Bir Zamanlar Malatya- ARASA III
Ertaç ÖNAL ertaconal@mynet.com
1970li yılların başlarındaki bir kış gecesi; yedek subaylığımı yaptığım Eğirdir Dağ ve Komando Okulu'ndan 1 haftalığına izinli gelmiştim Malatya'ya. Yağış yok ama kuru bir ayaz var havada. Yağan kar yollarda, kaldırımlarda donmuş, saat gece yarısını çoktan geçmişti. Tek tük evin penceresinde ışık var. Aşçı Rıfat ustanın kardeşi İlhan pehlivan ile kol kola girmiş, birbirimize tutunarak ağır adımlarla yürüyoruz Fuzuli Caddesi'nde. Caddenin başlarında eskiden Sümerbank satış mağazasının bulunduğu binanın üst katındaki Memurlar Kulübü'nde bir grup arkadaşla hasret gidermiş, yemek yiyip sigarasına konken oynamış ve az önce hep birlikte çıkmıştık kulüpten. Sivas Caddesi'ndeki evim ters yönden daha kısa yolda olmasına rağmen, kendisine yoldaş olmak üzere Kanalboyu'ndan dönüp gitmem için ısrar etmişti bana İlhan. Bir terslik olacağına dair ya bir duyumu vardı ya da, hissi kabl el vuku nedeniyleydi bu ısrar..
Bir grup Alman serserisini, ellerine geçirdikleri Türk Bayrağı'nı yırtmaya çalıştıklarını görünce, hepsini hastanelik edinceye kadar dövdüğü için, girdiği cezaevinden kısa sürede tahliye olarak Almanya'dan kesin dönüş yapıp Malatya'ya gelmişti İlhan.
Kavgacı mizaçlıydı, ama sert görümünün aksine çocuk gibi bir yüreği vardı Rıfat ustanın. Her söylenene inanan, kolay oyuna getirilen karakteristik bir özelliği vardı. İstanbul'da, arkadaşları tarafından uydurulan mizansenlerle ona yapılan şakalar ayrı bir yazı konusu olacak kadar çoktur. Malatya'da Sinan Lokantası'nı çalıştırırken, bir gün içtiği bir çorba bedeli olan 1 lirayı ödemek için tedavüldeki en büyük kâğıt parayı veren müşterinin parasının üstünü vermeye çalışırken, müşterinin, masanın üzerinde duran tabaktaki kürdanlardan bir avuç alarak cebine yerleştirdiğini görünce; 'Ağabek kışlık odun almana gerek kalmadı herhalde!' diyecek kadar da hazırcevap ve espri yüklüdür Rıfat usta.
Kardeşi İlhan Aracı yüreğine de bileğine de berk bir insandı. Kavga ettiği pek görülmemişti ama güreşteki başarısının yanı sıra, usta bir yakın dövüşçüydü. Güreşe başladığı ilk yıllarda, tren garında üzerine hücum eden kendisinden daha iri yarı üç kişiyi birer yumrukta yere serdiğini görmüştüm. Fakat tüfek icat oldu, mertlik bozuldu sözcüğünün insan yaşamındaki geçerliliği, değişmez anayasa maddesi gibi yürürlükteydi artık. Eski bir husumet nedeniyle tehdit edildiğini duymuştum, tedirginliği bu nedenleydi İlhan pehlivanın.
Caddenin ortalarına geldiğimizde arkamızda ağır ağır seyreden özel bir taksiyi fark ettim. Dönüp baktığımda; İlhan'ı tehdit eden şahısları tanır gibi oldum.Usulca fısıldadım İlhan'a gördüklerimi. İlhan geriye dönüp bakmadan;'farkındayım, biraz hızlı yürüyelim' diyor.
Adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Araba kaldırıma olabildiğince yaklaşıyor, en fazla on adım gerimizde. İlhan'ın kolundan çıkıp, pantolonumu çeker gibi yaparak bir süre arkasından yürüyorum. Bu kez araba birkaç adım önümüze geçiyor. Ben de İlhan'ın iki adım önüne geçiyorum. Bana 1 yıl gibi gelen 1 dakika böyle yürüyoruz. Bir ara arka koltukta oturanlardan birisi kenara çekilmemi işaret ediyor. Görmemezlikten geliyorum. Caddenin sonlarına geldiğimizde, sağ tarafımızdaki bina inşaatının arkasında bir ara sokak görünüyor. Araba hızlanıp Kernek Gazinosu önünden dönerek bize doğru yönelince; 'Fırla'
diyorum, İlhan'a. İnşaatın içinden geçerek arkada görünen ara sokağa dalıyor. O esnada arabadakilerle yüz yüze geliyorum bir an. El işaretleriyle bana olan kızgınlıklarını anlatmaya çalışıyorlar. Aynı anda geri vitese alıp hızla İlhan'ın önünü kesmek amacıyla Evliyaoğlu Sokağı'na dalıyorlar. Olduğum yerde kalıyorum. Görünürde ne bir insan, ne de bir araç var. Bir ıslık sesiyle inşaata doğru bakıyorum. İlhan, inşaatın ikinci katındaki çimento torbaları arkasından bana uzaklaşmamı işaret ediyor. Hızlı adımlarla Kanalboyu'nda yürürken, devriye gezen bir polis otosu yanımda duruyor. İçlerinde birisi bana ismimle hitap ederek;
'Ağabey hayırdır nereye böyle' diyor. Kısaca anlatıyorum olanları. Kendileriyle birlikte o tarafa gitmek istiyorum. 'Hayır, sen devam et.' diyerek hızla o tarafa yöneliyorlar. Endişem büyük ölçüde zail oluyor, hızlı adımlarla eve doğru yürüyorum. Sivas Caddesi'nin başına, Ticaret Lisesi'nin köşesine geldiğimde; Beşkonaklar tarafından gelen malum araç beni görünce uzun farlarını yakarak yaklaşıyor. Olduğum yerde kalıp bekliyorum. Arkadan polis aracı görünüyor. O da uzun farlarını yakarak hızla geliyor. İlk araç polis aracını fark edince süratle uzaklaşıyor. Polis aracı da peşinden gidiyor.
Ertesi gün ilk işim İlhan'ı aramak oluyor. Geçmiş olsun diyorum. 'Ertaç gardaş, beni bir beladan kurtardın, sen arkamda, önümde yürürken kendimi yere atıp O arabaya kurşun yağdırmak istedim ama hem senin iki ateş arsında kalmandan korktum, hem de ilk hareketin onlardan gelmesinin doğru olacağını düşünüp vazgeçtim. Sonra polis arabası gelince bunlar çekip gittiler. Ama ben 1 saate yakın o inşaatta bekleyip öyle gittim eve. Her halükarda bir faciayı önledin. Ömrüm oldukça unutmam bunu.' diyor
Yıllar sonra bir kış günü, Terzi Fikri Öğrenecek beni arayarak Aşçı Rıfat ustanın Malatya'ya geldiğini, beni aradığını söyledi. Karşılaştık. Boynuma sarılarak; 'İlhan bana her şeyi anlattı, keşke bazı dost bildiklerimiz senin yarın kadar yürekli olsaydı.'
diyerek teşekkür etti. Kış mevsimi olduğu için akşam, kapalı, özel ama mütevazı bir mekânda geç vakitlere kadar beraber olduk. Emniyet Müdür Yardımcısı Ayhan Sanıyaman, Rıfat ustanın dünürü olan Büyük Sinema sahibi Bayram Vanlıoğlu, Hikmet Güler (Sınger Hikmet), Adana'dan gelen gazeteci dostum Muzaffer Bal ve bana kardeşim kadar yakın Orhan Apaydın konuklarım arasındaydı. Rıfat usta, Orhan Apaydın'ı yamak olarak seçip, birlikte bize nefis yemekler yaptılar. Öğretmen Hulki Hoca udu ve güzel sesiyle geceye renk katarken; terzi Fikri Öğrenecek, oynadığı Kırıkhan oyunlarıyla oldukça neşelendirdi ortamı.
