SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Ertaç Önal

Valilerimiz Anlatıyor (II)

Valilerimiz Anlatıyor (II)
A- A+ PAYLAŞ

Yazı- Fotoğraflar: Ertaç ÖNAL- Ankara

KUTLU AKTAŞ, 1941 Adana doğumlu. 1964 yılında Darende Kaymakamı oldu. Daha sonra yurdun birçok ilçesinde kaymakamlık, ardından Mülkiye Müfettişliği ve Ağrı Valiliğini müteakip 1986 yılında Malatya Valisi olarak atanan Aktaş,  1990 yılında İzmir, 1997 yılında İstanbul Valisi olarak görev yaptıktan sonra 1998 yılında İçişleri Bakanı oldu.

“Ben Malatya’yı seviyorum” diye söze başladı Aktaş. 4 rakamını kendisinin uğur sayısı olarak kabul ettiğini ifade ederek, 04 plaka kodu ile başlayan valilik görevinin 44 plaka kodu ile taçlandığını, İzmir’in plaka kodu olan 35 rakamını toplayıp ikiye böldüğünde yine 4 rakamını bulduğunu, 4 kardeş olduklarını, İstanbul’un 34 olan plakasında yine 4 rakamı bulunduğunu ve bu 4 rakamının kendisine hep uğur getirdiğini söyledi.

Malatya’da bulunduğum süre içinde hep çalıştım, çabaladım. İyi şeyler yapmaya gayret ettim. Malatya insanının en belirgin özelliği vefalı ve kadirşinas olmasıdır. Bugün burada olmamız da bunu ispatlıyor zaten. İstanbul’daki Malatyalılar da toplantılarına çağırırlar. Özellikle Malatya Eğitim Vakfı toplantılarını kaçırmıyorum. Hatta bazıları benim Malatyalı olduğumu sanıyor.

Şimdiki Malatya valimiz Vasip Şahin’in de çok önemli projelere öncülük yapacağını, Malatya’ya faydalı olacağını yüzünde görüyor ve hissediyorum.

1986 yılında Malatya valilik makamı birkaç ay boş kaldı. Ben Ağrı Valisi iken Erzurum’da Odalar Birliği bir toplantısına gitmiştim. O zaman Başbakanımız rahmetli Turgut Özal da ordaydı. Ben bir köşede toplantıyı izliyordum. Toplantı sonunda rahmetli Özal yanıma gelip, ‘Yahu şöyle oturup uzun boylu konuşamadık’ dedi. Ben Başbakanımızın bu sözüne çok şaşırdım. Birçok valiye ağabeylik yapan, kol kanat geren, onların yetişmesi için çaba sarf eden Galip Demirel ağabeyimiz de İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak o toplantıdaydı. Özal’ın yanıma gelerek benimle konuşması üzerine diğer vali arkadaşlar ‘Haydi hayırlı olsun galiba Malatya’ya gidiyorsun’ dediler. Nitekim Galip ağabeyimizin de yardımları ile Malatya’ya atandım. Ben atandıktan sonra Galip Demirel ağabeyimize gelip demişler ki, ’Burası Başbakanın memleketi bula bula Ağrı’dan mı vali buldunuz? Ankara’dan, Bursa’dan kimse yok muydu?’ diye. O da sağolsunlar benim dürüst, çalışkan bir insan olduğumu ve Malatya’ya çok hizmetler yapabileceğimi söylemişler. Kendileri beni eskiden beri tanırdı. Ben ilk görev yerim olan Darende’ye kaymakam olarak geldiğimde Galip Demirel ağabeyimiz de Gürün Kaymakamı idi. Müşterek çalışmalarımız olmuştu. Hatta o’nun bazı özel yazışmalarını daktiloyu iyi kullanabildiğim için ben yazardım.

