SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Ertaç Önal

Bir Zamanlar Malatya- ARASA I

A- A+ PAYLAŞ

Ertaç ÖNAL

ertaconal@mynet.com

Sevgili Necati Güngör’'ün Malatya ile ilgili nostaljik anı ve tanımlarını zevkle, ilgiyle okur olduk. ‘’Annem Babam Malatya’’ ismiyle yayımlanan kitabını da öyle…. Güngör’'le ayni kuşağın insanlarıyız. Malatya tabiriyle ‘’taydaş’’ sayılırız. Babasının kasap dükkânı ile evimizin arası ancak 50-–60 m. mesafedeydi. Bu nedenle komşu da sayılırız.

Şimdiki Malatya Belediyesi S.O.S işletme Müdürlüğü (yeni adıyla MASKİ) binasının bulunduğu alan Buğday Pazarı'ydı. Bu meydanın üzerinde, etrafında çepeçevre ardıç ağacından yapılmış direklere dayanan, üstünde kiremit dizili ahşap, oldukça yüksek ve büyük sundurma bir çatı vardı. O zamanlar atermit ve ondülin yapı malzemeleri henüz keşfedilmemişti zahir. Buğday Pazarı meydanının yanında şimdiki Şıra Pazarı'na giden yol henüz açılmadığından tek katlı, sıralı Zahireci dükkânları bulunuyordu. Yatık (L) şeklinde sıralı olan bu dükkânların bitiminde Akpınar semtine giden yol üzerinde küçük marangoz atölyeleri mevcuttu. Bu atölyelerde imal edilen oklava, ekmek tahtası, tahta yemek kaşığı gibi basit el işlerinin yanında K.Maraş’tan getirip sattıkları işlemeli ceviz çeyiz sandıkları da pazarlanıyordu.

Zahireci dükkânlarının tam orta köşesinde cami tuvaletleri haricinde Malatya’'nın tek umumi tuvaleti bulunuyordu ki bu tuvaletin altından kanalizasyonların bağlandığı ve açıktan akan genişçe bir dere akıyordu. Halk arasındaki adı b..k lu dere olan bu akarsu Çarmuzu semtine kadar böyle açıktan akıp gider ve duyduğuma göre Çarmuzu semtindeki bağların sulamasında kullanılırdı.  (Şimdi böyle bir kanalizasyon deresi şehir merkezinden akıp gitse bütün sivil toplum kuruluşları ve halk ayaklanır belediyeyi eleştiri bombardımanına tutarlardı. Nereden, nereye.)

Bu nedenle Çarmuzu semtindeki bağlarda-bahçelerde yetiştirilen sebzeler pek alıcı bulmazdı çarşıda. Özellikle lahana satanlar büyükçe bir karton üzerine ‘’Orduzu temiz su lahanası’’ ibaresini yazarak pazar paylarını artırmaya çalışırlardı. Ama Çarmuzu semtindeki lahana yetiştiricileri buna da bir çözüm bularak lahana yüklü at arabalarını ara yollardan Orduzu yoluna çıkarıp şehir merkezine bu yoldan giriş yaptıkları ve lahanalarını orduzu lahanası diye manavlara sattıkları söylenirdi.  Lahana satıcılardan  ‘’Gocik Vahap’’ diye tanınan kişi dükkânına kesinlikle Çarmuzu lahanasını sokmaz, onca lahana yığını arasından bir tek Çarmuzu lahanasını bile eliyle koymuş gibi seçer bulurdu. Bu nedenle mevsimi geldiğinde yerli halktan lahana severler birkaç kuruş pahalı da olsa Gocik Vahap’'tan başkasının lahanasını satın almazdı.  ‘’Bu işin inceliğini’’ bilemeyenler ucuzluğuna ve gösterişine aldanıp Çarmuzu lahanasını kapıp giderlerdi. Vahap Özkocaoğlu'’nun ‘’Gocik’’ lakabı, aile unvanlarının ‘’Gocikler’’ olarak anılmasından geliyordu. Orta boylu, tıknaz, güçlü kuvvetli, tok sözlü biriydi. Arkadaşları ile gittiği bir piknik yerinde gurupta bulunan kadınlardan birisinin bir yanlış davranışı nedeniyle kadını belinden kavrayıp yanmakta olan gaz ocağının üstüne oturttuğunu ve kadının ağır yanıklarla hastaneye götürüldüğünü duymuştum.

