SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Alkaya

Rusya'dan Gelecek Yağ Gemilerini Beklerken Malatya'da Tarım

Rusya'dan Gelecek Yağ Gemilerini Beklerken Malatya'da Tarım
A- A+ PAYLAŞ

Orhan ALKAYA
oalkaya44@hotmail.com

Çok zaman geçmiş sayılmaz, iki binli yılların başlangıcı idi. Yeni Dünya Düzeni diye bize dayatılan özelleştirme furyasının zirve yaptığı zamanlar idi.  Bir yandan batılı uzmanlar bir yandan da siyasi iktidarlar, diğer yandan AB (Avrupa Birliği) uzmanları ve medyamızın ekonomi yazarları tarımsal üretimimizi küresel ekonomiye açmak için hep birlikte kolları sıvamış, tarım politikamızı bombardımana tutuyorlardı.  

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak tarımsal düzeni yerin dibine batırıyorlar, bir an evvel A’dan Z’ye kadar yeni dünyaya düzenine uyum sağlanmasını istiyorlardı.  Onlara göre, buğdayı, mısırı, pamuğu, şekeri, bakliyatı diğer ülkelere göre daha pahalı üretiyorduk. Bu nedenle dışarıdan satın almanın bizim için daha karlı olacağını belirtiyorlardı. Ayrıca ülkemizin kırsal nüfusunun gereğinden fazla olduğunu, bu fazla nüfusun köylerden şehirlere akması gerektiğini söylüyorlardı.  Küçük üreticinin tarımsal yapımız için bir yük olduğunu, şehirlere göçüp ucuz işgücüne dönüşmesinin ekonomimiz için daha olumlu olacağını söylüyorlardı.  Daha da ileri gidip birçok tarımsal üretimimizin gereksiz olduğunun artık tarımsal üretimin dünya ekonomisi içerisinde ağırlığının kalmadığını, geleceğin bilişim, iletişim ve ağır sanayide olduğunu ve esas olarak ihracat için üretim yapmak gerektiği belirtiliyordu.  Devletin tarım ve üretimden el çekmesi ve bu işi özel sektöre ve uluslararası tekellere devredilmesi gerektiği hemen her akşam televizyonlarda bangır bangır bağırılıyordu.  Siyasiler, yetkililer tarımsal üretimi yerden yere vuruyordu.AB ve ABD paralelinde okuyup yazan yazar, çizer ve akademisyen takımı, gazete ve dergi köşelerinde küresel ekonominin faziletlerinin öve öve bitiremiyorlardı.   Buğday, arpa üreterek kalkınamayacağımızı haykırıp Cumhuriyetin 80 yılda yarattığı tarımsal kurumları ve fabrikaları yerden yere vuruyorlardı. Özellikle medya bombardımanı ile sersemleştirilen halk 80 yıllık geçmişinden utanır hale gelmişti. Suçu büyüktü, karlı üretim yapamıyor, pahalı üretiyor, devlete yük oluyor, birde üstüne üstlük devletten destek bekliyordu.  Oysa devlet artık çiftçiyi sırtında kambur gibi taşıyamazdı.  

Siyasi ve toplumsal çürümenin, yanlış üretim ve yönetim politikalarının suçu halka yüklenerek her şey satılmaya başlandı, kapatıldı ya da özelleştirildi. Malatya Tekel Tütün Fabrikasının kapatılıp meydanın yabancı sigara tekellerine terk edilmesi bu dönemde oldu. Yine Malatya Şeker Fabrikasının önce kapatılması sonrada satılmak istenmesi ile ilgili gelişmeler ve buna karşı direnişler henüz belleklerden silinmedi. (Merak edenler için Malatyahaber sitesinin arşivleri bir tık ötede duruyor.)

Böylece kırdan kente göç hızlandı inşaat ve tekstil sanayinin pompalanması ile insanlar işçi, kalfa, taşeron ve hatta müteahhit olma yarışına girdiler. Tekstilde çalışan genç evliler köydeki ailelerinin destekleri ile kentli oldular.  Yakacak, yiyecek, kışlık zahireler hatta ekmek bile köyden geliyordu. Bu sayede asgari ücretle şehirli olabiliniyordu. Diğer yandan hizmet sektörünün gelişmesi yeni yeni alanlar doğurdu. Örneğin taşımalı eğitim ile birlikte binlerce insan köydeki hayvanını ya da herhangi bir varlığını satarak son model minibüsler alarak servis şoförlüğüne başladı. Böylece günde birkaç saat kullanılan ve sonrasında atıl olarak bekleyen minibüsler, otobüsler çoğaldı. Sürücüleri ise çay ocakları ya da kahvehanelerde zaman doldurmaya başladı.

