Üretimden Tüketime Tohum Gerçeği
..Malatya bölgesinin eşsiz lezzetli ve sağlıklı KUNDURU buğdayımız kayboldu...
Orhan ALKAYA oalkaya44@hotmail.com
Son otuz yıla damgasını vuran küreselleşme olgusunun, bizim gibi ülkelerde yol açtığı üretmeden tüketme, daha çok tüketme, borçlanarak tüketme olgusuna kafa yorarken ve bunun Malatya’nın tarımsal, ekonomik ve sosyal hayatına etkilerini incelemeye çalışırken, bir de baktık ki 23 Nisan soğukları geçmiş, sebze dikim zamanı gelmiş.
Daha önceki yıllarda sadece bir iki yerde satılan hazır sebze fidelerinin satışı bu yıl adeta patladı. Özellikle sebze pazarının etrafı ve birçok zirai ilaç bayilerinin bulunduğu kaldırımlar adeta fide sergi alanına dönüştü. Genellikle kendi ihtiyacı için sebze yetiştiren üreticilerimiz artık kendi tohumlarından fide yetiştirme ya da konu komşudan temin etme yerine, hazır alma kolaylığına başvurur oldu. Daha önceleri örtü altında yetiştirilen Arapgir biberleri, yerli domates fideleri satılırken, şimdilerde özellikle çok uluslu tohum tekellerinin işbirliği ile yetiştirilen hibrit tohumlardan üretilen fideler satılır ve alınır oldu.
Yüzyıllardan beri Anadolu ekolojisinin oluşturduğu tohumlar kaybolmakta, dışarıdan dayatılan türlerin yetiştirilmesi 'daha verimli daha dayanaklı' aldatmacası ile teşvik edilmektedir. Bir süreden beri hazırın dayanılmaz cazibesine kapılan toplum işte tamda bu noktada dışa bağımlılığın en tehlikelisi en acımasızı olan, kendi yöresel tohumlarını kaybetme tuzağına düşürülmektedir.
Aslında buna benzer bir gelişme yakın zaman önce buğdayda yaşandı. Bölgemizin eşsiz lezzetli ve sağlıklı (özellikle gluten ve nişasta oranı açısından yeni nesil buğday ve unlara göre daha üstün olan) KUNDURU buğdayımız, göz açıp kapayıncaya kadar kayboldu. Ortalık sadece nişasta, sadece karbonhidrat kaynağı olan ithal buğday ve unlara kaldı. (Şimdilik bunu başka bir yazı konusuna bırakalım)
Özellikle son yıllarda gelişen tohum ve tarım teknolojisi sayesinde dünya tohum üretiminin büyük bir kısmını ele geçiren küresel sermayenin dev markaları, geleneksel ve yöresel tohumların kısa sürede yok olmasına yol açtı. ‘Daha verimli’ ‘Daha dayanıklı’! gibi gerekçeler öne sürülerek, hükümetleri ve insanları etkilediler. Sonuçta artık bugün dünya tarımı, birkaç büyük tohum tekelinin dayattığı fiyata, çeşide ve lezzete mahkum hale geldi.
Oysa kendi tohumunu üretemeyen ya da ıslah edemeyen bir ülkenin kendi tarımsal geleceğini ve bağımsızlığını belirleyemeyeceği açıktır. Kendi tohumunu üretebilen ve yeniden yetiştirme olanağına, sahip çiftçinin üretim döngüsünü hiç bir gücün engel olamayacağı bilinir. En kötü koşullarda bile (savaş ve kıtlık )ayakta kalabilir ve üretimini sürdürebilir. Ayrıca kendi toprak ve iklim koşullarında doğal seleksiyonla güçlü hale gelmiş, hastalık ve zararlılara karşı direnç kazanabilmiş tohumların varlığı o ülkenin gerçek zenginliği ve biyolojik çeşitliliğidir.
Şimdilerde kendisine sunulan cicili, bicili sebze fidelerinin cazibesine kapılarak atasından ninesinden miras aldığı tohumlara yüz çeviren, bir sure sonra tohum sandığı boşalmış bir tarımsal yapının, dünya tarım devlerinin yörüngesinde devinip durması kaçınılmazdır.
Sebze sezonun sonlarını yaşadığımız bu günlerde hiç değilse kendi tüketimimiz için gerekli olan tohumları alıp kurutarak, önümüzdeki yıl tekrar yetiştirmeyi deneyerek işe başlayabiliriz. Belki de koruyup kolladığımız yerli tohumlar ileride çocuklarımıza iyi bir miras olacaktır. Daha önceleri yabancı hayranlığı ve “hastalığa dayanıklı”, “daha verimli” gibi sözlerle teşvik edilen yabancı patentli tohumların aslında nasıl yeni hastalıkları ortaya çıkarabileceği yaşanarak görülmeye başlanıyor.
Dünyanın en büyük tohum ve ilaç üreticisi bir firmanın kendi tohumuna, insan sağlığına en zararlı zehirlerden birini aşılayarak hastalıklara dayanıklı tohum ürettiğini söylemesinin arkasındaki yalanlar artık gün ışığına çıkmaya başlıyor. Ki yakın zaman önce bu firmanın ürettiği bir ot ilacının (herbisit) kansere yol açtığı Amerikan mahkemeleri tarafından tescil edildi ve rekor bir tazminat ödemeye mahkum edildi. İlimizde yaygın olan kurutmalık siyah üzüm çeşidindeki sıkıntılara “Amerikan çubuğu” denen anacın “çare!” diye sunulmasının içi boş bir söylenti olduğu ortaya çıkmıştı. İstenirse bu örnekler çoğaltılabilir.
Geçmişten geleceğe, titizlikle sakladığı tohumları bize miras bırakan bereket tanrıçası ninelerimizin, nasıl bir öngörü, nasıl bir sağduyuya sahip olduklarının çok iyi anlaşılması gerekiyor. Tarımda, kendi kendine yeterliliği her geçen gün azalan ülkemizin bitki gen kaynaklarını korumak gerçek yurtseverlik olsa gerek. Bu nedenle hiçbir maddi çıkar beklemeden, amatörce tohum saklama ve bedelsiz takas etme alışkanlığını yaygınlaştırmaya ne dersiniz?
"Her şey tohumdaki ağacı, ağaçtaki meyveyi görebilmekle başlar" diyenlere saygılarla….