Bilirsiniz Malatya’da Melita restoran vardı, yıkılan Belediye binasının yan tarafında. O zamanlar bakanların, müsteşarların birçoğu Malatyalıydı, Köy Hizmetleri Genel Müdürü Gazi Barut Malatyalı, Hüsnü Doğan Tarım Bakanı, Metin Emiroğlu Milli Eğitim Bakanı, Yusuf Özal Devlet Bakanı. Sanırım Yusuf Bozkurt Özal, etrafına bakınıp ‘Türkiye’yi Malatyalılar yönetiyor.’ dedi. Yan tarafımda da yine Malatyalı olan Adana Valisi Fevzi Yetkiner ağabeyimiz vardı, o da ‘Adanalıları da biz yönetiyoruz’ deyince dayanamadım, karşımda oturan Yusuf Özal’a, sizler Türkiye’yi yönetiyorsunuz ama kusura bakmayın ben de sizin memleketinizi yönetiyorum, dedim.

Malatya’da sanayi oldukça gelişti. Benim zamanımda pek sanayi tesisi yoktu. 3-5 yıl önce Malatya’ya gittiğimde gördüm ki, işadamlarının açtığı fabrikalar hem istihdam sorununa hem de Malatya’nın sanayileşmesine büyük katkı sağlamış. 1. Organize Sanayi Bölgesi dolmuş, 2. bölge de dolmak üzere. Ancak benim görüşüm Malatya’da endüstrinin yanında tarıma da önem verilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Biliyorsunuz pirinçte, çeltikte GDO.’ lu ürünler ortaya çıkıyor. Dünyada tarıma yönelik birtakım hadiseler oluyor. Hormonlu ürünler, virüsler filan. Burada insan sağlığı söz konusu. Onun için Malatya tarımsal özelliğini kaybetmemeli. Malatya kayısısı ile kirazı ile elması, armudu ile. Gündüzbey, Yeşilyurt, Akçadağ, Kale hatta Pütürge yöresinde çok geniş tarım alanları var. Malatya bu özelliğini yitirmemeli. Ben doğuda Ağrı, Diyarbakır ve daha birçok yerde görev yaptım. Oralarda böyle tarım alanları da yok. Sayın Galip Demirel de bilir Çüngüş’te (Diyarbakır’ın ilçesi) tarım yapılabilecek bir karış yer yok. Hep taşlık, kayalık yer. Malatya’nın tarım için en büyük şansı Çat Barajı’dır. 

Çat Barajı deyince, onunla ilgili bir anımı da anlatayım; Malatya’da bir Hamle Gazetesi var. Onun sahibi de Haydar Karaduman. Yapılan her icraata mutlaka eleştiri yapacak bir bahane bulur. Bu Çat Barajı alanını basına göstermek istedim. Daha doğrusu, Haydar Bey bakalım bu muhteşem tesislere ne bahane bulacak diye. Giderken de bizim vali konağının bahçesinde çok güzel elma ağaçları var. Onlardan bir poşete doldurttum yolda yenir diye. Arazili araba ile gidiyoruz, altı, yedi kişiyiz. Yolda bu elmalardan ikram ettim. Neyse tesisleri hep birlikte gezdik. Gözüm Haydar Bey’de 'Ne kadar güzel olmuş filan' diyor. Ertesi gün gazetesinde yazmış; ‘Vali elmaların iyisini kendi yedi, çürüklerini bize verdi’ diye." (Yazarın notu: Sayın Kutlu Aktaş Haydar Bey’den ve Hamle Gazetesinden bahsetmeye başlayınca hemen telefon ile aradım Haydar Bey’i ve Sayın Aktaş’ın konuşmasını dinlettim. Bu konuşma kahkahalar arasında bitince görüşünü sordum. ‘ Ertaç Bey, o elma konusu haberin içinde bir detaydı. Yazıda uzun uzadıya Çat Barajının muhteşemliğinden bahsettim ama Vali Bey’in bize verdiği elmalar dalından kopma değil, yerden toplamaydı ve kurtluydu. Onu da yazmadan geçemedim.’ dedi) 

Sayın Kutlu Aktaş, bu toplantıyı çok olumlu bulduğunu, devamını dilediğini, bu güzel buluşmayı temin eden Ankara Malatyalılar Derneği Başkanı Yakup Demir ve yöneticilerini gönülden kutladığını belirterek konuşmasını sonlandırdı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK, 1944 Siirt doğumlu. Başbakanlık Plan ve Prensipler Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara ve Antalya Valiliklerinden sonra 1992-1994 yılları arasında Malatya Valisi olarak görev yaptı. Malatya’da sonra Kayseri Valiliği ile 20. ve 21. Dönem Ankara Milletvekilliği yaptı.

