SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Ertaç Önal

BİR ZAMANLAR MALATYA.. Bir Malatyalı Profili: COLİS A.Ç. (I)

BİR ZAMANLAR MALATYA.. Bir Malatyalı Profili: COLİS A.Ç. (I)
A- A+ PAYLAŞ

Ertaç ÖNAL
ertaconal@mynet.com

“Yarış başladı, yaklaşık 250 atlet yarışıyordu. Tüm gücümü toplayıp çılgınca koşmaya başladım. Ayak numarama uygun lastik ayakkabı bulunamadığından yalınayak koşmak zorunda kalmıştım. Sokaklar parke taşları ile döşeliydi, çoğu taşlar yerinden oynamış uç kısımları adeta keskin bıçak halini almıştı. Ama hiç acı duymuyor, koşuyor, koşuyordum. Hedefe 1-2 km. kaldığında önümde 5-6 kişi vardı. Sonradan öğrendiğime göre bunlar atletizm yarışlarında derece almış sporcularmış. Bir an yarışı kaybedeceğimi düşünüp ağlamaya başladım, çıplak ayaklarımdan akan kan parke taşlar üzerinde iz bırakıyor ama hiç acı duymuyor, hem ağlıyor hem yarışı kazanmam için dua ederek çılgınca koşuyordum. Final ipini 2-3 adım önde göğüsledim… Göz yaşımı ter gibi gösterip yere yığıldım.”

**

ACILARLA YOĞRULDUM
Malatya’da yaşamının bu dönüm noktasını anlatırken, bu kez de koltuğuna yığıldı adeta. Konuşmadı bir süre. Sonra devam etti duygulu bir ses tonu ile:

“Babamı 7 yaşımda kaybettim. Annem ve benden 3 yaş büyük özürlü kardeşimle (çok iyi bir duvar ustası olmasına karşın psikolojik sorunu nedeniyle sapından tuttuğu sazını omuzuna koyarak kahvehanelerde kısa süreli konserler veren 'Fır Fayık- Faik' lakaplı ağabeyinden bahsediyor ama bu konuda fazlaca bir açıklama yapmak istemediğini anladığımdan üstelemiyorum) birlikte yaşıyorduk. Hiçbir gelirimiz yoktu. Annem evimizin küçücük bahçesine ektiği patateslerle sabah patates çorbası, öğlen etsiz sulu patates yemeği, akşam patates öfelemesi ile karnımızı doyururdu. . “

Bu nedenle ilkokulu bitiren ağabey Faik, inşaat işleri yapan bir kalfanın yanında çalışmaya başlar. Çok ezilir, haksızlıklara uğrar, sudan bahanelerle ücreti kesilir. Adeta şamar oğlanı gibidir. Ağabeyinin bu durumunu gören Nevzat, bu haksızlıklara içerlese de bir şey yapamamanın ezikliğini küçücük yüreğinin derinliklerinde hisseder.

**

“Hiçbir gelirimizin olmaması, fakirlik, anama yük olmam beni kahrediyordu. Halkevi önünden başlayıp Mensucat (Sümerbank) Fabrikası önünde bitecek olan bir kros yarışmasında birinci gelecek olan fabrikanın atletizm takımı için işe alınacak diye Halkevinden bir duyuru yaptılar. Koşu ayakkabısı olmayanlara atlet ve lastik ayakkabı verdiler ama bana verilen ayağıma küçük geldiği ve başka ayakkabı olmadığı için yarışa yalınayak katıldım. Yalın ayak ile birinci geldiğim yarışma bu yarışma işte. İşe alınmıştım. İlk maaşımı aldığımda sevinçten uçarcasına anama koştum, maaşımı avcuna koyup ağlamaya başladım. Anam elindeki parayı kenara koyup; “ Bak oğul, bedeninin gücüne ters orantılı çocuk gibi kalbin var. Benim bir ayağım çukurda, sen okumalısın ama bir yatılı okul bul git okumanı tamamla. Okumazsan daha çok ezilirsin” dedi.

**

Bir çalıştırıcı nezaretinde iki ay sonra Ankara’da yapılacak Türkiye atletizm yarışmasına hazırlanıyorduk. Ankara’ya geldiğimizde ilk defa büyük bir şehir gördüm, büyülenmiş gibiydim, o an tahsilime devam etmeye ve yatılı olarak hangi okullarda okuyabileceğimi soruşturmaya başladım.

