SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Alkaya

Üretim, Ama Hangi Üretim; Köyde Tekstil mi?!

Üretim, Ama Hangi Üretim; Köyde Tekstil mi?!
A- A+ PAYLAŞ

Orhan ALKAYA
oalkaya44@hotmail.com

Özellikle doksanlı yıllarda başlayan ve ikibinli yıllarla  daha da hızlanan köyden kente  göçün en büyük nedenlerinden biri de, Avrupa  ve Amerikan  sermayesinin Dünya Bankası ve IMF programları ile  bizim gibi gelişmekte olan ve ucuz işgücü potansiyeli yüksek ülkelere  biçtiği yeni roldü. Bu rol, başta  başta tekstil  olmak üzere  otomotiv , metal ve inşaat sanayi dallarında üretimin artırılması idi. Çünkü Avrupa ve Amerika için bu sektörler artık karlılığını yitirmiş ve çevreyi oldukça  kirleten ve bol işgücü isteyen sektörlerdi. Aynı zamanda dünya artık bir iletişim ve bilgisayar çağına girmişti . Artık iletişim teknolojileri  ve yazılımlar  ihraç ediliyordu. Kol ve makine gücü bizim gibi ülkelere  bırakılıyordu.. Bu nedenle  sürekli olarak kırsalda yaşayan  nüfusumuzun gereğinden fazla olduğu , diğer yandan tarımsal üretimin bizim için karlı olmadığı söyleniyordu .Yine bu nedenle   tarımısal üretimi boşverip dışarıdan almalı idik. Böylesi  daha karlı olacaktı. Bu nedenle  köyleri bırakıp  kentlerdeki   organize sanayi bölgelerine akın etmek  gerekirdi.

Bu  düşünce uzun yıllar teknolojik yeniliklerde yeteri kadar yararlanamayan ve binbir zahmetle   tarım ve hayvancılık yapan ve yeteri kadar kazanamayan   köylülere çok  cazip geldi.  Zaten köylerdeki genç nesil  kent yaşamının görünürdeki  konforuna  çoktan gönlünü kaptırmıştı. Köylerdeki altyapı yetersizlikleri, eğitim, sağlık  v.b. hizmetlere erişimdeki zorluklar, kent yaşamına  talebi daha da artırıyordu.

Bütün bunlar bir araya gelince  20 yıl gibi sosyal tarih açısından kısa sayılabilecek bir sürede  kırsal nüfus  büyük bir hızla kentlere aktı . 80 li yıllarda yüzde altmışlarda olan kırsal nüfus yüzde yirmibeşlere düştü. Ancak  asgari ücretle şehirlerde yaşamaya başlayan, çoğunlukla genç nüfus kent yaşamının  barınma, gıda, sağlık ve ulaşım gibi  giderlerin yüksekliği karşısında önce bir sarsıldı. Öyle ya köylerde  ulaşım, ev kirası   gibi masraflar söz konusu değildi;  temel gıda ürünlerinin et, süt ve ürünleri  tahıl ve bakliyat  gibi büyük bir kısmını ya kendileri üretiyordu veya  oldukça kolay ulaşabiliyordu. Ancak  kent koşullarında  yaşamak için  köylerdeki ailelerin  desteği zorunlu idi. 

Bu nedenle yakacağı yiyeceği içeceği  ve hatta ekmeğine kadar  köylerden karşılanması sayesinde kent yaşamı  mümkün olabiliyordu.. Böylece  organize sanayi bölgeleri  asgari ücretle çalışan  bazen daha da aşağı ücretlerle çalışan  işçi bulabiliyordu.

Derken  finans ve banka sektörünün  kredi kartı olgusunu yaygınlaştırması ile birlikte tüketim için borçlanma kolaylığıda sağanmış oldu. Artık düşük ücretli kesim rahatlıkla borçlanarak  tüketebilecekti  . Bu gelişimin sonucu   büyük kentlerde hızla  Doğu ve Güneydoğu Anadoluya kaydırılan  özellikle tekstil fabrikaları kolay ve ucuz  bir şekilde işçi bulabiliyordu.

