Kayısı Bahçesinden Notlar- 2021
...Bir yıl boyunca kayısı bahçelerinin zorluğunu ve kahrını çeken üretici ve işçiler, Temmuz ayının sıcağında ve hasatın telaşında iken yaz akşamları kentin..
Orhan ALKAYA oalkaya44@hotmail.com
Asırlardır “güneşin altın yumurtasına” yataklık etmiş coğrafyamızda bir kayısı hasat dönemini daha geride bıraktık.
Temmuz Güneşinin sıcağında sergen yerleri kayısılarla doldu taştı. Ağaçlardan silkelenen kayısılar islimlere taşındı, kükürtlendi, serildi, kurutuldu. Çekirdekler çıkarıldı tekrar serildi.
Kısacası binbir emekle binbir çaba ile dünyanın en güzel kayısıları bir kez daha üretilmiş oldu.
Kurutulmuş kayısılar depolar konuldu veya satıldı. Doğu illerinden gelen işçilere iş oldu, aş oldu, ekmek oldu; üreticiye güç oldu, evlenceklere çeyiz, öğrencilere okul harçlığı oldu.
Üretici esnafa borcunu ödedi, esnafa gelir oldu. Bu arada aç kalan kuşlar didikleyerek karnını doyurdu, arılar çiçekleri ile beslendi, karıncalar yerlere düşen kayısıları parçalayarak tüketti.
Kısacası başta insan olmak üzere tüm canlılar payına düşen kadar yararlandı kayısıdan.
Baharın gelişi ile birlikte bir kez daha milyonlarca kayısı ağacı kar gibi beyaz çiçekleri ile Malatya ve civarını bir kez daha düğün yerine dönüştürdü.
İnsanlar bir kez daha çiçeklerin meyveye dönüşmesini umutla beklediler.
Ne yazık ki bazı bölgelerde soğuk hava, sis ve ilkbahar zirai donları nedeni ile kayısıda ciddi ürün kayıpları yaşandı.
Kapitalist üretim ve tüketim ekonomisinin ve aşırı kar hırsının yarattığı yıkıcı ve yok edici etkisi ile artık doğal döngüsünü sürdürmekte zorlanan tabiat ana bir kez daha ezberimizi bozdu.
Küresel iklim krizinin bir yıl önce aşırı yağışlara boğduğu Malatya ve civarı bu yıl oldukça kurak bir mevsim yaşadı. Sonuçta yaz doğru yaklaştıkça kayısı rekoltesinin geçen yıl gibi kapasitenin ancak yarısı kadar olacağı görüldü.
Bol bir ürün umudu yine başka bir bahara kaldı.
Bir yıl önce ürün azlığından dolayı yükselen fiyatlar biraz daha yükselmeye başladı; bu durum ürünü bol olan üreticiyi mutlu ederken, fiyatları aşırı yükselen ilaç gübre v.b tarımsal girdilerin olumsuz etkisinin hissedilmesini engelledi diyebiliriz.
Ürünün bol olamayışı nedeni ile bu yıl, hızlı ve kısa süren bir hasat zamanı yaşandı diyebiliriz.
Yine iklim krizi nedeni ile olacak ki rakımı düşük bölgelerde, erken başlayan ve yüksek rakımlara doğru 45 -50 gün süren hasat süresinin 20 -25 güne düştüğü gözlendi. Normalde Baskil, Kale ve Doğanyol gibi erkenci bölgelerde meyve olgunlaşması başladıktan uzun bir zaman sonra hasadın başladığı Akçadağ, Doğanşehir ve Hekimhan gibi bölgelerde bir hafta on gün sonra meyve olgunlaşmaya başladı.
Bu durum hasat süresinin kısa bir zaman aralığına sıkışmasına ve yaş kayısı ihracatının süresinin ve miktarının azalmasına yol açtı.
Rakımı 700 m. olan bölgeler ile 1200 – 1500 m. Yükseklikteki bölgeler arasındaki olgunlaşma süresinin kısalması ve birçok bölgede aynı anda meyve olgunlaşmasının gerçekleşmesi bilimsel açıdan henüz açıklanabilmiş bir durum değil. Oysa bu durum, yaş kayısı ihracatı ve birçok alanda olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli taşımaktadır.
Her yıl olduğu gibi bu yılda kayısı üreticileri ve emekçileri ile alay edercesine bir “kayısı festivali ya da şenliği” daha düzenlendi.
Bir yıl boyunca kayısı bahçelerinin zorluğunu ve kahrını çeken üretici ve işçiler, Temmuz ayının sıcağında ve hasatın telaşında iken yaz akşamları kentin parklarında konserler ve yarışmalarla geçiştirilen etkinlikler ile bir kez daha ”mış” gibi yapıldı.
Oysa tarih boyunca üreten insanlar her hasatın sonunda, Tanrıya şükür ve Doğaya şükran olsun diye bereket ve sağlık için törenler, bağbozumları gibi şenlikler düzenlemiştir. Bir araya gelinmiş yenilmiş içilmiş halaylar çekilmiş Tanrıya şükür merasimleri yapıla gelmiştir. Bu şenlikler ve merasimler bir kültür üreticisi ve taşıyıcısı olarak toplumların, folkloruna, halkoyunlarına, öykülerine, edebiyatına, heykel ve resim sanatına yansımıştır.
