Malatyalı Öğrenci Tenezzühleri- 3
O şiir 'Ben Malatyalıyım gardaş.. Bizde sevdalar bakmakla başlar bakmamakla biter..'
Ertaç ÖNAL ertaconal@mynet.com
Eminim birçok okurumun; “Nedir bu tenezzüh, menezzüh ayakları arkadaş, şunun Türkçesini yazsan daha iyi değil mi ?” dediklerini duyar gibi oluyorum. Eh! Az buçuk da olsa Farsça ve de Osmanlıca’ya vukufiyetimizi nasıl belli edeceğiz? Ayrıca bırakın da Farsça, Osmanlıca cümle kurmanın özgürlüğünün de (!) tadını çıkaralım yani.
Uzaklaşmak, gezip dolaşmak gibi muhtelif anlamlar ihtiva etse de biz burada 'Tenezzüh' kelimesini sıkıntıdan, üzüntüden bir nebze uzaklaşabilmek adına gül bahçesinde dolaşır gibi nostaljik bir gezinti anlamında kullanmak istedik sadece….
***
Muhteşem veda gecesi
Yapımcı ve Rejisör Ertem Eğilmez “Hababam Sınıfı” filmini sanki bizim dönemin 5 Ed/A ve 6 Ed/A sınıflarımızdaki olayları dinleyerek çekim yapmış. Tabi filmlerdeki olaylar oldukça abartılı anlatılmış ama inanın o iki yıl yaşadıklarımız olaylar tam da filmlere konu olacak düzeydeydi. Öğretmenlere saygısızlık yoktu ama her gün mutlaka okulun ve öğretmenler odasının gündemini bizim sınıf arkadaşlarımızın olayları doldururdu.
Turan Emeksiz Lisesi'nin futbol takımının, güreş takımının, voleybol ve basketbol takımlarının, resim, edebiyat guruplarının yarısından çoğu bizim sınıf öğrencilerinden müteşekkildi. Mezuniyetimizden sonra hangi öğretmenimize rastlasak bizden sonra okulun tadının, tuzunun kalmadığını ifade eder oldular.
Okul arkadaşlarımızdan lakaplarını hatırlayabildiklerim; Kart Horoz (Mustafa Uçman), Cırıt Feyzi (Fevzi Aytemur), Kör Hüseyin namı diğer Tahir (Hüseyin Taşdemir), Armut Dinçel (Dinçel Üşenmez), Kaleci (Gürol Türkdoğan), Jilet Necati (Necati Çobanoğlu), Urfalı ( Vedat ….), Cücük Hakkı (Hakkı Çınar), Palto namı diğer Hafo (Cengiz Çağlayan), Vakkas (Vahap Karataş), Hacı (Mehmet Orhanoğlu), Çivit (Adnan Akarfırat), Toto (Eray Ergür), Muhtar veya Mıh (Muharrem Doğan), Halterci Adil (Adil Karamanlı-üstteki fotoğrafta), Kiki (Kirkor Yastangaç), Çekem (Karnik Yaşruel)..
Öğretmenlerimizin de lakapları vardı, hatırladıklarım; Sağır Hakkı, Kasap, Gaffar, Pis Bıyık, Koço, Cenaze, Hırnıkli, Koçero, Deli, Sıfırcı, Cilalı, Rindo, Kiling, Tavuk, Nana...
Bu lakaplar tamamen mecazi anlamda takılmış ve uzun yıllar kullanılmıştır. Örneğin Adil Karamanlı, tuttuğunu koparan, azimli, tutarlı, dostluğuna son derece güvenilir, fedakâr bir arkadaşımızdı. Bu özellikleri nedeniyle bu lakap takılmıştı. Lakabı ile birlikte söylemeyince tanınmazdı. “Deli” lakabı sözünü esirgemeyen, sözünün arkasında duran, pervasız kişilere takılmıştı. Pis Bıyık takma isimli hocamız bırakın bıyığının pis veya temiz olmasını, hiç bıyık bırakmamıştı
Sınıfımız öğrencilerinin her dalda yetenekli öğrencilerden oluştuğundan dem vurmuştum yukarıda. Bu yetenekleri sergilemeden mezun olmak istemedik. Okulun resim sergisine Mustafa Uçman ve Hüseyin Taşdemir’in yaptıkları resimler (aşağıdaki fotoğraflarda) damga vurmuştu. Keza Hüseyin Taşdemir ve Fevzi Aytemur okullar arası yarışmalarda kilolarında güreş şampiyonu oldular.
“Modern Folk Üçlüsü” gurubunun solist ve gitaristi Türk pop müzik dünyasında da isminden söz ettiren Selami Karaibrahimgil (üste sağdaki fotoğrafta) okulun basketbol takımının en gözde basketçisiydi. Voleybolde Sedat Canyalçın yapılan maçlarda smaçları ile harikalar yaratıyordu.
