SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Alkaya

'Güneşin Altın Yumurtası'

'Güneşin Altın Yumurtası'
A- A+ PAYLAŞ

Orhan ALKAYA

Yanağının gül rengi, kıvrımlarının yumuşak ve asilliği ile nadide bir meyvedir, kayısı. Vatanı olan ta uzak Asya’dan, Avrupa ve Amerika’ya yolculuk yaparken, gelmiş Malatya’da karar kılmış. Bu toprak bu su bu hava ile en mükemmel tadıma bu yörede erişirim demiş. Öyleyse artık ben buralıyım demiş, bütün dünya kayısıyı Malatya ile bilmiş, tanımış. Avrupalılar ona “güneşin altın yumurtası’’ demiş. Ninelerimiz  ‘yanağı güllü’ demiş, kimileri şekerpare, kimisi ise zerdali demiş.

Ama kayısı insanlarda hep güzelliği, sağlığı çağrıştırmış. Afiyet ve sağlık olmuş.

Doğada yaprak açmadan çiçek açan ender bitkilerden olmuş. Kapkara ağaçlar, bir bahar gününde aniden tepeden tırnağa, bembeyaz çiçek olmuş.  Bilmeyeneler acep kar mıdır?  diye hayrete düşmüşler. Böylece HALİKARNAS BALIKÇISI’nın dediği gibi ‘DOĞANIN DÜĞÜNÜ’  başlamış, dağlar, ovalar gümbür gümbür beyaza kesmiş. Sonraları yeşil çağalalar, güneşi soğura soğura yazın ortasında yiyeni mest eden ALTIN YEMİŞ, MİŞMİŞ olmuş.

Bu kez Adıyamanlardan, Urfalardan daha nice memleketlerden yatağı yorganı sırtlayan mevsimlik işçiler kayısı bahçelerine akmışlar.

Kayısı hasadı zor işmiş, ince işmiş, beklemeyi bilmeyen bir işmiş. Bundandır ki; her sabah sırası gelen ağaç silkelenecek, toplanacak, sergenlere taşınıp sıra sıra serilecek, güneşi içenler suyunu özüne verip kuruyacak.

Kuruyanlar toplanacak, her bir kayısının çekirdeği tek tek çıkarılacak. Üstelik bunlar her gün yeniden, yeniden tekrarlanacak.

Tan yeri ağarırken yaşlılar uyanacak, Sultan Nine, koyu bir çay demleyecek, sabahın seher vaktinde uyku tutmayan birkaç yaşlı ağız buruşa buruşa yudumlarken, fısıltılarla sohbet edecekler. Güneş ışığı uyuyanların yüzünü yaladığında,  fısıltılı konuşmalar ‘HAYDİN HA ! HAYDİN HA!’ nidaları ile bağırmaya dönüşecek. Gençler azıcık daha uyumanın çaresiz yollarını ararken, ortalığı sacda pişen sıcak ekmeğin kokusu saracak. Bu koku uyanmakta zorluk çekenlere güç olacak, moral olacak.

Her sabah kaç gün kaldı diye gün sayılacak, güneşin altında ağaçlardan olgun kayısılar toplanırken, terler silinecek, soğuk sular istenecek, yorgunluklar yapılan şakalarla,  çağrılan türkülerle hafifleyecek

Gölgede patik yapanlar (çekirdek çıkaranlar), birbirlerine masallar,  anılar anlatacak, yorgun akşamlarda çaylar içilirken, yevmiye defterine bir çentik daha atmanın keyfi uykuya dönüşecek.

Yine sabah olacak. Analar Bircan’larına, Nurcan’larına, Bahar’larına, canlarına ‘uyanın’ diye seslenecekler. Babalar Mahmut'lara, Abuzer'lere, Hüseyin'lere ‘haydi haydi’ diye bağıracaklar. Analar evvel zamanların verdiği alışkanlıkla hamuru yoğururken bir yandan ateşler yanacak, saclar ısınacak taze ekmeğin dayanılmaz kokusu ortalığı kaplarken, henüz beş yaşında ekmek kavgasına şimdilik zorunlu müdahil olan Ali Asgar, ekmeğin çılgın kokusuna dayanamayıp elini anasına uzatacak.

Bunlar yaşanırken birde bakmışsınız ki kayısılar dizi dizi serilmiş,  sıra sıra kurumuş, ellerde sabır olmuş, sonsuz çokluktaki çekirdeklerden ayıklanmış. Nihayet hasat olmuş, kuru kayısı olmuş, şekerpare olmuş. Yığın olmuş paket olmuş yeryüzüne dağılmış. İşçisine çiftçisine kazanç olmuş, borçlulara bir nebze nefes olmuş, bir sonraki seneye umut olmuş.

“Sabırla koruk helva” olmuş, fotoğrafçılara konu olmuş,  “Yanakları mis gibi Malatya kayısısı kokan” diye şiirlere dize olmuş.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Orhan Alkaya yazıları