Atletizm yarışmasında engelli bayrak koşusunda takım halinde Türkiye üçüncüsü olduk.

O tarihlerde ortaokul üçüncü sınıftaydım ve derslerimde de başarılıydım. Çok donanımlı öğretmenlerimiz vardı. Okul müdürümüz Bayrak şiirinin yazarı Arif Nihat Asya idi. O muhteşem Bayrak şiiri tüm öğrencilerin ezberindeydi. Halen benim belleğimdedir:

Ey, göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, şenin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım
Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım

Dalgalandığın yerde ne korku ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver
Sabah olmasın Güneş doğmasın ne çıkar
Yurda ay yıldızının ışığı yeter

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık

Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim
Senin altında doğdum
Senin altında öleceğim

Tarihim, şerefim şiirim, her şeyim
Yeryüzünde yer beğen
Nereye dikilmek istersen
Söyle seni oraya dikeyim.

Anamın ısrarları ile onu yalnız bırakmaya gönlüm razı olmasa da Kuleli Askeri Lisesi giriş sınavına katılmaya karar verdim.”

**

BİR DUVAR YAZISI: COLİS-A.Ç.
“1950 li yıllar. Henüz ilkokul öğrencisiyim. Gazi İlk Okulu, Beşkonaklar yolu, Kanalboyu, Sivas Caddesi, Devlet Hastanesi civarı, Kernek semtindeki Evliyaoğlu sokak, Tekmezar Mahallesi semtlerinde hemen tüm bahçe duvarları üzerinde kırmızı yağlı boya ile büyük harflerle (COLİS-A.Ç) yazıldığını görüyor ve hiçbir anlam veremiyordum .Bir de rumuzu vardı Colis AÇ nin.

“Ne demekti, anlamı neydi? Bir türlü çözemezdim. Akranlarımın da bu konuda bir bilgisi yoktu. Bu yazı ve amblem herhangi bir duvardan silinse 1–2 gün içinde yenisi yazılıyordu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra silinenlerin yerine yenisi yazılmaz oldu ve 1-2 yıl içerisinde tamamen kayboldu.

Yaklaşık 10–12 yıl sonra öğrenebildim COLİS (A.Ç) nin anlamını ve de hikâyesini..

1908 yılında ilk kez siyahi bir boksör Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonluğunu kazanır. ABD’de siyah-beyaz çatışmalarının yoğun olduğu o yıllarda tam 7 yıl bu unvanını elinde tutan siyahi boksör ‘’ Jack johnson’’dur. Ancak Jack Johnson’un 1915 yılında boksu bırakması ile Dünya ağır sıklet boks şampiyonu unvanını siyahî boksörlere vermemek için yıllarca çeşitli hakem oyunları oynanır ringlerde. 1935’li yıllarda yine zenci bir boksörün ismi duyulmaktadır. Hiçbir hakem oyununa fırsat vermeden önüne gelen rakibini nakavt ederek yenmektedir bu boksör. Nihayet 1937 yılında Dünya ağır sıklet boks şampiyonluğu unvan maçına çıkmaya hak kazanır ve ilk rauntta nakavtla yener rakibini. Bu ABD’li boksörün ismi ‘’Joe Luis’’ dir.

Yine o yıllarda özellikle ABD‘de, zenciler her yerde aşağılanmakta, hor görülmekte, üçüncü sınıf insan muamelesine maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle Joe Luis’in bu şampiyonluğu ezilenlerin, zulme uğrayanların yumruğu olarak algılanır tüm dünyada. 1949 yılında namağlup şampiyon olarak boksu bırakır. Boks literatüründeki gelmiş geçmiş en büyük dünya ağır sıklet boks şampiyonları listesinde halen ilk sırayı almaya devam etmektedir Joe Luis. (Meraklılarına söyleyelim; Muhammed Ali bu sıralamada ikincidir.)