İlk fotoğraf Hüseyin Taşdemir'in tablosu, ikinci fotoğraf Mustafa Uçman'ın nü tablosu.. Tabloları inceleyen ilk fotoğrafta sol, ikinci fotoğrafta sağ baştaki de okul müdürümüz Necmettin Ecevit
Okulun futbol takımının kalecisi Gürol Türkdoğan ayni zamanda Amatör kümede mücadele eden Malatya Gençlik takımının kalecisiydi. Urfalı Vedat ise Malatyaspor takımının 2. ve 3. ligde forvet hattının değişmez oyuncusuydu. Bir de halter dalında kilosunda Türkiye şampiyonu olan iki arkadaşımız, Adil Karamanlı ve Necip Akmete hepimizin gururuydu.
Bizim dönem okulumuzun diğer sınıflarında da çok yetenekli arkadaşlarımız vardı ki özellikle tiyatro dalında İhsan Özçelik, Ergen Tanyol. Metehan Canbolat ve de özellikle tiyatro ve sinema dalında Türkiye genelinde ismini duyuran, asker olan babasının görevi nedeniyle o dönem Malatya'da bulunan Şermin Hürmeriç, “Muhsin Bey ve Eşkıya” filmlerinde Şener Şen ile başrollerden birini oynayıp “Muhsin Bey” film çekiminden sonra Şener Şen ile evlilik yapan bir arkadaşımızdı.
Turan Emeksiz Liseli bir grup öğrenci piknik gezisinde (Kızlardan soldaki Şermin Hürmeriç)
Her gün değişik bir mizansen ile değişik oyunlar icat ederdik. Örneğin bir başka sınıftaki kıza gönlünü kaptıran kıza “Zöhre”, bizim oğlana da “Tahir” adını takmıştık. Sazlı, sözlü düğün alayı oluşturup Zöhre takma adı takılan kızın bulunduğu sınıf mümessilinden kız istemeye giderdik espriler, kahkahalar gırla giderdi ve bunu 15 dakikalık teneffüse sığdırırdık iyi mi?
Bizim halterci Fevzi başka sınıftaki bir kız öğrenciye gönlünü kaptırmış. Tabi arkadaşlar Fevzi’nin saflığından istifade her konuda olduğu gibi bu konuda da konuşturup kahkahalarla gülerlerdi.
- Feyzi seviymisin ?
- He ya seviyim.
- Peki O da seni seviy mi?
- Vallaha bahmaya bahıyı, gülmeye gülüyü, amma seviy mi sevmiy mi bülmeeem.
Facebook arkadaşlarımızdan sevgili Av. Rezzan Aydınoğlu ile sıra arkadaşı Birsen isimli sınıf arkadaşlarımız Fevzi’nin bu son cümlesini her lafın arasında sık sık söyleyip kahkahalarla gülerlerdi. Bilmem hatırlarlar mı?
Son sınıf öğrencileri için geleneksel haline gelen okula veda gecesini eski adı ve şimdi yeniden adı Malatya Lisesi olan Turan Emeksiz Lisesi'nin gelmiş, geçmiş en renkli öğrencilerinin oluşturduğu sınıfımız adına çok muhteşem gösterilerle yapmak istiyorduk. Bu konuda oldukça yetenekli olduğumu tevazu göstermeden açıklayabilirim. Çünkü son 3 yıl içinde Malatya’nın sosyal hayatında Halk Eğitim Merkezi adına hazırladığım gecelerle, Erkek Sanat Okulu (şimdiki ŞKÖ Endüstri Meslek Lisesi) bünyesinde, kısa dalga 43 metreden yayın yapan Malatya Radyosu için hazırladığımız programlarla oldukça etkili oluyordum.
Tasarladığım veda gecesi projesi için okul müdürümüz Necmettin Ecevit (yandaki fotoğrafta) ile görüşmeye gittiğimde daha proje filan açıklamadan “Ne gecesiymiş, ne vedasıymış, gidin dersinize çalışın. Biriniz eline kırık bir saz alıp çalacak üç beşiniz de türkü söyleyecek oldu veda gecesi. Haydi, haydi işinize bakın!.” diyerek konuşmama fırsat vermemişti. Bu cevaba sınıf arkadaşlarım da üzüldü ama, durun moralinizi bozmayın bir çare bulurum, dedim. Ama henüz kafamda oluşturduğum bir fikir yoktu.
Okul dağıldıktan sonra yol boyunca yürürken çeşitli düşüncelerle PTT karşısında, Parlak Pasaj içindeki, uğrak yerim olan Dilaver Uyanık ve Nevzat Dedik’in müştereken işlettikleri “Renk Reklam" stüdyosuna geldim. Biraz sohbetten sonra Dilaver Uyanık, yaklaşık 3-4 ay önce Malatya Valiliği'ne atanan Vali Ali Rıza Aydos’un kendisini çağırttığını, 1 yıla yakın zamandır kapalı tutulan Malatya Radyosu'nu tekrar faaliyete geçirmenin mümkün olup olmadığını sorduğunu, kendisine hoş geldin ziyaretinde bulunanların hemen tamamının radyonun faaliyete geçirilmesini talep ettiklerini, bunu yapmak için ne yapılması gerektiğini sorduğunu söyledi.
