Malatya'da '1945- 1955' Yılları Arasında Yaşam (III)
..Malatya, Doğu Anadolu'nun yemyeşil güzel kenti. Ailemin köklerinin olduğu kent. Ve benim kentim... Annem ve babam Malatyalı. Soyadı kanunu çıkmadan..
Prof. Dr. Esin Emin ÜSTÜN
Malatyalı olmanın önemini, Ankara Tıp Fakültesi kurucularından ve Birinci Dahiliye Kliniği Direktörü Prof. Dr. İrfan Titiz Hocamdan duymak beni çok mutlu etmişti.
Mezuniyet öncesi yapılan dahiliye sınavına, numaram nedeniyle İrfan Titiz Hocada girmem gerekiyordu.
Sınav günü kapıyı çalarak odasına büyük bir heyecan içinde girdim.
İşaret ettiği yere oturur oturmaz nereli olduğumu sordu.
'Malatyalıyım efendim' deyince:
''Malatyalılar zeki olur, göster kendini!' demesin mi?
İşim zordu bu durumda.
Dahiliye sınavı yanı sıra anlaşılan bir de Malatyalı olmanın sınavını verecektim.
Sorduğu sorulara verdiğim yanıtlardan sonra;
''Aferin! İyi çalışmışsın'' dediğinde nasıl da mutlu olmuştum.
Hocam Malatyalıların zeki olduğunu söylerken düşündüğü önemli kişi;
Değerli hemşerimiz, 30 Ağustos'ta büyük zaferle sonuçlanan Bağımsızlık Savaşı'mızın Garp Cephesi Kumandanı, büyük devlet adamı ve Milli Şef İsmet İnönü idi.
İki bin altı yılında basılan 'Anıları Yıldızlara Bıraktım' isimli kitabıma şöyle başlamıştım.
'Malatya, Doğu Anadolu'nun yemyeşil güzel kenti.
Ailemin köklerinin olduğu kent.
Ve benim kentim...
Annem ve babam Malatyalı.
Soyadı kanunu çıkmadan önce aileleri tanımlayan birtakım isimler varmış.
Annemlere; 'Çilesizler' babamlara ise; 'Arasacıgil' denirmiş o zaman.'
Özbek Sokaktaki evimizin olanaksızlıklarına devam etmek gerekirse, taşındığımızda sorun yalnız banyo sorunu değildi.
Diğer bir sıkıntılı durum da tuvaletin arka bahçede olmasıydı.
Gece annemle birlikte tuvalete giderken fitilli basit bir gaz lambası olan 'İdareyi' yanımıza alırdık. Herhalde yakıtı idareli kullandığı için bu isim verilmişti.
En ufak bir rüzgarda korumasız olan lambanın ışığı sönerdi.
Bir süre sonra avlunun köşesindeki uygun yere düzgün bir tuvalet yapıldı. Ancak, soğuk havalarda ve kar yağdığında sıcak odadan çıkıp avluyu kat ederek tuvalete gitmek doğrusu ya yine de kolay değildi.
Evimizdeki zorluklardan bir diğeri de taşındığımızda içme suyunun olmayışıydı.
Avludaki arıkta sürekli akan tertemiz Derme Suyunu ev işleri ve diğer işler için kullanıyor, içme suyumuzu sokağın köşesindeki tulumbalı demir çeşmeden kovalarla getiriyorduk.
Mutfağa değil ama yalnızca avluya çeşme suyu bağlatmamız epey bir zaman sonra olduydu.
Ekmeklerin evde yapıldığı dönemde avluda eyvanın bir köşesinde tandır bulunurdu.
Tandır ekmeği yapılacağı gün bizim evde geceden başlayan bir telaş olur, annemle birlikte o gece biz de ayakta olurduk.
Gelen iki bayan önce kocaman bir leğen olan 'Teşt' içinde hamuru hazırlar, sonra bu çok fazla olan hamuru temiz bir örtü üzerinden ayaklarıyla yoğurmaya geçerlerdi.
Tandırı sabah erkenden gelen 'Meryem Bacı' koca kütükleri kullanarak yakardı.
Malatya'da ünlü olan Meryem Bacıdan gün almak ise bir hayli zordu.
Gün ışığıyla birlikte tandır hazır duruma geldiğinde açma ve pişirme işlemi başlardı.
Pişirilen kocaman boyuttaki ince ekmekler kucak kucak taşınıp havadar bir yerde bulunan özel tahta sandıklara yerleştirilirdi.
Ekmek pişirme bitince sıra bilik dediğimiz yağlı çöreğe gelirdi.