“1932 doğumluyum. 15 yaşımda iken şimdi Atatürk evi olan Halkevindeki ‘58’ lakaplı Nihat isimli boks hocasının yaptırdığı boks çalışmalarını seyrediyor, orada öğrendiğim direkt, aparkat, kroşe, vücut salvoları gibi hareketleri evimiz bahçesindeki ağaca astığım kum dolu torba ile tekrar ediyor, ağaç dalında barfiks ve ağır taşlarla badi çalışmaları yapıyordum. Bir süre sonra Nihat hocaya gidip benim de boks çalışmalarına katılmak istediğimi söyledim, tebessüm ederek daha çocuk olduğumu, birkaç yıl sonra gelmemi söyledi. Ben ısrar edince benden birkaç yaş büyük eski bir öğrencisini ringde karşıma çıkarırken kulağına ‘fazla hırpalama’ dediğini duydum. Daha ilk hamlede attığım bir sağ, bir sol kroşe ile rakibim düşüp bayıldı. Ama inanın o hal bana zevk değil hüzün vermişti.”

Böylece Halkevi boks karmasına kabul edilen Çobanoğlu’na rakip dayanmıyordu. Cüsse olarak kendisinden iri ve tecrübeli boksörler ringde karşısına çıkmaya çekinir oldular. Böylece demir yumruklu Dünya ağır sıklet boks şampiyonu Joe Luis ismi galat haline gelir ve çevresinde “Colis” olarak anılır oldu.

**

HAMİDO AT HEDİYE ETTİ
“1947’li yılı ilkbahar aylarının başları, hatırlamadığım bir sebeple Hamido’nun (Hamit Fendoğlu) kardeşi İbrahim Fendoğlu ile tartıştık. Galiba biraz hırpalamışım ki, iki gün sonra abisi Hamido evime geldi bana övgülerde bulundu, soruşturduğunu belirtip, ‘Mert bir delikanlıymışsın. Nerelisin’ diye sordu. Barguzulu olduğumu söyledim. Bana yanında getirdiği kır atının yularını uzatarak ‘gez dolaş’ diye ısrar etti. Ben de yanımdaki arkadaşlarımla birlikte bu at ile Malatya’yı baştanbaşa günlerce dolaştım. Tecde Gölünün etrafında gezinirken göle giren bir Mehmetçiğin suya batıp çıkmaya başladığını gördüm. Hemen birkaç kulaçta boğulmak üzere olan Mehmetçiğe ulaştım. Benim boğazıma sarılınca ikimiz birlikte gölün dibine battık. Ben boğazımı elinden kurtarıp suyun yüzüne çıktım derin nefes alıp tekrar dibe daldım. Baygın olan Mehmetçiği gölden çıkarmayı başardım. Kendine gelince etrafındakilere kendisini kimin kurtardığını sormuş. Seni Colis kurtardı diye benim ismimi ve nerelerde bulunabileceğimi söylemişler. Bir hafta sonra Sıtmapınarı semtindeki Günaydın Sineması’nın önünde beni buldu, boynuma sarılıp çokça teşekkür etti. Birkaç gün sonra Mersin’den gelen babası ile tekrar yanıma geldi. Babası Mersin'de inşaat işleri yapan zengin bir müteahhit olduğunu, tek oğlunu kurtardığım için deniz kenarında bir evi bana hediye etmek istediğini söyledi, ısrarına rağmen kabul etmedim. Birkaç gün sonra oğlu vasıtasıyla bana orijinal kutu içerisinde bir kol saati hediye göndermiş. O zamanlar çok sayılı insanların kol saati vardı. O kol saatini gece yastığımın kenarına koyup tik tak sesleri ile uyumak bana sonsuz bir huzur veriyordu.

10 gün kadar sonra Hamido tekrar gelerek; Yeni kurulan Demokrat parti adına yürüyüş yapacaklarını, partili olarak sayıca az oldukları için kendilerine sataşmak ve yürüyüşlerine engel olma isteyenler olabileceğini, arkadaşlarımla birlikte onların güvenliklerini sağlamamı istedi. Bizim hiçbir siyasi parti ile ilişiğimiz olmamasına rağmen yardıma ihtiyacı olup yardım isteyen birilerinin isteğini reddedemezdim.