Dilaver de cevaben elde kayıt ve yayın yapmaya müsait teyp, teyp bandı ve plak arşivi bulunmadığını, yıllarca 2-3 arkadaşıyla amatörce yayın yaptıklarını, yayın ve kayıt yapmaya müsait sadece Çırmıhtı'da Terzi Yunus’un (Gök) elinde uygun bir teyp bulunduğunu (TK345), hacim olarak büyük ve ağır olan bu cihazı getirip götürmenin çok zor olduğu gibi teyp sahibinin de artık usanç duyduğu için mazeret ürettiğini, plak için Malatya’daki iki plak bayiinden ödünç plak alındığını anlatmış.
Asgari 5 bin lira gibi o zaman önemli bir meblağ olan para temin edilir ve bu para ile teyp, bant ve plak alınırsa radyonun yayına açılabileceğini söylemiş. Vali de bu parayı temin etmenin çok zor olduğunu ifade ederek teşekkür etmiş.
Rahmetli Dilaver (Uyanık- yandaki fotoğrafta) sözünü bitirir bitirmez 'ben parayı temin edeceğim, kalk Vali’ye gidiyoruz' dedim ve o anda veda gecesi için hazırladığım projeyi anlatıp bunu küçük bir salonda ücretsiz değil, kapalı spor salonunda halka açık ücretli yapacağımızı, yeter ki bize çalışmak için salon temin edilmesini ve okul müdürünün onayının alınmasını söyledim.
Vali Ali Rıza Aydos, anlattıklarımızı dinleyince ne kadar çok heyecanlandığını ve sevindiğini her haliyle belli ediyordu. Bana; “Bu çalışmaya katılacak öğrencilerin listesini getirin hemen yazılı talimat vereceğim” dedi.
O yıllarda okulda tek tedrisat uygulandığından sabah ve öğleden sonra okula gidiyor, saat 15.30'da okul dağılıyordu. En uygun çalışma yerimiz okuldaki sınıfımızdı. İstediğimiz derse girip girmeme serbestisiyle diğer sınıflardan da aldığımız takviyelerle ilk etapta yaklaşık 15 kişilik bir çalışma gurubuna yazılı izin almıştım. Daha sonra ihtiyaç nedeniyle bu sayı bir kat arttı. Vali bey bir dediğimizi ikiletmiyordu.
O yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosu'nda “Kocaoğlan” isimli oyun kapalı gişe gösterimdeydi. Dilaver ağabeyin tiyatro oyunculuğu ve sahneye koyma tecrübesi vardı, önceki yıllarda kendisi lise öğrencisiyken “Kral Lear” ve “Kral Oidups” gibi çok ağır oyunları eski Malatya Lisesi binası (şimdi İl Milli Eğitim Müdürlüğü) yanındaki okula tahsis edilen eski İstanbul Sineması'nda (Gazi İlkokulu'nun yanında şimdi park olan yerdeydi) sahneye koymuş ve çok beğeni almıştı. Bu oyunlarda kendisi de öğrenciyken rol alarak Dilaver Uyanık’ın rahle-i tedrisinden geçtiğini Bolu Koru Otel'de yapılan bir Malatya gecesindeki bir sohbet esnasında bizzat Kenan Işık söylemişti. Nitekim Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümünde eğitim görmüş ve bu aralarda Devlet Tiyatrolarının sahneye koyduğu bazı oyunlarda küçük de olsa rol almıştı.
Dilaver ağabey benim Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve halk dansları ile kısa komedi skeçleri programımın skeçler yerine Kocaoğlan oyununu eklemeyi teklif edince şaşırdım ve 'bu oyun orta oyunu mu ki kapalı spor salonunda sahnelensin sahne dekorunu nasıl yapacağız, çünkü benim kafamda salonu yemyeşil ağaçlandırma projesi var' dedim. “Sen merak etme, ışıklarla ben bunu hallederim” dedi.
Şimdi yıktırılmış olan Malatya Kapalı Spor Salonu'nda (Atatürk Spor Salonu) bir etkinlik
Okul müdürümüzün bu emrivaki nedeniyle bana oldukça kızgın olduğunu bakışlarından anlıyordum, hatta arada bir bana; “Fiyaskoyu göreceğiz” diye laf çakıyordu. 15 gün geceli gündüzlü bıkıp usanmadan yorgunluk ve bıkkınlık göstermeden çalıştık.
Son yedi günlük çalışmayı kapalı spor salonunda (bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Hacı Uğur Polat'ın, İnönü Stadı'yla birlikte törenle yıktırdığı Atatürk Spor Salonu) gece geç vakitlere kadar yaptık.
Kapalı spor salonu yeni yapıldığı için Bölge Müdürü Mıh Osman (Çağlı- yandaki fotoğrafta) elinden gelse bizi hiç salona sokmayacaktı. Hele bir de salonu ağaçlandıracağımızı duyunca baygınlıklar geçirdiğini duyduk. Ama her engeli Vali kanalı ile aşıyor, çeşitli kurumlardan ve özellikle o yıllarda Malatya’da bulunan Hava İkmal Genel Müdürlüğünden çok önemli lojistik destekler (ışık ve ses düzeni, zemine kapladığımız kalın branda gibi) alıyorduk.
