BİR ZAMANLAR MALATYA: Eğlence Mekânları ve Sanatçılarımız
1960-1970’li yıllar Malatya bugünden çok farklı bir sosyokültürel yapıya sahipti..
Ertaç ÖNAL Yazdı ertaconal@mynet.com
-Bu yazı, daha önce yazmış olduğum yazının, malatyahaber.com sitesinin eski versiyonundan yeni versiyona geçilirken arşivden silinmesi üzerine, bazı eklemeler, fotoğraf, sesli kayıt dinletme olanağı vs. ile yeniden düzenlenmiş halidir.Ayrıca, yazıdaki linklerden şarkı-türküleri sayfayı kapatmadan dinleyebilmeniz için bilgisayarınıza, google'dan IDM (Internet Download Manager) programını indirmenizi öneririm. E.Ö.-
***
'Kadife sesli sanatçı'.. O’na bu unvanı rahmetli Dilaver Uyanık uygun görmüştü. 1965 yılı sonlarında kısa dalga 43 mt. 7025 ksykl üzerinden radyo yayınına başlayan ve aralıksız 1970 yılına kadar faaliyet gösteren Malatya Şehit Kemal Özalper (ŞKÖ) Erkek Sanat Enstitüsü Eğitim Radyosu’nda ‘’Kadife sesli sanatçı İlhan Kızılay’dan türküler dinleyeceksiniz. Kendisine sazlarıyla Mehmet Yumrutepe, Bilgi Şimşeker, Doğan Özkan, Hüseyin Kapıkıran ve Mehmet Furun eşlik edecekler’’ diye program anonsunu yapardı Dilaver Uyanık. Gerçekten de kadife gibi insanın ruhunu okşayan bir sesi vardı İlhan Kızılay’ın. 1960-1970 yılları arasında Türk Halk Müziği (THM) dalında Malatya’nın assolistiydi O.
Birkaç yıl önce vefat haberini büyük bir teessürle aldığımda duyduğum üzüntüyü tarif edemem. Son telefon görüşmemizde solunum sıkıntısı çektiğini, uzun yıllar sigara içmekle ne kadar büyük hata yaptığını yeni anladığını ama vaktin çok geç olduğunu söyleyip, benim de derhal sigarayı bırakmamı öğütlemişti. Bu konuşmamızdan yaklaşık iki ay sonra solunum yetmezliğinden vefat etti ‘Kadife sesli’ sanatçımız.
Sadece sesi ile değil, oldukça mütevazı ve beyefendi kişiliğiyle de tanınıp sevilen bu değerli insana bir kez daha tanrıdan rahmet dilerken belleğimdeki anektodları da sıralamak istiyorum.
Müziğe olan merakım, beni halk müziği çalışmalarının yapıldığı Halk Eğitim Merkezi’ne götürmüştü 1963 yılında. İlk kez orada tanıdım İlhan Kızılay’ı. Zayıf, uzun boylu, kaytan bıyıklı, civanmert bir delikanlıydı. Rahmetli Mehmet Yumrutepe yönetimindeki THM koro çalışmalarına sık sık gelir, çalışmaları izlerdi. Aşka geldiğinde yanık sesiyle 1-2 türkü okuduğu da olurdu. O kadar duygulu okurdu ki O’nu dinlerken tüylerimin diken diken olduğunu hissederdim. Hele kendi derlemesi olan, okuduğu bir uzun hava vardı ki bu uzun havayı dinlerken gözyaşlarımı saklamaya çalışırdım hazurundan. Hey gidi gençlik ne de çabuk geçti yıllar:
Giderim giderim de yolum yan gelir anam yan gelir Ah çektikçe de anam içerimden kan gelir loy loy loy loy Kazın mezarımı da yolun üstüne anam üstüne Yar gelip geçtikçe de bana can gelir loy loy loy loy
Giderim giderim de ben de giderim anam giderim Güzel olmayan yerde ben de niderim loy loy loy loy Buranın güzelleri de gönül eylemez anam eylemez Gönül eyleyecek de anam yere giderim loy loy loy loy
Bu uzun havayı, Nezahat Bayram, Zeki Müren ve Muazzez Abacı’nın sesinden TRT radyolarında –İlhan Kızılay’dan alınan bir Malatya türküsü- anonsuyla sıkça dinler olmuştuk. 4’lük iki kıt’a halindeki bu uzun havayı bazen Selahattin Alpay, Teslim Budak, Bedri Karahan’ın (Topal Bedo) vd. okuduğu gibi İlhan Kızılay da;
Giderim giderim de yolum yan gider anam yan gider Ah çektikçe de anam içerimden kan gider ooooy Örenli gelin öldürdün beni oy oy
Akçadağ köyüne de Ören diyorlar anam diyorlar Benim bu derdime de anam verem diyorlar ooooy Örenli gelin öldürdün beni oy oy
şeklinde 3’lük iki kıta halinde okuduğu da olurdu. Sanırım türkünün orijinali de böyleydi. (Hangisinin orijinal olduğunu çok değerli araştırmacı yazar Süleyman Özerol daha iyi bilir. Bu araştırmacı yazarımızın ismi geçmişken anti parantez yazmadan geçemeyeceğim. Süleyman Özerol’un Hüseyin Şahin ile birlikte uzun yıllar çalışarak çok büyük bir emekle hazırlayarak kültür arşivimize sundukları 700 sahifelik –Arguvan Türküleri- isimli halk bilimsel araştırma kitabını meraklılarına okumalarını ve kütüphanelerinde bulundurmalarını öneririm).
İlhan Kızılay bu uzun havayı 1965 yılında Palandöken plak firmasında plağa okudu. 45 devirli bu plak kaydını teknik imkânsızlık nedeniyle mikrofon ile kaydedip dinletiye sunuyorum. (Dinlemek için tıklayın:İlhan Kızılay-Örenli Gelin)
İlhan Kızılay Tekel Malatya Sigara Fabrikası’nda makine teknisyeni olarak çalışıyordu. 1962-1965 yılları arasında Malatya’daki özellikle Halk Eğitim Merkezi’nce hazırlanan kültürel etkinlilerde sahneye çıkar, okuduğu türkülerle dinleyenleri adeta mest ederdi. Programını bitirdiğinde izleyicilerin ısrarlı alkışlarıyla tekrar tekrar sahneye çağırılırdı.
