Orhan ALKAYA
Oalkaya44@hotmail.com
Milyonlarca yıldan beri dur durak bilmeden devem eden doğanın döngüsü bu yıl Anadolu coğrafyasına ve çiftçisine yine bir sürpriz yaptı. Ancak bu kez oldukça acı ve ağır bir darbe oldu.11/12 Nisan 2025 günlerinde gerçekleşen olağandışı bir don Anadolu’nun başta İç Anadolu olmak üzere birçok bölgesinde meyve bahçelerine önemli ölçüde zarar verdi. Malatya’da ise başta kayısı olmak üzere tüm meyve ağaçları hemen hemen tüm ürünlerini yitirdi. Kimine göre yüzyılın, kimine göre son elli yılın en şiddetli ilkbahar don olayı gerçekleşti.
Oysa bu yıl ilkbahar ne kadar da güzel gelmişti; ovalarda uzun yıllardır görülmeyen bollukta bir meyve oluşumu gözleniyordu. Dağlarda ise her şey normal seyrinde ilerliyordu. Ancak 11 Nisan 2025 gece yarısına doğru ansızın ve çok şiddetli bir şekilde başlayan buz fırtınası kısa sürede kayısı bahçelerini perişan etti. Çünkü yağan kar değildi . Eskilerin “düğürcük” dediği mercimek ya da bulgur gibi “buz yağışı” gerçekleşti. Böylece ağaçlardaki çiçekler ve henüz çağala olan meyveler kısa bir süre içerisinde donuverdi. Yağış önce kar şeklinde başlasa idi belki de ağaçları ve meyveleri bir yorgan gibi örtüp dondan koruyabilecekti.

Bir kez daha küresel iklim krizinin ve yağış rejimindeki sapmaların ne kadar ciddi ve büyük boyutlarda olabileceğini gördük, yaşadık. Özellikle kapitalist ekonominin aşırı kar hırsıyla çılgınca üretim ve tüketim sarmalının yarattığı ve atmosfere saldığı başta karbon gazlarının oluşturduğu sera etkisi ile oluşan küresel ısınmanın bu günkü anormal yağışlara neden olduğu biliniyor. Kutuplar da gerçekleşen buzul erimelerinin yarattığı iklim ve yağış krizlerinin, Anadolu’nun ortasında gelip bizi vurması artık tüm insanlığın aynı gemide olduğunu kafamıza vura vura bize hatırlatıyor.
Sonuçta bir yıllık kayısı ürününü yitirmiş olduk. Sadece ürünü kaybetmedik. Tüm kayısı coğrafyamızda işçiliğimizi, emeğimizi, hasat süreci ve sonrasında yaratılacak iş imkanlarını da toplum olarak kaybetmiş olduk. Oysa on binlerce işçi Malatya dolaylarına akacak, kimisi okul masraflarını biriktirecek, kimisi evlenme hayallerini gerçekleştirmek için para kazanacak, kimisi borçlarını ödemek için çalışıp ter dökecekti. Son birkaç yıldır Malatya’nın özellikle dar gelirli mahallelerinde, yazın sıcak günlerinde ya da serin gecelerinde kilo ya da kasa hesabıyla ödeme yapılan tüm aile bireylerinin seferber olduğu çekirdek çıkarma (patik yapma) işi bu yıl ne yazık ki yapılamayacak . Oysa mahalle aralarında patik yapma işi geçen yıllarda 100 milyon TL civarında bir hacme, böylece ailelere az da olsa gelir sağlayacak boyutlara ulaşmıştı.

