"Ezmeyeceksin Ağabegim"
Osman KARAKAŞ
Zafer Mahallesi’nde Salı günleri kurulan semt pazarının esnaflarından, kendi yağı ile kavrulan, daha doğrusu kavrulmaya çalışan bir Pala Dayısı var.
Belli ki; Pala Dayı kent merkezinde oturmuyor. Yenilerden. Ya da hâlâ günübirlik kente gelip pazarlarda satış yapmaya çalışan bir Malatyalı.
Pala Dayı, 3 küçük tekerlekli el arabasına dolduruğu “yeşilliklerle” pazarın tek orta yolunda, insan kalabalığının arasında sürekli tur atıyor. Bir “aracık” bulabilirse konuşlanıyor.
Belli bir yerinin olmaması, pazara sürekli katılmamasından ve satacak fazla ürünün olmamasından kaynaklanıyor. Aslında biraz da özgürlüğüne düşkün bir hali var. Yani; “kafası estikçe, keyfi geldikçe ve satacak bir şeyler buldukça” pazara uğruyor gibi.
Her Salı günü bulmak mümkün değil Pala Dayı’yı. Son hafta da öyle oldu. İkinci kez uğradığımda yine tur atarken buldum Pala Dayı’yı.
Neredesin? Seni bulamadık! deyince, “Gardaş benim belli bi yerim yohtur. Aha beyle geziyik işte. Boş yer olsa tamam. O da yok. Söyle, emrin.” deyip ne arzu ettiğimiz sordu.
Bir adının olup olmadığını sorduğumda; “Ekrem. Ama sen Pala desen daha kolay” diyerek cevaplıyor. Ekrem Yücekaya.
“60 doğumluyum gardaş” diyor yaşını sorduğumuzda. Tam bir Malatyalı, sıcak davranışı, doğallığı, saygısı, sevecenliği, zenginlik içinde yaşamasa da sevinci ve mutluğu yüzüne yansımış. İçindeki çoşkuyu ve mumla aranır enerjiyi kanşısındakine telapatik olarak enjekte ediyor adeta.
6 çocuk babası, Hekimhanlı.
Pala Dayı, lakabından da anlaşılacağı üzere oldukça “pala” bir bıyığı var. Kaşlar desen; aynen Brejnev’inki (Gür kaşları ile ünlü eski SSCB Devlet Başkanı) gibi.
Mini bir seyyar tezgaha sahip!
Ne mi satıyor?
Maydanoz, roka, tere, ısırgan ve pepeguşu.
Yanlış okumadınız; Pepeguşu. Bilmeyenler için; yabani ama çiğ yenilebilir bir bitki. Yıllardır görmediğim, küçükken bahçelerde Beydağı’nın eteklerinde görebildiğim pepeguşu’nu görnüce şaşırdım. Satmakta olduğu otlar benzerlerinden farklı. Sanki pazarın yakınındaki bir bahçeden toplayıp getirilmiş. Tere otu da özel; yabani. Boyutu biraz küçük ve farklı bir aroması var. Isırgan da öyle. Körpecik.
Hepsinden almaya karar veriyorum. Tere’den 2 bağ. Pepeguşu zaten çok büyük bir bağ halinde. Kimse almaz, bilmez diye bağı bol tutmuş anlaşılan. Haklı da. Orta yaşın altındaki nüfusun kaçta kaçı biliyor acaba bu bitkiyi?
Bu arada iki kadın Pala Ekrem’in tezgahındaki bitkileri hallaç pamuğu gibi atıyor, karıştırıyorlar. Pala Dayı’nın “hersi” aniden kalkıyor.
Yine de kırmadan ama sinirlendiği açıkça belli olan Pala Dayı kadınlara çıkışarak; “Bacım ne ediysiniz, ne arıysınız yav? Hepisi aynı. Beyle mal nerde var ki, bi de gelip garıştırıp mafediysiniz bu pırlanta gibi malları! Yapmayın, etmeyin. Allah beterinden sahlaya!” diyerek kırmadan, kibarca, sesini yükseltmeden sitem ediyor.
