Malatya İzlenimleri
Gördüm ki, eleştirilecek birçok şey olsa da, özetle Malatya Malatya olmuş..
Orhan APAYDIN Yazdı orhanapaydin01@hotmail.com
1980’de ayrıldığım Malatya’ya 40 yıldır her gelişimde kimi olumsuzlukları/eksikleri görüp çoğu kez hayıflanarak, üzülerek ayrılırdım. Eleştirilerimi/beklentilerimi de zaman zaman bu sitede yazmıştım.
Ama ne yalan söyleyeyim, bu temmuz başındaki üç günlük gezimin il sınırlarına girdiğim ilk anından ayrıldığım son dakikasına kadar gördüğüm, yaşadığım, yediğim her şeyi alkışladım.
Gördüm ki, Malatya bambaşka bir kent olmuş.
Eleştirilecek birçok şey olsa da, özetle Malatya Malatya olmuş.
20 kişilik bir grupla turist gibi gezmemizden mi, havanın çok güzel oluşundan mı, kent makyajının bitmiş olmasından mı? Yoksa hepsi birden mi, bilmiyorum.
Artık iftiharla herkese Malatya’yı gezmelerini önerebileceğim.
Öncelikle belirteyim ki, yerel yönetimler konusunda geçmiş yıllarda duyduğum yakınmalar son yerel seçim ile birlikte sıfırlanmış.
Adeta Malatya’da da her şey çok güzel olmuş…
Tarihi belediye binasının, Halfetin sokağında cumbalı evlerin, İstanbul sinemasının, yıkılması; kanal boyundaki taşların sökülmesi; Hasanbey kayısısının neslinin tükenmesi gibi eksiklikler nedeniyle grubumuzdan kimilerinin yüreği burkulsa da, var olan konakların bir bir restore edilmesi tesellimiz oldu.
TAKAZ’DAN KENTE GİRERKEN Kente Adana yönünden girdik. Tünel bitmiş, yol tamamlanmıştı. İlk durağımız Sürgü- Takaz. Yol üstündeki lokantalara sözüm yok. Ama 40 yıldır ilk kez bu kadar temiz, bakımlı ve koltuklarından masa örtülerine kadar yepyeni bir görünüm alan, yoldan 500 metre içeride suyun çıktığı yer olan SK Takaz Piknik-Restoran-Kafe , diyebilirim ki bir dünya harikası.
Asırlık çınar dallarının buz gibi pınar suyu ile öpüştüğü mekanı bu düzeye getiren işletmecisi ile servis görevlisi Mustafa’yı ayrıca kutladım. Piknik bölümünün de bir an önce düzenleneceğini umuyorum.
Eskiden olduğu gibi Beylerderesi’ni dolaşmadan köprü üzerinden kente girerken, ‘Gelin bindi deveye/Gör kısmet nereye?’ özdeyişimizi anımsayıp uyduk imama (rehbere). Günün akşamında Nurhan Alibeyoğlu’nun üniversitenin yanı başında kurduğu sitenin sosyal tesisinde altı balcanlı (patlıcanlı) kağıt kebabı kadar Malatya’daki dostlar ile buluşmanın hazzını yaşadık. Kuruluşu için yer belirlerken, 42 yıl önce Ankara’dan gelen heyeti gezdirdiğimiz İpek yolundan müstakbel üniversite kampüsüne bakışımızı anımsadım bir an.
Gecenin sonunda Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü, gurme-yazar İbrahim Halil Kılıç’ın nostaljik 44 plakalar ve Malatya motifli kahve tepsisi armağanları tüm konuklar için sürpriz ve değerli bir anı oldu.
İkinci günde gezdiğimiz kayısı bahçesinde dalından kopardığımız kaba aşı cinsi meyve Malatyalı olmayan konukların ilgisini çekse de, ben ancak eski kayısı cinslerinin damağımdaki hafızası ile teselli bulabildim. Bolca dut da yedik. Kayısı çeşitlerinin azalmasını kayısının profesörü Bayram Murat Asma hocamızdan öğrenmeye çalışacağım.