Olmadı, başka bir yıla kaldı, “çiftçinin karnını yarmışlar, kırk kat sabır, kırk kat umut çıkmış.” sözü bir daha hatırlandı, bir daha söylenir oldu . Tabi ki hemen arkasından “bu yıl da olmadı gelecek yıla inşallah.” sözü söylenmeye başlandı.
Bu don olayı sadece sosyal ve ekonomik kayıplara yol açmadı. Kayısı bahçelerinde yaşanan olağanüstü don olayı sadece meyvede değil ağaçlar ve yapraklar üzerinde de yıkıcı bir etki yaptı. Öncelikle üretici cephesinde panik yarattı. Bu durum kayısı üreticisinin olduğu gibi tüm ziraat çevresinin de ezberini bozdu. Çünkü Malatya’nın önemli bir kısmında yapraklar, çiçekler ve tomurcuklar simsiyah olmuş ve yeni ekilen fidanlar yanmıştı. Oluşan bu şaşkınlık ortamı üreticilerde alelacele bir şeyler yapma telaşı yaratırken, ortalıkta yalan yanlış öneriler, bilgiler uçuşmaya başladı. Havaların ısınacağı, ağaçların toparlanıp normal seyrine ulaşması bekleneceği yerde, haksız kazanç peşinde koşan çevreler, hiçbir bilimsel temele dayanmayan saçma sapan ilaçlama ve gübreleme önerileri pompalayarak üreticilerin çaresizliğinden yararlanma yoluna gittiler. Yaprakları yanmış ve yeşil aksamı bulunmayan ağaçlara yaprak gübresi önerenler mi dersiniz, birkaç ilacı karıştırıp attıran sözde zirai ilaç satıcıları mı dersiniz, bir anda krizi fırsata çevirme becerisini sergilemeye başladılar. Malatya depremden sonra bir kez daha fırsatçı ve “uyanık” insanların ahlaksız ticaretine tanık oldu. Ancak günler sonra havaların, ağaçların şoku atlatması ile beraber daha sağlıklı, daha bilimsel uygulamalar yapılabileceği, önlemler alınabileceği ortaya çıktı.

Bir yıllık ürünün bir gecede yok olmasının kayısı üreticisine ve Malatya ekonomisine etkilerini tartışacak olursak, ne yazık ki öncelikle geçmişte yaşadığımız olumsuz tecrübeler aklımıza gelecektir. Burada kısaca 2014 yılı 31 Mart olayını kısaca hatırlamak gerekiyor. Konu ile ilgili olan insanların unutamadığı gibi o tarihte gerçekleşen don olayı sonucunda yine kayısı rekoltesinin neredeyse tamamı yok olmuş ve fiyatlar bir anda 3-4 TL iken kısa bir sürede 10 TL, 15 TL gibi oldukça yüksek rakamlara fırlamıştı. Bu baş döndürücü bir fiyat artışı idi. Tamamen iç piyasa unsurlarının aşırı kar hırsı ile pompaladıkları bir spekülasyon ve manipülasyon hareketiydi. Nitekim bu fiyatlar dış piyasalara kabul ettirilemediği için önce zirve fiyatlardan yapılan alışverişler o yılın Haziran ve Temmuz aylarından itibaren inişe geçmiş, nihayetinde ocak ayından itibaren fiyatlar yüzde yüz aşağı inmişti. İç piyasada yüksek fiyatla el değiştiren ürünler sonuçta yarı fiyatına dışarıya satılır olmuştu. Bu sürecin sonunda o yıl dünya marketlerinde kayısılar raflardan inmiş, tüketim azalmış ve yeniden uluslararası market raflarına kayısıyı yerleştirmek birkaç yılımızı almıştı.

