SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Ertaç Önal

Valilerimiz Anlatıyor (III)

Valilerimiz Anlatıyor (III)
A- A+ PAYLAŞ

Yazı- Fotoğraflar: Ertaç ÖNAL- Ankara

Bundan önceki yazılarımızda Malatyalı Valilerimizden Sayın Galip Demirel ile Malatya’da görev yapan valilerimizden; Sayın Kutlu Aktaş ve Sayın Saffet Arıkan Bedük’ün Malatya ile ilgili anılarını ve önerilerini nakletmiştik. Bu yazımızda da Sayın Mustafa Yıldırım’ın anılarını ve önerilerini sizlere aktarıyoruz.

Malatya’da görev yaptıktan sonra ayrılan diğer valilerimiz gibi Sayın Mustafa Yıldırım’ı da Ankara ve İstanbul’daki Malatya etkinliklerinde muhterem eşleri ile birlikte her zaman görüyorduk. Bununla birlikte Sayın Yıldırım, bir zamanlar Malatya gündemine ve Malatya spora damgasını vuran rahmetli Nurettin Soykan’ı da Ankara’daki ofisinde sık sık ziyaret eder, iftar davetlerine katılarak Malatya hasretini dile getirirdi.

MUSTAFA YILDIRIM, 1945 Artvin doğumlu. Yurdun çeşitli ilçelerinde kaymakamlık görevlerinin ardından sırasıyla; Bitlis, Kırşehir, Çorum, Kayseri Valiliği yaptıktan sonra 1999 yılında Malatya Valisi olarak atandı ve Malatya Valisi iken 2003 yılında Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. 2010 yılında emekli oldu.

Şimdi Mustafa Yıldırım’ı dinleyelim:

“Bu organizasyonu yapan Dernek Başkanı Yakup Demir ve Sayın eşlerine, onu destekleyen dernek yönetim kuruluna öncelikle teşekkür ediyorum. Sayın Yakup Demir kendi hayatını anlatırken de ne kadar zorluklarla okuduğunu, nerelerden geldiğini anlattı. Bazı insanlar öyledir, çok zorluklar çekerler, problemler yaşarlar, sonra onları unuturlar. Sanki bunları yaşamamışlar gibi hayata bakarlar, memleketlerini unuturlar. Ama Yakup Demir öyle değil, Malatya’nın ona verdiği özgüveni her zaman gündeme getirdi ve burada Malatya için çalışmaya gayret gösterdi. Yine önemli bir şey; bütün ilçe ve belde dernek başkanlarını çağırmış buraya. Onları da kutluyorum. Bu bir Malatya birlikteliğini de gösteriyor. Bizim illerin en büyük noksanı bölünmedir. Çok dernek olur, vakıf olur. Herkes başkan mı olmak ister nedir bilemiyorum ama  Türkiye’de genellikle böyle bir adet var. Çok dernek ve vakıf olması, bunun zararı yok ama nihayetinde Malatya platformu olarak bir araya gelmek, Malatya sorunları için birleşmek çok önemlidir.

Efendim biz Malatya’yı gerçekten çok sevdik. Ben de, eşim de... Birçok ilde valilik yaptım ama Malatya’nın bizim nezdimizde çok başka bir özelliği var. Malatya’ya ilk gittiğimizde eşim de öyle söyledi. Malatya’nın sevecenliğini, içtenliğini, yakınlığını hiçbir yerde bu kadar hissetmedim, demişti. Böyle kalpten bir bağımlılığımız oldu. Geçen yıl 1 haftalığına Malatya’ya gittik. Doya doya Malatya’yı yaşamaya çalıştık ama doyamadık. Sanki biz Malatya’dan ayrılalı 10 yıl olmamış gibi, daha dün ayrılmışız, hatta Malatya’da çalışıyormuşuz gibi. Onun için şimdiki Sayın Malatya valimizi çok şanslı sayıyorum. İnşallah bizden daha güzel hizmetler yapar. Malatya çok vefalıdır, kendisi için çalışanları unutmaz. Zaten meslek büyüğümüz Sayın Galip Demirel diyor ki;  Malatya’da 3 yıl kalanları biz Malatyalı sayıyoruz, diyor. Öyle fahri Malatyalı da değil, öz Malatyalı sayıyoruz, diyor. Ben Artvinliyim ama çoğu yerde beni Malatyalı sanıyorlar. Çünkü nerede bir Malatya organizasyonu varsa hep oradayız biz. Malatya’nın gösterdiği sevgi, ilgi vefa nedeniyle oraya gidenler gönülden bağlanıyorlar Malatya’ya. 