Bir diğer özelliği de Dörtyol Şıkşık sokağındaki evinin bahçesinde hiç kimsenin bahçesinde bulunmayan çeşitlilikte ve güzellikte gül ağacı bulunmasıydı. Bu özelliği kaybolmasın diye hiç kimseye aşılatmak için gül vermediğini duymuştum. Yıllar sonra evimin bahçesine aşılattırdığım güllerin çeşitliliğine rağmen Gocik Vahap’'ın gül ağacı koleksiyonunu sık, sık duyar olduğumdan kıramayacağı arkadaşlarını aracı koyarak siyah ve asma güllerden birkaç aşılık gül çeşidi alabilmiştim yaşlanmış ve kendi kabuğuna çekilmiş Gocik Vahap’'tan.

(L) şeklindeki sıralı zahireci dükkânlarından ; ‘’Kavukçuoğlu Ticarethanesi Mustafa Kavukçu, Tuncaylar Zahire Evi Battal Tuncay ve oğlu Celal Tuncay, Tahsin Van-Dursun Van ticarethanesi, Alefçi (hayvan yemi satan anlamında)Alâeddin ve Abdullah Karadağ ile marangoz atölyelerinden ‘’Hacı Ömer Furun marangozhanesi’’ gibi isimlerdir hatırımda kalan. Bu zahireci dükkânlarının içinde ve önünde buğday, mısır, siyah mercimek, kuru fasulye, nohut gibi tahıllar ağzı açık çuvallar içerisinde toptan ve perakende olarak pazarlanırdı. Tahsin ve Dursun Van kardeşler; arasa ile Akpınar semti arasındaki Halfettin Mahallesi üzerinde bulunan Fahri Oral Un Fabrikasının un, kepek ve tavuk yemi mamullerinin tek pazarlamacısı, şimdiki deyimle genel distribütörü idiler. Varlıklı ve saygın esnaflardı ama Tahsin Van'’ın 1960’lı yıllarda kaçakçılıktan yakalanıp hapishaneye düştüğünü duyduk.

O yıllarda Malatya'’daki tek erkek meslek lisesi olan Şehit Kemal Özalper Sanaat Enstitüsü'nün, radyoların kısa dalga frekansından Malatya ve çevresine yayın yapan ve oldukça geniş bir dinleyici kitlesi olan verici bir radyo istasyonu vardı. Rahmetli Dilaver Uyanık amatör olarak bu istasyonun spikerliğini yapar ben de yine, sunuculuğunu Dilaver’'in yaptığı istek programlarını hazırlardım. Gelen istek mektuplarını tasnif eder, aynı şarkı veya türkü isteklerini yapan isimleri alt alta sıralar, bu istekleri makamlarına göre de ayırdıktan sonra istekte bulunanların isimlerini Dilaver anons ederken ben de okunan isim listesinin sonlarına doğru 45 devirli plağı düşük volümle başlatıp, giderek artırarak yayınlardım. Plak arşivimiz pek geniş sayılmazdı. Bu nedenle her isteğe cevap veremez ama istekte bulunanların isimlerini bir başka istek listesine eklerdim. Zaten önemli olan istekte bulunanın isminin radyoda okunmasıydı o zamanlar. Bir gün gelen bir istek mektubu dikkatimi çekti. Mektup güney illerimizin birisindeki bir cezaevinden geliyordu. İstenilen şarkılar; ‘’Gençlik elde iken devran sürmedim ihtiyarlıkta devran sürmek güç olur ve Mahpushane seni yapan kör olsun…’’ İstekte bulunan tanıdık bir isim, Tahsin Van... Yüreğimin burkulduğu hissettim. Uzun boylu, yakışıklı, şık giyimli bir insandı. Yardımsever olduğunu duyardım. Dizginleyemedikleri ihtirasları insanları nereden nereye taşıyordu.

