Malatya'dan Osman Şahin Geçti
Sık sık 'o güzel insanlarına kurban olduğumun şehri' diye mırıldandığını duyuyoruz.
Orhan ALKAYA oalkaya44@hotmail.com
1965 yıllarının Malatya’sı; hemen hemen tüm sokaklardan su arklarının aktığı bahçeli evlerden oluşan yeşil, sakin şirin bir şehirdi. Cumhuriyetin büyük bir basiretle kurduğu Sümerbank Tekstil Fabrikası, Tekel ve Şeker fabrikaları ve diğer kamu kuruluşları sayesinde aydınlanmış, sakinleri iş bulabilmiş, uygarca çalışıp, uygarca yaşayan bir Malatya.
İlkokula yeni başladığım yıllar. Doğup büyüdüğüm Hasanbey Mahallesi'ni boydan boya geçen Hasanbey Caddesi’nin çarşıya doğru bittiği yerdeki kampuse taşınmış 1933 kuruluşlu Malatya Lisesi, Turan Emeksiz Lisesi adıyla yeni açılmış. Mayıs ayının ortaları olmalı.
“Renkli Apartmanının oradan bir bando mızıka sesi duyulmaya başlıyor. Önce biz çocuklar derken yaşlılar kadınlar sokağa doluşuyor. Derken sarı lacivert üniformaları ile çaldıkları marşlarla, önceleri asker zannettiğimiz bir yürüyüş kolu görünüyor. Evimizin yer aldığı bölgedeki Hasanbey camisine yaklaştıkça çaldıkları marşların etkisi bizi daha da coşturuyor. Bütün mahalle ayakta, kortejin önünde; beyaz kolsuz fanila ve eşofmanı ile vücudu tepeden tırnağa kas ve adaleye kesmiş bir yönetici yürüyor. Onu sert ve mağrur bakışlarla bir bando takımı takip ediyor. Çaldıkları marşlarla mahalle inliyor. Önlerindeki beyaz giysili hocaları yürürken neredeyse elleri ayaklarına kavuşuyor. Çılgınca alkışlıyoruz. Özellikle kadınlar ve yaşlıların gözleri yaşlarla dolmuş birçoğu “Allah esirgeye” diye dualar edip ağlıyorlar.
İşte tüm mahalleyi baştan ayağa heyecanlandıran, duygulandıran Turan Emeksiz Lisesi'nin bando takımı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı için prova yapıyorlar. Önlerinde lastik gibi vücudu ile yürüyen kişi de okulun jimnastik hocası Osman Şahin.
Osman Şahin, Torosların Arslanköy’ünde yaşayan Yörük ailesinin 13 çocuğundan biri. Yoksulluk ve yokluğa rağmen, Dicle Köy Enstitüsü'ne gidebilmiş şanslı biri. Okulu bitirdikten sonra, henüz 17 yaşında Urfa’nın Siverek ilçesinin Bucak Beldesinde öğretmenliğe atanması ile kendini bir anda Bucak aşiretinin ve Güney Doğu feodalizminin göbeğinde bulur. Kan davalarının, vahşetin, yokluğun ve cehalettin onda bıraktığı izler ilerde bölgeyi anlatan eşsiz öykülere dönüşecektir. Daha sonra Gazi Eğitim Fakültesi'nin Beden Eğitimi bölümünü bitirerek Malatya Turan Emeksiz Lisesi'ne atanır.
Okulda kurduğu bando takımı ve elit jimnastik grubu, onu kısa süre içinde Malatya’da tanınan bir öğretmen haline getirir. Özellikle tramplenle adeta uçarak yaptığı gösteriler, amuda kalkmış bir sürü insanın bacaklarının arasından uçarak geçmesi gibi hareketler öncelikle biz çocukların rüyalarını süslerdi. Artık tüm Malatya eğitim camiasının efsanesi Osman Hoca olmuştu. Yine o yıllarda civar köylere yaptığı gezilere de folklor araştırmaları yapıp, halkın cenaze, düğün gibi gelenek göreneklerini ve günlük yaşayışını kayıt altına alan sorumlu bir Cumhuriyet Öğretmeni olmuştu. (Ki, araştırma defterlerinin büyük bir kısmı Malatya ve civar köylerine aittir ve hâlâ yayınlanmayı beklemektedir.)
