“Yeniden Ayağa Kalkmak” mı? Yitik Kente Ağıt mı?
Orhan ALKAYA
oalkaya44@hotmail.com
Depremden ilk günlerinden beri her bir yanda “kenti yeniden ayağa kaldıracağız!”, “daha güzelini yapacağız!”, “daha iyi binalar ,yollar yapacağız!” söylemleri bitmek bilmiyor . Ne yazık ki bundan böyle, gösterişli binalar, yollar, sokaklalar yapılsa da, artık caddelerinde sokaklarında ortak bir geçmişi, ortak bir yaşanmışlığı olmayan hasbelkader bir araya toplanmış ve bu kentin ruhuna yabancı insanlar kalabalığından başka bir şey olmayacak. Kaldı ki yeniden imar edeceğiz söylemlerinin ne kadarının ve nasıl hayata geçirileceği konusu da henüz somut bir projeye dönüşememiştir. Yıkılan Malatya’nın, şehir plancılığı açısından doğru bir eleştirisi yapılmadan daha sağlıklı günün koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun bir kent planlaması yapılamayacağı ortadadır.
Halbuki ilk imar çalışmalarının geleneksel “Bakırcı Pazarını, Şire Pazarını yeniden ayağa kaldıracağız” söylemi bu konunun ne kadar yüzeysel kavrandığının ipuçlarını vermektedir. Depremde yıkılan Bakırcılar Pazarı ve Şire Pazarı eski Malatya’nın hangi geleneksel mimarisini temsil ediyordu ki yeniden canlandırmayı Malatya’nın yeniden imarının en önüne koyulmaktadır? Selçuklu , Osmanlı veya cumhuriyet dönemi (Gazi ilkokulu ve Atatürk Evi )gibi geleneksel mimarı diyorsanız, yapılması gereken “Şirket Hanı” ve buna benzer han ya da kervansaray tarzını yok edip yerine bir holdingin yüksek katlı binası gibi bir ucubeyi dikmek olmamalı idi.
FOTOĞRAF: 1980'li yılların sonunda yıkılarak yerine önce iş merkezi sonra da ‘çok yüksek’ katlı bina inşa edilen Akpınar girişindeki Şirket Hanı (Nezir KIZILKAYA Arşivi)
Acaba şehrin merkezinde olabildiği kadar fazla dükkân yapıp rant ve kira geliri üzerine kurulu bir yerinde yapılaşma kaygısı ile mi projeler geliştiriliyor? Ya da bir takım güç odaklarının dayatması ile yine dar alanlar ve yollara sıkıştırılmış ve kentin önemli bir nüfusunu her gün dar bir alana taşıyıp trafik keşmekeşi yaratacak ama o güç odaklarına da rant sağlayacak planlamalar mı yapılacak?
Malatya kenti merkezinden itibaren Beydağ’ının binlerce yıldır taşıdığı alüvyonlarla doldurduğu yamaçlardan ovaya uzanan son derece verimli topraklara sahipti. Karlı dağlarından çıkan kaynakların oluşturduğu dereleri ve çaylarıyla verimli bir yurttur. Malatya coğrafyasının insanlara ve tüm canlılara sunduğu paha biçilmez suların ve toprakların üzerine daha çok kar kaygısı ile nasıl daha çok ticarethane, daha çok inşaat kondururuz planları bu coğrafyaya ikinci bir yıkım olacaktır.
En önemlisi de bütün dünya adım adım kuraklığa doğru giderken, bütün devletler su savaşları için pozisyon alırken, tarımsal amaçla kullandığımız sular her geçen gün azalmaktadır. Kaldı ki 150-200 metrelik sondajlarla yer altı sularını dünyanın enerjisini de harcayarak yeryüzüne çekerek kayısı bahçelerimizi şimdilik kaydı ile sulayabiliyoruz. Beydağı’nın eteklerinden başlayıp şehrimizin merkezinde ve civarında ortaya çıkan suları ve kaynakları beton temellerin altına gömmeye çalışmak hangi “yerli ve milli” çıkarlarımıza uygun düşebilir? Düşünün ki birçok coğrafyada yüzlerce kilometre ötelerden kanallar ya da borularla taşınarak içme ve sulama suyu sağlanırken, şehrin tam da ortasında kendiliğinden kaynayan suların üzerine daha çok ticarethane, daha çok bina projeleri yapmak mı şehri yeniden ayağa kaldırmak olacak?