Kitleler kredi kartlarının yarattığı tüketim cennetinde alışverişe boğuldular. Köylerdeki yokluk bir anda kentlerde varlığa dönüştü. 120 aya uzanan vade ile satılan evler, mobilyalar, arabalar, binbir çeşit ürünler taksitle alınır oldu. Nispi ve göreceli bir refah ve bolluk şehirden köylere dört bir yanı sardı.

İki binli yıllarda toplam nüfusun yüzde altmışı köylerde yaşarken, bu oran kısa zamanda yüzde yirmi beşlere düştü. Bu hızlı geçişi IMF ve Avrupa alkışlarla karşıladı.  Köylerde kalanlar ise kayısı üretiminin sağladığı gelir sayesinde kendi ihtiyaçları için yüzlerce yıldır ürettikleri süt ve ürünleri tahıl ve hububat üretimini sebze üretimini bıraktılar. Öyle ki yaşadığımız köylerde inekler satıldı. Hazır süt, yoğurt, peynir, yağ dışarıdan alınır oldu. Oysaki çok değil on-on beş yıl önceleri hemen her evde birkaç inek beslenir, köylerde bahçelerde, yol ve dere kenarlarındaki otlar hayvanlara yedirilir ve hazır yem çok az miktarda kullanılırdı. Özellikle dar gelirli haneler bir- iki ineğin sütünü, yoğurdunu, yağını, peynirini satarak çocuklarını okutur ve şehir alışverişlerini yaparlardı. Kısaca evinin geçimini sağlardı. Şimdi ise hazır sosyal yardımlar vardı; ne gerek vardı onca zahmete, otları biçmeye kurutmaya, ekmeye, biçmeye.

Artık kırsal alanda ağırlıklı olarak kayısı üretimi kalmıştı. Gelişen tarım teknolojileri sayesinde daha az insanla yapılabilecek kayısı ziraatı temel üretim haline gelmişti. Onca emek ve girdilere rağmen ürünün bol ve ucuz olduğu yıllar ahlayıp puflamaya, ürünün kıt olup para ettiği yıllarda ise avuçlarımızı ovalamaya başlamıştık. Öyle ya bol olmasın ki para etsin diye diye kıtlığı savunur duruma düştük.

Artık toplumsal ve ekonomik hayat kentlerde yoğunlaşmaya başlamıştı. İnşaat ve tekstil sanayi ekonominin lokomotifi durumuna gelmişti; dolayısıyla çalışanların büyük bir kısmı bu alanlarda yoğunlaşmıştı.

İki binli yılların konjoktürel ekonomik gelişmelerin sonucu gerek yurt dışı kaynaklı, gerek yurtiçi özelleştirmelerin yarattığı bol para sayesinde nispi ve göreceli bir refah; az ya da çok toplumun birçok katmanına yansıyordu. Çünkü dar gelirli kesime çeşitli sosyal yardımlarla sağlanan takviye gelirler ile insanlar üretime değil tüketime yönlendirildi. Köylerde bile bedava kömürler dağıtıldığı için kayısı odunları ve çırpıları bahçelerde çürümeye bırakıldı. Devletin parası vardı, her şeyi dışarıdan alabiliyordu. Bizim paramız vardı. Her şeyi çarşı pazardan alabiliyorduk. Paramız yoksa kredi kartlarımız vardı. Binbir zahmet ile ekip biçmeye ne gerek vardı; öyle ki köylü vatandaş bile kendi tükettiği sebzeyi üretmez olmuştu. Çünkü çarşı pazarda daha ucuza alabiliyordu. Giderek kırsal bölgelerde yeni yetişen genç kesim üretim kültüründen kopuyor ve binlerce yıldır Anadolu’da babadan oğula aktarılan üretim kültürünün halkaları birer birer kopmaya başlıyordu. Hayvancılık ise bu gelişmelerden oldukça etkilenmiş hayvanların ve yem bitkilerinin ithal edildiği bir hayvancılığa başlanmıştı. Canlı hayvan dışarıdan, yem dışarıdan alınıyor, bunlara döviz ödeniyor, içeride ise dövizle alınan hayvanlar yine dövizle ödenen yemlerle besleniyor, bunun adı “yerli ve milli üretim “oluyordu

Kayısıdan elde edilen gelir köylerde daha rasyonel, daha verimli üretim için gerekli altyapıya dönüşmesi yerine, kentlerde oluşan rant ekonomisine, arsa, konut ve benzeri rantı yüksek alanlara kayıyordu.