Söz bu radyo istasyonundan açılmışken bir başka anımı anlatmadan geçemeyeceğim; Bir gün bir istek mektubu aldık. İstekte bulunanlar Malatya'’nın zengin olarak bilinen fakat cimrilikleri ile tanınmış 5–6 ismi. Ama imzaların sahte olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. İstenilen şarkı, Hakkı Bulut'’tan ‘’Ah fakirlik, fakirlik olmaz olsun fakirlik’’ isimli arabesk ve güncel bir parça. Birkaç gün sonra Kışla Caddesi'nde bir grup arkadaşıyla gazeteci arkadaşım rahmetli Erhan Kırçuval’'a rastlıyorum. Yanıma gelerek istek programlarından kimsenin memnun olmadığını söylüyor bana. Sebebini soruyorum, isteklerin ve istekte bulunanların isimlerinin yayınlanmadığını söylüyor. Örnek vermesini istiyorum, söylemek istemiyor. Israr edince yukarıda bahsettiğim şarkıyı ve istekte bulunduğunu iddia ettiği isimleri sayıyor. Suçluyu yakalamış olmanın verdiği keyifle kahkahayı basıyorum. Neden üşenmeden bunu yaptığını soruyorum, ‘’Bu isimler böyle bir şarkı isterse toplumda oluşacak tepkiyi merak ettim.’’ Diyor. Hey gidi koca Erhan, kimin aklına gelir böyle bir merak?

Buğday Pazarı'nın ortasındaki büyük meydanda ise gerek bu zahireci dükkân sahiplerinin gerekse, dükkânı olmayan zahirecilerin meydana yığdıkları buğday yığınları bulunurdu bu yığınlar etrafına, içleri dolu yatık çuvallar konularak iki yığının birbirine karışması önlenirdi. Buğday Pazarı'nın bir diğer adı ‘’Arasa’’ idi. Arasa ismi Arapça <a’ras> ( Arse) (arsalar, meydanlar)  kelimesinden halk tarafından türetilerek arasa halinde telaffuz edilir olmuş ve bu isim daha ziyade yaşları 50'’nin üzerinde olan (nesl-i sabık) insanlar tarafından kullanılırdı.

Arasanın maskotu sayılan bir isim ‘’Horey Bacı’’ idi. Horey Bacı 50’li yaşlarda oldukça kilolu (tahminen 130 kilo civarında) iri yarı bir kadındı. Sanırım ‘’Gut’’ hastalığı nedeniyle ayakları oldukça şiş bir görünümdeydi ve nasırdan yarılmış ayak topukları oluk, oluktu. Kış mevsiminde pek ortalarda görünmez. İlkbahar ile birlikte arasa meydanını mekân tutar sabah erkenden gelip akşam gün batımına kadar çalışırdı. Horey Bacı’'nın yaptığı iş, meydandaki buğday yığınlarını ‘’tepir’’ denilen yuvarlak ve yassı, derinliği olmayan,    tahtadan yapılmış, genişçe bir tepsi ve kalbur ile eleyerek ufak taşları ve saman çöplerini ayıklamaktı. Kocaman buğday yığınlarını birkaç gün içinde eleyerek taştan, çöpten arındırır sonra ayni işi başka bir buğday yığınında devam ettirirdi. Kırlaşmış saçlarını örten yazması başından hiç eksik olmazdı. Üzerine kolsuz yün hırka giydiği eski entarisi, diz kapaklarının altına kadar uzanır, buradan ayak bileklerine kadar da içten giydiği desenli Sümerbank pazeninden yapılmış ucu lastik boğumlu iç giysisi görünürdü. Çalışırken bacaklarından birini tam uzatır, diğerini de diz kapağından eğerek üstüne otururdu. Konuşurken çapaklı gözleriyle kimsenin yüzüne bakmaz, sorulan suallere yaptığı işi bırakmadan cevap verirdi. Horey Bacı’'nın bir özelliği de kuru fasulye ile fala bakmaktı. Öyle her önüne gelenin falına bakmazdı. Tanıdık birinin biraz ısrar ve ricası gerekliydi bunun için. Entarisinin cebinden çıkardığı bir avuç kuru fasulyeyi yere saçar, fasulyelerin uç uca veya yan yana gelenlerini gruplara ayırarak falına baktığı kişinin ahvaline yorum getirirdi. Falına bakılan kişi (ki genelde bunlar çarşaflı kadınlar olurdu)  aldığı yorumlar göre bazen keyifle bazen de, hüzünle cebinden çıkardığı birkaç kuruş bozukluğu Horey Bacı’'nın önüne bırakarak hızlı adımlarla ayrılırdı arasa meydanından. Ermeni bir vatandaşımızdı Horey Bacı. Dürüstlüğü, çalışkanlığı ve tok gözlülüğü ile sevilen renkli bir sima idi.