FOTOĞRAF: Depremde ağır hasar gördüğü için yıktırılan Hükümet Konağı ve deprem sonrası önünde toplanan vatandaşlar
Artık ülkemiz için, özellikle Malatya için altının simgesi AU değildir. Bu topraklar için altının simgesi H2O dur. Yani sudur su…
Gelecekte bir buğday başağı, bir meyve ağacı, yeşerecek bir bitki ya da bir sebze fidesi dahi, tonlarca altından daha değerli olduğunu, yakın zamanda yaşadığımız Pandemi ve büyük yıkımın hemen arkasından yaşadığımız ekmek ve gıda kıtlığı bize bunları anlatmaya yetmiyorsa daha nasıl felaketler yaşamamız gerekiyor? Bugün dünyanın birçok yerinde özellikle Afrika’da yaşanan açlık tehlikesi bize bir şeyler söylemiyorsa daha ne depremler ne kıtlıklar yaşamalıyız ki toprağın, güneşin, suyun, havanın tonlarca altından ve paradan daha kıymetli olduğunu anlayalım? Yıkılmış bir şehirde hep birlikte yeniden ayağa kalkmak ne demektir? O coğrafyanın toprağını suyunu havasını kısacası hayat veren tüm varlıklarını koruyacak ve çocuklarımıza temiz bir şekilde ulaştıracak planlar projeler yapmaktır. Bizim ve çocuklarımızın bugün ve gelecekte temiz gıdaya ve sağlığa erişim hakkını gözetecek ve sağlayacak sistemi oluşturmaktır. Bu memleketin nimetlerini uygarca ve adil bir şekilde paylaştırmaktır. Bunları yapabildiğimiz kadar Malatya ayağa kalkacaktır .
Yitik Kente Ağıt
Bilindiği gibi Hafız Paşa 1838 yılında Nizip Savaşına giderken ordusunu Eski Malatya’da kışlatmaya karar kılınca, Aşşağışehir de denen yörenin halkı yazları yayla olarak kullandıkları Aspuzu’ya (bugünkü Malatya) yerleşmek zorunda kalması ile kurulmaya başlanan yeni şehir ancak 185 yıllık bir zamana tanıklık ederek 6 Şubat 2023 kadar gelebildi.
FOTOĞRAF: Deprem öncesi çocukların neşeyle oyun oynadıkları bir sokak
Beydağı’nın eteklerinde çağıldayan pınarların, oluşturduğu başta Derme Suyu olmak üzere çeşitli akarsuların bereketi ile envaı çeşit meyve dolu bahçeleri ile çevrelenmiş sokakları Yeşil Malatya’nın en belirgin özelliği idi. Küçük ya da büyük su arkları ile donatılmış bahçeler içerisinde evleri ile yavaş ve dingin bir yaşamın akışında “asri zamanlara” kavuştu. Ne yazık ki yarım asır boyunca, bu güzel kent Büyük Depreme kadar çirkin bir beton yığınına dönüşmüş bir Malatya olarak ulaştı.
Büyük yıkım, dört bir yanı beton binalarla kuşatılmış kenti fiziksel olarak yıkmakla kalmadı. Yakın zaman öncesine kadar Malatya’nın sosyal ,kültürel ve geleneksel yapısını da yerle bir etti. Gerçi bir süreden beri yeni dünya düzeni geleneksel yaşamı sarsmaya başlamış, bir yandan Batıya verilen eğitimli ve nitelikli göçün etkisi, diğer yandan çevre illerden gelen niteliksiz göç, kentin özgün sosyal ve fiziksel dokusunu bozmaya başlamıştı. Deprem de zaten çökmeye başlamış bu yapıya son darbeyi vurdu.
