Bir Canlı Tarihin Vefatı!
Orhan APAYDIN
Geçtiğimiz hafta bir dostumuzun ölüm yıldönümü nedeniyle mezarı başındaydık. Eski bir milletvekilimiz, “Her insan ölmez. Adı yaşatıldığı sürece hayatımızdadır” dedi. Bir başkası da “O 75 yaşındaydı ama 150 sene gibi yaşadı” diyerek özelliklerini sıraladı.
Celal Abi’nin (Yalvaç) yoğun bakımda olduğu günlerdi.
Oğlu İsmet ile konuşurken, aklımca onu hazırlamaya çalışıyordum. Cahit Sıtkı’dan okudum, “Neylersin ölüm herkesin başında” diye…
Kaçınılmaz son, beklediğimin çok ötesinde yüreğimi sızlattı.
Nedenleri vardı çünkü; Gazetecilik mesleğine adım attığım günlerde kentin kıdemli bir gazetecisiydi Celal Abi. Gayret’den sonra çalıştığım Görüş’de de yazı işleri müdürümüzdü. Hamido’nun katledişine kadar varan, ülkenin en karanlık günlerinde yayın yapıyorduk. Öğretmeni, polisi dahi sağcı-solcu diye bölünmüştü. Onun da, gazete sahibi Cevdet Barış’ın da kendilerinde saklı siyasi görüşleri elbette vardı. Ve, hem ben hem de birlikte çalıştığımız Raşit Kısacık, sonra da oğlu İsmet Yalvaç, bir gazetecinin nasıl tarafsız olması gerektiğini orada öğrendik. Bir gün dahi kendi siyasi görüşlerini öne alarak yazılara müdahalelerini anımsamıyorum.
Sadece gazetede değil, ‘dergah’ sayılabilecek kendi özel ofisinde de sağcı-solcu farketmeksizin konukları olurdu. Bir de ofisin müdavimleri. Hoşgörünün, tevazunun, sabrın hakim olduğu o ofiste eli kalem tutanlarla deklanşöre basmasını bilenler hep Malatya’ya dair konuşup tartışırdı. Bir kurum ya da kişiye yönelik ağır suçlamalar olursa da “Yok begim” diye sohbete katılıp, başka bakış açılarından söze girerdi.
100 metrekarelik bir daire satın alıp özel kütüphanesini kuran Celal Abi’nin canlı bir tarih olduğunu bilmeyen kalmamıştı. Vefat ettiğinde 87 yaşındaydı ama, Malatya’ya ilk insan ayağı değdiği yıllara uzanan bir geçmişi araştırıp belgeler toplamıştı yaşamında. Sonraki yıllarda da adı yaşayacaktı, doğru. Bilelim ki, yaşarken dahi milattan öncesine dair araştırmaları ile o yıllardan Cumhuriyet’e, sonra da günümüze kadar okuduklarını, yaşadıklarını kağıt üzerine dökebilmişti.
Valiler, rektörler istediği kadar daktilograf ve tarih öğretmenini emrine verip araştırma kitaplarını yayınlamasını istediyse de kabul etmemişti.
Son Malatya ziyaretimde ben de çok üstüne gittim. Gerekiyorsa bir ay kadar kalıp oğlu İsmet ile gerekli son hazırlıkları yapmayı önerdim.
Öylesine titizdi ki, eski ofisinden yeni ofisine naklederken Yusuf Abi’nin (Uğrar) bazı dosya ve kitapları farklı kolilere koyduğunu, yavaş yavaş onları düzenlediğini bahane ederek “Onlara bir daha bakmadan o bölümleri noktalayamam” şeklinde yazarlık namusunu da bir kez daha bizlere öğretti.
İşte bu yüzden de canlı bir tarih olan Celal Abi’nin vefatı yüreğimi çok sızlattı.
Hani bazı insanlar vardır, hiç ölmeyecek sanırsınız.
O öyleydi…
Malatyamız için büyük kayıp.
Işıklarda uyusun.
____
ARŞİV FOTOĞRAF: (Oturanlar soldan sağa) Celal Yalvaç ve Muzaffer Bal, (Ayaktakiler) Nezir Kızılkaya, Orhan Apaydın, Cevdet Barış, İsmet Yalvaç..