Alâeddin ve Abdullah Karadağ kardeşlerden Alâeddin'’in güvercin besleme merakı arasa esnafını yıldırmıştı ama yine de takla atan güvercinlerini keyifle seyrederlerdi. Abdullah ise ağabeyinin bu merakından hiç hoşlanmaz, yoğun olmayan iş günlerinde etrafına topladığı esnafa güncel olayları abartılı ve ağdalı bir dille anlatır, etrafındaki insanların kahkahalarıyla coşarak abartının dozunu iyice artırırdı.

Pazar ve bayram gibi tatil günlerinde ve geceleri meydanda yığılı onca buğday yığınlarını bekleyen özel bir koruyucu yoktu. Sadece geceleri mahallenin gece bekçisi İbrahim Ağa kısa boyuna rağmen güçlü, kuvvetli, çevik ve cıva gibi dört dönerdi mahallede. Çocukluğumun ve gençliğimin ilk yıllarının geçtiği bu semtte hırsızlık olayı duymadım hiç. Bu meydanın bir de doğal bekçileri vardı ki özellikle geceleri buradan geçebilmek her babayiğidin harcı değildi. Köpekler.. Arasa’ya 20 metre mesafedeki Kasap Pazarı'nın atık kemikleriyle beslenen iri yarı köpekler. Bir ordu gibiydiler. Sayıları otuzun üzerinde. Başlarındaki liderleri nereye gitse hepsi onu takip ederdi. Yabancı bir köpek o mıntıkaya yaklaşamazdı. Enteresan olan semt esnafını ve mukimlerini tanır, yabancıya geçit vermezlerdi. Gündüz ortalıkta görünmez, akşam karanlığı çökünce çıkarlardı ortaya.

1966 yılının Ocak veya Şubat ayları idi, şiddetli bir kış mevsimi yaşıyordu Malatya. Sınıf arkadaşım Cengiz Çağlayan ile (şimdi diş hekimi) gece geç vakitlere kadar bizde ders çalışmıştık. Cengiz’'i dış kapıdan uğurladıktan sonra tam yukarıya çıkmak üzereydim ki kapı tokmağı şiddetle çalmaya başladı. Koşarak avluya inip dış kapıyı açtığımda yüzü korkudan sararmış Cengiz ve arkasında  arasa’nın doğal bekçileri.. Cengiz’' in herhangi bir yöne kaçması mümkün değil yarım ay şeklinde ve 3 sıra halinde tam savaş düzenine geçmişler. Dışarı çıkıp bağırınca savaş düzenini bozup dağılıyorlar. Ama Cengiz, ‘’bana 'tüccar pazarına kadar refakat etmezsen mümkünü yok gitmem' ’’diyor. Çaresiz ayakkabımı ve paltomu giyerek o’nunla birlikte yürüyorum. Bu kez merasim kıta’sı gibi tek sıra halindeler ve bizim yürüyüşümüzü başlarıyla takip ediyorlar doğal bekçiler. Cesaret bulan Cengiz fırsatı kaçırır mı?  ‘’'Ula gardaş bu durumu rüyamda görsem inanmazdım dur hele şunlara bir nutuk çekem' ’’ diyerek bir çırpıda arasa meydanının yol tarafındaki çuvallardan birinin üzerine çıkıp başlıyor tarihsel(!) nutkuna; '‘’Değerli arhadaşlar bu gece burada sizlernen tanışmanın mutluluğunu yaşıyım. Sizin büyük haksızlıklara uğradığınızı biliyim. Ama, bundan sonra sizin hakkınızın savunucusu olacam. Haksızlığa uğrayan yalnız sizler degilsiniz' diye başlayıp kendi sorunlarını anlatarak devam ediyor.   Kendisine haksız yere zayıf not veren öğretmenlerden, harçlığını kısıtlı veren babasından v.s aklına gelen her konudan bahsederek uzunca bir nutuk atıyor. İlginç olan, Cengiz'’i semt sakini olarak benimsemiş olacaklar ki, cümlesini her tamamladığında köpeklerin bir kısmı uluyarak, bir kısmı da havlayarak tezahürat yapıyorlardı adeta. Gülmekten gözlerimden yaş akıyor o soğukta.

(SÜRECEK Yazılardandır)

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

1 yorum yapılmış

  • Alper KARAKURT (8 yıl önce)
    Yazınızda Bahsetmiş olduğunuz Dedem Tahsin VAN'la ilgili yazılarınız için teşekkür ederim.
    0
    0
    Yanıtla

Ertaç Önal yazıları