Burada bir anımı anlatmak istiyorum. Ben 1999-2003 yılları arasında bulundum. 2002 yılında Malatya’da bir büyük uçak kazası oldu. Türk ordusunun 36 tane çok değerli, tanınmış, kahraman subay ve astsubayı Akçadağ civarında bir CASA uçağının düşmesi sonucu şehit oldu. Olay yerine Org. Edip (Başer) Paşa ile gittiğimizde çok feci bir manzara vardı. Bu kahraman subaylarımız Kuzey Irak’tan dönüyorlardı. Terör örgütüne karşı savaşan kahraman askerlerdi. Çok duygulandım. Hemen geldim, İl Genel Meclisinde uçağın düştüğü yere bir anıt park yapılması teklifini verdim. Genel Meclis oy birliği ile bizim önerimizi kabul etti. Sonra Akçadağ Kaymakamına dedim ki; 'Bu uçağın düştüğü kayısı bahçesinin sahibi ile konuş, burayı derhal satın alacağız' dedim. 'Ne kadar para isterse de vereceğiz' dedim. Ertesi gün kaymakam geldi. Bahçe sahibi ile görüştüğünü söyledi. Ben ‘Ne dedi?’ diye merakla sordum. ‘5 dönümlük kayısı bahçemin tamamını bağışlıyorum, bunun için bir kuruş bile para almam, başka elimden gelen bir şey varsa onu da yapmaya hazırım’ dediğini söyledi. Kaymakama, 'Yoksa adamı mecbur mu ettin?' diye sordum. ‘Katiyen. Hatta Vali Bey ne istiyorsa vereceğim dedi diye söyledim. Ama adam hiç düşünmeksizin bu cevabı verdi’ dedi. Nitekim oraya şehitler için bir anıt yaptık. Oraya bahçeyi bağışlayan Şehmuz Yılmaz’ın ismini yazdım. Bütün Malatyalılar bilsinler ve onunla iftihar etsinler diye. Bu çok önemli, bir şey. Malatyalıların devlete bakışları, kendileri için çalışan insanlara nasıl fedakârlık gösterdiklerini belirten önemli bir örnektir.

Bir başka anım da; Prof. Dr. Mesut Parlak var, hepiniz tanırsınız. Malatya’nın gurur duyduğu iyi bir bilim adamıdır. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yaptı. Benim de yakın dostum. Vilayete yanıma gelmişti. ‘Hocam ne içersiniz?’ diye sordum. Su içeceğini başka bir şey istemediğini söyledi. Odacıya iki tane su getirmesini söyledim. Sular bardakta geldi. Hoca, bir yudum içtikten sonra ‘Vali bey Malatya’nın suyu bana kireçli geliyor içemiyorum’ dedi. ‘Olur mu hocam içtiğiniz su şişe suyu’ dedim.’Pek şişe suyuna benzemiyor, kireçli’ dedi. Ben de odacıyı çağırdım, oğlum bu suları nereden doldurdun, dedim. ‘Vali bey sizin içtiğiniz su şişe suyu, bununkini çeşmeden doldurdum’ dedi. ‘Yahu olur mu öyle şey, sana böyle yapmanı kim söyledi, neden misafirime çeşme suyu veriyorsun?’ dedim. ‘Vallaha ben öyle uygun gördüm Vali Bey’ dedi. Sayın Mesut Parlak bunu fıkra haline getirdi her tarafta devamlı anlatıyor.