FOTOĞRAF: Üstteki fotoğrafta çocukların koşturup oynadıkları sokağın deprem sonrasındaki manzarası
Cumhuriyet ile birlikte yaratılan eğitim ve bilim ortamında kaliteli bir eğitim kadrosu ile oluşturulan okulların sayesinde hayatın her alanında nitelikli insanların yetişmesi ile birlikte Malatya sosyal ve kültürel alanda hızla gelişmeye başlamıştı. Diğer yandan kurulmaya başlayan, her biri ekonomik ve sosyal olarak kente yeni bir değer katan Sümerbank, Şeker Fabrikası, TEKEL gibi fabrikalar Malatya’yı çağdaş bir yaşama doğru taşıdı. Bu iklimde yetişen genç beyinler ülkenin dört bir yanında ve hayatın her alanında Malatya’yı bilinir ve tanınır kılmışlardı. Geleneksel yaşamın çağdaş yaşamla uyum sağlaması ile, birlikte yaşamanın, paylaşmanın ve dayanışmanın olduğu bir mahalle ve kent yaşamı ortaya çıkmıştı . Gerçi son yıllarda kapitalist ekonominin getirdiği yeni düzen kentin fiziksel ve toplumsal yapısını değiştirmeye başlamıştı.
Bu dönüşümü Cumhuriyet Malatya’sının yetiştirdiği değerli insan Adnan Işık , kentin bu doğal dokusunun bozuluşunu şu mısralarla yansıtacaktı:
Suya dökülen dallar, dere nerde ah şimdi
Binbir çeşit güllerle “havlu” nerede kaldı?
Suyu çeken çığrığın sesi mazide kaldı
Kuzu meler , kuş öter, nerede o bağlar şimdi?
Şehrin büyümesi ile başlayan yapılaşmanın, hızla çoğalan apartmanların etkisi ile sosyal dokudaki kaçınılamaz değişimi böyle mısralara dökecekti.
Düzen bitişik imiş, gata verdik arsayı ,
Parsayı eller aldı, sıkıştık iki göze,
Doğrusundan vazgeçtik hasretim ergi söze,
Kıbti soylu kesilmiş , ara beğ’nen ağayı.
İşte böyle bir değişim ve gelişim içinde bu kent, düşük yoğunlukta sosyal ve ekonomik sarsıntılar içerisinde 6 Şubat büyük depremine kadar geldi.
FOTOĞRAF: Deprem sonrasında viraneye dönen bir evden geriye kalan oda
Deprem ile birlikte evler, apartmanlar, sokaklar viraneye döndü. Ne yazık ki bu enkazın altında sadece ,yakınlarımız ,kardeşlerimiz, hemşerilerimiz yaşamını yitirmedi. Bir kentin yüzyıllardan beri oluşturduğu insanlık değerleri, insana ve doğaya saygı, yardımlaşma, tasada ve kıvançta bir olma duyguları da bu yıkımda onulmaz yaralar aldı.
Yıkımın ilk anlarından itibaren birçok insan yakınlarını, komşularını enkazın altından kurtarmaya çalışırken diğer yandan nereden ve nasıl çoğaldığı belli olmayan bir güruh henüz yıkıntıların altındaki canları ve malları yağma ve talana başladı. Kötülük gittikçe çoğaldı. İyiliği bastırmaya başladı. Kaygı ve korku içinde evlerini terk eden insanların evleri talan edilmeye başlandı ve durum günümüze kadar devam ederek sürdü. Bu kentin suyu ile ekmeği ile beslenen bir güruh ilk fırsatta beraber yaşadığı insanların malını mülkünü yağmalar oldu. Soygun, talan ve yağma ne yazık ki hemen herkesin önünde gerçekleşir oldu.
Tarih boyunca yaşanan büyük felaketler, savaşlar, depremler göstermiştir ki, böylesine olağanüstü zamanlar, insanların içerisinde bulunan iyilik ve kötülük duygularından birinin daha baskın hale gelmesine yol açar. Ya içlerindeki kötülük ordusu büyür de büyür, komşularının malına canına göz koyar; ya da içindeki iyilik melekleri yardımlaşmayı, paylaşmayı öğretir. Malatya bu depremde bu iki duyguyu da fazlası ile yaşadı diyebiliriz. İhtiyacı yokken depremzedelere gelen yardımları alıp stoklayanlar mı dersiniz daha sonra bunları pazarlarda satanlar mı dersiniz! Daha neler neler diyebiliriz? Ancak bunun yanında elindeki tüm imkanları komşuları ile paylaşanlar, gece gündüz hasta ve yaralılar elinden gelen yardımları esirgemeyen sağlıkçıları mı dersiniz; evini barkını dışarda kalanlara açanlar mı dersiniz! Kısacası iyiliğin ve kötülüğün tüm boyutlarını da bir arada yaşadı bu şehir.
