Kayısı Bahçesinden Notlar- 2023
Orhan ALKAYA
oalkaya44@hotmail.com
Milyonlarca yıldan beri devinip duran, kâh kırılan, kâh yanardağ olup kaynayan, kâh çarpışan yeryüzü bu kez yaşadığımız toprakları ve oldukça geniş bir coğrafi alanı yıktı geçti.
Beydağı’nın eteklerinde bol sularla beslenen Malatya ovasına ilkbahar yıkım, acı ve hüzünle geldi. İnsanoğlunun doğa ile uyum içinde yaşamayı bırakıp, aşırı kazanç hırsı yüzünden ona karşı duruşunun bedelini binlerce can kaybı ve yıkımla ödedi.
İşte bu nedenle Malatya belki de son yüzyılın en acı, en yoksul, en kederli hasat zamanını yaşadı. Uzun yıllardır kendini gösteren yağış rejimindeki sapmaların yarattığı zamansız, bitmek bilmeyen yağışlar sonucu, Malatya ovasını dört bir yandan saran kayısı bahçeleri gelinliğini yağmurla beraber giydi, yağmurla beraber çıkardı. Her yıl tüm ovayı ve dağları beyaza bürüyen ve eşsiz kokusu ile tüm canlıların başını döndüren çiçeklerin düğünü bu yıl ne yazık ki gerçekleşemedi, tozlaşamadı, döllenemedi. Kısacası berekete ve meyveye dönüşemedi.
Bitmek bilmeyen yağmurlar nihayet sonlandığında geriye yoğun bir çiçek monilyası hastalığı ve meyveye dönüşemeyen ağaçlar kaldı. Sürüp giden yağmurlar sonucu bu kez meyve olan ya da olmayan tüm kayısı bahçelerinde yoğun bir çil (kızıl leke) hastalığına yol açtı. Bu hastalık nispeten meyvenin kısmen de olsa bol olduğu yüksek rakımlı bölgeleri de olumsuz etkiledi.
Kısacası depremle başlayan felaketler ve olumsuz hava koşulları ile daha da ağırlaşarak devam etti. Bu nedenle arka arkaya sıralanan monilya ve çil hastalıkları sonucu üreticiler gittikçe artan sayıda ve yoğunlukta kimyasal ilaç kullanmak zorunda kaldı. Önceki yıllarda üç ya da dört ilaçlama ile ilkbaharı geçiren üretici bu kez 8-10 ilaçlama yapmak zorunda kaldı. Bu durum doğal olarak oldukça yüksek maliyetlere yol açarken, kayısı ağaçları da aşırı kimyasal ilaç yüklenmiş oldu. Diğer yandan meyve olsun ya da olmasın tüm bahçelerin ilaçlanma zorunluluğu toplam maliyeti oldukça artıran bir etken oldu.
Bu olumsuz koşullar ile süren bahar yağışları bu kez de oldukça geniş bölgelere ve görülmemiş şiddette oluşan dolu yağışları, zaten sınırlı miktarda oluşan ürünlerde ciddi yaralanmalara veya meyve dökülmelerine neden oldu öyle ki bazı bölgelerde oldukça yüksek olan meyve tutumunu nerdeyse tümünü dökerek sıfırladı diyebiliriz. Örneğin Doğanyol Zerato gibi.
Oysa bu yıl Malatya halkının ve üreticilerinin, bol bir kayısıya ve onun sağlayacağı kazanca ne kadarda ihtiyacı vardı! Yıkılan şehri ve yaşamları yeniden kurmak için kayısının kazancı bir kaynak, bir umut, bir moral olacaktı.
Ne yazık ki bu olumsuz koşullarda oldukça sıkıntılı ve sönük başlayan hasat dönemi yine öyle sonlanıp gitti. Oysa geçmiş yıllarda bir ay öncesinden başlayan hasat hazırlıkları gittikçe artan bir telaşa yol açar, kayısılar sararmaya başladıkça işçi bulma derdi islim ve kurutma gereçleri temini gibi çabalar gittikçe yoğunlaşır, bahçelerden köylere oradan da kente ulaşan bir heyecan başlardı. Sadece heyecan mı? Aynı nedenle bir alışveriş ve ekonomik hareketlilik de başlamış olurdu.
Bu yıl düşük rekolte nedeni ile fiyatların geçmiş yıllara göre iyi bir seviyede (ortalama 150 TL) gerçekleşmesi sevindirici bir gelişme olsa da, bu yılın ürününün önemli bir miktarının dolu ve çil lekeleri ile ekonomik değerini önemli ölçüde kaybetmiş olması bu sevinci yarıda bıraktı.
Öyle ki bu yılki ürünün hemen yarısının çıkıntı ya da ıskarta diyebileceğimiz sınıfta yer alması nedeniyle 40 -60 TL gibi seviyelerde gerçekleşmesi, bu yılki toplam rekoltenin ortalama fiyatını oldukça aşağı çekmekte, bu da ilimize giren genel kayısı gelirini oldukça azaltmaktadır.
Bu konun detaylı araştırılmasının üniversitelerimizin tarım ekonomisi uzmanlarına bırakalım ve tam da burada yaklaşık yirmi yıldır özellikle seçim dönemlerinde temcit pilavı gibi ısıtılıp önümüz konan kayısı entegre tesisi masalına gelelim.