Bazı yıllar kayısının iyi kazanç sağlaması sonucu bu kez kentli esnaf ve tüccar, memur, serbest meslek sahipleri ya kayısı bahçesi alıyor veya kurmaya başlıyordu.  Bu kez tersine bir akım gelişiyordu. Bu kez üretici ve çiftçi olmayan ve yaşamını sadece tarımsal üretimden kazanmayan hem şehirli hem köylü hibrit bir sınıf doğmaya başlıyordu. Bu gelişmenin bir benzeri besicilik alanında da ortaya çıkıyordu.  Bu kez hızla her bahçeye ve tarlaya bir beton ev veya besi çatıları kondurulmaya başlandı.  

Tüketim ağırlıklı yeni dünya düzenin oluşturduğu sanal cennet ve yalancı bolluk hiç bitmeyecek gibi idi.  Yeni düzende ayağını yorganına göre uzatmak yoktu. Tasarruf ve biriktirme yoktu. Tüketeceksin, daha çok tüketeceksin.  Kazancın yetmiyorsa bankalara, kredi kartlarına borçlanacaksın.  Her şey güzeldi, binmiştik bir alamete gidiyorduk harikalar diyarına.

Fakat bu rüya uzun sürmedi, ülkenin bitmeyecek sanılan döviz kaynakları artan ihracata rağmen daha fazla artan ithalat nedeni ile azalmaya başladı. Yediden yetmişe tarımdan sanayiye hemen her şeyi dışarıdan alır hale gelmiştik. Buğdayı, arpayı, pamuğu, mısırı, ayçiçeğini dışarıdan alıyorduk çünkü küresel güçler bize siz pahalı üretiyorsunuz, siz üretmeyin, biz size daha ucuza satarız, demişlerdi.

Küresel ekonomideki çalkantılar kuraklık ve pandemi gibi etkenlerle birleşince,  öncelikle dünya gıda fiyatlarında başlayan artış yavaş yavaş hissedilmeye başlayınca, acaba biz nerede yanlış yaptık dememize yol açtı.  Üstüne üstlük Aralık ayında zirveye çıkan dolar karşısında milli ve yerli paramızın büyük değer kaybı satın aldığımız ürünlerin fiyatını olağanüstü artırdı. Ayrıca hemen yanı başımızda patlayan savaş ile birlikte gıda krizi bir anda tepemize yumruk gibi bindi.   Bir yanda gıda ürünlerinde başlayan darlık diğer yanda dövizin yokluğu bizi bir anda sarsmaya başladı. Ve bir kez daha anladık ki bizim sadık yârimiz kara toprakmış ve dünyada yaşayan 8,5 milyar insan gıda olmadan yaşayamazmış. İşte bunun içindir ki dünyanın en stratejik sektörü tarım imiş.

Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen Anadolu topraklarının üretim gücünü göz ardı edip, inşaatın ve beton uygarlığının rantının ve küresel güçlerin peşine takılmamızın bedelini, Karadeniz’den gelecek yağ yüklü gemileri bekleyerek ödemeye başladık. Şeker fiyatları üçe beşe katlayınca, bir dönem kapatmak veya satmak için uğraştığımız şeker fabrikalarımızı alkışlarla hatırlamaya başladık. (ne yazık ki bu yazı bittikten sonra 400bin ton şeker ithal edeceğimiz açıklandı. Bu da başka bir yazı konusu olur).  

İlkbaharla birlikte köylümüz, çiftçimiz ne bulursa ekmeye yeltendi fakat bu kez karşısına üçe beşe katlamış mazot, gübre, ilaç fiyatları çıktı.   Yeniden köyler ve topraklar aklımıza gelmeye başladı, köye dönüş için Malatya’nın dağları, ovaları betonarme evlerle dolmaya başladı.  

Sonuçta bakalım bu kez bize hangi filmi göstermeye başlayacaklar hep beraber göreceğiz.