Malatya dışındaki bir yakınımın Orduzu- Eskimalatya yolu arasındaki bahçesinin bir bölümündeki ağaçların yol genişletme çalışması nedeniyle kesilmesi gerekiyordu. Bu konuda yazılı bir tebligat gelmiş ve yakınım, bu işi benim yaptırmamı rica etmişti. Tam zamanıydı, belediyece işaretlenen dut ve kayısı ağaçlarından 12 adedini gurup olarak gittiğimiz bahçeden içimiz sızlayarak dallı budaklı, yapraklı, hızarla dibinden kestirip tahsis edilen resmi bir kamyon ile yükletip salona getirdik. Ağaçların tabanına dik durabileceği ölçüde sağlam tahtalar çakıp ses düzenine ait kabloları, mikrofonları yerden getirip ağaçların dalları arasına gizledik. Yerdeki branda üzerine çayırlardan kalıplar halinde kestirerek serdiğimiz çayır çimenleri ile kabloları ve ağaçların üzerinde durduğu geniş tahta kalıpları gizledik. Dekor olarak, belirlenen yere çıkrıklı maket kuyu ve yufka ekmeği pişirilen ocak ve üzerine sac konuldu. Kısaca özetlersek kapalı spor salonunu tam bir köy bahçesi görünümü aldı. Salonun gereken yerlerine yükselebilen voltajlı far ampuller yerleştirildi. Halk Eğitim Merkezi'nden halk oyunları ve halk türküleri desteği alındı. Sahnelenecek olan “Kocaoğlan” oyunu için gerekli dekorlar ressam olan Hüseyin Taşdemir ve Mustafa Uçman arkadaşlarımız tarafından hazırlandı.
Şehrin muhtelif yerlerine asılan afişlerde “MALATYA FESTİVALİ” ismi ile eğlence gecesi duyuruldu ve biletler Valilik kalemince satışa sunuldu. 2 bin 500 kişilik salona 5 bin bilet satıldı ve iki günde tükendi. Gösterimden bir gün önce son provaya Lise Müdürümüz rahmetli Necmettin Ecevit ve Başmuavin Nurettin Gökbulut geldiler. Prova bitiminde Müdürümüz Necmettin Bey beni çağırarak mahcup bir yüz ifadesi ile "Geceyi lisemiz adına yapamaz mısınız?" diye sordu. 'Elbette Hocam, sadece geliri radyo açılması için Valilik tasarrufundadır' diye cevap verdim. Yüz ifadesinde mahcubiyet ve memnuniyet belirgindi. “Doğrusu değil bu kadarını, yüzde birini bile tahmin etmiyordum” deyiverdi.
Saat 20.00 de başlayacak program, salon tıklım tıklım dolduğu için kapılar saat 19.30 da kapatıldı. Sonradan öğrendiğimize göre elinde bilet olup salona giremeyenler çok olmuş.
Halk ve TSM musikisi gösterimindekiler mahalli kıyafetlerle ağaçların diplerinde ayrı gruplar halinde çimler üzerine bağdaş kurarak oturup bir sohbet havasındayken ellerinde mikrofon olmadan (her ağacın dalları arasına gizlenmiş 4-5 mikrofon vardı). Çeşitli mizansenlerle koro ve solo türkülerini değişimli olarak sundular ve oldukça beğeni aldılar. Tabi arada halk dansları gösterileri de yine o ağaçlar dibinde oturanlarca yapıldı. Doğallığa azami özen gösterilerek çeşitli mizansenlerle süslenmiş sunumlar o güne kadar sahnelerde görülmemişti. Musiki gösterimlerinden sonra saat 23.00-01.30 arasında “Kocaoğlan” oyunu sahnelendi. Spot lamba ışıklarını ustaca kullanarak sahne değişimlerini Nevzat Dedik hiç aksatmadan tamamladı. Gösterim bitinceye kadar protokol dâhil bir tek seyirci dahi salondan ayrılmadı.
(Bu arada merak edenlere Orhan Asena’nın yazdığı Kocaoğlan oyunun konusunu da söyleyeyim. Bir Anadolu kasabasına gelen cambaz, akrobat, jonklör, ses ve saz sanatçılarından oluşan kumpanyanın genç ve güzel kızlarından birine kasabanın ileri gelen ailelerinden birinin oğlu âşık olur. Delikanlının babası ise belediye başkanından yardım isteyerek bu aşkı engellemek ister. Kasabanın iri yarı delisi Kocaoğlan da âşıktır kıza ve kızı kaçırıp kuytu bir yerde hiç dokunmadan onu seyreder. Oyunun ana teması budur. Bu oyun o sıralar Ankara Devlet Tiyatrosu'nda kapalı gişe sergilenmektedir.)
Bu oyunda kasabanın delisi Kocaoğlan'ı Dilaver Uyanık, kasabanın bitirim külhanbeylerini Hüseyin Taşdemir ve Mustafa Uçman, kumpanyanın güzel kızını Semra…(soyadını hatırlayamadım), bu güzel kıza aşık olup evlenmek isteyen çapkın delikanlıyı Ayhan Erdoğan, delikanlının tanınmış işadamı olan babasını ben Ertaç Önal, kumpanyanın çığırtkan reklamcısını elinde çıngırak, sırtında reklam tabelası ile kasaba meydanında dolaşarak öndeki iki adet altın dişini göstere göstere “Duyduk duymadık demeyiiiin” diye reklam yapan Dinçer Üşenmez canlandırdık. Tabi bu arada kumpanyanın sihirbazını, jonklörünü, ses sanatçılarını da oyun içinde canlandıran arkadaşlarımız vardı. Ses akustiği muhteşemdi onca kalabalık koca salonda elimizde mikrofon olmadan her diyaloğumuz rahatlıkla duyuluyordu.