Başta Urfa’daki öğretmenlik yılları olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yaşadığı ve belleğinin, yüreğinin imbiğinde damıttığı anılar, bu kez Osman Şahin’i cesur ve sıra dışı bir yazar yapar. Yurtiçi ve yurtdışında aldığı sayısız edebiyat ödülleri yanında “Fırat’ın Sırtındaki Kan, Bucaklar” eseri dönemin sosyal, siyasal bir belgeseli niteliğini de taşır. 90’lı yıllardan sonra filme çekilen ‘Kibar Feyzo’,‘Adak’, ‘Kan’, ‘Fırat’ın Cinleri’, ‘Derman’, ‘Tomruk’, ‘Kurbağalar’, ‘Ayna’, ‘Avcı’, gibi filmlerle Türk sinemasında öyküleri en fazla sinemaya uyarlanan yazar oldu.
2018 Haziran sonları. Kayısı hasat zamanı. Benim Malatya’dan fotoğraf konuları yaptığım, O’nun ise yaşadığı Amerika’dan yazılar yazdığı Magma Dergisi sayesinde tanıştığım Buket Şahin beni arıyor. 1980'li yıllarda adı yeniden Malatya Lisesi olan Turan Emeksiz Lisesi 68 mezunlarının 50’nci yıl buluşmasına babası Osman Şahin’in onur konuğu olduğunu ve Malatya’ya geleceklerini söylüyor. Benim için tam bir sürpriz oluyor.
Yoğun gezi programından yorulunca kayısı bahçemizi ziyarete gelişi, bizim için sevinç ve kıvanç kaynağı oluyor. Ertesi gün 50 yıl sonra görev yaptığı okula gidişimiz, görülmeye değer bir buluşma oluyor. 78 yaşında dünyanın birçok yöresine ödüller için gitmiş bir yazar, çocuklar gibi sevinç ve heyecan içinde. Yıllar sonra görev yaptığı öğretmenler odasını, spor kulübünü geziyor. Müze haline getirilmiş alt katı gezerken duvarlarda asılı eski fotoğraflarını görmesi onu daha da heyecanlandırıyor. Okul ziyaretinden sonra “Beni şehir merkezine bırak, elli yıl önceki Malatya’da, anılarımın izlerini sürmek istiyorum” diyor ama bu arada da sık sık “o güzel insanlarına kurban olduğumun şehri “diye mırıldandığı duyuyoruz. Osman Şahin vefakar öğrencilerinin sayesinde unutulmaz bir kaç gün geçiriyor.
Bu kez Eylül ayının ilk günleri bu kez Osman Şahin, Malatya Lisesinde, vefakar okul müdürü Fevzi Kırık'ın çağrısıyla, konuklar ve öğretmenlere seminer vermek için geliyor. Ünlü yazar tüm coşkusu ve benliği ile seminer günü kürsüde yerini alıyor. Ne güzel bir rastlantı ki seminer benim yıllar önce okuduğum o zamanki 5 Fen D sınıfında, şimdiki konferans salonunda yapılıyor. Tüm ısrarlara karşın oturmayı kabul etmiyor ve ceketinin düğmesini açmaya yanaşmıyor. ‘Ben öğretmenlerin karşısında ayakta durmak ve ceketimi iliklemek zorundayım’ diyerek tam üç saat boyunca oturmuyor..
Olanca sıcaklığı, yalınlığı ve coşkusu ile konuşmaya başlıyor. Hüzünleniyor, coşuyor, yürüyor vücudunu da katarak tüm benliği ile anlatıyor. Salondaki tüm öğretmenler bu sıra dışı konuğun anlattığı olağanüstü anılarla sarsılmaya başlıyor.
Önce küçüklüğünden başlıyor. Köy Enstitüsüne yazılış hikayesini anlatıyor. Yaşı tutmadığı için babasının mahkemede yaşını büyütmek zorunda kaldığını bunun için arzuhalciye elli kuruş verdiğini, masrafa yol açtığı için babasından bir de tokat yediğini söylüyor.. Dicle Köy Enstitüsü'ne başlayınca “Burada üç öğün yemek yiyoruz. Elbiselerimiz sağlam, ayağımızda jandarma potini gibi ayakkabılar bile var “ diye yazdığı mektubu anlatıyor. Söz 17 yaşında mezun olup Urfa’nın Siverek ilçesine, kan davasından Fırat’ın kan aktığı yerlerde göreve başlamasına geliyor. ‘Henüz 17 yaşında Fırat’ın kıyısına vurmuş cesetler gördüm’ diyor. Sanki yeniden yaşıyor. Salondakiler sessiz ama merakla dinliyor.