Arasada küçük bir lokantada çıraklıkla başlayıp, fırın yemeklerinin ordinaryüsü oldu. Aşçı Rıfat usta şimdilerde; Arkadaşlarının yaptığı en ağır şakalara sinirlense bile kurt kocayınca ite, köpeğe benim gibi böyle maskara olur diyerek avunmakta, İstanbul Bakırköy sahilindeki lokantasının yemeklerini her gün kendi elleriyle yapıp, akşamın ilk ışıkları ile evinin yolunu tutmaktadır. Keza, eski ortağı olan diğer ordinaryüs Mustafa Saygı da ilerlemiş yaşına rağmen Malatya'daki Kervansaray yemek tesisleri fırınını kimseye teslim etmeden bizzat çalışmaya devam etmektedir
Arasa yangınına kaldığı yerden devam edelim;
Yangın tüm hızıyla devam ederken evimizin önüne bir kamyonun yanaştığını ve içinden Nurettin Soykan'ın müteahhitliğini yaptığı Doğanşehir sulama inşaatının, DSİ adına kontrol mühendisliğini yapan yakın bir akrabamızın indiğini gördüm. Kalabalık içinde ilerleyerek durumu babama bilirdim. Babam yangın mahallinde ne aradığımı sorgular gibi yüzüme bakarak o tarafa doğru hızlı adımlarla seğirtti. Babamı gören akrabamız; 'Ağabey, yangını duydum, gelip baktım. Sönme umudu göremeyince tanıdık bir kamyoncuyu evinden kaldırıp getirdim. Hemen eşyaları yükletelim.'
Babam, o sıkıntılı anında gözleri doluyor, teşekkür ediyor. Ama eşyaları taşırsa mahallenin tümden yanacağı inancında ısrar ediyor. Karşılıklı ısrarlar sürerken uzaktan gittikçe yaklaşan siren sesleri duyuluyor. Kısa süre sonra üzerinde Elazığ Belediyesi yazılı iki itfaiye aracı geliyor arasa meydanına. Sevinç çığlılıkları ve alkışlar umudun arttığını simgeliyor. Donanımları Malatya Belediyesi itfaiyesinden çok daha iyi olduğu görülen misafir itfaiye araçları hızla yangına müdahale ediyor. Kısa süre sonra alevlerin gittikçe azaldığı fark ediliyor. Gün ağarırken alevler tamamen sönüyor. Sadece, meydandaki onca buğday yığınının oluşturduğu kor, sönmemek için son direncini gösteriyordu.
12 ay içinde, arasa meydanının çatısı aslına uygun yeniden inşa edildi.
Şimdi, iç mekânda; çoğunlukla, balıkçı ve kasapların, dışa bakan cephelerinde ise kuru yemişçi ve manavların bulunduğu, uzun yıllar sebze ve meyve hali olarak kullanılan yerde mahallemizin bahçeli ve avlulu evleri vardı. Hemen her evin avlusunda gürül gürül buz gibi artezyen suları akan havuz bulunuyordu. Arasadan Dutluk semtine giden yol üzerindeki bu evler, 1950'li yılların sonlarında istimlâk edilerek yerine inşaatı birkaç yıl süren hal binası yapıldı. Şıra Pazarı ise, Yeni Cami'nin karşısındaki, şimdiki Mısır Çarşısı'nın bulunduğu geniş alanda kurulu idi.