Yine bir anım anlatmadan geçemeyeceğim; Veysel Karani isminde kayısı hastası birisi var. Ne zaman kayısı ile ilgili bir toplantı yapsak gelir, orada konuşmak ister. Resmi toplantının arasına girer 'ben de konuşacağım’ diye. Ben bu vatandaştan yazılı takdirname aldım. Hani amirler memurlarına takdirname verirler ya. Bu Veysel Karani de yazılı şekilde hazırlamış, getirdi bana takdirname verdi. Bu da başka bir olay. 

Şimdi bana gelip gidiyor, ‘İlle bana cumhurbaşkanından randevu al, gidip cumhurbaşkanına kayısıyı anlatacağım’ diye. ‘Yahu Veysel Karani Valilerin böyle cumhurbaşkanından randevu alması gibi bir yöntem yok, sen en iyisi bunları yazılı olarak bildir Cumhurbaşkanına. Biz de hükümete, Bakanlara yazıyoruz zaten. İstiyorsan kendin de vatandaş olarak yazarsın’ diyorum. ‘Hayır, bana randevu al’ diyor. Bir gün gelip dedi ki; ‘Ben at arabasıyla Ankara’ya gidip Sayın Cumhurbaşkanına kayısı götüreceğim’ dedi. ‘Yahu buradan Ankara’ya at arabasıyla gidilir mi?’ dedim. ‘Ben giderim’ dedi. Ben pek ciddiye almadım ama ertesi gün baktım ki mahalli gazeteler Veysel Karani’yi at arabasına doldurduğu kayısılarla Ankara’ya yolcu ediyor. Gülüp geçtim. Nasıl olsa Darende’den veya Gürün’den döner diye. Birkaç gün sonra baktım ki Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri telefon ediyor, ‘Sayın Vali, buraya Malatya’dan Veysel Karani diye biri geldi at arabasıyla, ille beni Cumhurbaşkanı ile görüştürün, ben Malatya’dan geldim, kayısının çok sorunu var. Onları anlatacağım, kendisine de kayısı getirdim’ diyor. Bu adam cumhurbaşkanlığı kapısından içeri nasıl girmiş, dedim. ’Vallahi bilmem girmiş işte’ dedi. Demişler ki; ‘Cumhurbaşkanının programı uygun değil, siz özel müşavirine söylemek istediklerinizi söyleyin. O, uygun bir zamanında Cumhurbaşkanına anlatır’ demişler. ‘Hayır, ben ille de Cumhurbaşkanı ile görüşeceğim, yoksa atı da arabayı da burada bırakıp giderim’ demiş. ‘Mümkün değil’ denilince at arabasını kayısılarla beraber köşkün bahçesinde bırakıp Malatya’ya dönmüş. Bana diyorlar ki ‘Siz bu Veysel Karani’yi bulun, at arabasını Atatürk Orman Çiftliği’ne emaneten verdik. Orada bekletiyoruz, gelsin atını da arabasını da alsın götürsün.’ Veysel Karani’yi çağırtıp bunları söyledim. ‘Olmaz’ dedi. ‘Ben atı da arabayı da cumhurbaşkanına bağışladım’ dedi. ‘Yahu Veysel, böyle bir yöntem yok. Böyle bir bağışı cumhurbaşkanı kabul edemez’ dedim ama ‘Hayır efendim ben geri almam’ deyince, ‘O zaman sen bu atı da arabayı da Atatürk Orman Çiftliği’ne bağışladığına dair bir belge hazırlayalım da bu mesele kapansın’ dedim ve öyle yaptık.

Malatya ile ilgili neler yapıldı, neler edildi onları benden önce konuşan değerli meslektaşlarım anlattılar. Ben oraya girmeyeceğim. Bütün valiler Malatya’da çalıştıkları süre içerisinde Malatya halkının yakın desteği ile çok hizmetler yaptılar. Hepsi halkın desteği ile oldu. 

