Anadolu ve Malatya'da Tarımda Yabancılaşma, Tarıma Yabancılaşma-I
Orhan ALKAYA
oalkaya44@hotmail.com
“Suriyeliler olmaz ise tarım ve sanayi çöker”, “Afganlılar giderse hayvancılık biter.” gibi ifadeleri ne yazık ki sıklıkla duyar olduk. İşin ilginci bu sözleri siyasetin etkili veya yetkili kişilerinden duyuyoruz. Üstelik içinde bulunduğumuz yoğun ekonomi kriz, pahalılık, yüksek enflasyon sorunları ile uğraşırken ve en önemlisi de işsizlik sorunları ile boğuşurken bunlar söyleniyor.
Yüzyıllık Cumhuriyetin oluşturduğu tarım ve hayvancılık potansiyeli, dışarıdan göçmen ya da mülteci gelmez ise yıkılacak hale gelirmiş. Düşünün ki genç nüfusunun yaklaşık yüzde yirmi beşi işsiz iken, sığınmacılar ve göçmenler olmaz ise tarım ve hayvancılık yapamayacağız. Ya da aç kalacağız. Yaklaşık iki yüzyıl önce Amerika’nın, Afrika’dan gemiler dolusu insan taşıyarak tarım ve sanayide çalıştırdığı gibi mi yapacağız?
Oysa biz yokluk ve yoksulluk içinde Kurtuluş Savaşı veren, hemen sonrasında ise kısa zamanda ulusal tarım politikaları temelinde, devlet üretme çiftlikleri kurarak ve tamamen kendi işgücü ve sermayesi ile dışarıdan beş kuruş borçlanmadan kendi kendine yeterli olmaya başlayan bir Cumhuriyet geleneğinden geliyoruz.
Öyle ki Dünyanın 1929’da başlayıp İkinci Dünya Savaşına kadar süren en ağır ekonomik krizinde bile hububat, bakliyat üretimini artırmış, mensucat ve şeker fabrikaları kurabilmiş ve kendi kendini besleyebilen bir toplumun devamıyız. Kısacası yoktan var edebilmenin azmini ve gayretini gösterebilmiş bir Cumhuriyetin, yüzyıl sonra dış göçlerle gelen insanlara muhtaç hale gelebilmesi ne acıdır?
Kaldı ki gençliğimizin dörtte biri işsiz ve atıl olarak yaşarken, yabancı uyrukluları istihdam edecek lüksümüz ve imkânımız var mıdır? 2023 yılı itibariyle bu ülkenin yaklaşık beş yüz milyar dolar dış borcu vardır. Ki bu borç dünyanın en yüksek faizi ile borçlanarak ödenmeye çalışılan bir borçtur. Cari açığımız 2023 yılı için 45 milyar dolardır. Yani kazandığımızın çok fazlasını harcıyoruz ve ne yazık ki bu borçları gençlerimizin ve torunlarımızın sırtına bindiriyoruz.
Et ve gıda fiyatlarının rekora koştuğu, bir kilo ucuz et almak için insanların geceden kuyruğa girdiği günleri yaşıyoruz. Diğer yandan dünyanın en pahalı dolarını borçlanarak, dışarıdan hayvan satın alarak et üretmeye çalışıyoruz.
Bu satırlar yazılırken Arjantin’den ülkemize gemiler hayvan taşımaya devam ediyor. “TÜİK” rakamlarına göre yüzde yetmiş enflasyona rağmen çiğ süt fiyatı yüzde 8.5 artırılmış, bu nedenle süt üretimi dibe vurmuş durumda. Bu nedenle ülkede hayvan ırkını devam ettirecek inekler ve koyunlar kesime gönderilmiş. Sonuçta canlı hayvan varlığımız 6,6 milyon azalmış durumda.
Peki biz ne yapıyoruz? Özellikle son yirmi yılda tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlar köyleri terk ederek kentlere akın etti. Kırsal nüfus yüzde ellilerden, yüzde yirmi ikilere kadar geriledi. Özellikle genç nüfus tarım ve hayvancılığı bırakarak köyleri terk etti. Bu kesim, kentlere özellikle hizmet sektörüne (tezgahtar , güvenlik görevlisi , pazarcı, telefoncu vs.) yani doğrudan üretime yönelmeyen alanlara akarken, yerine dışarıdan kaçak ya da mülteci olarak gelenleri doldurmamızın mantığı nedir? Biz Avrupa gibi dış ticaret fazlası veren (harcadığından fazlasını kazanan) bir durumda mıyız ki tarımı ve hayvancılığı bırakıp yerine yabancıları istihdam edelim?
Peki bu geldiğimiz noktanın sorumlusu köyleri terk edip tarım ve hayvancılığa yabancılaşan gençler midir? Yoksa dünya tarım devlerinin karşısında desteksiz ve savunmasız bırakıldığı için rekabet edemeyip her yıl zarar eden ve bu nedenle üretimi bırakmak zorunda kalan çiftçiler midir?
Tabi ki değil. Bunun arkasındaki nedenler Türk tarımının, özellikle 1980 den itibaren küresel tarım tekellerinin baskı ve önerileri ile geriye götürülmesi, tarımsal kuruluşlarımızın kapatılması, satılması veya yağmalanmasıdır. Diğer yandan ülkemiz tarımının, küresel tarım tekellerinin karşısında savunmasız kalması ve haksız rekabet sonucu tarımsal üretimin çöküşüdür. Böylece uzun yıllardır toplumsal ve ekonomik gelişmenin gerisinde bıraktırılmış köylü nüfusunun hızla kentlere yönlendirilmesi sağlanmıştır.
