SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Bir Zamanlar Yeşilyurt-1

Bir Zamanlar Yeşilyurt-1
A- A+ PAYLAŞ

Prof.Dr. Esin Emin ÜSTÜN

Malatya Doğumevinde dünyaya geldikten sonra götürüldüğüm ve ilkokul üçüncü sınıfa kadar yaşadığım yörenin o zamanki ismi ''İsmetpaşa Nahiyesiydi.''

Son değişen kimliklerden önce benim doğum yeri bölümünde Malatya (İsmetpaşa) yazıyordu. 

Bu yörenin daha önceki ismi bilindiği gibi 'Çırmıktı' ve en son değiştirilen ismi ise ''Yeşilyurt''.

Annem ve babam Malatya kökenli. 

Soyadı yasası çıkmadan önce annemlere 'Çilesizler' babamlara da 'Arasacığil' derlermiş. Yasa çıktıktan sonra babam 'Günel' soyadını alınca aile bireyleri de bu soyadını kullanmışlar.

Annemin ve babamın yaşamı cumhuriyetin kuruluşu ile değişmiş. Her ikisi de öğretmen okullarına giderek yeni yazıyı öğrenmiş ve ilkokul öğretmeni olmuşlar.

Annem Sivas Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Malatya'da göreve başlamış ve Elazığ Öğretmen Okulunu bitiren babamla 1930 yılında evlenmişler. (FOTOĞRAF: Cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden olan annem Refika Günel ve babam Tevfik Günel  İsmetpaşa Nahiyesinde öğrencileriyle birlikteler-1931.)

İsmetpaşa nahiyesine 1931 yılında atanmışlar ve bu yöredeki ilk kiralık evleri Tepecik semtindeymiş. 

Ev sahibi Hacı dayı ve eşi Zahide bacının ablamın bakımındaki yardım ve özverilerini onları rahmetle anarak ölünceye kadar unutmamıştı annem.

Erzincan'ı yerle bir eden 1939 depremi Malatya'da da çok şiddetli hissedilmiş. Kerpiç olan evin duvarları çatlayınca çarşı içinde kiralık bir başka eve taşınmışız.

Bu evimizin çok dik ve uzun olan merdivenlerini el ve ayaklarımı kullanarak evdeki yardımcı ile çıktığımı ve karşısındaki 'İbrahim Çavuşun' evinin kule biçimindeki çok tipik bölümünü zor da olsa hatırlıyorum.

1945 yılında Malatya merkeze taşınıncaya kadar oturduğumuz son kiralık evimiz kâtibin eviydi.

Sanıyorum ev sahibi bir yerlerde kâtip olarak görev yapıyordu. Altta bodrumu olan tek katlı yeni bir binaydı. Önünden o zamanların kenti buraya bağlayan tek ulaşım yolu geçiyordu ve karşısında hükümet binası vardı.

Sokak kapısından dört-beş basamakla girildikten sonra önden arkaya uzanan geniş bir salon ve salona açılan odalar bulunuyordu.

Bu evde yaşadıklarımızı çok daha iyi anımsıyorum.

Babamın başöğretmen, annemin öğretmen olarak görev yaptıkları  ilkokulun iki bölümü vardı. 

Nahiyenin içindeki camiye bitişik ana bina iki katlı olup dördüncü sınıfa kadar olan sınıflar burada, dört ve beşinci sınıflar ise hükümet binasına bitişik tek katlı binada ders yapardı.

Yönetici konumunda olan başöğretmenler ders almazdı o zaman. Ancak babam sınıf öğretmenlerinden rica ederek her yıl 4. ve 5. Sınıfların matematik derslerine kendisi girerdi.

Arada uzun bir mesafe olmasa da okulun iki bölümü arasında babamın koşturup durduğunu çocuk da olsam hatırlıyorum.

Yöredeki halkın bir kısmının evinde 'Dokuma Tezgâhları' bulunuyordu.

Bu tezgahlarda bez dokunurdu. 

Dokumacılardan 'Çalıklar' ve 'Kavukların' çocukları da okulda öğrenci olduğu için annem ve babam onları çok iyi tanırdı. 