Gösterim öncesi ve sonrasında gecenin Turan Emeksiz Lisesi öğrencilerince Malatya Radyosu yararına düzenlendiği anonsunu yaptırdığım için rahmetli okul müdürümüzden okkalı teşekkürlerin yanında “Böyle bir gösterim bu güne kadar yapılmadığı gibi bundan sonra da yapılabileceğini sanmıyorum” övgüsünü almak tüm yorgunluğumuzu aldı. Bu gösterimle ilgili flaş patlamaları ile seyircinin Kocaoğlan oyununda dikkati dağılmaması adına salona fotoğrafçı alınmadı. Yoğun telaş içinde de bir gün önce yapılan provalarda çekim konusu maalesef unutuldu. Bu nedenle tek kare bile fotoğraf yok. O gece salonda bulunanlardan o gösterimi hatırlayanlar mutlaka vardır.
Turan Emeksiz Lisesi'ndeki kadın öğretmenlerimiz
Geceden 10 bin TL civarında gelir sağlandığı açıklandı ve kısa süre sonra radyomuzun tüm gereksinimleri fazlasıyla alınarak yayına açıldı.
Hazırladığımız gecenin beklenmeyen bir başarı ve beğeni ile sonuçlanması birkaç yıl sonra, Cumhuriyetin 50. Yılı için yine hiçbir kurum ve kuruluştan destek almadan 5 arkadaş başlattığımız Kayısı Şenlikleri aktivasyonu için bir teşvik ve referans olmuştu adeta.
Bu konuyu rahmetli hemşerimiz Hüseyin Uğur Kıvılcım’ın bir şiiri ve buna bağlı Erkan Oğur’un seslendirdiği içli ve de duygu yüklü bir Malatya türküsü ile noktalayalım:
Ben Malatyalıyım gardaş O zamanların sisli kalıntılarıdır gözlerimdeki bu buğulu bakış Tezek yanan ocak başında oturmuşum Ocak başı deyince anılar gelir aklıma Dedem kurtların şehere indiğini anlatır Babam Karacaoğlandan çalar Âşık Garipten okur Elvis Presley dünkü çocuktur Bizde sevdalar bakmakla başlar bakmamakla biter Bizde kızlar diskoya baloya dansa gitmez Dans deyince Aklıma harman yerinde halay çeken köylü kızlar gelir Titrer omuz titrer göğüs Bir görseniz dans ediyor dersiniz Venüs Ben doğuluyum, Malatyalıyım gardaş
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2019/12/Erkan-OĞUR-pencereden-kar-geliyor.mp3"][/audio]
Pencereden kar geliyor Aman annem gurbet bana zor geliyor Sevdiğimi eller almış Aman annem o da bana ar geliyor...
Kehribar gibi mal
Lisede okurken yaz tatillerinde arkadaşlarımız ile ilişiğimiz kesilmiyor, mutlaka bir ortamda birlikte olmaktan zevk alıyorduk. Kâh amatör kulüplerde futbol oynuyor, kâh mesirelerde hayfene kuruyor, çeşitli oyunlar ve şakalarla hoşça vakit geçiriyorduk. Bazen de alışık olduğumuz kahvehanelerde tavla yarışmaları yapıyorduk.
Bir grup arkadaşımız Hüseyinbey Köprüsü mevkiindeki (Atatürk- Kışla Caddesi'nin üst başı)Tosunoğlu kahvesinde buluşurken bir kısım arkadaşlarımız da cadde üzerindeki Beyoğlu kıraathanesi müdavimiydiler. Buranın müdavimleri arasında Gürol Türkdoğan (Kaleci), Necati Çobanoğlu(Jilet), Mehmet Aslan, Hüseyin Taşdemir (Kör), Eray Ergür (Toto), Mustafa Nebioğlu, öğrenci ve okuldan arkadaşımız olmayan ama bizlerle yaşıt kahvehane müdavimi Erol ….(Asas) hatırlayabildiğim isimler.
Bunlardan “Asas” lakaplı Erol isimli arkadaşımız enteresan, tipik bir insandı. Kısacık boyuna ve çelimsiz görünümüne rağmen ceketinin yakasını geriye doğru ittirip ayakkabısının yatık topuğuna basarak yürür, konuşurken de sağ elinin baş parmağını avucu ortasına kıvırıp diğer dört parmağını bitiştirip yere doğru eğerek “Asas da….” diye söze başlar kısa konuşarak kendisine ağır abi süsü verirdi.