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2016/05/Garip-bir-kuştu-gönlüm-2.mp3"][/audio]
1960 yılında bir vesile ile sesini dinleyen, İstanbul Radyosu Halk Müziği Müşaviri ve ayni zamanda İstanbul Belediye Konservatuarı Folklor İnceleme ve Derleme Kurulu Başkanı olan Sadi Yaver Ataman’ın İstanbul Radyosu’na kadrolu sanatçı olarak atama isteğini İlhan Kızılay’ın kabul etmediğini duydum. Bunun nedenini kendisine sorduğumda; “Gardaş, ben fabrikada 600 lira maaş alıyorum. Orada ne kadar maaş alacağımı sorduğumda 500 lira eline geçer dediler. Burada kendi evimde oturuyorum, İstanbul’da bu maaş ile kira ödeyip nasıl geçinebilirdim.” dedi. Her ne kadar haklılık payı olsa da her sanatçının yaptığı gibi İstanbul’da gazino çalışmaları ve ekstra programlarla bu maaşın kat kat fazlasını alabileceğini düşünememiş veya bu riski göze alamamıştı anlaşılan. 1960-1970’li yıllar Malatya bugünden çok farklı bir sosyokültürel yapıya sahipti. Şehrin yerli halkının hemen tamamı birbirini tanır, ticarette de çek, senet değil, verilen söz geçerli olurdu. Genç kızlar ve erkekler çok temiz giyinir adeta birbirleriyle şıklık yarışı yaparlardı.
Yaz mevsimi gelince Haziran ayı başından Ekim ayı sonlarına kadar İsmet Paşa Parkı’ndaki Hürriyet Aile Çay Bahçesi, Hükümet Konağı arkasındaki Vilayet Çay Bahçesi ve Kernek Havuzbaşı Gazinosu eğlence programı konusunda birbirleriye yarış halinde olurdu. Ama dedim ya Malatya’nın assolisti İlhan Kızılay hangi gazinoda program icra ediyorsa -ki genellikle Hürriyet Aile Çay Bahçesi’nde sahne alırdı- orası ful çekerdi. İlhan Kızılay’ı dinlemek için Elazığ, Adıyaman ve Gaziantep’ten dinleyici geldiği olurdu.
O yıllarda İbrahim Tatlıses’in Sami Kasap ile birlikte Malatya Kantar Pavyon’da program yaptığını, İlhan Kızılay’ı dinlemeye geldiğinde bazen misafir sanatçı olarak hem Hürriyet Aile Çay Bahçesi’nde hem de Kernek Havuzbaşı Gazinosu’nda sahneye çıktığını da duymuştum. Keza Elazığ’ın tanınmış THM sanatçısı Kemal Yeniceli’nin de 2-3 kez bu mekânda İlhan Kızılay’ı dinlemek üzere gelip yine misafir sanatçı olarak sahneye çıktığına bizzat şahit oldum. (Dinlemek için tıklayınız: Uzun hava-İ.KIZILAY -Seher oldu uyan yar (1))
Bir süre sonra Kernek Gazinosu'nu işletenler müşteri çekebilmek için Malatya dışından sanatçı getirmeye başladılar. Ankara radyosu THM sanatçısı Nurettin Çamlıdağ, o yıllarda henüz yeni tanınmaya başlanan Müslim Gürses, Muhterem Nur, Suat Sayın, Şükran Ay, Eriç Aras bu gazinoda sahneye çıktığını hatırladığım sanatçılardandı. Hatta Müslüm Gürses anılarını anlatırken Muhterem Nur’u beyaz perdeden tanıyıp âşık olduğunu, sonraki yıllarda yine Malatya Kernek Göl Gazinosu'nda birlikte program yaparken sıra meselesi yüzünden tartışıp kavga ettiklerini, daha sonra da barışıp evlendiklerini anlatmıştı.
Giydiği kostümler, sesi ve tavırlarıyla Zeki Müren’i taklit etmeye çalışan İsmail Şenbahar da Kernek Göl Gazinosu’nda sahneye çıkan isimlerden biriydi. Bu okuyucu abartılı makyaj yapıp, program sırasında birkaç kez kostüm değiştiren kusursuz bir Zeki Müren taklitçisiydi. Eh ! O Zeki Müren’i taklit eder de özellikle Cuma günleri yapılan bayanlar matinesindeki seyirciler Zeki Müren dinleyicilerini taklit etmez olur mu? Hani magazin mecmualarında sıkça okuyor veya Zeki Müren’i sahnede izleyebilenlerin gördüğü gibi hanım seyirciler işlemeli beyaz mendillerini terini silsin diye Zeki Müren’e verip sonra geri alarak terli mendili öpüp koklayarak koyunlarına sokuşturdukları gibi ayni sahneyi İsmail Şenbahar sahnedeyken taklit eden bayan seyirciler az da olsa çıkıyordu. Daha doğrusu tekâmül edememiş kişiliklerin taklit merakından başka bir şey değildi bu özentiler.
Her ne kadar bu sanatçılar ilgi çekip gazinoyu doldursalar da İlhan Kızılay’ın program yaptığı gazino müşterisinde azalma olmazdı. Bu gazinonun program sunuculuğunu Dilaver Uyanık, Orhan Apaydın ikilisi yapar; alt kadroda Selahattin Alpay, Mehmet Engin, Fahri Özyıldırım, Malatya dışından gelen Cihan Yekta isimli bir hanım sanatçı ve komedi ikilisi adı altında güldürü programı yapan birileri sahneye çıkardı.