Malatya bir candır, her semti canan

Kayısı, bahçesinde altın bir sevdam

Kernekte su sesi kuşlar yüksekten

Seslenir yürekten, Malatya’m diye

İnsanı gerçekten canandır bilene

Yukarıdaki dörtlüğü okuyarak başladı söylemlerine Bedük. Bu dörtlüğü toplantının başlangıcında doğaçlama olarak bir kâğıda yazmıştı belli ki. Malatyalıların her etkinliğinde hemen fark edilen duygusallığı yine eksik değildi bakışlarında, duruşunda. ‘’Aranızda bulunmaktan son derece mutluyum.’’ dedi. Bu güzel toplantıyı hazırlayan dernek başkanı, eşi ve yöneticilerine teşekkürü, katılımcılara saygı ve sevgilerini özellikle belirtmeyi unutmadı. Malatya insanı ne ölçüde vefalı ve kadirşinassa Sayın Bedük de Malatya insanına karşı fazlasıyla sevecen ve vefalı davrandı hep. Yüreğinin Malatya sevgisi ile dolu olduğunu anlamamak mümkün değildi. 

Malatya’da göreve yeni başladığı bir zamanda ben Malatya’da NATO Akaryakıt Tesisleri (ANT) İşletme Müdürlüğünü yapıyordum. Bir sohbet esnasında bana “Ertaç bey eşiniz Malatyalı mı?” diye sordu. Evet, yanıtını verince. “Malatya yöresel yemekleri yapmasını bilir mi?” diye sordu. Tabi, bilir dedim. “O zaman hafta sonu bizi yemeğe davet et.” demez mi? Sayın Vali’nin bu içtenliğine, bu samimiyetine hayran olmamak mümkün mü? Şeref veririsiniz, dedim ve o sırada yanımızda bulunan İnönü Üniversitesi Rektörümüz Prof.Dr. Mehmet Yücesoy'u da ısrarla davet ettim. Kabul buyurdular. Ama hafta sonuna sadece 1 gün var. Eşim telaşa düştü ‘nasıl yetiştireceğim’ diye. Belli ki mahcup olmaktan korkuyordu. Sen merak etme, dedim. Bir kısım yöresel yemekleri bir yakınımıza yaptırıp eve getirdim. Çoğunluğunu da eşim yaptı. Hazırlanan sofra mükemmel ama aksilik bu ya, evimiz apartmanın 5. katında ve asansör akşama doğru arıza yaptı. Tamirciyi yalvar yakar evinden alıp getirdim. Eşleri ile birlikte teşrif eden misafirler geldiğinde tamirat yeni bitmişti. Tabi ben merdivenlerden koşarak inip çıkmaktan ter içinde kalmıştım. O halimi gören Sayın Bedük “Bu ne hal Ertaç Bey, yoksa yemeği sen mi hazırladın?” diye takıldı. Yemekten sonra oynadığımız tavlanın da ustasıydı Sayın Vali. Rektör Bey’i de beni de yendi. Sohbet sırasında Rahmetli Turgut Özal ile olan yakınlığını sordum. Anlattı ve bir anısını da paylaştı bizimle; “Beni Emniyet Genel Müdürü olarak atadıktan sonra emirlerini almak üzere yanına gitmiştim. Cebinden iki ehliyet çıkardı. Birisi ABD den aldığı şimdiki ehliyetler gibi küçük bir kart şeklinde. Diğeri bizim trafikten aldığı küçük bir defter şeklinde, sahifeler dolusu bilgi. ‘Bak Saffet, bunu ABD den aldım. Bunu da bizim trafikten. Hem taşınması zor hem de lüzumsuz bilgilerle dolu. Üstelik yırtılması, yıpranması da çok kolay. Bir de ehliyet alırken evrakların bir kısmı şoförler derneğinden, bir kısmı kırtasiyeciden, bir kısmı trafikten alınıyor. Bir de fotoğrafçıya gönderip resim çektiriyoruz. Vatandaş sağa sola koşturmaktan halde kalıyor. Bir de; vatandaş pasaport almak için 2-3 ay bekliyor. Bir sürü lüzumsuz evrak isteniyor. Sana göre Türkiye’de kaç tane sahtekâr adam vardır?diye sordu.   Kayıtlara bakmam lazım efendim diye cevapladım. ‘Canım tahminen bir rakam söyle’ dedi. Ben 10 bin kişi vardır dedim. ‘Sen buna 50 bin de. Peki, bu 50 bin sahtekâr için 50 milyon insanımıza eziyet çektirmeye ne hakkımız var?  Benim vatandaşımın beyanı doğru kabul edilmeli, öyle tahkikatla filan zaman kaybettirmemeli. Müracaatını müteakip en geç 3 gün içinde pasaportunu almalı. Yalan yanlış ilgi verenler için de sonradan sıkı takibat yapılmalı’ dedi. Biz de kısa bir çalışmayla gerekeni yaptık, ehliyet almak için tüm belgeler ve fotoğraf bile Trafik Müdürlüğü’nden temin edilir oldu. Pasaport verilmesi için bir yığın lüzumsuz belge listeden çıkarıldı ve 1-2 gün içinde vatandaş pasaportunu alır oldu” demişti. Sayın Saffet Arıkan Bedük. 