Yürüyüş günü Sıtmapınarı semtinden başlayan yaklaşık 50 kişilik grubun en başında Hamido bana gezmem için verdiği kır atın üzerinde her 100 metrede bir atı şaha kaldırıp “ Yeter..! söz milletindir” diye bağırıyor, ben arkadaşlarımla grubun iki yanında yürüyorduk. Bu yürüyüş Atatürk heykelinin oraya kadar devam etti."

BOKSU BIRAKTI ÇETE KURDU
“Rakiplerimin ringde düşüp bayılır olması bana keyif değil hüzün veriyordu. Eve geldiğimde ağladığımı gören anam, oğul, böyle adam dövüp gelip evde ağlayacağına ya şu dövüş sporunu bırak ya da dayak yiyerek gel huzur içinde uyu, deyince boksu bıraktım.”

O günlerde boksör birkaç arkadaşı ile Malatya cadde ve sokaklarını arşınlarken Robin Houd benzeri bir çete kurar. Ama bu çete haksızlık, yolsuzluk, haraç toplayan bir çete değil; haklıyı koruyan, hak dağıtan, ihtiyacı olanların yardımlarına koşan bir çetedir. Rumuzu A:Ç dir.

Robin Hood; İngiltere’de yaşadığı hikâye ve filmlere konu edilen, kimine göre bir halk kahramanı, kimine göre ise bir hayduttur. Haydutluğu; Haçlı seferine çıkan Kral Richard’ın yerine geçen Prens John’a karşı hem ezilen fakir halkı hem de haçlı seferindeki Kral Richard lll'ün haklarını koruması nedeniyledir.

Colis Nevzat. 1950’li yılların sonları ile 1960’lı yılların ilk yarısında artık şehir içerisinde adeta bir asayiş ekibi gibi dolaşır. Gücüne, kuvvetine güvenerek zayıf ve korumasız insanları ezen, haksızlık yapan, korumasız kadınları, kızları taciz eden, sarhoş olup etrafı rahatsız edenleri önce tatlı dil ile olmazsa yumruklarla düzelten bir çetedir bu. AÇ'nin açılımı da ‘Aslan Çakallar’ dır. Colis Nevzat bu eylemleriyle ağabeyi duvar ustası Faik Çobanoğlu (Fır Fayık) ile birlikte yıllar önce muhatap oldukları haksızlık ve itilip kakılmalarının o zamanlar küçücük yüreğinde bıraktığı ezikliğin intikamını almaktadır.

Akıllara (çakalın aslanı mı olur veya aslanın çakalı…) diye gelebilir, insanoğlunun acımasızlığı bazen aslanı çakal, çakalı da aslan yapıyor maalesef. Bu satırları yazarken hatırladığım bir menkıbeyi anlatmak istiyorum;

Ormanlar kralı olan aslan orman içlerinde gezinirken bir kediye rastlar. Ufak tefek de olsa kediyi çerez niyetine yemek için bir hamla yapar. Kedi geriye sıçrayarak “dur dayı ne yapıyorsun ben senin yeğeninim” der. Aslan kediye şöyle bir bakar az da olsa görüntü olarak kendisine benzediğini düşünür ve; “madem ki benim yeğenimsin de niçin böyle ufak tefek kaldın” der. “ Sorma dayı, ben insanoğlunun eline düştüğüm için böyle ufak kaldım” diye cevap verir. Aslan, ben ki ormanlar kralıyım, pençemin kahrından tüm canlılar titrerken bu insanoğlu ne menem bir yaratıktır ki benim yeğenimi böyle ufak tefek bırakabilmiş diye düşünerek yeğeni (!) kediye kendisine insanoğlu denilen yaratıkları göstermesini ister ve kedi önde aslan arkada günlerce yol alırlar ve insanların yaşadığı bir köyü yukarıdan gören bir tepeye ulaşırlar. Aslan, uzaktan gözlediği insanoğlunun öyle korkulacak yaratıklar olmadığını düşünür ve onlara korku salmak için birkaç kez uzun uzun kükrer. Köylüler aslan kükremelerini duyunca hemen hep birlikte köyün girişine derin bir hendek kazarak üzerini sazlarla kapatırlar. Bir süre sonra köye ulaşan aslan kazdıkları hendeğin gerisinde merak ve heyecanla bekleyen insanlara doğru hızla koşarken kazılan hendeğe düşüverir. Köylüler ellerine aldıkları kazma, kürek, taş kaya parçalarını hendek içindeki aslana savururlar. Ağır yaralar alan aslan öleceğini anlayınca hendeğin başında kendisine bakan kedi yeğenine (!) dönerek, "Aaahhhh yeğen meğer bu insanoğlu nasıl bir yaratıkmış, kalaydım da tek senin kadar kalaydım" diye inleyerek can verir.

