Bir Zamanlar Malatya- ARASA IV
Ertaç ÖNAL
ertaconal@mynet.com
Arasa meydanının bir renkli siması da, Malatya tabiriyle him komşumuz olan Küpçü Çekem Osman ve taifesi idi. Asıl adı Markos Yaşruel olan Osman Dayı'ya Çekem lakabının nereden geldiğini bilemiyorum. Çok iyi bir komşu ve her bireyi eşi bulunmaz insanlardı. Hanımçiftliği mevkiindeki ocaklarında toprağı pişirerek imal ettikleri su testisi, peynir küpü, çiçek saksısı v.b mamulâtı oldukça geniş olan dükkânlarında pazarlarlardı.
Çekem Osman ve oğulları işin imalat kısmıyla meşgul olur, eşi Varter hanım, beline bağladığı; önünde bozuk ve kâğıt paraları ayrı ayrı koyduğu iki cebi olan bervanik ile satış işini yürütürdü. Dükkânın hemen girişinde uzunca çelik bir borudan sürekli akan, içilebilir nitelikte bir artezyen suyu vardı ki, tüm arasa esnafının ve buraya gelenlerin su ihtiyacını karşılardı bu su.
Çekem Osman, yılda 37 gün hariç her gün sabah kahvaltısından sonra başladığı rakıya, gece yatıncaya kadar devam ederdi. Ramazan ayı boyunca ayrıca, Şeker ve Kurban bayramlarımızda kesinlikle alkol almazdı. Hatta evinin karşısındaki hamamı işletenler Ramazan ayı boyunca iftar saatlerinde hamamın kasasını Çekem Osman'a bırakarak iftar açmak üzere evlerine giderlerdi.
Dükkândan, evin avlusuna küçük dar bir kapıdan geçildiğinde; avluda fıskiyeli bir süs havuzu vardı. Bu havuzun kenarında Çekem Osman'ın çay bardağından içtiği rakı kadehi eksik olmaz, sürekli dolup boşalırdı. Onca içmesine rağmen ne sarhoş olup sallandığı, ne de en küçük bir taşkınlık yaptığı görülmüştü. Bir gün hastalandığını duyduk. Doktorlar içkiyi bırakmasını tavsiye etmişler. Bıraktı ama eskiden beter hastalandı Çekem Osman. İstanbula götürdüler tedavi için. Orada yapılan tahlillerde kendi aile fertlerinin ifadesine göre; damarlarında kan yerine alkol dolaştığı, bu nedenle rakı içmeye devam etmesi tavsiye edilmiş! Tekrar başladı, iyileşti ve ayağa kalktı.
Babamın vefatında ilk koşup gelenlerden biriydi. Kendisi de 1970li yılların başlarında vefat etti. Taziyesine gittiğimde, gelen herkese bir kadeh rakı ve bir şekersiz kahve ikram edildiğini görünce şaşırıp nedenini sordum. Çekem Osman'ın vasiyetini yerine getirdiklerini söylediler. Rind yaşamını yine rindane bir vasiyetle noktalamayı unutmamıştı Çekem Osman.
***
Arasa meydanı 1977li yılın sonlarında, Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu döneminde önce seyyar satıcıların sürekli durduğu bir sebze pazarı haline getirildi. Daha sonra, çatısı yıkılarak uzak mahallelere servis yapan minibüs durağı olarak kullanıldı.
Bu dönemde kaybolan güzelliklerden biri de mahallemizdeki evlerin birer birer yıkılarak iş merkezleri haline getirilmesiydi. Çekem Osman ailesi de terk-i mekân ederek İstanbul'a yerleştiler. Selam olsun aileden hayatta kalanlara ve de diğer komşularımıza; Haçadur'a, Kirkor'a, Karnik'e, Antranik'e, Vartanoş'a, Araksi'ye, Pepron'a, Marisa'ya, Bedros'a, Karabet'e, Vasken'e, Serkis'e, Mihran'a, Dr.Harut Sözkes'e, Mimar Nuran Gezdirici'ye, İhsan ve Seydi Bahçeciye, Nuri Kalaycı'ya, mahalle muhtarımız Bedri Kalaycı'ya, Enver Kalaycı'ya, Kömürcü Şahin'e, Ercan, Adnan ve Abdullah Almendi kardeşlere ve de diğerlerine..