Bu süreçte tarımsal ve hayvansal üretim gittikçe  geriliyor, teşvik ve destekler  küresel ekonominin yönlendirmeleri sayesinde iyice kısılıyordu. Bu gelişmelerin sonucunda  kırsaldaki genç nüfus  kentlere akınca  köylerde yaşayan kesim gittikçe yaşlanmaya  başladı. Kalan gençlerde  bol miktarda açılan üniversiteler sayesinde üniversite öğrencisi oldu. Böylece üretim sürecinden kopmaya başladılar. Gittikçe tahıl ,bakliyat ve  sebze üretimi daralarak  sönmeye başladı. Artık ülke  başta tahıl olmak üzere birçok gıda ürünlerini dışarıdan  borç alınan dövizle ithal eder duruma gelmişti. Doğal olarak hayvancılıkta bu gelişmelerden etkilenerek  iyice geriledi. Dışarıya küçükbaş hayvan ihraç eden ülke, dışarıdan et ve hayvan ithal etmeye başladı.

Her şey günlük güneşlik gidiyor sanırken  bir anda başlayan   korona salgını süreci ile  birlikte, gıda ürünlerine erişmekte  sorunlar yaşanınca tarımsal üretimin önemini hatırlamaya başladık . Çünkü her istediğimizi istediğimiz anda yurt dışından alamıyorduk. Alsakta dünyanın en pahalı dövizini borçlanarak alıyorduk. Ya dünyada yeterli üretim olmazsa  savaş ya da kuraklık veya siyasi nedenlerle  yabancı ülkelere başta tahıl  olmak üzere diğer gıda ürünlerinin satışını durdurur ise ne yapacaktık? Üstüne üstlük en somut örneğini 2021 aralığında yaşadığımız  döviz  krizi sonucunda  patlayan  ve hala devam eden pahalılık ve enflasyon ile gıdaya  erişmek özellikle dar gelirli için sorun olmaya başlamıştı bile..  Çünkü ülke ekonomisi  çift paralı bir ekonomiye  dayandığı için  döviz pahalandıkça bizde daha pahalı almaya başlıyorduk. 

Dışarıdan almak daha kolay ve ucuz diyenlere inanıp kendi tarlamızı ekmeyi bırakmış, gençlerimizi kentlere  göndermiştik. Kalanların tümü ise  üniversiteyi  bitirmiş , fakat iş bulamadığı için bitmez tükenmez KPSS'ye hazırlanmak için dersanelere gitmek zorunda  kalmıştı. Artık “tek umut kapağı devlet dairesine atmaktı“. Böylece bu genç ve dinamik kesim  kırsalda yaşamasına rağmen üretim sürecinden kopmuş ve atıl kalmıştı. Üstelik geçmişten geleceğe aktarılarak gelen  üretim kültürünün yeni nesillere aktarılması da kesintiye uğramıştı. (Kırsal  yaşayan gençliğin bu durumu ayrı bir yazı ve araştırma  konusu olmalıdır,  bu durumun  ekonomik  ve sosyo -psikolojik nedenleri açıklıkla ortaya konmadan yapılacak tüm projelerin başarı şansı düşük olacaktır.  Ancak kısaca kırsal kesimdeki  fiziki ve ekonomik altyapının yetersizliği nedeni ile  ilkel ve hijyenik olmayan  koşullarda hayvancılık yapma zorunluluğu, veya tozun toprağın güneşin altında çalışma zorunluluğu karşısında elbetteki kentlerde  kapalı  alanlarda sıcak ya da serin koşullarda ve belirli bir maaş garantisi ile çalışmak   daha cazip olacaktır.  Kısaca  tarımsal  üretim de   yeterli olmayan teşvik ve destekler sonucu  düşük gelirin  bu gidişi hızlandırdığını söyleyebiliriz.)