Bununla ilgili yıllarca gündemde kalan komik bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Hüseyin Taşdemir (Kör Hüseyin-Tahir) anlatıyor;
-“Kahvehanede ben, Gürol, jilet Necati ve Mehmet Aslan, Asas Erol’ün hal ve tavırlarını konuşuyorduk. İçimizden biri Asas Erol’un esrar kullandığından şüphelendiğini, Erol’un evinin bulunduğu Boztepe (şimdiki Yeşiltepe) mevkiinde esrar içenlerin çok olduğundan bahsetti. Bundan emin olmak için bir senaryo hazırladık. Kaleci Gürol komşularının ahırından az miktar inek pisliği alıp bir jelatin içine koyup ütü ile yassıltıp kurutarak esrar görünümü verdi. İki gün sonra Asas Erol kahveye geldiğinde, Gürol bize hitaben ama Asas Erol’a da duyurarak;
–Malı getirdiler haydi parka gidip neşemizi bulalım dedi. Hep birlikte ayağa kalkıp Asas, bize müsaade işimiz var deyince Erol,
-Hoooop arhadaş, ben de gelecem, asas da uyuz oldum sizin bu gidişinizden, dedi. Biz nazlanarak yav bizim özel bir işimiz var deyince bizimle gelmek için iyice ısrarlandı.
Canımıza minnet, plan işlemeye başladı. İnönü Parkı'nın (Hürriyet Parkı) sanat okulu tarafındaki uçak enkazlarının bulunduğu yere geldik. Gürol cebinden jelatin içinde kuruttuğu inek pisliğini çıkarıp küçük parçalara böldükten sonra özellikle sigaranın ağız kısmına yakın tütün arasına koyup sigarayı sardı. Sigarayı yakmasıyla Asas Erol’un;
-Huuopp, bitirdin be ver şunu demesi bir oldu.
Erol, bu inek pisliği sarılı sigarayı tek başına sonuna kadar içti. Ve haydi kerneğe doğru gidek, dedi. Hep birlikte parktan çıkıp Erol önde bizler onun 4-5 adım gerisinde kanal boyundan Kernek'e doğru yürüyoruz. Ama Asas Erol’un bir yürüyüş tarzı var ki katılıyoruz gülmekten. Erol, esas duruş vaziyetinde başını sağa, sola hiç çevirmeden heykel gibi yürüyor. Aramızdan birisi “yav bu çocuk tam havaya girdi, esrar içtiğini sanıyor” dedi. Ama bizim karnımıza sancılar giriyor gülmekten. Biz bekliyoruz ki dönüp niye güldüğümüzü sorsun biz de gerçeği söyleyelim ama Asas Erol hiç istifini bozmadan ayni minval üzere yürümeye devam ediyor.
Sonunda ben gülmeyi keserek Asas’ın yanına gittim,
-Yav Erol, arkadaşlar niye gülüyor biliyor musun dedim.
-“Bırak gülsünler kör gardaş, kerizler duman altı oldu.” demesin mi ben orada koptum artık. O gün söyleyemedik ama ertesi gün ben gidip gerçeği söyleyince Asas Erol inanmayıp beni tersledi.
Ben olayı öğrenince birkaç gün sonra yolda karşılaştığım Asas Erol’a arkadaşların sana inek b.ku içirmişler dediğimde;
-Yehu (Yahu) ben maldan annamaz mıyım Ertaş gardaş, ne inek pohu, asas da kehribar gibi maldı, bunu söyleyenler ekispiri (espri) yapiyörler” demesin mi?
Tabi bu konu günlerce söylenip gülündü. Esas amaç Erol’u bu kötü alışkanlıktan kurtarmak olduğunu söyledi arkadaşlar.
Bu konuyu da yine hemşehrimiz Hüseyin Uğur Kıvılcım'ın dizeleri, akabinde Esat Kabaklı'nın seslendirdiği bir Elazığ türküsü ve Zeki Müren'in şahane sesinden o güzel şarkı ile noktalamak istiyorum;
Güneş Çamlıca’dan yüzünü gösterdi Kız Kulesi sisler içerisindeydi Uyandı köprü altında üç çocuk Yüzlerini yıkamadan akşamdan kalan ekmeği bölüştüler Güneş bunları gizlice gördü yüzü kızardı utancından Dalga dalga caz sesleri dökülüyordu Haliç'e boğazdan Çocuklardan biri böyle de Haliç mi olur dedi elini kulağına attı Bir türkü tutturdu Elâzığ’dan..
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2019/12/Esat-Kabaklı-Gamzedeler.mp3"][/audio]
“Gamzen deler, gamzen deler gam vurur gamzen deler Sinemi her ok delemez delerse gamzen deler”
Domates, soğan yüklü bir mavna geçiyordu önlerinden Kaptan küpeştede aç karnına sigarasını tüttürüyordu Çocuklardan biri kaptana ulu orta konuştu Ama kaptan bunu nereden duyacaktı O Sürmene’deki karısını düşünüyordu Yeni Cami minare minare Allah’a sesleniyordu İşçi kızlar dertlerini meydanda gezinen kumrulara döküyordu Çocuklar bunu görünce kendi dertlerini unutmuştu.
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2019/12/Zeki-Müren-Niçin-Baktın-Bana-Öyle-Saadettin-Kaynak-Şarkıları-©-2005-Kalan-Müzik-.mp3"][/audio]
“Niçin baktın bana öyle âşık mısın yoksa söyle Durgunsun sular gibi içli duygular gibi Gözlerinde sevda var derin uykular gibi Niçin baktın bana öyle dargın mısın yoksa söyle”
***
Çalışmanın düsturunu bilen var mı?