Bu Şıra Pazarı'nın bitişiğinde Zafer İşhanı ve garajı vardı. Garaj içerisinde çoğunluğu terzi olan esnaflar bulunuyordu. O yıllarda Ankara ve İstanbul'a seyahat edecek olanlar yolculuklarını tren ile yaparlardı. İlk kez 1960'lı yılların başlarında Aksoğanoğlu Zafer Garajı'ndan direkt Ankara'ya otobüs seferleri başlatıldı. Amblemi uçan kartal olan Zafer Seyahat ve Turizm Şirketi'nin, Malatya - Ankara arasında sefere koyduğu Skoda marka yatar koltuklu otobüsleri koltukları nasıl yatıyor diye, oldukça merak ve ilgi uyandırmıştı Malatya ahalisinde. Yolcusu olsun veya olmasın otobüsün hareket saatinde birçok insan, otobüsü ve yolcuları seyretmek için garaja doluşurdu. Firmanın kâtipliğini yapan Hacı Yaraşalı (gözlüklü Hacı) koltuk numaralarına göre yolcuları yerlerine yerleştirdikten sonra son kontrolünü de yaparak, yazıhanedeki mikrofonun başına geçip, iri mercekli gözlüğünü burnunun üzerinde oynatarak; (giderek herkesin ağzında tekerleme olan) 'Sayın yolcular otobüsünüz birazdan hareket edecektir. Sizleri bu uzun sefere götürecek olan kaptan şoförlerimizden ve kaptan şoförlerimiz e her konuda itimat edip güvenebilirsiniz. Zafer Turizm firması sizlere hayırlı yolculuklar diler. Yolunuz açık olsun.' diye her zamanki anonsunu yapardı. Bu anonstan hemen sonra otobüsün motoru çalıştırılıp havalı kornasının çalınması ile birlikte hareket ederken, Gözlüklü Hacı bir kova suyu otobüsün arkasından serpmeyi hiç ihmal etmezdi.
Firmanın bir de Topal Mehmet isimli kadrolu bir çalışanı vardı ki gelen ve giden emanet eşyalardan sorumluydu. Sağ elini, taktığı eski bir ayakkabı parçasıyla sağ ayağı yerine kullanır, sol bacağını dizinden bükerek sağ el-sol ayak yürürdü. Bacağındaki şalvara sağ baldırı ile kalçasını kapatacak şekilde kalın bir lastik monte ettirerek yer ile temasını önlemiş olurdu. Engelli olmasına rağmen çok çevik biriydi. Başındaki sekiz köşe kasketiyle Firmanın maskotu gibiydi. Sahibi olduğu 3 tekerli özel yapım motosikletine çevik bir hareketle biner gideceği yere giderdi. Şimdi Köy Garajı olarak kullanılan Sıtmapınarı ile Çevreyolu arasındaki otogardan hareket eden otobüs şoförleri Çevreyolu istikametine dönerken sert viraj alır, otobüs hafifçe yan yatarak yola girerdi. Bir gün garaj çalışanları Topal Mehmet'i gaza getirip kendisinin de motosikletiyle ayni şekilde sert virajla yola çıkıp çıkamayacağı konusunda bahse tutuşurlar, zavallı Mehmet bunu ilk denemesinde motosikleti bir tarafa, kendisi diğer tarafa savrulur. Sonuç; Mehmet de motosikleti de ağır hasarlıdır.
Malatya ahalisini karayoluyla Ankara ve sonra da İstanbul'a seyahat etme alışkanlığını, çoğunun kendilerine özgü lakapları olan Ali Barut, Yılmaz Sertkaya (Kayserili Yılmaz), Vedat Ezen (altın diş), Hacı İkiz (Reo Haci), Turan Kıllıer (Halime'nin oğlu), Mehmet Şentürk (kaymakam), Mehmet Gucur (Şişko Mehmet) v.s gibi en usta şoförleri bünyesine alan bu firmanın kazandırdığını söyleyebilirim. Çünkü yol boyunca şoförler ve muavinleri yolcuların hemen her isteği ile bizzat ilgilenir, otobüsün mikrofonundan fıkralar anlatılır, ödüllü bilmeceler sorulur, hatta kendilerine emanet edilen çocuk ve kadınları otobüs ile Ankara'da evlerine kadar götürüp teslim ederlerdi. Firmanın titizliğinin en önemli göstergesi ise tam saatinde kalkmasıydı Zafer Turizm ana caddeye çıktığında, saatler 17.00 olarak ayarlanırdı.