Bir gün bu yazlık gazinoda beyaz pantolon ve beyaz ipek gömlekten oluşan sahne kıyafeti ve kemanı ile Osman Kamil Muşul’a ayakta eşlik eden Talip Özak’ın apış arasına büyükçe bir kelebek konarak kanat çırpmaya başlar. Dakikalarca devam eden bu komik görüntüye, seyirciler gülmeye başlar. Sahnede ritim saz çalan Mehmet Furun gözleri ve başı ile henüz olayın farkında olmayan Talip Özak’ı uyarmaya çalışır. Talip Özak icra edilen şarkıyı bozmamak adına sırtını seyirciye dönerek bir taraftan kemanını çalmaya devam ederken diğer taraftan kemanının yayını apış arasına kadar uzatıp kışşş, kışş demez mi? O anda ritim saz çalan ve aşırı derecede gülme hastalığı olan Mehmet Furun için film kopar. Darbukayı yere koymasıyla kendisini sahne arkasına zor atar. Burada soluğu kesilinceye kadar katıla katıla gülmeye başlar. Sahne arkasındaki sıra bekleyen saz ve ses sanatçıları ne oldu dedikçe Mehmet Furun gülmekten uğunur halde kendini yere atıp yuvarlanmaya başlar. Bu gülme krizi sonunda fenalık geçiren Furun o gece uzun süre sahneye tekrar çıkamaz.
Hürriyet Aile Çay Bahçesi’nin bir diğer Türk Sanat Müziği (TSM) sanatçısı da Osman Kamil Muşul’du. Ama hem keman çalıp hem de bariton sesi ile genellikle eğitim radyosuna TSM programları yapan Ali Acıburç hak ettiği yere gelememiş, değerini bulamamış bir sanatçımızdı. Malatya sahnelerinin tanınan ve 5 yıl önce vefat eden keman ve ses sanatçısı Bilgehan Göksu’nun da dayısı olan Ali Acıburç, sonradan yerleştiği Gaziantep’te, yıllarca, o zamanlar Sevim Seven takma ismiyle Gaziantep gazinolarında sahne alan Ayşe Taş ile birlikte programlar yaptı. Bu ikilinin birlikte okudukları saba makamının tüm eserlerini ihtiva eden iki adet müzik kaseti arşivimde bulunmaktadır. Ali Acıburç’un kemanıyla çalıp okuduğu amatör bir ses kaydını da dinletiye sunuyorum. (Dinlemek için tıklayınız: ALİ ACIBURÇ söyleyemem derdimi kimseye (3))
O dönemde yine Yılmaz Çizmeci THM dalında, Sıddık Tirit de TSM dalında Halk Eğitim Merkezi ve Hürriyet Aile Çay bahçesinin değerli solistlerindendiler.
Alaattin Orhon da çok yönlü bir sanatçıydı. Çok tatlı bir sesi vardı ve ayni zamanda dilsiz kavalı kusursuz üflerdi. Bir plak doldurdu, sonra İstanbul’a yerleşti ama genç yaşında vefat ettiğini öğrendiğimde çok üzüldüm. Anı olarak sakladığım kendi bestesi olan ‘’Beni yakma gel sevgilim’’ isimli türkü formundaki fantezi parçayı da dinletiye sunuyorum. (Dinlemek için tıklayınız Alaattin Orhon - Beni yakma gel sevgilim (1))
Hükümet Konağı arkasındaki çay bahçesinde okuyan ve ‘’Tenekeci Bayram‘’ ismiyle anılan halk müziği okuyucusunun da oldukça yoğun bir dinleyici potansiyeli vardı.
Keza, Hasan Meşeli, Rıza İnal ve Celal Aslan sazlarıyla, Adnan Erkuş ise hem sazı hem de sesi ile gerek bu sahnelerin gerekse Malatya Eğitim radyosunun çok yönlü renkli sanatçılarındandı. Adnan Erkuş ayrıca Ankara ve İstanbul sahnelerinde Ahmet Sezgin ve Orhan Gencebay’a sazı ile eşlik eden değerli bir sanatçımızdı. Ayrıca ritim sazda Hüseyin Vardı yıllarca hem Malatya gazino ve çay bahçelerinin, hem de eğitim radyosunun aranan sanatçılarındandı.
O yıllarda Malatya Halk Eğitim Merkezi TSM, THM, yanında tiyatro ve spor dallarında da çok ciddi çalışmalar yapılan bir kurumdu ki sporda halter dalında Hasan Tahsin Karamanlı, Adil Karamanlı, Necip Akmete, Esat Başaranlar, Altan (soy ismini hatırlayamadım) gibi Türkiye Şampiyonası’nda ilk üç dereceyi alan hatta rekorlar kıran sporcuları vardı.
Tiyatro dalında da çok güzel eserler sahnelenirdi. Nitekim ünlü sinema ve tiyatro sanatçıları Kenan Işık ve İlyas Salman da ilk feyizlerini Malatya Halk Eğitim Merkezi’nden Dilaver Uyanık’tan almış olan sanatçılardı.
İlhan Kızılay’a sahnede sazlarıyla Mehmet Yumrutepe, Bilgi Şimşeker, Doğan Özkan, Hüseyin Kapıkıran, Mehmet Furun ve Yaşar Tutar isimli bir kaval sanatçısı eşlik ederlerdi. Rahmetli Doğan Özkan ;
Fırat kenarında yüzer kayıklar
Anam ağlar bacım beni sayıklar
Başıma toplanmış bağrı yanıklar
Nettim size verin benim yârimi
isimli türküyü derleyerek müzik arşivimize kazandıran bir değerdi.