Şimdilerde, bu eski alışkanlık, kırtasiyecilik zihniyetini hortlatmak isteyen bürokratların kulağı çınlasın.

Neyse, Saffet Bey'in toplantıda söylediklerine kulak verelim:

“Değerli arkadaşlar ben rahmetli Turgut Özal’ın seçtiği bir bürokratım. O’nu rahmet ve minnetle anıyorum. Sayın Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığı ve Başbakan yardımcılığı döneminde çok yakınında çalıştım ve dolayısıyla O’nun yetiştirdiği bir bürokratik ilklerle ve yine O’nun ortaya koyduğu ilkelerle Malatya’ya özellikle görevlendirmek istedi ki, ben Antalya’daydım. Kendisi Cumhurbaşkanı iken Denizli’ye tayinim çıkmıştı  ‘Seni Malatya’ya göndereceğim.’ dedi. Beni aradı. ‘Sende hakkım yok mu?’ dedi. Var dedim. ‘Benim memleketime gideceksin, hizmet edeceksin. Ayrıca senden bir şey istemiyorum, Malatyalılarımı sev, kucakla yeter bana.’ dedi.

Ben gerçekten samimi olarak Malatya’yı da Malatyalıları da sevdim. Onlarla beraber olmaktan da büyük bir gurur duydum. Hizmeti gerçekleştirirken yüreğimdeki sevdam ve sevgim benim en iyi şekilde sizlerle kucaklaşmama da vesile oldu. Ne zaman bir Malatyalı görsem, ne zaman bir 44 plakayı görsem selamlaşırım. Bu benim yüreğimden gelen bir şey. Bunu da hak ediyor Malatyalı.  Şunu özellikle belirtmek istiyorum; milli kimliği ile vatanına, bayrağına sevdasıyla, çalışkanlığıyla ve dürüstlüğüyle, demokrat kişiliği, özgür düşünce yapısına sahip insanlarıyla  gerçekten örnek bir İl dir, Malatya ve Malatyalı gerçekten böyle bir insan topluluğudur. Onun için de saygıya değer görüyorum. Çalıştığım süre içerisinde Malatyalılardan çok büyük destek gördüm. Malatyalıların desteği benim başarılı olmama vesile olmuştur. 