Yerleşik kültürümüzün önemli bir kısmının kaynağının, Ermeni vatandaşlarımız olduğunu biliyor muydunuz? Örneğin; Kayısı ağacını Malatyaya ilk kez getirip diken ve çoğaltan, çömlekten tandır yapıp, tandır ekmeğini yaygınlaştıran, toprağı pişirerek su testisi, peynir küpü, çiçek saksısı yapmayı öğreten..v.b
Hepsi mesleklerinde birer uzmandı.
Bimen Şen, Artaki Candan gibi Türk Sanat Müziği'nde belli yerleri olan sanatçılara nispet yaparcasına sevgili Nubar Daşı udu ve güzel sesiyle aile ve arkadaş toplantılarında gönül telimizi az mı titretti?
Mahallemizdeki mobilyacı Bedros Usta'dan 50 yıl önce aldığımız koltukları birkaç kez kumaşlarını değiştirerek halen kullanıyoruz. Motorlu araçlardaki kilometre saatleri arızalanınca tamiri mümkün olmuyor avuç dolusu para ödenerek yenisi alınıyordu. Bunu tamir edebilen tek kişi saatçi Serkis Usta idi. Oturduğumuz iki katlı evin bahçeye bakan cephesinin kerpiç duvarı bel vermişti. Çözüm arayan babamın getirdiği tüm mühendisler derhal evi boşaltıp yıktırmamızı önerdiler. Ama duvarcı Mihran Usta o duvarın oturduğu temeli bulup ayni ebatta döktüğü kerpiçleri, her söktüğü kerpicin yerine yenisini koyarak çatıya kadar yenilemişti duvarı. Ustalık,özen,sabır ve dikkat gerektiren bu işi yapabilecek bir duvar ustası var mıdır acep günümüzde? Ulusça sahibi olduğumuz mozaiğin önemli taşlarından biridir Ermeni vatandaşlarımız.
Mesleğinde uzman bir Ermeni komşumuz daha vardı ki; freni tutmayan 1951 model Skoda marka taksisiyle,1970li yılların ortalarına kadar şehir ve TCDD garı arasında dolmuş yaptı, hiç kaza yapmadan, şoför Kirkor Usta. O yıllarda şimdi olduğu gibi titiz bir araç muayene denetimi yoktu. Kirkor'un dolmuş taksisine binenler, 150-200 mt. mesafe kala inecekleri yeri söylemeleri gerektiğini bilirlerdi. Bu kuralı bilmeden Kirkor ustanın dolmuşuna şehir merkezinden binen bir kadın yolcu Sıtmapınarı semtine geldiğinde inmek istediğini söyleyince Kirkor ustanın Neden Dörtyol semtinde ineceğini söylemedin? diye çıkıştığı ve kadıncağızı ancak İstasyon virajında indirebildiği Malatya ahalisi arasında oldukça yaygın bir söylentiydi. Hatta böbreklerinde taş, kum olanlara Kirkor'un dolmuşuna binmesi tavsiye edilirdi. Çünkü araç seyir halindeyken kapıların gacırtısı bir yana, vibratör gibi titretirdi içindeki yolcuları. Şimdi diş hekimi olan Cengiz Çağlayan, o yıllardaki beyanına göre; Kirkor'un dolmuşuna bindiğini, araçta fren pedalı bulunmadığını, Kirkor usta duracağı zaman döşemede açtığı bir delikten ayağını tekere sürterek durmaya çalıştığını gördüğünü söylemekteydi. Öyle olduğunu sanmıyorum ama Cengiz'in, bu tür söylentilere kendince mizahi bir yorum ekleme huyu da vardı.
***
Arasa esnafından bir başka renkli sima da Kasap Paşa idi. Orta boylu, tıknaz, oldukça kilolu, saf, temiz yürekli, konuşurken dili dışarı taşan bir insandı. Asıl adı İzzettin idi. Paşa, babasının ismi. Ama herkes Paşa diye hitap ederdi İzzettin'e. Arkadaşlarının yaptığı en ağır şakalara bile tahammül gösterirdi.