Ancak antik felsefenin şu unutulmaz sözünü bir kez daha hatırlıyoruz: “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz”    (Heraklitos)

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

22 yorum yapılmış

  • MEHMET (1 yıl önce)
    mükemmel bir yazı olmuş. günümüz sıkıntılarının temelini gözler önüne sermiş.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Güneşin altın çocuğu (1 yıl önce)
    İnsan ölümü düşününce hiç çalışası gelmiyor..huriler i altından ırmaklar akan bahçeleri (alışırsam bir bahçe var ona benzetirim) çok güzel yazı olmuş ayrıca seni taktir ederim foturafciligini karşıya olan sevdanı almaya karşı çeşidin bile var yazılarında güzel okudum bu kadar uzun yazma akıciydı eleştirelsel evet Dil gevrek gitsin gitti hükumet gitsin gitti diyelim çözüm ne çözüm evdeki hanımda.canımı sıkıyor yerine ne getireceksin Allah kimseyi devletsiz etmesin geçen sakız adasında bir belgesel izledim sakız ağaçlarında sakız üretiyor lar ama sakız müzeleri var orada tanıtılıyor çok ilginçti Malatya'da bir kaysı müzesi yok bu bir kültür meselesi kaydı birlik nasıl bastırıldı ...tuğla çürük tuğla sen birlikte kursan ..kooperatife kursan lisanslı depoda kursan tuğla çürükleri batar yoksa yazdıklarının hepsi doğru zaten vanda erişte te geçen bir arkadaşla görüştüm Malatya'daki götürdükleri gıdalarla kutu karşı üretimi yaptıklarını bugünkü Malatya haberdede olduğu gibi taş kaysi piyasasını kaybettik kutu karşı liderliğinde sağlanmakta yakın zamanda o da elimizde gidecek geçen enflasyon oranlarini sebze meyvede sadece fiyat geri giden ürün karşıydı...çözüm nedir çözüm Darende tutarlar gibi kışın yapmayıp dünyanın her yerinde pazar oluşturacak yabancı dil bilen tarım ekonomisi okumuş ziraat mühendisleri den oluşan bir yailama içinde daha ürün çıkmadan önceden sipariş oluşturacak bir yapıyı oluşturmak aslında çok basit bir organize tabiri bu fikrim şu anda aklıma gelmedi çok düşündüğüm bir çözüm aslında karşı yinede değerinde gitmiyor insanların gelirleri düştü Orhan bey makatya için değerli bir insansınız çalışmalarınızda başarılar diliyorum saygılar tespitler yapılacak çok şey var ama si,in gibi insanlar yalnız meydan boş ilme bilgiye saygı yok
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Nihat Toramanoğlu (1 yıl önce)
    Görünmeyen veya gözardı da kalan gerçeklerden var tabi tarımda makinalaşmaya bağlı kırsal göçü, mirasla bölünme ve anlaşamama sonucu atıl duruma düşen yer yer bazı köylerde %60 lira varan ekilemeyen arazi kaybı gibi sorunların yanında kapıkaya barajı, Boztepe barajı yakında hizmete girecek olan yonca barajı sayısız sulama göleti sondaj kapalı sistem su aktarım ve sulama sistemleri neden göz ardı edilmiş yazınızda insanımızın hiçmi kabahati yok? Çobanlar afganistandan tarım işçileri ırak Suriye veya güneydoğudan gelir oldu ? Birazda zenginlik ve rahat yaşam tarzı özentili yeni ağalık tarzında suç yokmu?
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Alper (1 yıl önce)
    10 dönüm yere 250 TL ödeyip çiftçiye mazot ve gübre yardımı yaptım koyarsan adını, elinde deniz feneriyle rus gemisi bekletirler adama. bu destek ödemesiyle bırak bir yıl boyunca mazot gübre almayı, 50 km olan bahçeye bir kez gidip gelmek için 250 lira mazot yakıyor otomobil. hey yavrum hey
    %67
    %33
    Yanıtla
  • Murat (1 yıl önce)