Sonuçta  salgın  ve savaş koşullarının yarattığı şok  dalgası ile uyanmaya başlayan yöneticiler “tarımsal üretim” , “gıda üretimi” diye  bağırmaya başladı. Daha önce “siz pahalı üretiyorsunuz dışarıdan almak daha ucuz” diyenler şimdi ise, ”ne ekerseniniz ekin ama  arazilerinizi boş bırakmayın” diye çağrılar  yapmaya başladılar. Fakat bir kere köylü üretimiden soğutulmuştu . Bu arada yem, mazot, gübre ,ilaç  vb. tarımsal girdilerdeki olağan üstü artışlar üretimi iyice zorlaştırmaya başlamıştı. Tüm bunlara rağmen  ülke baştan ayağa tarım ve hayvancılığın  hayati önemini  farketmiş,   her ne koşulda olursa olsun üretmenin zorunluluğunu görmüştü..

FOTO: Battalgazi'de kurulmakta olan ‘Tekstil Kent’in inşaatı.. 

Ancak hal ve gidiş böyle iken,  belediyeler  öncülüğünde kırsal kentlere tekstil fabrikaları kurulması  projesi (fotosu üstte)  ortaya çıktı  ve  ilk olarakta   Malatya ovasının  hemen başlangıcında yeralan Hatunsuyu kasabasına  kurulmaya başlandı!. Bu düşünce ilk bakışta   kırsal alanda genç nüfusa iş alanları açmak, işsizliği önlemek gibi faydalı  bir amaca yönelmiş olabilir. Ancak kırsal alanda  özellikle  genç nüfusu hayvancılık ve zirai alanda  üretime  yönlendirmek gerekiyorken, günümüzde de  et ve  süt ürünlerinde üretim daralması yaşandığı için  olağan üstü fiyat artışları gerçekleşirken en temel gıda maddelerini  bile dışarıdan alma noktasına gelmişken ve  bu alanlarda üretimi teşvik etmek yerine önceliği tekstile vermek ne kadar doğru olabilir?

Ülke genelinde   olduğu gibi ilimiz  özelinde  de miras hukuku nedeni ile  arazilerin gittikçe  bölünerek  küçük ölçekli  hale gelmiş olması gerçeğini göz önüne alarak , küçük ve orta ölçekli  tarım ve hayvancılığı  geliştirmek ve daha verimli hale getirmek  zorunludur. Çünkü  bu alanda  küçük üretici sayısı oldukça fazladır ve gizli  ya da açık işsiz sayısıda bu alanda yoğunlaşmaktadır.  Bu nedenle  bu alana yapılacak projeler, yatırım ve planlamalar hem üretimi hemde istihdamı sağlayacaktır. Devletin  bütün katmanları  özellikle ziraat işletme ve ekonomi  alanında  düşünce  ve pratik üreten  kuruluşlar  kırsal kesimde yaşayan ve kentlere göç etme aşamasında olan ya da üniversiteyi bitirip  “devlete kapağı atma  sevdası” ile atıl bir şekilde  bekleyen genç ve dinamik kesimi, daha iyi  köy koşullarında ziraatla tanıştırıp veya  barıştırıp üretime  yönlendirmelidir.

Kamu kuruluşları tüm yetenek ve becerilerini,  kırsal nüfusu bu amaçla sosyo- psikolojik  ve ekonomik düzeyde ikna etmenin yöntemleri ve araçlarını oluşturmak ve geliştirmek zorundadır. Bu insanlar  yeniden   başta süt  hayvancılığı, bahçecilik,  tarla ziraatı gibi  üretimlere yönlendirilmelidir.