Ortaokul ikinci sınıftayız, yaş ve cüsse olarak bizden hayli büyük sınıf arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlar genellikle kırsal kesimden gelen nüfusa geç kaydolmuş askerlik çağı gelse de ilkokulu yeni bitirmiş gençler. Arasında evli olanlar bile var. Bunlardan bir kısmı ağır abi pozlarında. Dolayısıyla öğretmenler de başka öğrencilere kızıp bağırsalar da bu tipleri görmezden geliyorlardı. Bunlardan birisi de “Keriz” lakaplı Mehmet'ti. Keriz Mehmet en arka sırada tek başına oturan, süzgün ve dalgın bakışları olan, üst çenesinin önünde iki tane altın diş olan bir arkadaştı. Okumaya pek niyeti yoktu, ağa çocuğu olduğu söyleniyordu ama babasının “Ağalık devri bitti” diyerek onun zorlaması ile okula geldiğini söylüyordu.
Türkçe dersimize M. Ziya Ünsel (yandaki fotoğrafta) isminde daha önce beden eğitimi öğretmenliği yapmış bir öğretmen geliyordu ki lakabı “Pis Bıyık”tı ama bıyığı filan yoktu hocamızın. Malatya’da ilk defa kayak takımı kurarak Beydağı'nda tespit ettiği bir alanda kayak sporuna meraklı gençleri çalıştırarak yarışmalara soktuğu söyleniyordu.
Malatya konulu, yazdığı “Yeşil Malatya-Gezmek Tozmak Üstüne” isimli kitabı uzun süre Şirket Han köşesindeki (yeri şimdi LC Waikiki binası oldu) “Sümer Kitapevinin vitrinini süsledi. Ziya Ünsel hocamızın şairlik yeteneğini de yıllar sonra, rahmetli Terzi Fikri Öğrenecek’ten öğrendik. Bir zamanlar Malatya’da insanların hafta sonlarında tek eğlence mekânı yazlık ve kışlık sinemalardı. Yahut her arkadaş grubunun devam ettiği kahvehanelerde sigarasına konken oynamaktı. Ama bizler bir gurup arkadaş da herhangi bir enstrüman icra etmeyi becerebilen arkadaşlarla yaz günleri içimizden birisinin şehir merkezindeki bahçesinde veya kış mevsiminde uygun bir mekânda bir araya gelip şarkılar, türkülerle, sazlı sözlü sohbetlerle unutulmaz geceler yaşıyorduk.
Bu toplantılarımızın değişmez figürü Fikri Öğrenecek (Pantolcu Fikri- Dıngır lakaplı) Terzi Fikri idi.
Fikri usta o akşam için pişireceği yemeğin ve mezelerin malzemesini kendi eliyle alır, akşam olmadan sofrada hazır ederdi. Sohbet arasında şiirler okur, kendine has üslubuyla şarkı veya türküler söylerdi. Fikri ustanın bir özelliği de çok zengin bir kütüphaneye sahip olmasıydı. Çalışırken bile fırsat buldukça mutlaka bir kitap okur, dükkânına gelen arkadaşlarına okuduğu kitaplardan pasajlar anlatırdı. Örneğin adeta bir hayat dersi veren Kazım Taşkent’in Yapı kredi yayınlarından “Yaşadığım Günler” isimli kitabını O’nun önerisiyle alıp okumuştum.
Fikri Usta okuduğu her şiirin veya fıkranın sonunu mutlaka konusuna uygun bir şarkı veya türküye bağlardı. Ben de bu yazımda onun bu üslubunu yansıtmaya çalışarak okuduğu şiirden sonra söylediği şarkı veya türküyü ekliyorum.
İşte böyle bir arkadaş toplantımızda rahmetli Fikri ustanın “Türkçe hocası rahmetli M. Ziya Ünsel’in şiiri” diye sık sık okuduğu şiir şöyleydi;
'Lunaparkta gördüğüm kız ancak on sekizindeydi İki kolunda iki delikanlı, delikanlılar peşindeydi Balıkçı pantolonu örtmeye yetmiyordu onu Genç kızlığının bütün hatları meydandaydı Başı şimdi moda olan Diba başı değil Diba başı onun nesine Toplamış saçlarını koyuvermiş açık beyaz ensesine Meftunu olduğum fahişeler Theodore, Afrodit, Bilitis Neredesiniz siz Bir elinde sigara, dudaklarında ıslık Dün gece lunaparktan geçti rakibiniz.'
“Diba başı” benzetmesi, İran Şahının eşi olan Farah Diba’nın saç modeliydi.
Bu çok değerli öğretmenimiz sonraki yıllarda İstanbul Beykoz ortaokulu müdürü olarak görev yaparken, defalarca ikazına rağmen olumsuz tavır ve davranışlarını düzeltmeyen okul müstahdemini işten çıkarmış. İşten atılan o şahsın, hocamızı Yeniköy iskelesinde vapur beklerken tabanca ile kurşun yağmuruna tutup şehit ettiğini gazete haberlerinden öğrendik ve çok üzüldük.