Malatya’da bir sanayileşme hareketi söz konusu oldu. Polat Rönesans otelde rahmetli, Turgut Özal bütün iş adamlarını topladı. ‘Her biriniz buradaki yapmış olduğunuz tesisleri biliyorum sanayileşmede fevkalade başarılı hizmetler veriyorsunuz ama Malatya’da mutlaka bir benzerini açmanızı, sanayi tesisi kurmanızı istiyorum’ demişti. Sanayileşmenin Organize Sanayi Bölgesi’nde böyle başladığını ben şahsen düşünüyorum. Bu, o bölgeye fevkalade bir ilk kazandırmıştı. Yine İnönü Üniversitesi bünyesinde bir tıp merkezi kurulmasının ayrı bir önemi, ayrı bir anlamı vardı. Bu tıp merkezinin oluşturulması alt yapısı ve projesi, tüm Ortadoğu’ya hizmet verecek tüm sağlık hizmetlerini gerçekleştirmeye yönelik bir irade ve yapılanma hedefi vardı.  Onun için ben diyorum ki bu İnönü üniversitesi Turgut Özal Tıp merkezinde organ nakliyle ilgili gerçekleştirilen başarılı hizmetler o hedefin ürünüdür. O halde Ortadoğu’ya hitap etmek üzere oluşturulan bu tıp merkezinin hepimiz tarafından daha fazla desteklenmesi ve böylece Ortadoğu’ya hitap edecek bir alt yapının oluşturulmasını düşünüyorum. Tekrar ediyorum bu hedefin gerçekleşmesi için desteklenmesi ve sağlık turizmi ile ilgili yeniden bir proje oluşturması gerektiğini değerlendiriyorum.

Yine özellikle Karakaya Barajı’nın, hem turizm bakımından hem de su ürünleri bakımından önemli bir gelir kaynağı olacağı inancını taşıyorum. Baraj etrafının ağaçlandırılarak yeni tesislerin kurulması ve orada su sporları dâhil olmak üzere değişik şekilde bir projenin gerçekleştirilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.

Ayrıca otel işletmeciliğinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir taraftan sanayi var, bir taraftan turizm hamlesi var. Bir taraftan da gelecek olan turistleri barındıracak olan bir konaklama hizmetleri var. Bütün bunların dikkate alınması gerektiğini değerlendiriyorum.

Kayısı entegre tesisleri konusunda gelinen nokta ümit verici olmakla birlikte, yeterli olmadığını düşünüyorum ve onun için de kayısıyı geçmişte satarken çok sıkıntılar çektik. Yok, Milli Eğitime yalvar ki yurtlarda komposto olarak tabldota koysunlar, yok askeri birliklere yalvar ki karavana ve kantinlere koysunlar. Oysa Malatya kayısının dünyanın en güzel kayısısı olduğunu, uluslararası yaptığımız toplantılarda, sempozyumlarda ve yine otorite olarak değerlendirdiğimiz bilim adamları çok açık ve net olarak ifade ettiler. İnsan sağlığı için, bir taraftan mide ve sindirim sistemi bakımından, hücre yenilemesi özelliği bakımından değerlendirilmesi gereken fevkalade bir üründür, diye kendileri söylediler. Hatta bunları söylerken de Türkiye’de yeterli nispette kullanılmamasını da yadırgadılar. İsviçre ve Almanya’dan gelen uzmanlar bunu söyledi. Kayısıyı uluslararası merkezlerde büyükelçiler vasıtası ile tanıttık. Broşürler gönderdik. Bu çalışmaların sonunda talepte önemli bir artış olduğunu gördük. Yalnız, geçmişte ABD ye gittiğimde orada büyük bir markette ambalaj içerisinde Malatya kayısısı gördüm ama ambalajın üst kısmına iyisini, altına da daha ikinci sınıf bir ürünün koyulduğunu gördüm. Ama bu gün için kayısı üreticilerinin ve paketlemeyi yapanların bu hataya düşmediklerini sanıyorum.