Bir gün bu ailelerden birini annemle birlikte ziyaret ettiğimizde sokak içindeki evlerinin avlusunda yer alan tezgâhın çıkardığı özel dokuma sesleri hala kulaklarımda.

Yıllar sonra babamla birlikte geçmişi konuştuğumuzda bu ailelerin bir süre sonra İsmetpaşa Nahiyesinden ayrıldıklarını ve ekonomik durumlarını gittikleri kentte çok düzelttiklerini söylemişti.

İlkokulda dersler 15:30'da bitince yemek alışverişi için çarşıya çıkan anneme oyundan kendimi kurtarabildiğim günlerde ben de katılırdım. (FOTOĞRAF: İlkokulun 4. ve 5. Sınıflarının bulunduğu 2. bölümün bahçesinde iki görevli ve öndeki çocuk Esin Emin Üstün- 1941.)

İsmetpaşa'da o zamanlar sağlı sollu dükkân ve arada birkaç ev olan tek bir ana yol bulunuyordu.

Öğretmenlere duyulan karşılıklı sevgi ve saygı o denli büyük ve önemliydi ki, annem ve babamla bu yoldan geçerken kapı önünde oturan esnaf hemen ayağa kalkar ve selamlaşırlardı.

O yıllarda devlet memuru ile halkın birbirlerine karşı duydukları önemli bir güven ve dostluk vardı.

Onların çocuklarını hiç de kolay olmayan koşullarda eğiten öğretmenler de gerçekten öğretmendi.

İkinci Dünya Savaşı içinde olduğumuz yıllarda babam yaz tatillerinde bir iki ay 'Buğday Sayımı' için görevlendiriliyordu. Bu sayımı başka araç olmadığından at üstünde bir köyden bir köye giderek tarlada mahsul toplanırken yapardı.

Savaşa girmemiş olmamıza karşın devlet bir önlem olarak ordu ve ülke için bir miktar buğday stoku yapıyor bunun için bir öğretmenin denetim ve gözetiminde bir miktar buğday alıyordu.

ARŞİV FOTOĞRAF (Aşağıda): Okuldaki Özgen Öğretmenlerle birlikte bir pazar gezisi. Soldan 2. Hatice Özgen, 3. Annem Refika Günel. Sağ başta yere çömelmiş olan babamın kucağındaki çocuk ben Esin Emin Üstün- 1938.

Sevgili babacığım bazı köylerde kendisine: ''Öğretmen Bey sen tarlamızdan kaldırdığımız buğdayımızı devlete az göster (!) biz de seni görelim'' şeklinde daha o yıllarda çirkin rüşvet tekliflerinin yapıldığını bize anlatırdı.

Devletimizin bu planlı davranış ve uygulamasına karşın savaş yıllarından sonra bir takım olumsuz seslerden: ''Bize Karneyle Ekmek Yedirdiler!'' feryatları bile yükselebilmişti...

Oysa ki devlet önlem için elinden geleni yapmıştı. 

Çünkü ülkemiz büyük bir savaşın tam da eşiğindeydi.

Savaş yılları döneminde memurlara bazı yardımlar olmuştu. Bu kapsamda elbiselik yünlü kumaş, zeytinyağı ve makarna verildiğini hatırlıyorum.

Annem verilen kahverengi yünlü kumaştan tayyör diktirmişti ve bu kıyafetini her gün okula giderken giyiyordu.

(Devam edecek)

___________

KAPAK FOTOĞRAFI: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı (1943- Hükümet binasının önü). Resmin orta bölümünde başında siyah şapka olan annem öğretmen Refika Günel. Solda kira ile oturduğumuz tek katlı ev görülüyor.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