Sonuçta mantıklı ve bilimsel bir kurala dayanmayıp tamamen içgüdüsel ve aşırı kar hırsı ile gözü dönmüş bir kayısı piyasası, giderek baltayı kendi ayağına vurmuş ya da kendi kendini tahrip etmişti.
“İşte şimdi bugün ne yapmalı?” sorusuna bu acı tecrübeden doğru dersler çıkararak cevap aramak gerekir.
Bu açıdan günümüzdeki mevcut durumu değerlendirecek olursak yaşanan ürün kaybına rağmen geçen yıldan bu yıla devreden önemli bir miktarda kayısı stoğunun olduğu biliniyor. Bu da bir sonraki yıla kadar düşük yoğunlukta da olsa yurt dışı satışları karşılayabilir ve ihracatın devamlılığını sağlayabilir. Ancak bunun yolu dar görüşlü çevrelerin, aşırı kar hırsını dizginleyerek sektörün üreticisi, işletmecisi, satıcısı ve alıcısını ortak bir paydada buluşturacak bir fiyat oluşturulması ve ortak satış politikaları oluşturmaktan geçer. Öncelikle elinde kayısısı olan üreticiyi de mutlu edecek, işletmecinin satışlarını sürekli kılacak, ithalatçının sipariş verebileceği bir fiyat oluşturma iradesi ve becerisi ortaya konmalıdır. Bu iradenin sağlanması kayısının ileriki yıllarda üretim, satış ve pazarlanması açısından beka sorunudur.
İşte bu noktada elinde kayısı stoğu bulunduran köylüden, üreticiden, tüccardan ve ihracatçıdan başlayarak mantıklı ve uygun bir fiyat ve satış ortamı oluşturmak toplumsal bir sorumluluktur. Aksi halde Türki cumhuriyetlerin bize göre ikinci kalite kayısıları daha ucuz fiyatlara iç ve dış piyasada doğacak boşluğu dolduracak, belli bir pazar payı kazanacaktır. Önümüzdeki yıllarda kaybettiğimiz pazar paylarını tekrar kazanmak için belki de fiyat düşürmek zorunda kalacağız. Her geçen gün azalan ihracatımızı baltalamamak için sektörün tüm bileşenlerini tatmin edecek makul bir fiyat belirlemek artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Yakın komşularımızdan yasal ya da kaçak yolarla getirilip pazara sunulacak kayısıların iç piyasada bile kabul görmesi söz konusu olacaktır. Nitekim son günlerden tatil bölgelerindeki büyük oteller ve satış yerlerine ucuz fiyatlarla dışarıdan kuru kayısı tekliflerinin geldiği söylenmektedir. Hatta yüksek gümrük vergileri ile ithalatın bile serbest bırakılma çabalarının kulis bilgileri gelmektedir. Bu söylentilerin gerçek olma olasılığı vardır ve bu durum mutlaka engellenmelidir. Zaman zaman övünüp durduğumuz birlik, beraberlik, fedakarlık, ahlak, fazilet gibi kavramların içinin doldurulmasının tam da vaktidir. Gün bugündür. Kimin ya da hangi kurumların ne fazileti, ne marifeti, ne yeteneği varsa ortaya dökme zamanıdır.
12 Nisan’dan sonra yaşadığımız olağanüstü don olayı bir kez daha göstermiştir ki, kayısının ihracatının sürekliliğini sağlamak ve dünya kayısı piyasalarında sürekli gündemde kalabilmek için devletin ilgili organlarının, ürünün bol olduğu yıllarda piyasadaki fazla ürünü alarak fiyatların düşmesini önlemesi veya belli bir denge sağlaması nasıl gerekli ise, böylesi yokluk yıllarında eldeki stokları piyasaya sürerek ihracatın kesintiye uğramasını engellemek ve fiyat istikrarını sağlamak da kaçınılmaz bir görev olmalıdır. Bu ise kamu ve devlet organlarının orta ve uzun vadeli taktik ve stratejiler oluşturmasıyla mümkün olacaktır. Günümüze kadar bu planlı çalışmalar yapılamadığı için böylesi olağanüstü yıllarda fiyatlar da büyük boyutlarda iniş ve çıkışlar ortaya çıkmakta, uluslararası piyasalarda kaysının pazar ve satış paylarını önemli oranda etkilemektedir.