    Millet artık kredi çekip köylülerimizin çocuklarının karın tokluğuna çalıştırıldıkları kafelerde boşa vakit harcamaya devam etsin dursun, sonra da iş yok nerede bu devlet, millet aç deyip havari propaganda yapsın. Çıkın kafelerde bir tur atın, boş yer varmı!
    %67
    %33
    Yanıtla
  • Hakkanî (1 yıl önce)
    MAALESEF MAALESEF VE YINE MAALESEF KI aynen belirtiğiniz şekilde battik gidiyoruz. Bugünden itibaren devletin her seyi bir tarafa bırakıp elimizde kalan saksıdaki toprağı bile olsa işletip gida üretimine destek politikalar geliştirmesi, gençlerimizi istihdamdan yoksun alanlara kanalize edeceğine çeşitli sebeplerle ona buna destek diye hazineden çıkardığı paraları tarim ve sanayi alanında desteğe aktarmalı, gençlerimizi toprağı emek vermeye yöneltmeli. Insanlar da keyfinden biraknadi tapanini,topragini. Alınteri döküp binbir emekle ürettiği urunu degerinden satamadı, harcadığını yerine koyamadı. Nereye kadar gider sanıyorduk??? Allah daha beter olmaktan korusun, Dogruyu gören dogruyu yapan idareciler başımızda olsun inşallah
    %60
    %40
    Yanıtla
  • Vatandaş (1 yıl önce)
    Geçen yıllarda bir sene tütün para etti Malatyalı hemen kaysıları ve elmaları söktüler şeker pancarı tarlalarını sürdüler Adıyamanlılar buğday arpa ve mercimek tarlalarını sürdüler ve yerine tütün ektiler. Şimdi de tütün para etmiyor kayısı, şeker pancarı, buğday, arpa ve mercimek para ediyor. Velhasıl kelam Hollanda gibi kim ne ekeceğini bilmeli. Devlet bu işi iyi bir Tarım politikası ile düzeltmezse vatandaşın sıkıntısı bitmez.
    %89
    %11
    Yanıtla
  • MUSTAFA (1 yıl önce)
    Gördüğümüz ve yaşadığımız kadarı ile; Eğitim çok kötü. Liyakatsiz rektörler, İmam hatip okullarını çoğaltma uğruna azaltılan düz liselerde her sınıfta 40-50 öğrenci, artık lise öğrencileri açık lisede okuyor. Eğitim bitti. Sağlıkta şehir hastaneleri derken artık randevu alınamıyor. Doktor maaşları işçi maaşlarına yaklaştı. Doktorlar ya yurt dışına, ya da özel hastanelere gidiyor. Bir çok hastanelerde doktor olmadığı için bölümler kapanıyor. Tıp fakültesini seçen öğrenci sırlaması 25 binlerin altına düştü. Sağlığı da en sonunda bitirdiler. Tarımda kendi kendine yeten nadir ülkelerden biri iken, şeker fabrikalarını kapatıp, şekeri ithal ediyoruz. Sigara fabrikalarını kapatıp, sigarayı ithal ediyoruz, tarımı maliyetlerden dolayı azaltıp ithale gidiyoruz. Velhasıl tarımı da bitirdik sonunda. Adalet desen yine öyle, demokrasi dersen aynı durumda. Liyakatsizlik almış başını gidiyor. Geçen bir yazar yazmıştı, bir devlet bankasının yönetim kurulunda bankacılıktan anlayan kimse yoktur diye. Aslında ne iyi gidiyor diye sormak lazım. Ancak iyi giden pek de bir şey bulamıyoruz. Paramız pul oldu. Ancak hala iktidar halktan destek alıyor. Türkiye bir garip ülke. Bundan 2500 yıl önce yaşayan yunanlı filozof Platon un bir sözü vardır; "Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar"
    %47
    %53
    Yanıtla
  • Canım malatya (1 yıl önce)
    Bu ülkede tarımın bitişinin başlangıcı 8 yıllık kesintisiz eğitime geçmekle başladı. Köylüler okutulmak zorunda kalan çocukları için şehirlere geldiler. Babalar Burda doğalgazın rahatlığını internetin cazibesini gören çocuklarını bir dahada köye götürmedi. Hanımı bile sen git köye biz çocuklarla burdayız dedi. Rahatlığı gören çocuk daha giderim köye. Buda yetmezmiş gibi 12 yıllık kesintisiz eğitime geçildi. Ve böylece herkes ZORLA okuyacak bir dahada köye gitmeyecekti.ve geldiğimiz durum
    %72
    %28