Örneğin; birkaç küçük üretici ailelerin ve gençlerinin  özelliklede kadın ya da kızların işin içine dahil ederek  süt ineklerinin doğal ortamlarda beslenme koşullarının sağlanması ve üretilen sütün   yerinde yoğurt, yağ, peynir gibi ürünlere dönüştürecek  küçük ve pratik mandıraların  başlangıçta uzman personel  öncülüğünde kurulması  bir başlangıç olabilir. Yine aynı bölgede üretilen  ürünlerin bölge birlikleri aracılığı ile kentlerde kamu (tarım kredi koop.) ya da özel marketler aracılığı ile tüketiciye  ulaştırılmasının yolları bulunabilir. Böylelikle tüketicininde sağlıklı  seri  ucuz ve bir şekilde bu gıdalara erişimi sağlanabilir.  

Diğer yandan  ilimizin ana tarım ürünün  kayısı oluşu nedeni ile kaysıya katma değer katacak  reçel, marmelat,  pestil,sirke  vb. üretim  birimleri oluşturularak    gençlerin bu alanda daha yaratıcı fikirler geliştirilmesinin önü açılabilir. Özellikle reçel  satışı ve tüketiminde , kayısı reçelinin en ön sıralarda oluşu gerçeği göz önüne alınarak üretim birimleri kurulabilir.  Ürünlerin pazarlaması da yine tarım satış birlikleri aracılığı ile sağlanabilir.  Yine son zamanlarda  özellikle batı bölgelerinde  birçok tecrübelerle  şekillenen  gıda toplulukları  örnek alınarak  kentlerdeki belirli tüketici grupları ile anlaşarak onlara sebze üretme ve satma şeklinde sözleşmeli  küçük ölçekli  birimler oluşturulabilir. Bu ana fikir doğrultusunda  bölgenin iklim ve coğrafyasına göre daha farklı üretim çeşitleri  ve satış yöntemleri oluşturulabilir.

Ancak temel amaç  devletin teşvik ve destekleme projeleri eşliğinde  kırsaldaki küçük üretici birliklerini oluşturarak özellikle genç kesimi  tarım ve hayvancılık  sürecinin içine sokma olmalıdır. Gerisi artık çeşitli pratiklerin ve tecrübelerin ışığında  geliştirilecek  daha verimli projeler ortaya çıkacaktır.   Böylece kırsal alanda “ne köylü  ne kentli olabilmiş, iki arada bir derede “ atıl  bir üretici güç olarak bekleyen gençlerin ülke tarımına ve zirai üretime dahil edilmesinin yolları açılacaktır . Diğer yandan elde edilecek gelirle  kent yaşamını aratmayacak ekonomik ve sosyal yaşamın altyapısı kurulabilecektir böylece özellikle gençleri kentlere akın etmesinin gerekçeleri ortadan kalkacaktır.

Bütün bu anlattıklarımızdan, ülke genindeki tarımsal üretimin, küçük  ölçekli işletmeler seviyesinde  yapılması gerekir gibi  bir sonuç çıkarılmamalıdır. Tabiki büyük ölçekte  ve daha teknolojik düzeyde  tarısal üretim yapılacaktır ve bu sayede daha verimli  yöntemler geliştirilecektir.

Ancak bunun yanında  küçük üreticilerinde  bir araya gelerek, daha verimli  yeni tekniklere uyumlu  üretim yapmasının  koşulları yaratılmalıdır. Son yıllarda ulusa ya da küresel  düzeyde yaşadıklarımız  bize gösteriyor ki  tarım ve hayvancılık tamamen serbest piyasanın ve uluslararası tekellerin  eline  bırakılamayacak kadar ” milli ve yerli “ bir sorundur.

Unutulmamalıdır ki, dünyadaki en stratejik  üretim sektörü tarım hayvancılık, yani gıda sektörüdür. Dünyada  8,5 milyar insan yaşamaktadır ve bu insanlar günde üç öğün yemek yemek zorundadır. Öyleyse  ulusal çıkarlarımız  açısından ne iletişim ne tekstil ne silah sanayi, hiçbir sanayi  gıda üretimi  kadar önemli olamaz ve  önüne geçemez.