İnsanoğlunun acımasızlık yönünü anlatmak için uydurulan bu hikâye ile konumuzun kahramanı Nevzat Çobanoğlu’nun pırıl pırıl merhamet dolu yüreğiyle bir taraftan yoksullukla diğer taraftan ailece maruz kaldıkları haksızlık ve acımasızlıklarla mücadele ederken nasıl Colis A:Ç olduğunu anlatmaya çalıştık.

**

O yılların çete reisi, sonraki yılların Türk Hava Kuvvetleri’nin kurmay albay rütbesine ulaşan korkusuz jet pilotu, İzmir Karşıyaka’nın ilk Belediye Başkanı ve sonrasında Milletvekili olan Colis Nevzat ile önceki yıl uzun uğraşlardan sonra İzmir’de mukim okul arkadaşımız ve ayni zamanda değerli sanatçı hemşerimiz Bengü'nün babası olan emekli hastane müdürü Tuncer Kelleci’nin desteği ile iletişim kurabildim.

Colis Nevzat, Cep telefonunun olmadığını, bilgisayar, internet v.s ile çağın en popüler iletişim cihazları ile tanışmadığını ve tanışmak istemediğini söyledi.

Daha teğmen rütbesindeyken Türk Hava Kuvvetleri nin başarıdan başarıya koşan gözü kara bir subayı olarak tanınan makineli tüfek atış yarışmasında belirlenen 200 hedeften 196 sını tam isabet vurarak atış birinciliğini kazanan Colis Nevzat’ı kendi ağzından dinleyelim;

“Ortaokuldan iyi derece ile mezun olmuştum. Anamın ısrarları ile onu yalnız bırakmaya gönlüm razı olmasa da Kuleli Askeri Lisesi giriş sınavına katılmaya karar verdim.

İmtihan gününe kadar hiç bilmediğim gülle atma çalışmasını ağır taşlarla çalışarak hazırlandım. Hiç bilmediğim İstanbul’a Malatya’dan Kuleli Askeri Lisesi imtihanına katılacak birkaç kişi ile birlikte Anam ile kucaklaşıp vedalaştıktan sonra gittim. İmtihanda tüm spor dallarında başarılı oldum, hatta gülleyi o kadar uzağa fırlattım ki, maksimum hedef çizgisinin arkasında duranlar kaçıştılar. Yarışmaları izleyen okul komutanı bana; “Tamam oğlum sen kazandın hadi git verilecek askeri öğrenci kıyafetlerini giyin” dedi. Anam’a mektup yazarak sınavları kazandığımı bildirdim.

Şubat tatili geldiğinde okul komutanı beni çağırarak Aralık ayında anamın vefat ettiğini ama derslerimi etkilememesi için bana söylemediklerini bildirdi. Yanaklarımdan yaşlar süzülürken artık Malatya’da kimsem kalmadı, gidecek yerim de yok diyerek şubat tatilimi okulda geçirdim.

Tatili süresince okulda sadece kimsesiz öğrenciler kaldığı için haliyle yemek çıkmıyor benim gibi birkaç öğrenci ilk birkaç gün kendi imkânlarımızla edindiğimiz peynir, ekmek, yumurta gibi yiyeceklerle öğünümüzü geçiriyorduk. Bir gün Kuleli Askeri Lisesi nin yanında şeftali bahçeleri olan ve kendisi de Kandilli Kız Lisesinde öğrenci olduğunu öğrendiğimiz Türkan Saylan isimli genç bir kız (TÜRKAN SAYLAN, 1935-2009,  sonradan Tıp doktoru, akademisyen, eğitimci, yazar ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski Genel Başkanı), kardeşi ile birlikte okulda kalan bizlere fazlasıyla yetecek yemekler getirdi. Bizleri de Kandilli semtindeki evlerinin bahçesine davet etti. Varlıklı ve yardımsever bir ailesi vardı. Her gün bizler için evlerinde yemek hazırlattılar. Yaz tatilinde de benim gibi kimsesiz birkaç öğrenci okulda kaldık ve yemeklerimizi Türkan Saylan’ların evlerinde yedik ve bahçelerinde günümüzü geçirdik. Ben çok iyi derecede yüzme bildiğim için Kandilli ’den denize girip boğazı geçerek Arnavutköy’den çıkıyor, yine Arnavutköy’den girip Kuleli Askeri Lisesinin önünden çıkıyordum.

Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun olduktan sonra Hava Harp Okulu'na gönderdiler. Hayatta yanına gideceğim kimsem olmadığı için tatillerde yine okulda kalıyordum. Eskişehir Hava Harp Okulu İzmir Buca’ya taşınınca İzmir’e gelip 2,5 yıl da İzmir Hava Harp okulunda okuyup teğmen olarak mezun oldum.

Aynı yıl beni Kanada’da eğitim görecek gruba dâhil ettiler, orada (84 T) tip uçaklarla uçuş eğitimi yapıyorduk. Ben sosyal kişiliğim nedeniyle orada Kanada’lı olsun diğer yabancılar olsun çok iyi ilişkiler kurdum. Benden yardım isteyen herkesin her konuda yardımına koştuğum için özellikle Kanadalılar çok sevdiler, ‘GOLDEN BİRD’ yani altın kuş ve Brezilya plajlarının altın kumu anlamındaki ‘KOPA, KOBANA’ lakaplarını taktılar.

Eğitimimiz tamamlandığında büyük bir salonda yapılan merasimde benim brövemi bizzat Kanada Hava Kuvvetleri Komutanı takarken salon orada bulunan askeri ve sivil davetlilerin dakikalar süren alkışları ile inledi. Kanadalı komutanlar bana; “senin anan baban yokmuş burada kal” diye günlerce çok ısrar ettiler hatta Türk Hv. K. Ataşesi bile “Burada çok seviliyorsun bana sorarsan burada kal derim” dese de benim anam da babam da Türkiye. Vatanıma borcum var diyerek kabul etmedim. Türkiye’me dönüp doğruca İzmir'deki hava üssüne gittim. Kuvvet Komutanı bana “Oğlum senin 1 ay izinin var neden geldin, git izinini kullan” dedi ama gidecek yerim, evim olmadığını söyledim ve oradaki misafirhanede kaldım. Sonraki günlerde Kur’a çekilişi yapıldı bana Diyarbakır çıktı. Yine izin kullanmadan Diyarbakır Hava Üssüne gittim.

Van gölü üzerinde gerçek mermilerle atış eğitimi yapıyoruz, uçağımın kanadı isabet aldı, yarıldı. Bana ha bire paraşütle atlamam komutu veriliyor ama ben silahımı bırakmayacağımı söyledim ve üsse iniş yaptığım anda uçağımın kanadı alev aldı ama bir yandan yangını Hava Meydanı itfaiyesi köpüklerle söndürürlerken beni de son anda sonradan general olan Yılmaz Aras Paşa çekip çıkardı.

(Sürecek)

________

COLİS A.Ç. hakkında  haricen bana önemli bilgiler veren, yukarıdaki görselde yer alan A.Ç.  amblemini, çetenin duvarlara çizdiği şekliyle hatırlayıp, bu yazı için eliyle çizen araştırmacı yazar CELAL YALVAÇ ağabeyime sonsuz teşekkürlerimle...E.Ö.

___________

NOT: Söyleşi, bugün 90 yaşında olan Sayın Nevzat Çobanoğlu'nun hafızasında yer alan zaman ve mekan kavramına göre aktardıklarının derlenmesiyle kaleme alınmıştır.. E.Ö.
__________

ARŞİV FOTO: 90 yaşındaki Nevzat Çobanoğlu, yaş gününde kendisini kutlamaya gelen İzmir- Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar'la

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

1 yorum yapılmış

  • Nail ışık (1 yıl önce)
    Barguzulu olmasından gurur duydum,benim köyüm ,şimdilerde şehre karıştı,Abdinin Nurinin oğluyum
    0
    0
    Yanıtla

Ertaç Önal yazıları