ORDUZU-ESKİMALATYA
Battalgazi Belediyesi’nin üstü açık gezi otobüsü ile Orduzu ve Eskimalatya’daki (Aşşağışeher) tarihi yerleri gezerken, Arslantepe’de 5 bin yıl öncesinin duvarlarına/duvar resimlerine dokunmak özel bir duygu yaratıyor. Kervansaray’ın yaşanan bir yer olarak değerlendirilmesi çok olumlu. Çınar Park, rozet bir mesire yeri olmuş. Belediyenin 3 ayrı rehberi, canla-başla çalışıp konukları ağırlıyor.
Gezi destinasyonu çok iyi planlanmıştı. Öğle yemeği için öğleden sonraki bir saatte gittiğimiz halde dolup taşan Akpınar’daki Hacı Baba Sinan Lokantası her türlü ödülü hak eden bir işletme. Ailenin 4. neslinin de işi üstlendiği mis gibi fırın ve tava yemekleri kokan restoranda en küçük bir lezzet azalması olmadan damak hafızamızı yeniledik. Sahibi Mustafa ve oğlu Zeki’ye selam bırakıp sonsuz teşekkürlerimiz ile ayrılırken, gidecek olanlara ‘aşçı tabağı’nı önermek istiyorum.
Sıtmapınarı’nda Tahtalı Hamam Müzesi’ni hala gezmeyenler var mıdır acaba? Hiç değilse yarım saatinizi ayırınız, anlatacağınız çok şey bulabileceksiniz. Bir de geçmişte rakibi hamamlardan birinin Tahtalı Hamam için çıkardığı söylentiyi oradaki görevli hanımdan dinlemeyi unutmayınız. Malatya lehçesi ile anlatırsa çok güleceksiniz.
ARAPGİR-KEMALİYE
Nemrut’a Adıyaman değil de Pütürge üzerinden gitmenin avantajlarını daha çok duyurabilmenin, Malatya’ya kayısıya yakın bir ekonomik değer katacağını fark ettim.
Arapgir-Kemaliye gezisi için yola çıktığımızda en az 1.5 saat su içecek bir akaryakıt istasyonu ya da bir ağaç gölgesi görememenin sıkıntısı yaşandı. Bu bölgeye hayat vermek için su ihtiyacı varmış.
Erzincan’ın UNESCO’ya aday Kemaliye’si (Eğin) ayrı bir yazı konusu olabilir. Tek kelime ile gitmeli, görmeli. Fırat’ın iki ana kolundan biri olan Karasu nehrinde tekne ile gezerken kıyıda hemen yanıbaşınızda yükselen 500 metreye varan dağlar arasındaki kanyonda dolaşmak, ünlü gezginlere göre yeryüzünde çok az rastlanır duygularla sarıyor sizi.
Alevi kültürünün müzesi halindeki Ocak, Ahmet Kutsi Tecer’in hafızalarımıza yazdığı ‘Orda bir köy var uzakta/ Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz’ mısralarında anlattığı Apçağa köyleri gezileri özel notlar olarak anı defterimizdeki yerini aldı.
Malatya’nın ‘saklı cenneti’ Arapgir’de Millet Han’ın avlusu otantik bir restoran, üst kat odalar butik otel olarak hizmet veriyor. Yerel yemeklerini, bir de daha önce Ankara’daki bir sunumda tattığım tescilli mor reyhan şerbetini içtik. Klarnetli, cümbüşlü fasıl heyeti. Harput yöresi türküleri ile buluşturdu bizleri. Sonsuz keyifliydi… Zaman darlığından çay kıyısının tadını çıkaramadık. Sonraki yıllara ve de bir sonbahar mevsimine kaydırdık.