Mehmet Yumrutepe oldukça zengin repertuarı, halk müziği ve ezgileri bilgisi ile Halk Eğitim Merkezi’nin THM şefi ve hoca sanatçısıydı. Genç yetenekleri eğitir, yılda en az bir kez bu yeteneklerle uygun bir salonda koro ve solo konser verirdi. Selahattin Alpay da bu yeteneklerden biriydi. Yapılan seçme imtihanını birincilikle kazanmasına rağmen çalışmalar esnasında müteaddit ikazına rağmen Nuri Sesigüzel’i taklit ettiği gerekçesi ile Mehmet Yumrutepe, kafasında bağlamanın gövdesini kırıp çalışmalardan kovdu. Selahattin Alpay mahzun bir şekilde çalışma yapılan odanın dışında beklerken, tesadüfen Halk Eğitim Merkezi’ne gelen rahmetli İlhan Kızılay durumu öğrenip Mehmet Yumrutepe’ye; “Bu çocuğun çok güçlü bir sesi var, istikbal vaat ediyor, bilmediklerini sen öğret, bir daha taklit yapmayacağına ben kefilim.” deyince yeniden çalışmalara alınıyor ve Alpay o günden sonra kendi özgün sesini ve tavrını kullanıyor. Aslında Yumrutepe de Alpay’ın yeteneğini çok iyi bilmektedir ama bu taklit merakını ancak bu şekilde yeneceğini düşündüğünden sert tavır aldığını düşünüyorum.
Mehmet Yumrutepe, Malatya’da gençleri kahve köşelerinden alıp eğiten, çalışma disiplini aşılayan ve Malatya folkloruna büyük hizmetler veren bir değerdi. Petrol-iş Sendikası’nın da Malatya Şube Başkanı idi. Yakın dostum ve POAŞ ANT Doğu Bölge Müdürlüğü’nde iş arkadaşım olan Mehmet Yumrutepe 12 Eylül öncesinin terör ortamında,1979 yılı Aralık ayında, maalesef bir terörist tarafından anlamsız bir şekilde evinin önünde katledildi. Sendika başkanı olmasından öte siyaset ile pek ilişiği olmayan ve Malatya folkloruna çok değerli hizmetler veren, sanatçılar yetiştiren bu değerli insan ve sanatçı arkadaşımın o hazin vefatı beni de çok derinden yaralamıştı.
Bilgi Şimşeker ise tartışmasız bir bağlama, divan sazı ve cura virtüözü idi. Benim, radyo sanatçıları da dâhil birçok bağlama sanatçısını gerek sahnede gerekse Ankara ve İstanbul’daki musiki sohbetlerimizde bizzat dinlemek fırsatım oldu ama böyle bir ustaya henüz rastlamadım. O, bağlama veya meydan sazına özel akort yapıp gitar, ud, tar, cümbüş hatta kanun dinletirdi bize. Müthiş bir musiki kulağına sahipti. Sadece halk müziği değil, ilk kez dinlediği en ağır klasik Türk müziği veya batı müziği parçalarını sazıyla kusursuz çalar, dinleyenleri hayretler içinde bırakırdı. Bir gün radyodan birlikte dinlediğimiz Refik Fersan’ın tambur ile çalınan rast peşrevini 1-2 saat sonra Halk Eğitim Merkezi’ndeki müzik çalışmalarının yapıldığı odada divan sazı ile kusursuz bir şekilde çalmıştı.
Şen, şakacı, espritüel, hayat dolu bir insandı. Bir gün Dilaver Uyanık, İlhan Kızılay’ı, radyoya bant hazırlarken – kadife sesli sanatçı- diye anons edince, yanındaki sazlara eğilip “ Ben pazen zannediydim ama mal kadife çıktı.” diye espriyi patlatmıştı. Kendisine bir soru sorulduğunda, eğer sazı elinde ise mızrabını sazının tellerine vurarak cevap verir ve hemen herkes verilen cevabı anlardı. Tabir caiz ise sazı konuştururdu Bilgi Şimşeker. Şelpe usulü ile (mızrap kullanmadan parmakları ile bağlama çalma usulü) bağlama çalmayı ilk kez o yıllarda Bilgi Şimşeker’de görmüştüm.
Dilaver Uyanık, aldığı tiyatro eğitimi ve kendi yeteneği nedeniyle çok güzel şiir okurdu. Bir gün, şimdi Atatürk Evi olan ve o tarihlerde Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan binanın salonunda tiyatro çalışması yapılırken Dilaver’in çok güzel okuduğunu bildiğimiz MARIA isimli şiiri okumasını ısrarla istedik. Dilaver, salonda bulunan Bilgi Şimşeker’e divan sazına gitar akordu yapıp İspanyol müziği tarzında solo gitar çalmasını istedi. Bilgi de bağlamasının tellerinin yerlerini değiştirip, sazına özel bir akort yaptıktan sonra “Ağabey sen şiirden birkaç mısra oku ki ben ona uygun bir şeyler çalayım” dedi. Salonun ışıkları söndürülüp isteği üzerine tek bir spot lamba sahnedeki Dilaver’in yüzüne ayarlandı ve Dilaver;
Sustu Another life gazinosu
Sustu şarkılar,
Paletimde renk sustu, fırçamda şekil
Ve bu gece ilk defa şimal körfezinde
Sustu Peramos’un mazgallarından
Şehre pancur pancur dökülen arya,
Artık ne tayfalar mevcut ne komondoslar,
Ne o kor tenli kızıl saçlı kanarya..
diye başlayıp devam eden Bekir Sıtkı Erdoğan’ın çok uzun olan muhteşem şiirini yüz mimikleri ile adeta yaşarcasına okudu. Şiir tamamlandığında orada bulunan herkes avuçlarını patlatırcasına alkışladı. Işıklar yandığında istisnasız herkesin gözlerinin yaşlı olduğunu fark etmemek mümkün değildi.
Dilaver, orada bulunan yaklaşık 20 kişiye hitaben; alkışları, kendisinden daha çok, sazını gitar gibi kullanarak çaldığı nağmelerle herkesi duygulandıran Bilgi Şimşeker’in hak ettiğini söyledi. Gerçekten de Şimşeker’in, Klasik Batı Müziği’nin şaheserlerinden, Rodrigo’nun gitar konçertosundaki gitar kadar, sazı ile güzel gitar soloları yaptı desem hiç de abartı yapmamış olurum.
Bu yeteneği nasıl elde edebildiğini Bilgi’ye sorduğumda; henüz 5 yaşlarında iken ailesinin kendisine bir küçük bir cura sazı aldığını, 18 yaşına kadar aralıksız her gün okul saatleri dışında bile en az 6-7 saat, bazen 12 saat sazı elinden bırakmadığını, bu yüzden ortaokul 2. sınıftan sonra da tahsiline devam edemediğini söylemişti bana.