Hamurun içine ya tereyağı ya da kuyruk yağı katılarak hazırlanan bu çörekten kokusu gitmiştir düşüncesiyle yakın komşulara mutlaka gönderilirdi.
Malatya'da şimdi tandırlı ev var mıdır acaba?
Okulların kapalı olduğu yaz aylarında çocukların günü sokakta başlar sokakta biterdi.
Ara sıra geçen fayton ve at arabası oyunlarına ara vermelerine neden olduğu için onları öfkelendirir, sokağın başında gördükleri dondurmacının arabası ise, mutlu ederdi.
Para almak için hemen açık olan evlere dalar, kimi kaymaklı kimi meyveli dondurmasını keyifle yalamaya başlardı.
Bu arada Malatya'nın ünlü iki şekercisinden de söz etmeliyim.
Liseye giderken Kışla Caddesi üzerinde sağda birbirine yakın iki şekerci dükkanı vardı. Bunlardan ilki şekerci 'Ali Erkuş'a' aitti.
Küçük olan dükkana girdiğinizde ilk karşılaştığınız dizi dizi kavanozlar içindeki rengarenk akide şekerleri olurdu.
Kendisi güleç yüzlü olan Ali Erkuş'u gülünce ortaya çıkan altın dişleriyle çok iyi hatırlıyorum.
Biraz ilerideki büyük İstanbul Şekercisi ise 'İbrahim Efendi'ye' aitti. İçerisi büyük olmasına büyüktü ancak aydınlanması az olduğu için hep loş olurdu.
Ortaokuldayken her cumartesi okul dönüşü buraya uğrayıp büyük boy Mabel Çikolatadan yirmi beş kuruşa bir dilim çikolata almayı adet haline getirmiştim.
Çok telaşlı ve yorucu olan çamaşır günlerini ne ablam ne de ben hiç sevmezdik. Annem çalıştığı için yaz tatili dışında bugün hep pazar günlerine ayarlanırdı.
İki çamaşırcı bayan önce bahçedeki kazanda su ısıtır sonra da büyük bakır leğen teşlerde elleriyle ova ova yıkarlardı çamaşırları.
Deterjan olarak sabun, soda ve küllü su kullanılırdı.
Evimizin büyükçe olan avlusundaki birkaç meyve ağacı dışındaki alana her türlü çiçek dikerdik. Akşam sefası, kadife çiçeği, kirli hanım ve yıldız çiçeği tüm yaz boyu ne güzel açardı...
Yaz akşamları taşlarını bol su ile yıkadığımız avluda çiçekler içinde yemek yer ve ailece sohbet ederdik. Aynı mekanda gece misafirlerimiz de ağırlanırdı.
Arka bahçedeki ağaçlar erik ve kaysı ağaçlarıydı. Boş olan yerlere kabak, salatalık, biber ve fasulye dikiyorduk. Meyve ağaçlarının ve de ekilen sebzelerin gece yapılan sulama işlemleri babamla bana aitti.
Bazen suyu kendi bahçesine yönlendirenler olduğunda babam ayırım noktasına beklemek için gider, ben yere koyduğum idare ışığında elimdeki kürekle sulamaya büyük bir keyifle devam ederdim.
Oldukça uğraş isteyen sulama çoğu kez gün ağarıncaya kadar sürer, annemle ablam bu işlerle hiç ilgilenmedikleri için yatar uyurlardı.
Yaz tatillerinde öğretmen olan annemizin dinlenmesi için ona yardımcı olur, temizlik işini ablam yemeği de ben üstlenirdim.
Odun ateşinde pişirilen kapların dışı islendiği için onları külle ovmak da benim işimdi.
Lise öğrencisi olduğum yıllarda hatırlıyorum. Bir yaz tatilinde uzaktan akrabamız olan 'Yakıncı Ailesinin' kızlarından birine ders çalıştırmak için ara sıra onlara gitmem gerekmişti.
Malatya'nın zengin ailelerinden olduklarından yaşamları farklıydı. Evlerinde o yıllarda kimsede olmayan buzdolapları vardı.
Yemeklerin kışın tel dolaplarda, yazın 'Su Damlarında' saklandığı bir dönemde buzdolabı çok lüks bir ev eşyasıydı.
Yakıncı Ailesine her gidişimde dolaptan ikram edilen soğuk gazozlar çok hoşuma giderdi.
Malatya'da yaşadığım yaklaşık on yıldaki doyumsuz günlerin özlemi hiç bitmedi.
Bir film şeridini geriye sarar gibi sarararak seyrediyorum o günleri.
_____________