Ne var ki buraya gidecek yabancı turistleri, en insani ihtiyaçlarını gidermede bir zorluk bekliyor. Odalar dışında bir tek klozetli WC olmamasının eksikliği, umarım kısa zamanda giderilir. Aynı eksikliği bir çok yerde, hatta dünya çapında bir yer olan Malatya Sanat Sokağı’ndaki Fotoğraf Makinaları Müzesi’nde, kimi otellerde dahi görebiliyorsunuz. Hakim iktidarın telkinleri ile yaygınlaşan bu uygulamada ‘vur deyince öldür’ duruma sokanların hiç mi günahı yok?
Elini sallayıp fotoselin algılaması ile musluktan suyun akmasını bekleyen çocukların olduğu bir nesil gelmişken, bu kente turist kazandırmak isteyenlerin bir daha düşünmesi gerekmiyor mu?
Dönüşte mola verdiğimiz Öz-Ka tesisleri ve sahipleri Özhan Ailesi kentin yüz akı bir işletmeyi başarı ile devam ettiriyor. Buradaki ‘Malatya’nın Delileri, Velileri’ köşesinde hatıra fotoğrafı çektirdik.
KARANLIK BİR ŞANZELİZE!
Yeni belediye binası yanındaki Sanat Sokağı’nı ilk kez gördüm. AVM yanındaki otopark gezginciler için büyük rahatlık. Bir de her iki caddeden girişlere ‘Otopark’ tabelaları konulsa bu rahatlığı daha da artırmış olacak. İnanılmaz bir mimari ve seçilmiş dükkanlar/kafeler. İşletmecilerinin her biri çok zarif insanlar. Gezimizi sokağın hemen başındaki Kültürevi’nde başlattık. Yerel sofralar ve diğer uygulamalardaki 30-40 yıl öncesinden geriye doğru Malatya yaşamını canlandıran köşeler hepimizi çocukluğumuza götürdü. Mumyalar son derece başarılı.
44 ayrı segmentte 2000’den fazla fotoğraf makinesi/kamera ve agrandizör iki katlı yerde çağdaş bir müze anlayışı ile sergileniyor. Koleksiyonun sahibi değerli hemşehrimiz Baki Tamer Selçuk Malatya’da bir dünya klasmanı yaratmış. Bu projeye destek veren eski başkan Ahmet Çakır’a teşekkürler. Fotoğraf sanatını bilen birinin, İrfan Tünay’ın bu işin sorumlusu olması isabetli bir seçim.
Sokaktaki kafelerde soğuk bir bira içemesek de akşam üzeri serin esen rüzgar ile keyiflendik. Kervansaray, Arslantepe gibi tarihi yerlerin metrelik imitasyonlarına çakılı tanıtım tabelalarının yazıları silinmişti, anlamakta güçlük çektik.
Sokaktan çıkıp otoparka yöneldiğimizde Merkez Bankası ile okul önünde Paris’in Şanzelizesi benzeri geniş bir kaldırımla buluştuk. Ne var ki, “gece kimse buralara gelmesin dercesine“ karanlıktı. Geçici bir arıza mı diye bakındım, kaldırımı aydınlatacak direklere rastlayamadım…
SU ŞIRILTISI DİYE BİR ŞEY… Yeşilyurt (Çırmıhtı) ile Gündüzbey (Kündübek) kent merkezine sadece 10 dakika kadar yakınlaştırılmış. Bu ilçenin simge isimlerinden Singer Osman (Güler) eski bir kerpiç ev ile avlusunu onarmış, misafirlerini gururla ağırlıyor. Kasaba gittik, ‘2 kilo’ dedi başka bir şey söylemedi. Bir saat sonra ünlü etli ekmekler soframıza geldi. Özel bir lezzet…
Kentin misafirperverliğinin örneği bir Malatyalı olan Mehmet Akbalık ile korumaya alınıp restore edilmiş konakların arasından Gündüzbey’e, sonra da her biri yeşillikler ve dereler üzerine kurulmuş su şırıltıları arasındaki halka açılmış bahçelerden Su Sesi’nde çay, Kaşık’ta kahvelerimizi içtik. Önceki gelişlerimde kayınbiraderim Akın Solmaz’ın aynı yerde hazırlattığı yerel kahvaltı sofrası şimdilerde haklı bir şöhrete ulaşmış.