Babasının memuriyet görevi nedeniyle 1953-1961 yıları arasında Erzurum’da bulunan sanatçımız, 1959 yılında yayına başlayan Erzurum Radyosu’nda ilk kez, henüz 13 yaşında iken bir solo programda Malatya yöresi türkülerini çalıp söyleyerek adını duyurdu. Çok beğeni görünce programlara sürekli çağırıldı. Mızrabındaki ustalığı keşfeden yönetmen, uzun hava açılışlarını sürekli Bilgi Şimşeker’e yaptırdı. O tarihlerde günümüzün usta hoca sanatçısı Arif Sağ’ın da aynı radyoda kadrolu sanatçı olduğunu söylersek Bilgi Şimşeker’in değerini sanırım daha iyi anlatmış olacağız. İşi gereği 1970’li yılların başlarında İstanbul’a yerleşen sanatçımız 1980 yılında yakalandığı kas erimesi hastalığı nedeniyle maalesef tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. 2000 yılında kendisini evinde ziyaret ettim, uzun süre anılarımızı tazeleme fırsatını bulduk.
Ne yazık ki o yıllarda Ankara ve İstanbul dışında bilimsel metodlarla saz ve ses eğitimi veren konservatuarlar da mevcut değildi. Rahatsızlığı olmasa eminim ki en azından konservatuarda eğitim görevlisi olurdu Bilgi Şimşeker. Bu büyük değeri de maalesef birkaç ay önce evinde geçirdiği bir kalp krizi sonunda kaybettik. Mekânın cennet olsun büyük usta. Işıklarda uyu.
Uzun yıllar önce zamanın Malatya belediye başkanına bir sohbet esnasında bir THM, TSM ve tiyatro dallarında eğitim verebilecek bir belediye konservatuarı açılmasını önerdiğimde ve “İşimiz yok çalgıcı mı yetiştireceğiz?” cevabını aldığımda bu zihniyete çok üzülmüştüm.
İlhan Kızılay ilk plağını, Odeon Plak Firmasında 1964 yılında yaptı. Plağın bir yüzünde Malatya Yollarında isimli türkü, diğer yüzünde ise
El ediyi, el ediyi aman anam gaşların gel gel ediyi
Senin orda duruşun beni burada deli ediyi
diye başlayıp devam eden bir uzun hava yer alıyordu.
O yıllarda dilerden düşmeyen, İlhan Kızılay’ın da sahnelerde sürekli okuduğu fantezi -türkü formundaki söz ve müziği Bilgi Şimşeker’e ait ilk plağına okuduğu bu türkünün sözleri ise;
Etrafıma dikenli çalılar sıralanmış İki yanda bahçeler bu yolla aralanmış Geziniyor bir öksüz bir kalbi yaralanmış Malatya yollarında, Malatya yollarında
Bahar seni rüyamda kuşlar gibi hep andım Kışın soğuk karanlık günlerinden usandım Karşımda bir hayal var işte onu sen sandım Malatya yollarında, Malatya yollarında
Plağın oluşumuna sazlarıyla Bilgi Şimşeker ve İstanbul Radyosu bağlama sanatçısı Hamdi Özbay eşlik etmişlerdi. Arşivimdeki bu türküyü de İlhan Kızılay’ın sesinden dinletiye sunuyorum. (Dinlemek için tıklayınız: Malatya yolları (2))
Bilgi Şimşeker’in aşağıda sözleri yazılı, kendisinin derlediği bir türküyü de plağa okudu İlhan Kızılay.
Şemsiyesi elinde, kuşak vardı belinde Adını diyemedim, ateş vardı dilimde
Çimen gibisin sen Kalbine girebilsem Fidan boylu Şenay’ım Pınar gibisin sen
Gurbet yolu taşlıdır, yârin gözü yaşlıdır Yar üstüne yar sevdim, o da hilal kaşlıdır
Malatya sahnelerinin bir diğer yıldız sanatçısı da; Yine Mehmet Yumrutepe’nin eğittiği 8 yaşındaki Zeynel Tütüncü idi. Bu isim, çocuk yaşına rağmen ilginç yorumu ve çocuk sesi ile daha türkü okumaya başladığı anda seyircilerden müthiş alkış alırdı. Bir zamanlar Malatya Ş.K.Özalper Erkek Sanat Enstitüsü Eğitim Radyosu’nda ve Halk Eğitim Merkezi THM konserlerinde önemli sayıda dinleyici ve izleyicisi olan bu çocuk sanatçımız 15 yaşlarına gelince Küçük Emrah, Küçük İbo v.s diğer çocuk ses sanatçıları gibi maalesef sesini kaybetti.
1950’li yılların ortalarında ben henüz ilkokuldayken yaz tatilinde mahalle arkadaşlarıyla ya top oynarken cam, çerçeve kırar ya da horhopa giderdik. (Horhop; Bizim mahalle sizin mahalleyi döver gibi mantıksız bir nedenle tüm mahalle çocuklarının katıldığı mahalleler arası çocuk kavgası) Bu yüzden ya ben yaralı olarak eve döner, ya da yaraladığım komşu mahalle çocuklarından birinin ailesi şikâyete gelirdi.
Bu soruna çözüm olarak, babam beni şimdiki Hamidiye Camii’nin yanındaki çıkmaz sokağın sonunda bulunan bir Kur’an kursuna götürdü. Kursun olduğu mekân bir bahçe idi. Bahçenin kenarında iki katlı eski bir kerpiç bina vardı ve kurs hocamız olan Lütfü Çekirdek bu evde oturuyordu.Bu bahçeli ev şimdi Emeksiz Caddesi’nin geçtiği alandaydı.