Biz de en önemli bir sorun olan köydeki alt yapı sorunlarını halk-devlet işbirliği ile çözmüştük. Yani yolundan, asfaltından kanalizasyonuna, içme suyuna, sulama suyuna varana kadar. Köy hizmetlerinin programa almadığı hizmetler için, prensip olarak hizmet giderinin %50 oranı kadar vatandaş para yatırıyordu, %50’sini de Özel İdare’den karşılıyorduk. Ama bu Pütürge’nin dağ köylerine kadar vatandaş katkısı %10, Özel İdare katkısı ise %90 oluyordu. Üç sene içinde bu şekilde 16 trilyon lira yatırım yapmışız, bunun 9 trilyonunu Malatyalılar vermiştir. Hiçbir zorlama olmaksızın halk bu parayı ödemiştir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü programında olmayan işler için vatandaş %50 katkı sağladığı zaman hizmet hemen yapılıyor, yoksa ne zaman programa alınırsa hizmet o zaman gerçekleşiyordu. Malatyalı, benim yolum, suyum, kanalizasyonum bir an evvel gelsin diyerek bu parayı seve seve ödemiştir. 

Organize sanayide Malatya bir hayli gelişti ama benim naçizane tavsiyem organize sanayide yükte hafif pahada ağır bir takım yatırımlar gitmek lazım. Organize sanayide üretilenlerin de mutlaka ihraç olanaklarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Artık tekstil dünyada yaygınlaşmıştır, bunun yerine elektronik malzemeler üretmemiz gerekiyor.

Diğer bir konu ise kayısı üreticisi borçlanıyor ve kayısıyı çok ucuz elden çıkarıyor. Hiç olmazsa en az % 20’sinin yaş olarak hemen pazara verilmesi halinde o borçlar ödenebilir ve kuru kayısıyı da daha uygun bir zamanda pazara sürebilir diye düşünüyorum. Kayısı üreticilerinin çok iyi örgütlenmesi gerekiyor. Satıcılar daha örgütlü ama üreticiler maalesef örgütlü değil. 

Diğer bir önerim; Malatya’nın yetiştirdiği ürünlerde mutlaka organik tarıma gitmek lazım. Bu organik tarım günümüzde çok geçerli. Hatta ben geçende Gölbaşı’nda pazara gittim, hemen her ürüne organik yazmışlar. Hatta birisine sordum; ‘Bu organik nedir?’ diye. ‘Vallahi ben de bilmiyorum’ dedi. Yine bir yerde çok enteresan, organik mangal kömürü vardır, diye yazmışlar. Malatya arazi ve iklim olarak tarıma çok uygun bir yer. Narenciye hariç her türlü meyve ve sebzenin yetiştirilebildiği bir yerdir.

Malatya’ya mutlaka hızlı tren gerekir. Karayolları hayli genişledi ama Malatya hızlı treni de hak etmektedir.

Malatya’ya kuzey çevre yolu açılması da çok önemli. Artık Malatya’nın içi trafiği kaldıramıyor.

Yine önemli bir konu; Malatyalı sanayicilerin üniversite ile işbirliği içinde olması gerekiyor. Bu konunun üzerinde hassasiyetle durulmasını öneriyorum.

Yurt dışında çok Malatyalı var. Ben birkaç defa Almanya’ya gittim, oradaki Malatyalılar ile görüştüm, onları bir şekilde Malatya’ya yatırıma yönlendirmek gerekiyor.  Ben her gidişimde bu konuyu dile getirdim. Hatta sanayi yatırımı yapmak istemiyorsanız sağlık ile ilgili veya eğitim ile ilgili, yatırımlar yapmalarını önerdim. Ama hiçbir şey yapmıyorsanız Malatya’da bir ev yapın, 1 aylık tatilinizi Malatya’da geçirin diyordum.

Daha çok konu var ama burada konuşmama son veriyor, tüm Malatyalılara saygılarımı sevgilerimi gönderiyorum.”

(DEVAM EDECEK)

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Ertaç Önal yazıları