FOTOĞRAFLAR: Tarım ve hayvancılık ile ilgili fotoğraflar Orhan ALKAYA (Tekstil Kent inşaat fotosu Battalgazi Belediyesi'nden)

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

7 yorum yapılmış

  • sıddık (1 yıl önce)
    Yazıda özetle demiş ki; " köylere fabrika yapılmasın . Köylüler bitkisel ve hayvansal üretim yapsınlar. " Köylüler üretim yapıyordu da fabrika yapıldı diye mi üretimden vazgeçip fabrika işçisi oldular ? Köylüler zaten 50 dönüm 100 dönüm tarlasını bırakıp 30-40 km uzaklıktaki fabrikalarda asgari ücrete günde 10-12 saat çalışmayı tercih ettiler . Kendi işinin patronu olmaktansa, Onu daha cazip gördüler. Çünkü aile ve çevre de böyle düşünüyordu , böyle söylüyordu, bunu telkin ediyordu . Çiftçilik , hayvancılık kotuydu , rezaletti . En boş insanlar , elinden başka hiçbir iş gelmeyen insanlar bu işlerle ugrasirdi . Adına apartman denilen birbirine bitişik barınaklarda yaşayınca, markette her gıdanın sahtesini alıp yiyince " Çok şükür şehirli olduk , üstümüz başımız tertemiz, ayakkabımız çamur değil , ne kadar da gelişmiş bir şehrimiz var " diye gururlandılar .
    %86
    %14
    Yanıtla
  • Mehmet Bey (1 yıl önce)
    Amerika'da tarımın toplam istihdamdaki payı %1,3. Tarımsal üretimi artırmak için belki de kulağa hoş gelen alışılmış romantik dönem kokulu çözümleri bir daha ele almak lazım.
    %10
    %90
    Yanıtla
  • hasan (1 yıl önce)
    Tarımı batıda olduğu gibi tarım organize sanayileri yapıp buralar da yapmak en uygunu olacağı kanaatindeyip.Hatunsuyu dediğiniz malatyanın bir mahallesi olmuş artık.
    %75
    %25
    Yanıtla
  • pasha44 (1 yıl önce)
    Türkiye'de acilen tarım ve hayvancılığa önem ve teşvik verilmelidir. Gidişat iyi değil, kuraklık ikisini de bitrebilir. Tekstil sonraki iş. İnsan önce doyacak, sonra giyecek.
    %85
    %15
    Yanıtla
  • Köylü (1 yıl önce)
    Çarşıda zannedildiki hanım efendi bey efendi olunacak akil ne demiş köylü milletin efendisidir çarşıya geldi köle oldu huzurundan sağlığından kazançtan oldu vesselam.
    %88
    %12
    Yanıtla
  • 44 Gurbet (1 yıl önce)
    Şimdiki köyler de moderin olmuş o bildiğimiz köyler yok tezek yerine kömür yufka ekmek yerine fırın ekmeği bir kac hayvan var onlarda ve hatta tavuklar dahi kimyasal yemle besleniyor köy hanımları int ve telefonda gününü harcıyor yanlış yoldalar
    %80
    %20
    Yanıtla
  • Lİboş (1 yıl önce)
    Ekonomik sistem liberal kapitalist serbest piyasacı ama başı sıkışan hep devlet desteği diyor.. benbu çelişkiden bişey anlamadım.. benim vergimle liberalizmi savunanlara mesela üç bir cümle olacak ama anti-komünistlere destek öyle mi? Herkes samimi bir şekilde ideolojisinin karşılığını görmeli.. ha yazının geneli eyvallah tarım ve ekleyeyim sağlık ve eğitim en stratejik olgulardır ...
    %73
    %27
    Yanıtla

Orhan Alkaya yazıları