Henüz ortaokul ikinci sınıftayız ve M. Ziya Ünsal hocamızın isteği üzerine okulun ahşap tabanlı koridorunda kabaralı ayakkabı topuğundan “ Tak..Tak..” diye ses çıkararak geldiğini belli eder, tam kapının önüne geldiğinde hocamızın sınıf numarasıyla 17 diye hitap ettiği sınıf mümessili Cavit Arcak’ın (Namı diğer Boksör Cavit) “Dikaaaat.!” komutuyla tüm sınıf öğrencileri (Keriz Mehmet hariç) ayağa kalkardık. Hocamız kapıdan içeri girip kara tahtanın ortasında durduktan sonra başını sol omuz üzerine yatırarak önce ayakta bekleyen öğrencileri şöyle bir süzer sonra her zaman söylediği sözü tekrar ederdi “ Böyleeee disiplinli olursanız hepiniz sınıf geçersiniz.”
Şimdi her şey iyi de bu kabadayı görüntülü Keriz Mehmet’i nasıl pasifize edecek? Çünkü Keriz Mehmet, sınıfta bırakmaması için her hocaya aba altından sopa gösterirdi.
Sene sonu yaklaştığında, dönem içinde yazılı imtihanlarda hemen hemen boş kâğıt veren ve aldığı en yüksek notu üç olan Keriz Mehmet’e geçer not vermek için bir çözüm üreterek Sınıf mümessili Cavit Arcak (yandaki fotoğrafta) ile şöyle bir diyaloğa girdi Türkçe hocamız M. Ziya Ünsel;
-On yedii
(Cavit ayağa kalkarak)
-Buyur hocam
-Bana çalışmanın ve başarılı olmanın düsturunu söyle
-Baş üstüne hocam, sabah kalkınca yüzümüzü yıkadıktan sonra Türkçe çalışmak, kahvaltı yaparken Türkçe çalışmak, okula gelirken yolda Türkçe çalışmak, sınıfta ders zili çalmadan Türkçe çalışmak, teneffüslerde Türkçe çalışmak, okuldan eve giderken yolda Türkçe çalışmak, akşam yemeğinden önce ve sonra Türkçe çalışmak yatakta uyuyuncaya kadar Türkçe çalışmak.
-Pıravoooo onyedii (Not defterini çıkarıp) sana 10 numara veriyorum.
Daha sonra Keriz Mehmet’e dönerek;
-Mehmet evladım, şimdi de sen söyle bakalım çalışmanın ve başarılı olmanın düsturunu?
Keriz Mehmet’e (yandaki fotoğrafta ayakta soldaki Mehmet, yanındaki Mehmet Furun, oturan Ertaç Önal) böylece açık bir kopya vererek ona geçer not vermek istediği belliydi. Mehmet, en arkada tek başına oturduğu sıranın yaslanılan kısmına oturup yarı ayakta yarı oturur vaziyette;
-Sabah galhınca Türkçe çalış, yemekte Türkçe çalış, yolda Türkçe çalış, yatahda Türkçe çalış, uyurken Türkçe çalış. Başga ders yoh mu baba..
-Sana da pıravoo Mehmet evladım, diyerek sınıfa hitaben;
-Mehmet arkadaşınız, çalışmanın ve başarılı olmanın düsturunu böyleee çok espirili bir dille anlattı. Mehmet senin bütün zayıf notlarını silip karnene geçer not veriyorum.
Hayatta kalan öğretmen ve arkadaşlara sağlıklı uzun ömürler, ahirete intikal etmiş öğretmen ve arkadaşlara da Allah'tan rahmet diliyorum. (17 Cavit, birkaç yıl Malatya Vergi Dairesi Müdürlüğü'nde görev yaptı. Kocaeli’ne tayin olduktan birkaç yıl sonra vefat ettiğini duyduk)
YAZIMIZI YİNE RAHMETLİ HEMŞEHRİMİZ HÜSEYİN UĞUR KIVILCIM’IN VEFASIZLIK ÜZERİNE YAZDIĞI MISRALAR VE BUNA BAĞLI BİR NEBZE GAM VE KEDERDEN UZAKLAŞABİLMEK ADINA HEMŞEHRİMİZ HURŞİT DÜNDAR’IN SESLENDİRDİĞİ HAREKETLİ BİR EĞİN- KEMALİYE YÖRESİ TÜRKÜSÜ İLE NOKTALAYALIM:
Öylesine değişti ki devran öylesine başka ki faslı bahar Gelmez oldu adın sevda babında yar Nerde kadr-i simurg nerde faslı bahar Aşkın kitabında değil sözlükte kaldı faslı bahar Sade romanlarda okunur, sade plaklarda çalınır cevr-ü cefa Ve şimdi İstanbul’da bir semt ismidir vefa Gel gör ki âşık eski sevdalardan yana ve bir şarkıdır bu şiirden anlayana
[audio mp3="http://malatyahaber.com/wp-content/uploads/2019/12/Erzurumda-Gülahmet.mp3"][/audio]
Erzurum’da Gül Ahmet de evim var Sırma saçlı top kâküllü yârim var Gitti yârim gelmedi elbet bunda bir iş var Erzurum içinde öter bir keklik Sana veran oldu bana hasretlik Deseler yârin geldi elbet bunda bir iş var Fırat kenarının ince dumanı Yârim ısmarlamış kesin gümanı Kesmem gümanımı senden Elbet bunda bir iş var"
BİTTİ