Sen Ne Güzel Bir İnsandın EROL ABİ..
Orhan ALKAYA
Oalkaya44@hotmail.com
Ölüm haberini aldığım andan beri, Erol Abiyi en kısa, en özlü nasıl anlatırım diye çabalarken yaklaşık bir ay önce, son görüşmemizde söylediği aşağıdaki dörtlük bir anda belleğime ilişti.
“İşte bu kadar ” dedim.
Farkında olmadan Erol Abi bize kendisini en özlü cümlelerle anlatmıştı işte.
“İstiyorsan Hakka varmayı
Meslek edin gönül almayı
Bırak saraylarda mermer olmayı
Toprak ol! Bağrında güller yetişsin”
Tüm yaşamı boyunca gönül almanın piri olmuş, yüreğine ve yaşamına dokunduğu insanların bağrında bir gül olarak açabilmenin yüceliğini yaşamış, bir güzel insandı Erol Abi.
“Onu nasıl anlatsam?” diye beylik cümlelere, klişe söylemlere başvurmanın hafifliğine düşmek istemiyorum. Galiba birkaç anekdot ve anı ile onu anlatmak en iyisi olacak.
1968’de Çapa Tıp Fakültesini bitirdi; daha sonra Diyarbakır’da Göz Hastalıkları alanında yüksek ihtisasını yaptı. Mecburi hizmetini Arapgir’de tamamladıktan sonra Diyarbakır Trahom Hastanesinin Başhekimliğini yapmaya başladı. O dönemlerde Malatya’da çok fazla göz hekimi açığı var idi. Koca şehirde ancak bir veya iki göz doktoru vardı. Erol Balanlı, Diyarbakır’da o sırada doçentlik kariyerini tamamlamaya çalışıyordu. Malatya’daki göz doktoru yokluğunu öğrenince doçentlik kariyerini yarıda bırakıp Malatya’ya dönme kararı aldı.
Bu kararını yıllar sonra şöyle anlatacaktı:
“Memleketimde insanlar doktorsuzluktan gözlerini kaybederken ben burada nasıl ihtisas yapayım dedim ve Malatya’ya döndüm. Hocalarım bana “Erol senin doçentlik sürecini donduralım, bir iki yıl sonra karar değiştirirsen dönüp tamamlarsın” dediler. Ancak geliş o geliş, bir daha memleketimden ayrılamadım”.
Malatya’ya döndükten sonra 7 ay boyunca Devlet Hastanesinde hiçbir maaş almadan hasta bakmaya başlayan Erol Balanlı, zaman içerisinde özel muayenehane açarak doktorluğuna bağımsız olarak devam etmeye başladı. Mesleği bırakıncaya kadar tüm ömrünü hastalarına vakfeden bir uzman oldu. Yoksullara, mahkumlara, kimsesizlere, yakınlarına, tüm hemşerilerine hiçbir maddi menfaat kaygısı taşımadan hizmet edebilmeyi yüreğinde taşıyan ender insanlardan biri olarak yaşadı.
Çocukluğumdan beri komşuluk ve tanışıklık ilişkileri vasıtasıyla birçok kez karşılaştığım Erol abinin, iki insan arasındaki o uzak mesafeyi bir anda ortadan kaldıran sade ve yalın gülümsemesi hep belleğimde canlı kalmıştır.
1980 yıllarının sonu veya 90’lı yılların başı olmalı. Malatya SSK Hastanesinde tek bir göz doktoru vardı, Yanılmıyorsam Malatya’da başkaca bir göz doktoru yok. İnsanlar 45 gün sonraya SSK’dan anca randevu alabiliyor ve bir göz ameliyatı için el altından oldukça yüksek miktarlarda para ödemek zorunda kalıyorlardı. O dönemde Erol abi Kışla Caddesindeki muayenehanesinde tek başına günde onlarca insanı muayene edip, tedavi edip, sorunlarını çözmeye çalışıyordu.