Doksanlı ve iki binli yılların Dünya Bankası ve İMF programlarına ve hükümet programlarına bakılırsa bu göçün nereden kaynaklandığı ortaya çıkar. İşte bu nedenlerle yeterli kazanç elde edemeyen ve kent yaşamının ulaşım, eğitim, altyapı gibi olanaklarını köyünde bulamayan ya da bu koşulları sağlayacak kazancı köyde üretim yaparak sağlayamayan kesim, özellikle de genç kesim, şehirlere aktı. Toprağa ve köye küstü. Vasıfsız işçi olarak ya hizmet sektörüne ya da organize sanayi bölgelerine asgari ücretli işçisi oldu.
İşte bu yüzden biz bugün tarım ve hayvancılık yapacak çiftçi bulamıyoruz. Bugün tarım ve hayvancılıkta bizi yönlendiren ülkeler kendi çiftçisine birçok desteklemeler ve teşvikler sağlarken, bize destek ve teşviği kaldırmamızı önerdiler ya da dayattılar. Bugün tarımsal destekler komik miktarlara geriledi. Dört mevsim hayvancılık yapılacak meralar terk edildi. Dışarıya küçükbaş hayvan ihraç eden ülke uzun süredir dışarıdan hayvan ithal eder duruma geldi. Böylelikle kendi çiftçisine destek vermeyen ülke hayvan ya da tarım ürünü aldığı yabancı ülkelerin çiftçisini destekler hale geldi. Bu yetmezmiş gibi şimdilerde yapılan hayvan ithalatında, Devlet dışarıdan 3.9 dolara alınan hayvanın kg fiyatını içeride kendi çiftçisine 6 dolardan satarak kar etmeye çalışıyor.
Milyonlarca gencimizi üniversiteden sonra devlet kapılarında bekletiyor, KPSS sınavlarında, bir daha şansını dene, diyerek oyalıyor, o muazzam gücü atıl halde bekletiyoruz. Buna karşılık gençlerimize tarımsal istihdam için harcamadığımız paraları ve onlardan sakındığımız parasız sağlık, eğitim olanaklarını ve her türlü sosyal garantileri ülkeye doldurulan mültecilere ve göçmenlere veriyoruz. Bunlara sağladığımız vergi muafiyetlerini kendi çiftçimize vermiyoruz. Diğer sektörlerde ya da büyük sanayicilere uygulanan vergi aflarını ya da vergi iadelerini bu kesimden sakınıyoruz ve her gün artan üretim maliyetlerine rağmen onlardan üretim yapmalarını bekliyoruz. Örneğin “bir litre süt 15 “TL”, “bir litre su 17,5 TL” iken onlardan süt üretmelerini bekliyoruz.
Bu nedenle bunca işsiz var iken hayvancılık yapacak, tarımsal üretim yapacak insan bulamıyoruz. Sonuçta genç nüfusumuzun önemli bir bölümü üretimden kopuyor ve geleceğini üretim dışı alanlarda arıyor. Böylece kendi topraklarına, köylerine tarımsal üretime yabancılaşan bir nesil yaratıyoruz.
Aslında üretime ve tarıma yabancılaşmanın arka planındaki en büyük neden, mevcut ekonomik sistemin üretimi değil tüketimi teşvik eder bir biçime bürünmesidir . Gittikçe artan ve hiçbir emeğe dayanmayan ve paradan para kazanma diyebileceğimiz “rant ekonomisinin” hayatın tüm boyutlarını sarması ve insanlarda çalışmadan para kazanma, bedavadan para kazanma anlayışının güçlenmesini sağlamaktadır. Stokçuluk, manipülasyon, karaborsacılık gibi, bir malı alıp yokluk yaratarak yüksek fiyatlarla satma gibi yöntemlerin emekten ve çalışmaktan daha çok para kazandırması ne yazık ki özellikle gençleri kolay para kazanma hayallerine yöneltmektedir.
Kapitalist ekonominin türettiği “borsa”, “hisse senedi” gibi araçlar ile kısa zamanda ve bedavadan para kazanma rüyaları insanları gittikçe piyangoculuğa ve giderek bir nevi kumar diyebileceğimiz borsa oyunlarına yöneltmektedir. Günümüzde bu salgın öylesine yaygın hale geldi ki; bugün öğrencisinden memuruna, esnafından köylüsüne kadar birçok insan, büyük ya da küçük miktarlarda borsa, şans oyunu vb. oynayarak emeksiz para kazanmanın büyüsünün peşinden koşmaktadır.
İşte bu nedenlerle, toplumun hemen her kesimi çalışmadan, üretmeden kazanmanın cazibesine kapılarak üretimden soğumaktadır. Bu durum aslında tarıma yabancılaşmanın görünmeyen, ancak en önemli sosyal ve psikolojik nedenlerinden biridir.
Oysa toplumsal ekonominin en temel kuralı üretmeden bir toplumun ve devletin ekonomisinin güçlenemeyeceği gerçeğidir. Günümüzde sağlıklı ve emin adımlarla güçlenen ülkelere bakalım, hemen hepsi sürekli ve verimli üretim sayesinde büyümekte ve güçlenmektedir..
İnsanlığın bugün geldiği nokta bize gösteriyor ki toplumların ayakta kalmasının ve geleceğini özgürce kurabilmesinin birincil yolu kendi tarımsal üretimini ve beslenmesini kendi gücü ile sağlayabilmesidir.
Bu nedenle başta genç nüfus olmak üzere Anadolu çiftçisini özelde ise Malatya çiftçisini ne yapıp ne edip tarımsal üretimle yeniden barıştırmak zorundayız.
Peki bu nasıl olacak? Bunu da başka bir yazı konusu yapalım.
___________
FOTOĞRAFLAR: Orhan ALKAYA