12 yorum yapılmış

  • Mehmet Kamış (2 hafta önce)
    Bahsettiğiniz tarihlerde Çalıklar diye belirgin bir aile yoktu. Çalıkların hikayesi Mahmut Çalıkla başlar ki o tarihte henüz doğmamıştı.
    0
    0
    Yanıtla
  • Yazıyı okumak için açtığımda yorumunuzu gördüm. Hocamızın yazdıklarında çelişki yok. Yeşilyurt Mahmut Çalık Anadolu Lisesi'nde, bu kişi ile ilgili geniş bilgi var ve bir bölümü şöyle: "Türkiye´nin önde gelen sanayicilerinden olan, bir tekstil duayeni olarak da anılan Mahmut Çalık, 1932 yılında Malatya´nın Yeşilyurt ilçesinde doğdu. Kökeni 1880´lere dayanan bir tekstilci ailenin çocuğu olan Mahmut Çalık, daha il okul sıralarında, bir okul gezisi sırasında Sümerbank´ı gezer ve daha o yıllarda hayalleri ve hedefleri şekillenir. 1950´li yıllarda kasabaya elektrik gelmesi ile el tezgahları yerini motorlu tezgahlara bırakır. Tezgahlarında faaliyete geçmesiyle, bir kişi el tezgahıyla günde sadece 10 metre dokuyabiliyorken, elektrikli tezgahlar ile 100 metre üretilmeye başlanır. Mahmut Çalık büyük sanayi yatırımlarına zemin hazırlayan bu gelişme ile birlikte yalnızca bulunduğu kasaba ve Malatya´nın değil ülke sanayisinin de gelişmesi için fikirlerini hayat geçirmeye başladı. Mahmut Çalık ilk olarak 1972 yılında İpaş İplik fabrikasını, ilerleyen yıllarda ise Anateks Malatya İplik, Anateks Anadolu ve Malatya Boya ve Emprime fabrikalarını kurdu. Malatya ya bölgenin ilk sanayi tesislerini kazandıran girişimciliği ve dürüst çalışkan hayırsever kişiliği ile Türk sanayisinin öncü isimleri arasında yer aldı..."
    0
    0
    Yanıtla
  • Veysel Güler (3 hafta önce)
    Sayın Hocam Sizi Yeşilyurt Halk Eğitimi Merkezinde ağırlamak, tecrübelerinizden faydalanmak isteriz.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Esin Emin Üstün (3 hafta önce)Veysel Güler isimli kullanıcı yorumuna
    Sayın Güler, nazik ve değerli davetiniz için teşekkürlerimi sunuyorum. Geçirdiğim bir protez operasyonu nedeniyle uzun yolculuklar yapamıyorum. Oysa ki ne çok isterdim kentimi, doğup bir süre yaşadığım ve unutamadığım Yeşilyurt'u görüp sizleri tanımayı. Selamlar ve saygılar...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Yasemin (3 hafta önce)
    Çok güzel bir anı.Bir Yeşilyurtlu olarak çok duygulandık ve özlemle yad ettik. Öğrencilerin isimleri var mı acaba? Öğrencilerden birini 3 yıl önce vefat eden dedemize benzettik. Yüreğinize ve kaleminize sağlık.Güzel ve sağlıklı günler dileriz.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • baba (3 hafta önce)
    ortak tanıdıklarımız var, çok değerli anılar. Hocam ellerinizden öperim.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cumhuriyet-î El Azîz (3 hafta önce)
    Çok güzel yazmışsınız elinize ve kaleminize sağlık Hocam. Cumhuriyetin fidan haliydi ve belki de en güzel yıllarıydı......
    %84
    %16
    Yanıtla
  • Enver KALAYCIOĞLU (3 hafta önce)
    Esin Hocam...Çok güzel çok değerli yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum...Rahmetli Nezaket Çilesiz dedemin amcası kızı, Asım Demirkök eşinin yeğeni, Nazife Tahtalı(Kalaycıoğlu) ...Yengem amcam hanımı , Rahmeti DSİ Baş Mühemdisi Aziz Tahtalı nın eşi Ayşe Tahtalı Arasacıgil den...Malatyamızın yerli ailelerine ayrı bir değer veririm....Saygılar sunuyorum...
    %91
    %9
    Yanıtla
  • Vatandaş (3 hafta önce)