Bir akşam üzeri oldukça alkollü bir vaziyette iken, arasa esnafından Gocik Vahap'ın, dükkânına gelen karpuz yığınlarını kantar ile tarttığını görür. Bir süre uzaktan seyreder Gocik Vahap'ı ve aniden kantarın üzerine çıkarak Gocik hele beni de bir tart der. Gocik Vahap kantarın topuzunu biraz oynatır ve göbeğin hariç 110 kilo der. Paşa'nın aklı karışır, kantardan inerken, ula bu nasıl gantarmış g..ü göbeği ayrı dartıyı, diye söylenerek gider.
Paşa'ya yapılan şakaları Orhan Aksoğan'dan dinleyelim;
İstanbul Üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. Mesut Parlak 1980li yılların başlarında henüz İstanbul Tıp Fakültesi'nde doçent iken Malatya'ya gelmişti. Rahmetli Aydın Aksoğan bir pazar günü Mesut hocayı Sultansuyu Harası'na piknik yapmaya davet etti. Aramızda Kasap Paşa'nın da bulunduğu 10 kişi kadar hoşça vakit geçirdik. Kasap Paşa 2 kadehten sonra dağıtır kendini. Yine öyle oldu.
Ben Tarzan oldum ağaca çıkıp bağıracağım, diye tutturdu.
Bari pantolonunu çıkar da öyle çık ağaca, pantolonun yırtılmasın, dediler.
Kasap Paşa, pantolonunu çıkarıp uzun paçalı külotu ile ağaca tırmanırken; bir arkadaşımız arkadan külotunu aşağı sıyırdı, Mesut bey de fotoğrafını çekti. Paşa olanların farkında değil. Ertesi gün çekilen fotoğrafı Paşa'ya göstererek bak tanıyacak mısın dedik. Paşa fotoğrafa bakıp;
Ula bu kiminki, diye söylenirken, dikkatli bakınca;
Kim çekti ulan bunu, bu benimki diyerek tezgahındaki satırı eline alınca hepimiz kaçıştık.
Kasap Paşa'nın bir özelliği; boynuna ıslak mendil konulunca, ne mendili boynundan alabiliyor, ne de boynunu çevirebiliyor, tir tir titriyor. Başını sağa veya sola çevirmesi gerektiğinde vücudu ile dönüyor. Bunu sık sık yapardık. Küplere binerdi, diyor, Orhan Aksoğan.
Arkadaşları, bir gece yarısı, Paşa'nın dükkânının önüne bir kamyon dolusu toprağı döktürürler. Öyle ki ne kapısı, ne de camekânı görülmez vaziyette. Paşa sabah geldiğinde;
Benim tükân kayıp, diye söylenir komşularına. Sonra da
Herhalde Belediye koymuş bu toprağı diyerek, zamanın Belediye Başkanı olan Nuri Nebioğlu'nun yanına gider ve toprağı kaldırtmasını talep eder. Aldığı cevap ilginçtir:
Paşa, bu zamanda bir kamyon toprak ele mi geçer. Sen o toprağı dükkânının damına ser, domates, biber hıyar yetiştir. Dükkânının ismini de bahçeli kasap olarak değiştir. Bak müşterilerin nasıl artacak!
Arkadaşları Paşa'yı hem çok sever hem de, Ona en ağır şakaları yapıp kızdırmaktan büyük haz duyarlar.
Aşağıdaki olayı anlatmadan önce 40-50 yıl öncesine kadar Malatyada uygulanan bir adetten bahsetmek gerekiyor; Eskiden bacağında, belinde, kolunda romatizmalı ağrısı olanlar bu ağrıdan kurtulmak için vücuttaki pis kanı boşatmak gerektiğine inanırlardı. Bu işin erbapları hastanın boynundan beline kadar olan bazı kılcal damarlara ustura veya bir jiletle hafifçe çizikler atarak bir miktar kanı dışarı akıtırlardı ki buna halk arasında hacamat etmek denilirdi. Veya sırt ve bel kısmına birkaç tane sülük yapıştırarak, sülüklerin, vücuttan bir miktar kan emmesini sağlarlardı. Bu işi de genellikle tenha olduğu bir saate denk getirerek hamamda yaparlardı. Kanı emen sülük yapıştırıldığı yerden düşer, bilahare tellaklar veya hastanın kendisi bu sülükleri küçük bir kürekle toplayarak dışarı atarlardı. Bu nedenle nadiren de olsa, taşların arasında kalıp gözden kaçan sülüklere rastlanılırdı bazen hamamda.