Kadınlar şaşırmış bir halde; “Bahıyığ. Daha eyisi altta mı diye” cevaplayıp ayrılıyorlar.
Neyse, Pala Dayı istediklerimizi tek tek kibarca uzatıyor. Ben de 2 deste yabani tere otunu alıp O’nun uzattığı maydanozlarla birlikte elimdeki poşetlere koyuyorum.
Pala Dayı bu defe gerçekten kırılmış olacak ki;
-Ağabegim nediysin Allahını seversen?
Şaşırdım, baktım. Anlayamadım neler olduğunu. Kendi kendime; “Acaba yanlışlıkla fazladan mı aldım” diye düşünürken devam etti Pala Dayı:
-Ezmeyeceksin ağabegim!
Talimat verir gibiydi sesi ama kırıcı değil.
Donakaldım.
Başka satıcılar birden fazla sebze ve meyveyi aynı poşete istiflerken, Pala Dayı, otlara bir farklı davranıyordu! Sanki aralarında duygusal bir ilişki varmış gibi. Allah bilir, satarken üzülüyordu ya da istemeden satıyordu. Bir güle çiceğe gösterilen harinliği gösteriyordu adeta.
“Yok yok ezmiyorum.” dedim.
“Eyle olmaz ağabeg. Bunlar çok nezik. Hepsini kendi ellerimle topluyom.” deyip boynunu büküp soluna kafasını çevirdi.
“Neyse, afiyet olsun.” deyip surat astı.
Şaşkınlıkla ayrıldım. Bu zaman kadar otlarla, bitkilerle böylesine iletişim kuran birine rastlamamıştım!
Sattığı o güzelim, taze, doğal bitkilerin bir çok evde nasıl kullanıldığını, çürütülüp atıldığını, haşat edildiğini görse sanırım işi bırakır!
Tezgâhların arasından eve doğru yol alırken hep şikayetçi olduğum sebze ve meyve kalitesi aklıma geliyor.
Nedense Malatya’ya kaliteli meyve ve sebze gelmiyor. Ne zaman ki yerli ürün çıkıyor, işte o zaman doğala yakın ve taze ve kaliteli sebze ve meyve yeme şansımız oluyor.
Özellikle narenciyenin bırakın 2. kalitesini 3,4 hatta 5. kalitesi geliyor.
Kaliteli ürünler büyük kentlere gönderiliyor. Üstelik Malatya pazarlarından da çoğunlukla pahalı değiller. Hem birinci kalite, hem taze, hem aroması farklı, sulu ve hepsi aynı boyda. Malatya’daki tezgahları süslemeye çalışan dışarıdan gelen sebze ve meyveler ise sanki çöpten tohplanmış çoğunlukla.
Bu memleketi yönetenler, bu konulardan sorumlu olanlar Pala Dayı kadar olmasalar da yakın bir hassasiyet neden göstermiyorlar? Büyük şehirlerdeki pazarları hiç mi gezmemişler?
Peki ya aslında “Kabzımal” olması gerekip de işi “Tekelleşmiş Alım-Satımcılara” (Son yıllarda Komisyoncu diyorlar) ne demeli?
Uzun yıllardır “Hal” (Sebze ve Meyve Hali) uygulaması vasfını yitirmiş durumda. Yüzbinlerce insanın taze gıda ürünleri bir avuç umursamaz ve bunları denetlemekle, gerekli tedbirleri almakla yükümlü bir kaç siyasetçi ile bürokratın elinde.
Yazık!
Pala Dayı’nın pepeguşu’na, ısırgan’a, maydanoz’a, tere’ye gösterdiği saygıyı, sorumlular ve ilgiler en azından yüzbinlerce insanımıza göstermeleri gerekmiz mi?
Bu bir teveccüh değil, olması gerekendir!
Böyyük Şehrin Böyyük Esnafları ve Yöneticileri!
Pala Dayı’dan biraz “Saygı ve Sevgi” dersi almalısınız.
Belkide Hal Binası’nın sorumluluğunu Pala Dayı’ya vermelisiniz!
Böylece yorulmazsınız da...