Bu kurs sabah saat 09.00’dan akşam saat 18.00’e kadar devam ediyordu. 7-11 yaş aralığında 15 kız ve bir o kadar da erkek öğrenci vardı. Merhum Hadi Çekirdek’in ağabeyi olan Lütfü Hoca, öğrencilerini kısa bir söyleşi ile seçer öyle kabul ederdi ve öğrenci kontenjanı bu sayıyla sınırlıydı. Ama bilinen klasik bir kurs yeri değildi burası. Saat 9-10 arasında toplu halde ilahiler okunur, 10-12 arasında –kalfa- denilen usta öğrenciler (ki bir kız bir de erkek kalfa vardı.) Kur’an harflerini defterlerimize yazdırıp okumasını öğretirlerdi.
Öğrenciler öğle yemeği sonrasında 13.30’da bu bahçede hazır bulunmak zorundaydı. Yaklaşık 2 saat Kur’an öğrenme çalışmasından sonra saat 15-18 arasında genel kültür, edebiyat, mantık, felsefe, toplum içerisinde davranış öğretisi yapardı hocamız.
Tasavvuf edebiyatından, özellikle Yunus Emre’den ve şiirlerinden sıkça bahseder, daha sonra Yunus’a veya bir başka mutasavvıfa ait bir kıta şiiri veya deyişi kimin açıklayacağını sorar, isteyen herkese söz verirdi. Sunumu ve öğretileri o yaştaki bizlere hiç de sıkıcı gelmezdi.
Lütfü Hoca bana daha o yaşlarda Divan ve Tasavvuf edebiyatlarını sevdiren bir değerdi. Hemen her konuya vakıf, adeta filozof bir insandı. İki üniversite bitirdiği söylenirdi. Yalnız yaşıyordu. Eşini ve iki oğlunu bir uçak kazasında kaybettiğinden hayata küsüp İstanbul’dan Malatya’ya dönerek kendi kabuğuna çekildiği söylenirdi.
Benim Tasavvuf ve Divan Edebiyatı merakım daha o yıllarda Lütfü Hoca’dan aldığım feyiz ile başlamıştı.
Bir gün öğle tatilinden erken döndüğümde bahçedeki sırada otururken kerpiç binanın ikinci katından muhteşem bir kanun sesi ve yine muhteşem bir sesin hiç duymadığım eski bir şarkı okuduğunu duydum. Orada bulunan eski öğrencilerden birine sesin nereden geldiğini sorduğumda, Lütfü Çekirdek Hoca’nın tüm klasik sazları çalabildiğini ve besteleri olduğu cevabını aldım.
Akşam evde bu durumdan bahsedince babam ertesi gün Hoca’nın yanına gelip bana keman dersi vermesi için ısrar etti. Hoca, yaşımın çok küçük olduğunu, bunun için en az 5 yıl sürecek bir çalışma gerektiğini, notayı bu yaşta öğrenemeyeceğimi söylediyse de babamın ısrarları karşısında kabul etmek zorunda kaldı ve benim 3 yıl süren nota öğrenme maceram başlamış oldu. Diyez, bemol, naturel v.s gibi işaretleri bir nota kalıbı içerisinde ve aksak, ağıraksak, düyek, devr-i kebir, evfer, fahte, raks aksağı, müsemmen v.s usullerini vuruşları ile öğrenmem pek kolay olmadı tabi o yaşta.
Nota defterime yazdığı nota kalıbını sesleri ile gayet güzel okumayı ve usul vuruşlarını öğrenmiştim ama hem nota okuyup hem de, iki elimle dizlerime vurarak yapacağım usul vuruşlarını birlikte yapamıyordum. Rahmetli hocamdan az azar işitmedim bu yüzden.
Kerpiç binanın üst katındaki müzik odasının duvarında ney dâhil Türk Sanat Müziği’nin tüm sazları asılı duruyordu, hepsini de gayet güzel çalıyordu Lütfü Hoca. Burada benimle birlikte 30 yaşlarında yetişkin birine de ud dersi veriyordu Lütfü Hoca.
Bu işi öğreneceğimden umutsuzluğa kapılıp kaytarmaya çalıştığımda ud dersi alan ve bunu bayağı ilerleten diğer şahıs ile birlikte çalıp okudukları çeşitli makamlardan eski şarkıları dinleyince öğrenme hevesim tazelenirdi.
Lütfü Çekirdek hocanın arşivinde bizzat besteleyip notaya aldığı yüzlerce şarkısı vardı. Bunlardan bazılarını zarfın içerisine koyup adres olarak – Ankara Radyosu TSM dairesi yetkilisine- diye yazıp benimle postalatırdı. Ama mektubun içine veya dışına hiç ismini yazmaz sadece şarkının sözleri ile notasını gönderirdi. Belki de fasıl programlarında dinlediğimiz bestekârı belli olmayan birçok şarkı Lütfü Çekirdek hocaya aittir.
Ben ortaokula başladığım yıl nota öğrenimimi tamamlayıp yay çekmeyi öğrenmeye başlayacakken maalesef Lütfü Çekirdek Hoca Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Uzun yıllar sonra Lütfü Hoca’nın kardeşi olan merhum Hadi Çekirdek ile bu konuda yaptığım sohbette; Lütfü Çekirdek hocanın vefatından sonra evindeki tüm sazlarını ve bir sandık dolusu notasını, Derme İlkokulu karşısındaki şimdi yıkılıp yerine yeni bina yapılmış olan evlerinin alt katında bir depoya koyduklarını, uzun yıllar sonra baktıklarında sazları çürüdüğü için, notaları da fareler kemirdiği için attıklarını söyleyince neden bunu daha önce niye sorup almadım diye çok hayıflandım.