Napolyon (dalbastı) kirazın vatanı olan Gündüzbey’e gelmekte geç kalmışız. Kirazlar savrulmuştu. Yollar boyu kiraz satılıyordu, lakin küçüktü, taze de değildi.
Dönüş saatimiz yaklaşıyordu. Geçen yıl beni ödüle layık gören Rotary Kulüp yöneticilerine ve sevgili başkanı Yunus Gök’e, kentte bir dönemin fotoğrafçılığına damga vuran, onbinlerce kişinin fotoğraf arşivine sahip Foto Spor’un sahibi Yusuf Bey’e (Uğrar) uğrayamadan dönmek zorundaydık.
ŞİRE PAZARI SAĞLIK KAYNAĞI
Şire Pazarı’na Türkoğlu Kayısı’ya uğrayıp hediyelik paketlerimizi aldık. Dut pestilinden badem ve ceviz sarması yeni bir ürün neredeyse Godiva çikolata fiyatına ama, Adana’da ikram ettiğim tüm arkadaşlar ‘Yok böyle bir lezzet’ diye övdü. Şire Pazarı’nda üçgen saplı sallama tepsilerde dağıtılan çay ve satıcısının bağırışı, esnafın birbirine hitapları eski çarşılarımızın yaşayan bir yüzü gibiydi. Harikçiler ayakkabıcı, mişmişçiler kaysıcı, Ganere Akpınar olmuş. Otomobilimi park ettiğim yerdeki valeye Aslanlı havuzun yerini sordum. İçime doğmuştu. ‘Aha bura abe, fırın da şura’ diye ayak bastığımız yeri gösterdi. ‘Gözüm üstüne, güle güle, gine beklerik’ diye uğurladı bizi. Bu çarşının yoğurt satan altı köşeli kasketli erkeklerini, kareli, alaca çarşaflı kadınlarını aradı gözüm. Ertaç Önal’ın on yazılık dizi yaptığı arasanın yanına ince uzun sitilde koyun, geniş sitilde inek sütünden yoğurtlarını getirip dizerlerdi. Alıcıları da yoğurdun kalitesini anlamak için sitili şöyle bir sallardı. Gelen sallar, giden sallar yoğurt cıvıklaşır ama kimse de sesini çıkarmazdı. Raf ömrünü uzatmak için katkı maddesi koymanın bilinmediği o yıllarda, hava sıcaksa akşama doğru ekşir, bu nedenle de öğle üzeri fiyatı düşerdi…
Kayısıcı Ahmet kuru kayısı paketimizi yaparken yarenlikten geri kalmadı. İki parmağının ucunu fiskeleyip, ‘Abe gutuya iki tene gurt atam mı?’ diye sordu. Şaşırdım. Meğer organik ürüne rağbet artınca, ilaçsız kuru meyveler çabuk kurtlanabildiğinden böyle bir mizah çıkmış ortaya.
Yağlı ekmekler, kurabiye, kayısı ve kirazlarla doldurduğumuz bagajla yola çıkıp son molayı yine Takaz’da verdik. Birlikte seyahat ettiğimiz Muzaffer Abi (Bal) ve kızı Deniz ile birlikte, şimdiden gidemediğimiz yerleri ve uğrayamadığımız dostları görmek üzere şimdiden gelecek yılın programını yaptık… Yol boyunca da Celal Abi’nin (Yalvaç) armağan ettiği Mustafa Kuşçuoğlu’nun Malatya yöresi özdeyişleri kitabını okuduk.
Vali Konağı yanındaki yerinde ev yemekleri yapan Gülhan Hanım’ın bizler için hazırladığı kiraz yaprağı sarması ile bumbar (mumbar) ve analı-kızlı içli köfteyi yiyemeden dönsek de, her zaman il dışına gönderebildikleri için iştahımızı sakladık.