    İkinci dünya savaşına girmediğimiz halde köylünün ektiği buğdaydan pay alınmış. Bir de savaşa girmiş olsaydık veya şimdiki gibi gayriresmi savaşın içinde olsaydık kim bilir o dönem neler olurdu
    %30
    %70
    Yanıtla
  • İkinci dünya savaşına giren ülkeler çok büyük yıkıma uğradı. Türkiye savaşa girmeyerek ikinci bir yıkımdan kurtulmuş oldu. Kurtuluş savaşında yüzbinlerce şehit verdik, yüzbinlerce yetim ve dul kaldı. Bu ülke ikinci olarak bu tramvayı kaldıramazdı. Köylünün ektiği buğdayı devlete vermesi herhalde şehit vermesinden daha iyidir. Savaşa tedbir amaçlı yüzbinlerce insan sefer görev emri ile orduya alınmıştır. Bu askerlerin ihtiyaçları için devlet tedbir almak durumunda kalmıştır. Bu tedbirleri alanlar Kurtuluş Savaşı komutanlarıdır. Onlardan daha iyi bu durumu kimse bilemezdi. Bu nedenle yorum yaparken tüm bunlar göz önüne alınmalıdır.
    %88
    %12
    Yanıtla
  • Enver KALAYCIOĞLU (3 hafta önce)
    Esin Hocam...Anlattığınıza göre anne ve babanız Çilesiz li.....Çİlesiz ve Arasacıgil aileleri Çilesiz in yerli aileleri biz Kalaycıoğlu ailesi(Bahçeciler sülalesi) olarak Çilesiz de hem Çilesiz aile hem de Tahtalı ailesi ile akrabalığımız olmuş, Tahtalı ailesi Arasacıgil akraba ...Çilesiz lere kız vermiş, Tahtalı ailesinden kız almışız..Bu akrabalık çocukluğumdan beri devam etmiş ve hayatta olan bizim kuşakla görüşüyorum....Günel ailesinin bir kısmını tanıyorum. Burada şunu belirteyim...Bir kişi eğer Malatyanın yerlisi ise siz de Malatyanın yerlisiisiniz 15 dakika konuşun 16 dakika akraba oluğunuzu görürsünüz..Bu kadim şehrin güzel insanları değerli büyüklerimiz bizlere sadece gayrimenkul bırakmamış, bizlere sevgi saygı akrabalık daha da önemlisi şehrin kadim kültürünü bırakmışlar. Onlara minnettarız. Değerli Anneniz ve Babanız her ikisi de meslektaşlarım. Öğretmenli mesleğini 37 yıl yaptım.17 yıl liselerde idareci olarak matematik öğretmeni olarak ifa ettim. Malatya Gazi Lisesinde 18 yıl çalıştım. Öğrencilerimden hep saygı çevredeki insanlardan hep saygı gördüm. Bu gün de o saygıyı görüyorum çok şükür. Ekmeğin karne ile verildiği yılları insanlar hüzünle anlatırlar. Vatanın varlığı her şeyin üzerindedir. Günümüzde bunu daha çok idrak ediyoruz...Kaleminize yüreğinize sağlık Değerli Hocam sağlık afiyetler diliyorum. Saygılar sunuyorum..
    %100
    %0
    Yanıtla
  • esin emin Üstün (3 hafta önce)Enver KALAYCIOĞLU isimli kullanıcı yorumuna
    Saygıdeğer Enver Hoca, Yorumunuzu şimdi okudum. Siz de köklü Malatyalı bir ailedensiniz. Anlatımınıza göre bizim aileler ile bir akrabalık durumu olduğu da anlaşılıyor. Günel ailesinden babamın amcazadesinin torunu Çetin Günel vardı onu kaybettik, diğer birkaç yakınımız halen orada. Annem 42 yıllık hizmetinden sonra Fırat İlkokulundan emekli olmuştu. Sevgili babacığım benim eğitim durumum nedeniyle Ankara'ya tayin oldu ve Bahçelievler Alpaslan İlkokulu Başöğretmenliği görevinden yaş durumu ile emekliye ayrıldı. Sizin eğitimde çok değerli görevleriniz ve önemli hizmetleriniz olduğu anlaşılıyor. Ne mutlu kentimize ki sizin gibi değerli eğitimciler yetiştirmiş. Otuz yedi yıllık bir görev süresi içine çok önemli yıllar yaşamış ve yaşatmışsınız. Kutluyorum sizi saygıdeğer Enver Hoca. Tüm sevdikleriniz ile birlikte nice nice sağlıklı ve huzurlu günler diliyorum. Saygılarımla.
    %92
    %8
    Yanıtla

Prof. Dr. Esin Emin Üstün yazıları