Yaşanan don olayının fiyatları etkilemesi gayet doğaldır. Ancak oluşacak fiyatın spekülasyon ve manipülasyon ile çığırından çıkması ve piyasaları kilitleyebilecek seviyelerde olmaması devamlılık açısından gereklidir. Belki buna “elimize fırsat geçmişken ucuz sattığımız yılların acısını çıkaralım, fiyat ne kadar yükselirse o kadar kar ederiz.” Diye karşılık verenler olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki ticaretin devamlılığı açısından fiyatların bir yıl zirve yapıp diğer yıl yerlerde sürünmesi sürdürülebilir bir yöntem olamaz. Kaldı ki ürünün çoğu yıllar değerinin altında satılmasının sorumlusu ve suçlusu da bizim üretim ve satış politikalarımızın yanlışlığı, eksikliği veya yokluğudur. Katma değerli ürünler üretemeyişimizin ve ürün yelpazesini genişletmeyi beceremeyişimizin sonucudur.

Bölgemizdeki kayısı üretiminin bu yıl için tamamen yok olmasının en önemli sonuçlarından birisi, başta çiftçiler olmak üzere diğer tüm bileşenlerini büyük bir maddi kayba uğratmasıdır. İlk günlerin feryatları karşısında yöneticilerin “yanınızdayız, arkanızdayız” haykırışları zamanla gücünü kaybedecek, destekleme sözleri giderek daha dolambaçlı yöntemlere dönüşerek sonuçta içinden çıkılmaz hale gelebilecektir.
Daha önceki yıllarda yaşananlar bizim böyle düşünmemize neden oluyor. Don olayından beri geçen süreye rağmen hala hasar tespiti ile uğraşılması ne anlama geliyor? Don olayının yıkıcı etkisi apaçık ortada değil midir? Neyin hasar tespiti yapılmaktadır? Ürün kaybı konusunda şüphe mi vardır? Arkasından, tüm ÇKS kaydı olanlar ilçe tarım teşkilatlarına dilekçe versin, diyerek olayı bürokrasiye boğdurmanın ne gereği vardır? Tarım teşkilatında herkesin kayıtları ve bilgileri yok mudur ki yeniden başvuru alınma gibi bir zaman kaybına yol açılıyor? Yoksa ortalık sakinleşsin, beklentiler zayıflasın diye zaman mı kazanılmaya çalışılmaktadır?

Oysa yapılacak şey oldukça basit ve kısadır. O da yeni ürüne daha 14 ay sonra erişebilecek üreticiye dönüm başına beş bin TL hibe verilmeli, artı beş bin TL faizsiz kredi desteği sağlanmalıdır.
“Üreticinin şimdiye kadarki zararının karşılanması” açıklamaları son derece yetersiz bir yaklaşımdır. Ki Bakanlığın son açıklaması ile böyle bir yola başvurulacağı gözükmektedir. “şimdiye kadar” cümlesi son derce belirsiz ve soyut bir kavramdır; neye göre, kime göre, hangi kriterlere göre “şimdiye kadarki” masraflar belirlenecektir?
Üreticinin ilk 6 aylık zararı karşılanacaksa, peki bundan sonraki 14 aylık harcama ve bakım masrafları, harcama ve ödemeleri ne olacaktır? “Şimdiye kadardaki masraflar” söylemi, sahadan kaçma veya kaçak güreşmek sayılmaz mı? Kaldı ki yaşanan felaketin yol açtığı bakım ve onarım maliyetlerinin ekstra harcamalar gerektireceği bir gerçek değil midir?

Olağanüstü ve sıra dışı iklim olayları yaşanmaktadır. Yaklaşık 18 aylık bir üretim sezonumuz heba olmuş durumdadır; böylesi olağanüstü kayıp ve facia dönemleri sıradan ve dolambaçlı yöntemlerle geçiştirilemez. Bu nedenle açık, net ve hızlı çözümler üretmekten başka bir çaremiz yoktur.
Sonuçta 2025 yılı üretim sezonu için yapılacaklar ve çıkarılacak dersler sadece önümüzdeki bir yılı etkilemeyecek kayısının bundan sonraki uzun yılların geleceğini belirleyecek öneme sahiptir. Bundan sonra yapacağımız doğru ve yanlışlar uzun vadede Malatya kayısısının kaderini yazacaktır.
___
FOTOĞRAFLAR: Orhan ALKAYA