Prof.Dr. Esin Emin ÜSTÜN
(Bir Zamanlar Yeşilyurt- 1'den devam)
Hafta sonları annem bazı aileleri ziyarete giderek onlarla sohbet edip birlikte olmak isterdi.
Bu ziyaretlerde oyundan kopabildiysem eğer ben de olurdum.
Şimdi düşünüyorum da ne içten, ne doğal, ne özel ve de ne güzel insanlardı onlar.
Anneler çocuklarıyla tek tek ilgilenen ve onların sorunlarına da destek veren annemi çok sevdikleri için doğan kız çocuklarına onun ismini de verirlerdi.
Bazen bahçeden topladıkları meyvelerini ya da kendi hayvanlarından sağdıkları sütü getirdiklerinde kaplar hiç boş gönderilmez, savaş yıllarında sıkıntısı çekilen makarna ve zeytinyağından mutlaka konurdu.
İl milli eğitim müdürü ve ilk öğretim müfettişleri yaz tatillerinde yemyeşil doğası, içinden geçen kocaman 'Derme Suyu' ve meyve bahçeleri ile adeta cennet gibi olan bulunduğumuz yerde bir hafta kalarak dinlenmek isterler ve bu isteklerini başöğretmen babama iletirlerdi.
Onları konuk etmekten mutlu olan annem epeyce yorulurdu.
Önce okulun bir odası boşaltılır. Oraya bizim evden annemlerin karyolası taşınır ve oda bir otel odasına benzer hale getirilirdi.
Malatya'dan gelen bu konuklara her gün bir meyve bahçesinde ya da dere boyunda bir yerde ziyafet verilirdi.
Yemeklerin tümünü annem evde kendi hazırlar, yiyeceklerin ve diğer şeylerin bahçelere taşınmasında okuldaki görevli elemanlarla bazı öğrenciler anneme yardımcı olurdu.
Yaz tatillerinde bazı öğretmenlerle birlikte biz de bahçelere giderdik.
Bir yaz gittiğimiz kiraz bahçesinde ben ağaçtan kiraz yerken birden 'Yılan! Yılan var!' sesleriyle irkilmiştim.
Gerçekten uzun bir su yılanı otlar arasından kıvrıla kıvrıla aşağıdaki dereye doğru gidiyordu.
Kalın sopalarla hayvan öldürülmüştü.
Büyüklerimiz öldürülen yılanların gece ay doğmadan ölmeyeceğini söylerlerdi.
Ağaçtan indikten sonra annemin yasağına karşın sık sık dere kenarına giderek hayvanın ölüp ölmediğini kontrol etmiştim.
Büyüklerimizin söylediği doğru değildi. Yılan ölmüştü.
Annem kışa hazırlık kapsamında yazdan iki büyük teneke tereyağı hazırlardı.
Önce büyük kaplarda tereyağı eritilir, üstüne köpüğünü çökertmek için tuz ve biraz un serpilirdi. Dipte oluşan tuzlu una 'Kef' adı verilirdi.
Bu sıcak kefe ablamla birlikte ekmek batırarak yemeye bayılırdık.
Malatya'nın özel yemeklerinden olan kiraz, ayva, fasulye ve asma yaprağından yapılan ekşili köftenin üstüne bu keften oluşan bir sos dökülürdü.
Ulusal bayramlardan '23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları' bulunduğumuz yörede çok özlenen güzel bir ortamda kutlanırdı.
Müsamere için babam annem de dahil görevli hiçbir öğretmen müzik aleti çalamadığından bunu Akçadağ Köy Enstitüsü müdürü ile temasa geçerek sağlardı babam.
Gelen müzik ekibi öğrencilerinin aynı kumaştan ve modelden yapılmış olan kıyafetlerini, müzik aleti kullanmadaki becerilerini ve de disiplinlerini ben hala unutamıyorum.
Her biri birer köy çocuğu olan bu öğrencilere nasıl verilmişti bu eğitim?
Bu ülkenin pırıl pırıl geleceğinde çok büyük katkısı olacak olan köy ensitülerini kapatarak köylümüzü de ağır bir karanlığın içine sürükleyenleri Tanrının bağışlamadığını düşünüyorum.
Okul gösterisi hükümet binası önündeki geçit töreninden sonra olurdu.
Gösteri halka açıktı.
Okulun ana binasının avlusunda konukların oturacakları yerler ve sahne önceden hazırlanırdı.
Gösteri programında şiirler okunur, milli oyunlar oynanır ve piyes sahneye konurdu. Yöre halkı çok büyük bir keyifle sonuna kadar izlerdi gösterileri.
Bir 23 Nisan Bayramında kız arkadaşlarım ve ben annemin hazırladığı kağıt elbiseleri giymiş ve her birimiz göğsümüzde ''23 Nisan Kamutay Bugün Doğdu'' cümlesinin tek tek sözcükleri olan bantları taşımıştık.
Bu sınıf arkadaşlarımdan isimlerini hatırladıklarım arasında ''Eski belediye başkanı Abdullah Ağanın torunu Sevim'', ''Öğretmenim Nuri Eren'in kızı İlter'' ve ''Çırakların kızı Sevim'' var.
Yazın annemin kentteki dost ve arkadaşlarından bazıları da bize gelip birkaç gün kalarak dinlenmek, bahçelerde piknik yapmak isterlerdi.
Bunlar arasında kuzinleri olan 'Fahriye ve Muazzez Duman' kardeşler de vardı.
Bu kuzinler her yıl yaz tatilinde mutlaka bize gelirlerdi.
Tatil yapma ve dinlenme amaçlı gelenlerden biri de annemin çocukluk ve meslek arkadaşı 'Hafize Özal'dı.'
Bir yaz tatilinde oğlu Turgut Özal ile birlikte geldiklerini de hatırlıyorum.
Hafize hanım biraz baskın karakterli ancak açık ve aydın düşünceleri olan bir bayandı o zamanlar.
Annemle ileri dostlukları olduğu için biz Malatya'ya taşındıktan sonra da sık görüşüyorduk.
Ablama ve bana kitap okuyup kendimizi geliştirmemizi söyler ve o yılların önemli yazarlarının kitaplarını okumamızı önerirdi.
Kıyafetiyle, düşünceleriyle son derece modern bir öğretmendi.
Ne yazık ki bu 40-50 yıllık dostluk yıllar sonra anneme Atatürk ile ilgili olumsuz bir şeyler söyledikten sonraki tartışmalarıyla bitmişti.
Sevgili anneciğim bir daha asla görüşmedi ve de ismini anmadı.
Bir kenti kent yapan ve yaşatan oranın yerli, köklü aileleri ve onların bitmeyen örnek çabalarıdır.
Böyle bir kentte köklerimin olduğu, doğduğum, büyüdüğüm ve de bir dönem yaşadığım için kendimi şanslı ve ayrıcalıklı kabul ediyorum.
Örnek çabalarını sürdüren ve sürdürecek olanlara selam olsun...
_________
FOTOĞRAF: İsmet paşa İlkokulunda Öğretmenler (Ayaktakiler soldan sağa) Seyfüllah Öğretmen, Şevket Öğretmen, Nuri Eren Öğretmen, Başar Öğretmen ve Zülfü Öğretmen. (Oturanlar) Refika Öğretmen, Ben, Baş öğretmen Tevfik Günel ve ilköğretim müfettişi Şahman Bey -10.05.1944