Birkaç arkadaşı Paşa'yı da alarak hamama giderler. Paşa, göbek taşında terleyedursun arkadaşlarından birisi gizlice Paşa'nın soyunduğu kabine girerek çamaşırlarına nişadır sürer. Yıkanma işlemini bitiren Paşa pantolonunu da giydikten sonra yandım anam diyerek hamamın ortasındaki soğuk su havuzuna atar kendisini.
Ne oldu Paşa, bu halin ne diye soran arkadaşlarına
Yav galiba yıkanırken sülük kaçtı, ne olur şuna bir bakın.
Yapılan incelemede(!) sülük olmadığı söylenir Paşa'ya. Islak elbiseyle havuzdan çıkan Paşa aynı hızla bağırarak tekrar dalar havuza. Havuzun içindeyken bir sorun yok ama dışarı çıktığında feryat, figan dalıyor havuza Paşa.. Sonuçta yakındaki elbise pazarından pantolon, gömlek ve iç çamaşırı alınıp getirilir, sorun çözülür. Arkadaşları Paşaya;
Galiba seni cinler çarptı deseler de, bu olanlara hiçbir anlam veremez Paşa.
Yine bir gün, Paşa, 12 arkadaşıyla hamama gider. Çıkışta arkadaşlarının elbiseleri konulduğu yerde duruyor, ama Paşa'nın elbiseleri kayıp. Kıyameti koparır Paşa, hamamcıya. Mademki burada çalındı, bana elbise ve çamaşır alacaksın diye diretir. Sonuçta; hamamcı tellaklardan birini göndererek elbiseci pazarından Paşa'nın bedenine uygun elbise ve çamaşır getirtir. 1 hafta kadar sonra Paşa, arkadaşlarıyla yine gelir hamama. Çıkışta yine elbiselerinin kayıp olduğunu görür. Ayni bağırtılar, tartışmalar daha da şiddetlenerek devam eder. Sonuçta; Arasa esnafından bir hakem heyeti oluşturulur. Hakem heyeti, hamamcının, elbise ve çamaşırların bedelini ödemesi gerektiğine karar verir. Hamamcı da; bir daha Paşa'nın hamamına gelmemesi şartıyla kabul eder bunu. Yeniden elbiseler, iç çamaşırları alınır Paşa'ya.15 gün kadar sonra arkadaşları ısrarla Paşa'yı tekrar götürürler hamama. Ama hamamcı da bir ters adam ki, onca ısrara ve arkadaşlarının ricasına rağmen kesinlikle Paşa'yı hamamına kabul etmemektedir. Paşa geri dönüp gitmek istiyor ama arkadaşları bırakmıyor. Neticede; Paşa'nın ağzından bir söz alınır; Elbiseleri çalınsa da değil hamamcıyı suçlamak, karşısına gelip tek laf bile etmeyecektir. Bu sözden sonra, Paşa soyunacağı kabini kendi seçer ve anahtarı da yanına alır. Çıkarken kendi elleriyle kilitlediği kabini yine kendi açar ama elbiseleri yine yoktur bıraktığı yerde. Uzunca bir süre kabinden çıkmaz Paşa. Nihayet, peştamalı ile hamamcının biraz uzağında durarak boynunu büker. Hamamcı kaşlarını çatarak ters ters bakınca Paşa, peştamalı da atarak bir eliyle önünü diğeri ile de arkasını kapatıp;
Ağa ben bi şey söylemiyim, aha elini vicdanına goy da sen söyle, ben buraya beyle mi geldim? der.
Aslında arkadaşları da, hamamcı da, oluşturulan hakem heyeti de oynanan oyunun birer aktörleridir. Hepsi de ayrı ayrı Oscar adayı olacak ciddiyet ve başarıyla oynamışlardır oyunlarını.
Onca ağır şakalarına rağmen arkadaşlarıyla olan diyalogunu kesmeyen, alınganlık göstermeyen Arasanın ve Kasap Pazarının Paşası 1980li yılların sonlarında arkadaşlarının gözyaşları ile toprağa verildi.
(Sürecek Yazılardandır)