Lütfü Hoca’nın vefatıyla benim keman öğrenme maceram da son bulmuş oldu. Ama aldığım usul dersleri nedeniyle mızraplı, nefesli, yaylı sazları değil de THM ve TSM’ nin en ağır ve en hareketli parçalarına vurmalı sazlarla çok iyi eşlik edebiliyordum. Ben lise 1. sınıfta iken (şimdiki Milli Eğitim Müdürlüğü binası Malatya Lisesi idi. Orada Malatya Lisesi öğrencisi olarak lise öğrenimine başlamıştık. Lisemiz 1964- 1965 ders yılı başında Hasanbey Caddesi’nde yeni yaptırılan binaya taşındı, Malatya Lisesi adı da Turan Emeksiz Lisesi olarak değiştirildi. 80’li yıllarda da Turan Emeksiz Lisesi, yeniden Malatya Lisesi adını aldı) son sınıflardan birinin hazırladığı veda gecesinde ısrar üzerine şimdi yeşil alan olan Gazi ilkokulu’nun bitişiğindeki İstanbul Sineması salonunda Halk Eğitim Merkezi sazları ile birlikte sahneye çıktım. Eskiden sinema olan bu salon o yıllarda Malatya Lisesi’nin spor salonu olarak kullanılıyordu.
Rahmetli babamın tabiriyle dümbelek, halk dilinde dombelek- darbuka, Dilaver Uyanık’ın tabiriyle ritim saz veya ritim seksiyon, şimdilerde perküsyon sazı olarak tanımlanan vurmalı sazı sahnede çaldığım için babamdan bayağı azar işitmiştim. Babam; “Oğlum ben sana keman dersi aldırdım, sen dümbelek çalıyorsun. Sonra bu unvanla tanınır, evlenme yaşın geldiğinde kimse kız vermez sana” diye endişesini söylemişti. Ben de neticede bir okul gecesinde ritim saz çaldığımı, ama şimdi kızların ya davulcu ya da zurnacıyı tercih ettiği söyleyerek takılmıştım rahmetli babama. Ama gel gör ki o sınıf gecesinde, aldığım usul dersleri sayesinde ritim sazla yaptığım solo ile performansım çok beğeni gördüğünden, bayağı ünlenmiştim okulda. Halk Eğitim Merkezi saz ve ses sanatçıları ile tanışmam da bu geceden sonra oldu.
Sonraki günlerde Halk Eğitim Merkezi adına Sümerbank ve Şeker Fabrikası sinema salonlarında Mehmet Yumrutepe yönetimindeki 2-3 THM ve önceleri Şadi Erdem Özerdem isminde orta yaş üzeri bir subayın daha sonra ünlü bestekâr Bilge Özgen’in (o tarihlerde erkek sanat okulunda öğretmendi) çalıştırdığı TSM konserlerini Dilaver Uyanık ile birlikte değişik sahne mizansenleri ile bizzat hazırlayıp sahneledik.
1965-1966 yılarında ŞKÖ Erkek Sanat Enstitüsü eğitim radyosunun müzik ve dinleyici istekleri programını ben hazırlarken Dilaver Uyanık da spikerliğini yapıyordu. Tabi hobi olarak ve amatörce çalışıyorduk. Ben bu arada radyo için hazırlanan programlara birkaç kez hayranı olduğum İlhan Kızılay’a ritim saz ile eşlik de etmiştim.
O yıllarda yaratılan bu iklimde, sanat adına önemli isimler art arda bu toprakta yeşerdi ve geleceğe taşındı. O çağdaş ortamda, Sıtmapınarı’nın güzel gözlü kızı Yüksel Özkasap da Malatya Halk Eğitim Merkezi’nde yetişip, yurt dışına gidecek, ‘Köln Bülbülü’ diye ünlenerek, okuduğu türküler ve yaptığı rekor sayıdaki plaklarla Almanya’daki gurbetçilerin teselli kaynağı olacaktı.
O dönemin ardından Erhan Yılmaz, genç yaşına rağmen bağlama sanatçısı olarak ve derlediği Arguvan türküleri ile kendini kabul ettirdi. TRT sanatçısı Bedia Akartürk onu keşfedip götürünceye kadar Malatya’da önemli bir boşluğu doldurdu. Şimdi de Kültür Bakanlığı’nın kadrosunda özellikle Arguvan türküleri ile ilgili sayılı otoritelerden birisi. Ama ne yazık ki, İlhan Kızılay’ları ve benzerlerini yaratan iklim giderek kuraklaştı… Günümüzde, bu işlere zaman ayıran çok fazla kimsenin kalmaması üzüntü verici bir durum.
1966 yılında lise son sınıfta okurken ders yılı sonlarına doğru sınıf arkadaşlarımla bir veda gecesi düzenlemek istedik. O güne kadar yapılmayan çok değişik bir veda gecesi hazırlamayı kafama koymuştum. Okulda ders saati bittikten sonra ve tatil günleri çalışma yapabilmek için lise müdürümüz Necmettin Ecevit’ten izin istedik. Ama müdürümüz “sizin hazırlayacağınız gecede ne olacak ki biriniz eline kırık bir saz alıp çalacak birileriniz de bozuk sesi ile türkü söyleyecek, ben izin vermiyorum gidin dersinize çalışın” diye onay vermedi. Onca ısrarlarımız fayda etmemişti rahmetli müdürümüze.
O yıllarda, saat 16.00-19.00 saatleri arasında yayın yapan ve oldukça yoğun dinleyici kitlesi olan eğitim radyosunda maddi olanaksızlıklar nedeniyle plak, teyp ve makara bant v.s alınamadığından program hazırlamak adeta imkânsız hale gelmişti. O tarihe kadar program kayıtları için bu işe uygun ses kayıt cihazı olan Yeşilyurt (Çırmıhtı) ilçesindeki Terzi Yunus Gök’ün TK- 365 Grundig marka makaralı teybi kullanılıyor, o da istenildiği an ele geçmiyordu. Bu nedenlerle bir süredir radyo yayınlarına ara verilmişti.
Radyo yayınlarının tekrar başlatılması için Malatya halkının ve sivil toplum kuruluşlarının Valilik makamına çok yoğun bir baskısı vardı. Malatya Valisi Ali Rıza Aydos, beni ve Dilaver Uyanık’ı makamına davet ederek ne yapılması gerektiğini sormuştu. Bunun için 5 bin liranın ses kayıt cihazı, ona yakın bir miktarın da bant, plak v.s alımı için para gerektiğini söylemiştik. O zaman önemli sayılan bir miktar olan bu para maalesef bulunamıyordu.
