemli katkıları sayesindedir.
Son haber; Ramazan Özdemir'in Malatya'dan ayrılacağı yönündedir. Kararı kesin gibi. Başkaları da benzer kararlar verebilir.
Nedenini sağduyulu bir şekilde araştırmak, kurum ve Malatya için önemlidir.
Eğer yaptıkları işlerin kalitesi bilinen uzmanlar hala Malatya'da görev yapmaya devam ediyorlar ise, her türlü olumsuzluk ve ayak oyunlarına kulak tıkamalarından ve görmezlikten gelmelerindendir. Ancak, sosyal yaşamı yok denecek düzeyde olan, sürekli kendisini baskı altında ve dışlanmış olarak hisseden bir insandan kayda değer bilimsel çalışma beklenemeyeceği gibi verimli eğitim hizmeti ve sağlık hizmeti de beklenemez. Bir süre sonra sağlığını dahi kaybedebilir.
Gerçek bir bilim insanının tek ideali bilimsel çalışmalar, araştırmalar, buluşlar ve yöntemlerdir. Bunun için rutin hizmetlerden soyutlamanız gerekir. Huzuru olmayan bir insan bırakın sağlıklı bir tedavi hizmeti vermeyi, en sevdiği yemeği bile yemek istemez. Hizmet kalitesi ve idari olarak son yıllarda düşüş yaşayan TÖTM için ne yazık ki bir çalışma yapılmadığını görmek Malatya ve sağlık adına üzüntü vericidir.
TEMİZLİK YAPAN PROFESÖR
Kalp rahatsızlığım ile tanıdığım Ramazan Özdemir ile ilgili bir anımı paylaşmanın zamanının geldiğine inanıyorum.
Yaklaşık 6 yıl önce kolundan ameliyat olan kızımın ilk muayenesi/pansuman vs için ilgili servise kayıt yaptırdık. Sekreter bizi pansuman odasına yönlendirdi. Gittiğimizde kimse yoktu. Ancak sedye ve yer tam bir savaş alanı gibiydi. Metaller, kanlı, kirli bezler vs. Dışarıda beklemeye başladık. Gelen giden yok. Hasta olan kızım iyi hissetmeyince, oturacak yer yokluğundan o odaya girip sedyenin köşesine ilişebileceğini önerdim ve o da oraya ilişip beklemeye başladık. Bu arada ben arada bir sekretere gidip bilgi almaya çalışıyorum pansumancı hakkında. Kapı önünde yol gözlerken Ramazan Hoca arkada taraftan göründü. Selamlaştık. Kendi polikliniğinden Anjiyo'ya doğru gidiyordu. Ancak farklı bir servisin koridorundan geçiyordu.
Neden orada beklediğimizi söyledim ve dert yandım.
-Bak Hocam şuranın durumuna. Rezalete bak! dedim.
Ramazan Hoca biraz da mahcup, sanki kendisinin sorumluluğunda ya da kendi biriminde imiş gibi savunmaya geçti gülümseyerek;
-Yok Osman Bey. Öyle demeyelim de.. İlgili arkadaş biraz dağınık çalışıyor, diyelim.
Başladı yerdeki kaba atıkları toplamaya, şoke oldum. Alıp çöp kutusuna attı. Acil işi olduğunu söyleyip koşturarak gitti.
Yerden kanlı, irinli sargı bezlerini toplayan bir Prof. Dr. Kardiyolog, akademisyen ve öğretim üyesi idi. Aynı yakınmayı ilgili servisin bir görevlisine ya da doktoruna söylesem belki de azar işitecektim.
İşte Ramazan Hoca böyle bir kişi.
İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne gidiyormuş. Gidersen, yolun açık olsun. Malatya ve şifa dağıttığın binlerce insan seni unutmayacak. Unutmayacak insancıl yaklaşımını, güler yüzünü.
Duygularımızı açıklamakta aşırı ketum bir milletiz genel olarak. Bana sorarsanız "odunuz". Yazmayız iki satır duygularımızı, söylemeyiz büyüklerimize ve çocuklarımıza onları ne kadar sevdiğimizi, bilmeyiz kendi halinde her meslekteki sessiz kahramanların değerini. Oysa küçük bir davranışın, tedbirin ya da müdahalenin bile yüzlerce can kurtardığını, kayıpları önlendiğini ise hiç değerlendirmeyiz, bilmeyiz, farkında olmayız.
İşte gerçek çalışanlar ile çalışıyor görünenler ve kağıt üstünde var olan 'araziler' arasında büyük farklılıklar bundandır.