FOTOĞRAF: Ruhumuzda da derin yaralar açan depremden sonra Malatya'dan bir bina enkazı
Bir asırdan beri aynı kentte, aynı mahallede doğan, büyüyen acısını cenazelerde, sevincini düğünlerle bayramlarla paylaşmış, “komşu komşunun külüne muhtaç, fakat sırrına vakıf” düsturu ile yaşamış bu halkın moral değerlerini, hangi yapılar yeniden ayağa kaldırabilir? Artık doğup büyüdüğümüz o eski Malatya mazide kaldı. 185 yıllık kentin evleri çarşıları binaları yok. Örneğin gençliğimizde yazdığımız mektupları, bayram kartlarını heyecanla postaya verdiğimiz postane bile yok artık. Caddelerde sokaklarda birbirine aşina gözler, tanıdık yüzlerde yok artık. Bu memlekette doğmuş, bahçe ve sokaklarında büyümüş biz insanların ruhları da enkaz altında kaldı.
Oysa “her ruhun yaşaması için kendi mekanlarına ,her mekânında yaşaması içinse kendi ruhuna ihtiyacı vardır”. Bizim anılarımızın ve ruhlarımızın mekanları kalmadı yıkıldı artık. Her yaşımızın sayısız anılarını taşıyan sokaklarımızı artık tanıyamıyoruz. Biz neredeyiz diye sormanın acısını yaşıyoruz. Bizi biz yapan anılarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi yaşadığımız mekanları arıyoruz ama bulamıyoruz. Ne yazık ki geçmişimizin izleri, onlara can veren mekanlarda yıkılıp gittiler işte. Artık yaşadığı evleri sokakları kaybeden ruhlarımız mülteci gibi. Sığındığımız iğreti mekanlar veya taşındığımız yabancı şehirlerde yalnız, garip ve şaşkın gezinip duruyorlar. Bundan böyle her birimiz kendi yitik kentimizin, kaybolan ruhunu umutsuzca arayıp duracağız.
Atalarımızın doğup büyüdüğü ve öldüğü ve bizim de bu günlere geldiğimiz bu memleketin mekanlarının başımıza yıkılıp binlerce canlarımızı kaybetmek ruhlarımızda onulmaz yaralar açtığını yaşayarak öğrenmek çok acı tecrübe oldu. Artık biliyoruz ki bu memleketin çarşılarında, caddelerinde birbirine aşina insanlarla karşılaşamayacağız. Çırmıhtı’nın üzüm asmaları ile gölgelenen avlularında bulgur kaynatan ya da ayıklayan kadınların sohbetlerine tanık olamayacağız. Kar yağdığında Gündüzbey’in daracık sokaklarında kızak kayarak karda şakalaşan çocukların haykırışlarını duyamayacağız. Tecde’nin, Yukarı Banazı’nın gölgelere alışkın dar sokaklarında aheste, aheste yol almaya çalışan ihtiyarları göremeyeceğiz. Ne yazık ki bu şehrin bize yaşattığı acı ve tatlı anılarımızı artık sönmeye yüz tutmuş ocakta kül karıştırır gibi hatırlamaya çalışacağız.
Tanıyan tüm insanların rahmetle andığı Adnan Işık Ağabey sanki yılların ötesinden, bu günleri görüp son söz olarak yazmış olmalı. Umuyorum ki o da çok sevdiği dostu Celal Yalvaç’la birlikte yaşadıkları o güzel Malatya’nın kim bilir hangi mekânında, bu dünyada bitiremedikleri sohbetlerine devam ediyorlardır.
Sarı kurdelam sarı kırık plakta kaldı
Komşu komşuya muhtaç o da kitapta kaldı.
Bekle Adnan’ım bekle, mihr-i varaktan vefa
Nerde dost, nerde yaran, ihvan nerede kaldı.
_________________
FOTOĞRAFLAR: Orhan ALKAYA