VI. Edebiyat A sınıfı, Turan Emeksiz Lisesi’nin en yetenekli öğrencilerinin toplandığı bir sınıftı. Bir başka yazımda detayıyla anlatacağım bu arkadaşlarımın arasında hemen her yetenekte öğrenci mevcuttu. Böyle potansiyel bir güç varken her zaman anımsanacak ve ses getirecek bir veda gecesi düzenlememek abes olur düşüncesindeydim. Bu düşünceyle postane karşısındaki Parlak Pasaj içerisinde bir dükkânda –Renk Reklam- isminde bir reklam ajansı bulunan Dilaver Uyanık’ın yanına gidip düşündüğüm projeyi açıklayarak Malatya Valisi’nin bize çalışmak için yer temin etmesi halinde bu geceyi, kapalı spor salonunda, radyo yayınlarını yeniden başlatmak adına, gelir temin etmek üzere yapılmasını önerdim.
Birlikte yanına gittiğimiz Vali Ali Rıza Aydos bizi adeta bir kurtarıcı gibi görerek istediğimiz her desteği vereceğini söyledi. İlk etapta bu işte gönüllü olarak görev yapacak 20 arkadaşımın, daha sonra da diğer sınıflardan çoğunluğu oynanacak tiyatro oyununda rol alacak kız öğrencilerden oluşan 10 arkadaşın isim listesini Vilayet Özel Kalemi’ne verdim. Vali’nin yazılı talimatı ile ders saatleri dışında ve tatil günleri okulda çalışma yapmak imkânı bulduk. Okul müdürümüzün bakışlarında bu emrivakiden hiç de hoşnut olmadığı belli oluyordu. Bu işin fiyasko ile sonuçlanacağını, boşa zaman harcandığını her fırsatta söylüyordu.
Çalışmalarımız gece ve gündüz yaklaşık 20 gün sürdü. Halen hizmet veren Atatürk Spor Salonu’nun, o zamanki adıyla Kapalı Spor Salonu’nun bize tahsisi ile son bir hafta provalarımızı burada yaptık.
Kapalı Spor Salonu’nun parke zeminini o tarihlerde Malatya’da bulunan Hava İkmal Genel Müdürlüğü’nden temin ettiğimiz kalın branda ile boydan boya kaplayıp kalıplar halinde kestirdiğimiz çayır çimeni bu branda üzerine serdik. İnşaat yapılacağı için kesilmesi gereken bir arkadaşımızın stadyuma yakın bahçesindeki 8 adet yaş meyve ve söğüt ağaçlarını kökünden kesip altına geniş ahşap tablalar çakarak çimlerin altına saklayıp salona monte ettik. Yine Hava İkmal Genel Müdürlüğü’nden temin ettiğimiz 30 kadar mikrofonun kablolarını da çimlerin altına saklayıp ağaçların yaprakları arasına gizledik. Salonun bir kısmını harman yeri, köy meydanı şeklinde düzenledik.
Çoğunluğu okul öğrencilerinden oluşan, aralarında İlhan Kızılay, Fahri Özyıldırım, Selahattin Alpay’ın da bulunduğu Halk Eğitim Merkezi’ndeki ses ve saz sanatçılarını, mahalli giysilerle ayrı guruplar halinde birkaç ağacın altında yere bağdaş kurdurarak oturttuk. Yine salonun bir bölümünü de sahneleyeceğimiz, -o yıllarda Devlet Tiyatrosu’nda da sahnelenen– ‘Kocaoğlan’ oyunu için dekore ettik. Bir resmi kurumdan gelen ses ve ışık teknisyenlerini bu işler için hazırlanan kumanda panolarında görevlendirdik. Büyük emeklerle düzenlenen bu gecenin ismi Malatya Festivali olarak tanıtılıp reklam edildi.
Gösteriden bir gün önce yapılan son provaya lise müdürümüz Necmettin Ecevit ve baş muavin birlikte geldiler. Salonun dekorasyonunu ve program içeriğini seyrettiklerinde baş muavin beni çağırarak bu geceyi okul adına yapmamızı istedi. Lise müdürümüz de böyle bir performans ummadığını söyleyerek mahcubiyetini dile getirdi.
Saat 20.00’de başlayacak gece, saat 19.00’da aşırı izdiham nedeniyle tüm kapıları kapatılmasına neden oldu. Saat 02.30’a kadar devam eden gösteride protokol dâhil hiçbir seyirci salonu terk etmediler. Önceleri bize karşı çıkan ve bu gece için çalışma imkânı vermeyen okul müdürümüzü de onore etmek için açılışta; 'Bu gece, Halk Eğitim Merkezi’nin katkılarıyla Turan Emeksiz Lisesi öğrencileri tarafından düzenlenmiştir.' anonsunu yaptırdım. Hiçbir aksaklığa yer verilmeden tamamlanan gecenin sonunda, herkesin ortak fikri; Bu güne kadar ne böyle bir gece düzenlendi, ne de bundan sonra düzenlenebilir, şeklindeydi.
Maalesef bu gece ile ilgili tek kare bir anı fotoğrafımız yok. Sebebi de rahmetli Dilaver Uyanık’ın, seyircilerin ve sahnede görev alanların dikkatlerinin dağılacağı gerekçesiyle fotoğraf çekilmesine şiddetle karşı çıkmasıydı.
Geceden elde edilen gelir Şehit Kemal Özalper Erkek Sanat Enstitüsü Eğitim Radyosu’nun tüm ihtiyaçlarının alınmasına fazlası ile kâfi geldi. Kısa bir süre sonra da bu radyo tekrar yayına başlatıldı.
Bu gecenin bir özelliği de, bir bakıma, birkaç yıl sonra 1973 yılında, cumhuriyetimizin 50. yıl kutlamaları kapsamında gazeteci arkadaşlarım Erhan Kırçuval, Orhan Apaydın ve Hasan Anlar ile birlikte ve ortak kararımızla ilk kez düzenlediğimiz Kayısı Festivali’nin de çekirdeğini teşkil etmesiydi.