Özellikle ürünün bol olduğu yıllarda dolu, çil vs. gibi nedenlerle ekonomik değeri düşen yaş kayısıyı, katma değeri yüksek ürünlere, yani reçel, marmelat, turşu, meyve suyu, sirke, pestil, kayısı tozu ve alkol gibi ürünlere dönüştürecek entegre tesisin sadece “büyüklere masallar” düzeyinde kalması nedeniyle bölgemiz önemli ölçüde değer kaybına uğramaktadır. Ancak böylesi dolu ve çil zararının yoğun ve yaygın olduğu yıllarda kendi bahçelerimizde ürettiğimiz ürünü başka bölgelerdeki meyve suyu fabrikalarının gelip götürmesini bekler olduk. Ancak sorarsanız “bölgemiz çağ atlamış bir ildir ve sorun yok hükmündedir”.
Kendi topraklarında ürettiği kayısıyı kendisi işleyemeyen, onun yaratacağı katma değeri ve istihdam olanaklarını diğer bölgelere “buyurun siz alın” diye ikram eden, geçmişte 25 kuruşa yaş kayısı satar iken 40 kuruş oldu diye sevinen bir memleket oluşumuz da ne acı bir şeydir!
Geride bıraktığımız üretim sezonunun bize bir kez daha gösterdiği gerçeklerden biri de, üreticinin sezon başında, eğer ekonomik dayanma gücü var ise, ürünü pazara sınırlı ve dengeli bir şekilde sunarak fiyatların düşmesini engellemesidir.
Oysaki geçmiş yıllarda sezona acil ödemesi gereken borçlarla giren üretici kayısıyı bir anda pazara sunarak fiyatların düşmesine yol açıyordu. Bu sebeple geçmişte birçok kez, üreticinin sezon başında faizsiz kredilerle desteklenerek elindeki kayısıyı pazarın insafına terk etmesine engel olunması gerektiğine dikkat çekmiştik. Şimdilerde görüyoruz ki son iki yıldır yüksek kayısı fiyatlarından dolayı elinde nakdi olan üretici pazara arzı sınırlamakta ve fiyatların düşmesine engel olmaktadır.
Bu arada ürünün bol olduğu yıllarda dünya piyasalarında oldukça ucuzlayan kayısının, rekoltenin düşük olduğu yıllarda fiyatın oldukça yükseliyor oluşu, fiyat istikrarını bozmakta yurt dışına akışı daraltmaktadır. Bu durum uzun vadede kayısı tüketimine olumsuz etkileri olacağı kaçınılmazdır. İşte bu nedenle devletin ilgili kuruluşları ile örneğin TMO aracılığı ile ürünün bol olduğu yıllarda stoğa alınıp fiyatların düşmesinin önüne geçilmesi, az olduğu yıllarda ise dünya piyasalarına satışın kesintiye uğramaması için yeterli miktarda ürün verilerek fiyat istikrarının sağlanmasının uzun vadede ülkemiz ve kayısı sektörünün lehine olacağı bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Bu yılın diğer bir özelliği ise ülke ekonomisindeki yüksek enflasyon ve döviz kurunun oldukça yükselmesi sonucu ilaç, gübre, diğer sarf malzemelerinin (naylon, file, kasa vb.) olağan üstü artışı ile birlikte işçilik fiyatlarının artışından dolayı artan üretim maliyetleri oldu. Gerçi, bu durum kayısı fiyatlarının yüksek oluşu nedeni ile ürünü olan üreticiler tarafından fazla hissedilmese de, son iki yıldır ürün alamayan ve çoğunluğu oluşturan üretici kitleleri için ağır bir darbe olmaya devam ediyor. Çünkü, ürün olsa da olmasa da tüm bakım ve zirai mücadele girdilerini kullanmak zorunda olan üretici, bu yılın olağanüstü yağışlı olması nedeni ile ilaçlama sayısını yaklaşık beşten ona çıkarmak zorunda kalınca oldukça yüksek maliyetler ödedi. Karşılığında ise ya hiç ürün elde edemedi ya da oldukça sınırlı bir gelir elde etti.
Sonuçta bu kesimin fena halde canı yanarken sektörün toplam maliyeti oldukça yükseldi. Kısacası tüm Malatya ve çevresindeki kayısı üretimi için gittikçe artan oranda ve miktarda para ve emek harcanırken karşılığında elde edilen toplam kayısı miktarı azalmaktadır. Ancak ikide bir kayısı ihracatından elde edilen gelirle övünen yetkililer, toplam üretim maliyetlerinin artışını her nedense bir türlü açıklayamıyorlar. Oysa ki Malatya ve yakın coğrafyasındaki tüm kayısı ağaçlarının sayısı ve doğal olarak artan bakım zirai mücadele maliyetleri, elde edilen toplam gelirden mahsup edilince genel karlılığın azaldığı ekonomik bir gerçektir.
Bu konu ilimiz üniversitelerinin ve başta tarım ekonomistlerinin ayrıntılı çalışmalarını yıllardan beri bekler durur. Ancak biz geliri söyleyip gideri göz ardı ederek sahte “sevinçler” yaratmaya alışkın bir toplumuz. Her şeye rağmen gelecek yıla umutla bakmaktan başka yapacak bir yok.
Ezelden beri çiftçiler için bir söz vardır; “Çiftçinin karnını yarmışlar kırk kat çıkmış. Bu yıl olmadı seneye inşallah” ...