Sonra Malatya yıllarından söz etmeye başlıyor. 1960’lı yılların şehrinden övgü ile özlemle bahsediyor. ‘ İki çocuğum da Malatya'da doğdu. Burada çok güzel insanlar tanıdım’ diyerek ünlü ‘Havlucu Memet’ öyküsünü yerel şive ile anlatıyor. O konuşmaya tanıklık etmiş ve sohbete katılmış biri olarak, o kadar renkli anlatıyor ki bu kez de salon kahkahadan kırılıyor. Öğretmenler ‘keşke tüm seminerler böyle olsa’ diyerek aralarında fısıldaşıyorlar.
Yazarlık yıllarına geliyor. Anadolu yaşamının onu nasıl yazar yaptığını anlatıyor, “Yaşamadığım hiç bir şeyi yazmadım, ne gördüm ise onu yazdım” diyor. Yılmaz Güney’e verdiği senaryodan bahsediyor. ‘Yazar, yaşadığı döneme tanıklık etmek zorundadır’ diye uyarıyor.
Burada sözü Yaşar Kemal’le yaşanmış bir anısına getiriyor, Osman Şahin. 12 Eylül’de, iki yıl önce yazdığı bir kitap eleştirisinden dolayı tutuklanmıştır. Bir ara cezaevi koşullarına dayanmaz, umutsuzluğa düşer ve aklına intiharı getirir. Ziyaretine gelen Yaşar Kemal’e bundan söz edince, Yaşar Kemal önce meşhur küfürlerini sıralar, sonra da “Ulan oğlum seni buraya ölesin diye değil, bu zindanları yazasın diye koydular” der. Osman Şahin daha sonraları ‘Kolları Bağlı Doğan’ isimli eserinde cezaevi anılarını anlatacaktır.
Bu arada gözleri dolarak annesinin, dönemin devlet başkanı Kenan Evren’e yazdığı mektubu anlatmaya başlıyor. Salondaki öğretmenler dikkatle dinliyor: “Biz Yörüklerde adam öldürmek, hırsızlık yapmak, ırza dolanmak suçtur. Söyleyin benim oğlum bunlardan hangisini yapmış? Suçu neymiş, unutmayın ki gökteki bulutların önüne çizgi çekilmez” diye yazdığını söylüyor. Salonda çıt yok. Sanki hüznün ayak sesleri duyuluyor.
Tam üç saat ayakta yaptığı olağanüstü konuşmadan sonra kitaplarını imzalıyor. Bir süre sonra bahçedeki evimize dönüyoruz. Bu kez edebiyat üzerine, filmleri üzerine sohbete başlıyoruz.
‘Züğürt Ağa’ filminin senaryosunu, ondan nasıl aldıklarını soruyorum. Bir anda yine coşku ve öfke ile ‘Benim Acenta Mirza’ adlı eserimden göz göre göre çaldılar’ diyor. Ancak toplum içinde karşılaştıklarında filmin yönetmenine “Sen Muhsin Bey gibi bir film çekmiş adamsın yakışıyor mu bu hırsızlık sana?” diye tepkisini koymadan da geri durmuyor.
78 yaşındaki delikanlı uçak saatine kadar kah gülerek, kah kızarak, coşkusu azalmadan anlatmaya devam ediyor, ayrılırken seneye yazları yaşadığı Toroslar'ın zirvesindeki Arslanköy’de buluşmak sözleşiyoruz.
Giderayak Yaşar Kemal’ in en önemli romanı “Demirciler Çarşısı Cinayeti” romanının giriş bölümünde yer alan birçok dünya dillerinde hala söylenegelen “o güzel insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler “ sözünün nasıl Malatya’dan çıktığını anlatarak vedalaşıyor. Bu efsane olmuş sözün öyküsünü başka bir yazıya bırakarak uğurluyoruz..