Sayın Kutlu Aktaş Gazeteci Haydar Bey’den bahsedince ben de hatıralarımdan bir tanesini anlatmak istiyorum. Hem Haydar bey hem de Cevdet Barış bey her ikisi de çok değerli duayen gazeteciler. Sanıyorum o elma konusunu şaka olsun diye yazmıştır. Bana dediler ki 'Sizi  Şotik’e götürmek istiyoruz.' Biz de kaymakam arkadaşlarla konuşmuşuz, Arguvan ağzı ile festival yapalım diyorlar. Bunu bir şölen halinde sürdürelim, devam ettirelim, yaşayan bir kültür haline getirelim. diyorlar. Neyse hep birlikte yola çıktık oraya yakın bir köyde bizi karşıladılar. Başlarında muhtar kadın çocuk filan. Hava sıcak. Bize ayran ikram ettiler. Tam ayranı içeceğim Sağlık Müdürü yanıma gelip kulağıma  ‘sakın içmeyin.’ dedi.  Neden dedim, ‘buradaki kuyu suyu koli basilli.’ dedi. Hemen ayranı getiren kadına sordum, sen bu ayranı bu sudan mı yaptın, diye. ‘Evet, başka suyumuz yok ki.’ dedi. Kime ikram ettilerse içmedi, ama ben içtim ve kendi kendime dedim ki, devlet olarak bu ülke bize hizmet götürmek için görev vermişse ve biz bu köye içme suyu götürememişsek hata bizim, dedim. Buranın halkı bu suyu içiyorsa ben de içeceğim, dedim ve içtim. Sonra çevreme baktım ve kaymakamlık tecrübemden hatırladığım bir yorumla çevrede gördüğüm bir çınar ağacının bulunduğu alanı Köy Hizmetleri Müdürü Hamza Kandi’ye  gösterip sordum, burada su bulunmaz mı, diye. ‘Hayır, efendim buralarda su bulunmaz’ dedi. Sen buraya bir sondajcı gönder, dedim. Sondajcı geldi. 11 gün sonra çok yoğun debisi olan harika bir su bulundu bu pırıl pırıl aydınlık yüzlü insanlar su şebekesinin açılışına tertemiz bayramlık kıyafetlerini giyerek geldiler. Böyle bir ortamda gözlerinden minnet duyguları akan bu insanlarla birlikte bu suyun açılışını yapmış olduk.

Bir başka hatıram; Pütürge’de, Tepehan Beldesinde yine Nemrut Dağı’na doğru yolu açtık. Tabi Adıyamanlılar da bize kızdı. Ama o arada oraya bir takım insanların gelmesi gerekiyordu. Pütürgeler oraya toplandılar. Bu da benim için Pütürgeliler, özellikle Tepehanlılar açısından çok olumlu bir değerlendirmeydi.

Osmanlının, Selçuklunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürünün yaşadığı,  buram buram insan sevgisiyle dopdolu, vatan millet ve bayrak sevgisinin üst seviyede olduğu, inancıyla, kültürüyle, yapısıyla insanlığa ve yöresine hizmetini devleti için yapan insanların bulunduğu bu Malatya’da her valimiz fevkalade güzel hizmetler yaptı. Her valimiz bir şeylere el attı. 

Bir konuya daha el atmak istiyorum; Arapgir’de el yapımı manusa denilen örtüler vardı. Eğer devam ediyorsa almaya hazırız demişlerdi. Tezgâhlar var ama ustasını bulamadım o zaman. Ayrıca hanımların önlük gibi kullandığı baskı bervanik denilen örtüler vardı. Kız Meslek Lisesi’nde bunun için özel bir sınıf açtık. Onun için de bize o zaman müracaat ettiler. Eğer seri üretiliyorsa almaya hazırız dediler. Yine, Yeşilyurt ve Gündüzbey’de üretilen dal bastı kirazı dünyanın en lezzetli kirazı olarak. Tanımlanmıştı. Bunu da değerlendirilmesi gereken konular olarak ifade ettim.

Ben tekrar bizlere bu topluluğu bir araya getiren ve bu duyguları bizlere yaşatan dernek başkanımıza ve yönetimine, öncülük yapan Sayın Galip Demirel ağabeyimize, bu toplantının fikir babası Sayın Mustafa Yıldırım kardeşimize tekrar teşekkürlerimi, tebriklerimi sunuyorum, hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum."

(DEVAM EDECEK)

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Ertaç Önal yazıları