İşte tam o yıllarda annemi muayenehanesine bir göz rahatsızlığı nedeniyle götürdüm. Birkaç odalı muayenehane adeta bir ev gibi, onlarca insan odalarda oturmuş sıra bekliyor, sohbet ediyor, Erol abi ise bir odada hastaları muayene ediyor. Hastalarını güler yüzle, güzel sözlerle karşılıyor ya da uğurluyordu. Onlara sanki bir yakını gibi davranıyordu, O dönemlerin aksi, buyurgan ve öfkeli doktor tavrı onda yoktu. Odaya giren herkese aynı tavrı aynı ilgiyi gösteriyordu. Bekleme odasında oturan yaşlı bir adam, elinde bir sepet meyve ile oturmuş bekliyordu. Bana dönerek “evladım tam 7 yıldır bu mübarek adam beni tedavi ediyor. İlaçlarımı parasız veriyor ancak benden ne para alıyor ne de bir şey istiyor. Ne yapayım, bende Darende’deki bahçemden topladığım meyveleri getirdim.” diye anlatmıştı. İşte ben o zaman görmüştüm ki Erol abi o dönemin yokluk ve yoksunluk içindeki hastalara hiçbir maddi menfaat beklemeden yardım etmek için çırpınan bir yürek taşıyordu.
1989 ya da 90’lı yıllar olmalı. Ocak ya da Şubat ayındayız, yerler kar ve buz. Malatya’da “kışın, kış gibi” olduğu zamanlar, Akşam olmuş, yollar katır kutur buz. Ara sıra yoldan tek tük geçen arabaların zincir seslerinden başka hiçbir ses yok. Dışarıdaki soğuk ve buzun etkisini odada yanan sobanın sıcağı ile kırmaya çalışıyoruz. Annemi gözünden ameliyat edeli henüz iki gün olmuş. Ertesi gün pansuman ve kontrol için Erol abiye götürmemiz gerekiyor. Bu karda buzda nasıl götüreceğiz diye konuşuyoruz. O sırada kapımızın zili çalıyor, bir de bakıyoruz ki Erol abi gecenin o karanlığında elinde çantasıyla kapıda duruyor. Şaşkınlık içinde içeri alıyoruz. Hastasını kontrol ve pansumana gelmiş. “Erol abi sen ne diye zahmet ettin?” diyoruz. O mütevazi gülüşüyle “Bu karda kışta, ameliyatlı hastalarım nasıl gelsin, nasıl gitsin? O nedenle ulaşabildiğim kadar hastanın pansuman ve kontrollerini yapıyorum.” demişti. Daha sonra da o beyaz Renault Toros arabasına binerek karın buzun üzerinde katır kutur uzaklaşmıştı. İşte Erol abi böyle bir doktordu.
Erol Balanlı yıllarca sadece ve sadece insan sevgisi ve memleket sevdası ile varlıklısına, yoksuluna, mağduruna, kimsesizine elinden geleni yaptı. Çoğundan para almadı. Durumu el verenden aldığı paralarla, durumu iyi olmayanları tedavi etti. Aldıklarını olmayanlara bedelsiz ilaç olarak verdi. Özellikle fabrika işçilerine, sanayi sitesinde çalışan kalfa ve çıraklara öncelik tanıyıp onları ücretsiz tedavi etti. Hatta sanayideki çıraklara kendi yaptırdığı önlükleri giydirip gönderecek kadar ince ve narin bir insan olarak yaşadı. Tanıdıklarını, eşini, dostunu güzel sözleriyle mest etti, kıvanç verdi. Etrafına nasıl yaşanacağının, naif ve mütevazi bir şekilde adeta dersini verdi. Sadece emeği, beyni, ilimi ile değil, güzel yüreğindeki estetik değerlerin katkısıyla usta bir hat sanatçısı oldu. Hat sanatının eşsiz güzellikteki örneklerini meydana getirdi.
Erol Balanlı, bugünlerin moda deyimiyle, gerçek bir “sosyal sorumluluk” projesini tek başına hayata geçiren bir bilge insandır.
Günümüzde bu sözleri diline dolayıp yaldızlı laflar üreten “konseyler” “dernekler “ ve “sivil toplum kuruluşları ” sağlığında bu insanı es geçmenin mahcubiyetini bir gün hissedecekler midir acaba?
6 Şubat Depremlerinde yaşadığı Hayat Sitesinin yıkıntıları arasında, oğlu ve kendisi sağ çıkarken, ne yazık ki ürettiği tüm sanat eserleri enkaz altında yok oldu. Eşinin ölümü ve sonrasında yaşadığı deprem faciası onu artık yıpratmıştı ve yormuştu. Yine de o mağrur o sade ve yalın tavrı bir gülümseyiş olarak yüzünde taşıdı.
En son görüşmemizde “yaşamını anlat yazayım” diye ısrar ettiğimde, Erol Abinin yüreğinden şu sözler dökülüvermişti:
“İyilik yapar gibi görünme
İyilik yap. Görünme!”
SEN NE ASİL BİR İNSANDIN EROL ABİ...