Anadolu medeniyetleri müzeleri ve etnografya müzeleri bunların en zengin ve görkemli örnekleri ile doludur. Yanı başımızdaki Arslantepe Uygarlığı bunun en somut örneği değil midir? Ancak binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayanların meydana getirdiği ve bugün tüm dünyanın hayranlıkla izlediği ve UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne aldığı heykel ve kabartma sanatının en zarif ve incelikli eserlerinin hemen yanı başında, bugünkü şehrin birkaç kavşağına yerleştirilen devasa beton bloklardan oluşmuş her göreni “hayran bırakan” ucube kayısı heykelleri, kaç bin yıl sonra geldiğimiz noktayı ne güzel de gösteriyor.
Üreticinin yaşamına dokunmayan, üretim mekanları ile kopuk alanlarda gerçekleşen her kutlamanın, içeriğinden ve kitlesinden kopuk olacağı bir gerçektir. Ancak yine de yöresel olsa da bazı bahçelerde ve işletmelerde işçiler hasatın sonuna doğru kendiliğinden gerçekleşen halaylar ve oyunlarla hasat sonu sevincini yaşamaya çalışıyor.
Sıranın ürün satışına gelmesi ile birlikte fiyatlarda bir miktar artışlar olmaya başladı.
Geçen yıl 20-25 TL bandında seyreden kuru kayısı fiyatları, bu yıl 25-30 TL olarak gerçekleşmeye başladı. Uzun yıllardan bu yana beklenen ve özlenen bir fiyatın oluşması ürünü olan üreticilerin yüzünü güldürdü. Üretici olarak daha da fazlasını hak ediyoruz. Ancak birçok mesleki ve siyasi kurumun, üretim azlığından dolayı gerçekleşen fiyat artışını, satış ve pazarlama başarısı söylemiyle propaganda malzemesi yapması, aslında ciddi bir yanılgıyı da beraberinde getiriyor.
Oysa, fiyatlardaki artış, tamamen iklim koşullarından kaynaklanan rekolte düşüklüğünden kaynaklanmıştır. Yani kuru kayısı geçen yıllara göre daha az üretilmiştir ve bu nedenle fiyatlar bir miktar artmıştır. Ancak bu fiyatlar Avrupa ve Amerika’nın market fiyatlarına göre hala oldukça düşük kalmaktadır.
Burada tartışılması gereken konu; hava koşulları ile ciddi bir ürün kaybının yaşanması sonucu fiyatın artmış olması, geniş bir açıdan veya ekonomi politik açıdan bakarsak çok da sevindirici bir durum değildir. 8 milyon kayısı ağacına ve 180-200 bin ton kuru kayısı üretim potansiyeline sahip bir sektörün, doğal felaketlerle ürünün yarısını kaybetmesi ulusal gelir açısından büyük bir kayıptır.
Çünkü sekiz milyon ağaca ilaçlama, gübreleme, yakıt, bakım ve işçilik gibi girdilerin harcanması fakat alınabilecek ürünün yarısının alınabilmiş olması, toplam harcamaların yarısının boşa gitmesi demektir. Bu da toplam maliyetin artması anlamına gelmektedir. Yine 180-200 bin ton kayısının yaratacağı istihdam ve iş imkânı, hasatta ve kayısı işletmelerinde çalışacak işçi sayısı ve süresi açısından da ekonomik ve sosyal bir kayıp söz konusudur.
Diğer yandan yaratılacak katma değer ve ulusal gelir açısından da bir kayıp vardır. Sadece işçi sayısı açısından baksak bile yıl boyunca kayısı işletmelerinde çalışacak işçi sayısının yarı yarıya azalması demektir. Kısacası genel anlamda değerlendirdiğimiz zaman sadece bir sezon için yapılan harcamaların ve toplam maliyet girdileri yine üreticinin cebinden çıkmaktadır ve de bu da toplam maliyeti artırmaktadır
Ancak biz üreticiler eğer o yıl kendi bahçemizde ürün varsa ve fiyat da yükselmişse doğal olarak seviniyoruz ama toplamdaki kayıpları göz ardı ediyoruz.
Buna karşılık, birçok üreticinin “iyi de ürün bol olursa fiyatlar düşüyor kayısımız para etmiyor. Öyle olacağına her yıl az olsun ürünümüzde para etsin” dediğini de tahmin edebiliriz.
Belki üretici geçmiş yıllarda yaşadığı “bol ürün - düşük fiyat” tecrübesinden dolayı bunu söylemekte haklı gibi görünebilir.
Fakat asıl marifet ürün bol iken, doğru satış ve pazarlama politikaları ile ürünü dünya piyasalarında hak ettiği değeri ile pazarlayabilmektir. Yoksa ürün bol olunca, örneğin; 2018 yılında olduğu gibi, meyve suyu için 25 bin ton yaş kayısıyı, 25 kuruştan satıp kayısının olmadığı yıllarda ise aynı kayısıyı 3 ya da 4 TL’ye satmanın başarı ile bir ilgisi yoktur.
Şimdilik bu konuyu tarım ekonomistlerinin araştırmasına bırakalım.
Aksi halde kayısı üretiminde bolluk ve bereket olunca üzülen, hastalık, zirai don ve yokluk olunca sevinen bir toplum haline geleceğiz.
Gelecek yıllarda kayısı adına, Malatya adına, Türkiye tarımı adına, her şeyin daha güzel olması, kayısının her daim hak ettiği değere ulaşması umudu ile…
______
FOTOĞRAFLAR: Orhan ALKAYA