Yine Arasa'dan Dutluk (Tudluk) semtine giderken şimdiki Şıra Pazarı'nın bulunduğu yerde mahalle arkadaşlarımız ile oyun oynadığımız peg tabir edilen yıkılmış eski bir evin toprak yığınlarının serildiği geniş ve tümsek bir alan vardı. Bu alanı geçince, Dutluk semtine kadar sağlı sollu sıralı evler vardı ki, bu evlerden birinde Malatyaspor'un efsane Başkanı Nurettin Soykan'ın çocukluk ve öğrencilik yıllarının geçtiği ev bulunuyordu. Mahallede Batumlu Musa dayı diye tanınırdı Nurettin Soykan'ın babası. Musa Dayı henüz çocukken ailesinin Artvin'in Batum sınırına yakın bir köyünden Malatya'ya göç ettikleri söylenirdi. Azeri lehçesine yakın bir şive ile konuşan, sevilen ve sayılan bir insandı Musa dayı.
Sn. Soykan anılarını anlatırken, sık sık Ermeni komşularından bahseder; 'evimiz fertlerinden birisi hasta olursa hemen İncil'i alıp gelirler, hasta iyileşsin diye kendi dualarından okurlardı. Onlardan birisi hasta olunca da anamı çağırırlardı Nazife bibi Kuran-ı kerim al gel de dua oku, diye'.. Sn. Soykan'ın bu anlattıkları, O devirde yaşanan paylaşım ve inanca saygı konusunda az da olsa bir fikir vermektedir sanırım.
Bu sıralı evlerin sonuna gelindiğinde; sol tarafta bayramlarda hayvan pazarı olarak kullanılan genişçe bir alan ve daha ilerisinde banliyö trenlerinin son durağı olan Küçük İstasyon (Güççük İstesiyon) vardı. Sağ tarafta ise; bayramlarda açıkhava cambazhanesinin kurulduğu yine geniş bir alan olandutluk semti yer alıyordu (Bu yerler şimdi çevre yolu oldu). Buradan bahçeler arasındaki dar ve toprak yollardan geçilerek halk arasında Cingenlik Mezarlığı denilen Sancaktar Mezarlığı'na çıkmak mümkündü.
(Sürecek Yazılardandır)
FOTOĞRAFLAR: (Yukarıdan Aşağıya)
1- İlhan Aracı bir yarışma sonrası şampiyonluk kürsüsünde..
2- 1960lı yılların başında Türkiye Karakucak Güreş Şampiyonu olan İlhan Aracı, Malatyada omuzlarda..
3- Aracı (sağ baştaki) 1966 yılında İzmirde Dünya Şampiyonası hazırlık kampındaki arkadaşları ile birlikte götürüldükleri fuardaki bir gazinoda (Resimdekiler Ahmet Ayıp, Teyfik Kış, S.Ahmet Ağralı, Sırrı Acar, Nihat Kabanlı, İsmail Ogan, Hasan Sevinç ve İlhan Aracı)
4- Rıfat Aracı (soldaki), dönemin Malatya Emniyet Müdür Yardımcısı Ayhan Sanıyaman ile derin sohbette.
5-(Soldan) Udi Hulki Hoca, Sınger Hikmet, Fikri Öğrenecek ve Aşçı Rıfat Usta..
6 (Soldan) Bayram Vanlıoğlu (arkası dönük), Muzaffer Bal, Ertaç Önal ve Hulki Hoca..
7- Zafer Otobüs işletmesinin faaliyete başladığı yıllarda Skoda marka otobüs ve sağ baştaki kaptan şoförlerinden rahmetli Mehmet Kucur (Şişko Mehmet).