    Yanıtla
  • Aynen de dediğiniz gibi oldu ama eğitiminde içi çoktan boşaltılmıştı. Ortada eğitimde yok tarım ürünü de yok kocaman bir sıfır var.
    %67
    %33
    Yanıtla
  • Aynen katılıyorum hiç düşünmüştüm eğitim kısmını en çok etkilendiğim Finlandiya öğretmenler on yıl eğitim gördükleri ve en yüksek maaşları öğretmenlerin aldığı
    0
    0
    Yanıtla
  • Onur (1 yıl önce)
    Bir ülke nasıl bitirilir diz cokturulur 20 yılın özeti bir yazı olmuş. Ama anlayana tabi.
    %74
    %26
    Yanıtla
  • Farabi (1 yıl önce)
    Kuş gribi ve deli dana hastalığını eklemeyi unutmuş sunuz.
    %84
    %16
    Yanıtla
  • Ali (1 yıl önce)
    Orhan hocam yazı okunmakla kalmamalı camlatıp diğer nesillere ulaşması için bence duvara asılmalı.. Şehir üretir, kent tüketir.. Ayrıca son dönemlerde içselleştirilen ''Kullan at Kültürü'' furyası başladı.. Bir defa kullanıp attıkça hem doğa yaşanmaz hale geldi hem bütçe sarsıldı.. Eşya insana hizmet için vardır dan insan eşyaya hizmet eder hale geldi.. Kaleminize yüreğinize sağlık..
    %72
    %28
    Yanıtla
  • Veysel baykal (1 yıl önce)
    Tam on nomara tesbit yapmışsınız. Aynen öyle yaptık ve yaşadık. Emeğine yüreğine sağlık. El alemin şeyi ile gerdeğe girilmediğini öğrenmiş olduk. Sağ olun, var olun. Selamlar
    %80
    %20
    Yanıtla
  • Malatyalı (1 yıl önce)
    Kaleminize sağlık. Tüm gerçekleri sıralamışsınız.
    %44
    %56
    Yanıtla
  • Kazım (1 yıl önce)
    Emeğinize kaleminize sağlık.. harika bir neoliberalizm ve yerli işbirlikçilerinin icraatlarının analizi özeti..
    %83
    %17
    Yanıtla
  • erkan (1 yıl önce)
    Çok beğenerk okudum. Yazarın kalemine sağlık
    %72
    %28
    Yanıtla
  • Hasan (1 yıl önce)
    20 yılda ülkede üretimi bitirdiler..övündükleri tek şey beton
    %77
    %23
    Yanıtla
  • Cahit ERTEM (1 yıl önce)
    Musadenle yazıyı paylaşacağım
    %82
    %18
    Yanıtla
  • Vahit (1 yıl önce)
    Bilinçsiz tüketim, bilinçsiz üretim, bilinçsiz yatırım ve en önemlisi bilinçsiz yaşam üzerine harika bir yazı olmuş. Bir toplum düşünün ki ürününe yaptırdığı sigorta karşılığında ürününün doğal afetler ile bozulmasına dua etsin...Hep kolay kazanç ve kolay tüketim üzerine yaşıyoruz. Her yatırımda bir beton arıyoruz. "Bahçem var hemen içine ev yapayım", "O tarafa 10 kat izni verildi hemen müteahhite vereyim tarlayı" gibi düşüncelerle betona girdikten sonra doğal sebzenin, doğal meyvenin hayalini kurup pazarda karpuza 50 TL verince söyleniyoruz. Annelerimiz hastalanınca onlara yardım etmektense "satın artık şu ineği bakamıyorsunuz işte. Sanki sütün kilosu kaç para, değer mi bu zahmete?" diyoruz ama iki yıl sonra "Bunun da peyniri güzel, yağlı ama çok istiyor arkadaş" demekten alamıyoruz kendimizi. Hayat ders vermekten yoruldu ama biz bir türlü geçemedik o dersi.
    %89
    %11
    Yanıtla
  • İ.Hakan EMEKSİZ (1 yıl önce)
    Gerçekten güzel yazı bazı köylerde kış aylarında (şehirde ne varsa dört duvar arasında pineklemek için) milletin efendisi köylü, şehire kaçtığından köyü korumak adına köy halkı sivil bekçi tutup 3-4 ay köye sahiplik edecek birilerini buluyor.Köylere dönüş başlayacakta köy bizi kabul edecekmi bilmem terkedilmişlik çok ağır zamanında üç kuruş ücret için 12 ay süründüğümüzü (halbuki köyede 4 tane davar gütse 12 ayda alacağı üçreti alacak hemde kimseye boyun eğmeden elif gibi dimdik)
    %90
    %10
    Yanıtla

Orhan Alkaya yazıları