15 TEMMUZ: Şehrin Mukavemeti Üzerine..
..Valilik önünde çok kısa bir sürede binlerce Malatyalı toplanmaya başladı...
Orhan TUĞRULCA Tarihçi-Yazar otogrulca@hotmail.com
15 Temmuz 2016 da gerçekleşen darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Ülkemiz tarihinde yaşanan diğer darbelerden çok farklı sonuçlar doğuran bu hadiseyi bütün boyutlarıyla anlayabildik mi? Doğrusu bundan emin değiliz.
Öncelikle bir hususu açıklığa kavuşturmak isterim. Bu makalemizin amacı darbe sonrası ülkemizde yaşanan genel tartışmalara girmek değildir. Gerek darbe sırasında yaşanan insan hikâyeleri gerekse darbe sonrası darbenin oluş şekli ve gelişimi üzerinde de duracak değiliz. Yargılama süreçlerinde yalan, yanlış ve saptırmalarla da olsa gazete sayfalarına yansıyan ifade ve iddianamelerden de söz edecek değiliz. Darbe gecesi Malatya’da neler olup bittiği konusunu da ele almayacağız.
Bizim bugün dikkat çekmek istediğimiz husus tarihsel referansları kullanarak bir şehrin ani bir otorite boşluğunda geliştirdiği toplumsal mukavemetin analizini yapmaktır. Dahası farklı toplumsal kesimlerin gerek hemen gerekse süreç içerisinde ortaya koydukları eylem, söylem ve refleksin bir kentin toplumsal mukavemetini nasıl etkileyebileceği üzerinde bir deneme çalışması yapmaktır. Zira bir kentin toplumsal mukavemet gücünü ancak siyasi otoritenin boşluğa düştüğü ve kamu adına düzeni sağlayacak unsurların (Polis ve askeri kuvvetler) devre dışı kaldığı ya da bırakıldığı durumlarda test edebilme imkânı doğabilmektedir.
Bu tür talihsiz zamanlar ülkemiz tarihinde çokça rastladığımız bir durum değildir. Tarihsel hafızamız eğer bizi yanıltmıyorsa son bin yıldan buyana dikkatimizi çeken bir örneği paylaşmak isterim: 1243 Köse dağ muharebesinde Türkiye Selçuklu ordusunun Moğol kuvvetleri karşısında mağlup olması üzerine Malatya’da ilginç bir gelişme yaşanır. Süryani tarihçi Abul FARAC’ın anlatımına göre; “Malatya valisi Reşideddin, henüz bir Moğol işgali gözükmeden bir gece önce adamlarını ve şehrin hazinelerini topladı ve şehrin kapılarını açık bırakarak gizlice Halep’e kaçtı. Valinin kaçması üzerine Malatya hükümetsiz kaldı. Şehrin Müslüman ve Hıristiyan halkı ahitleşerek ve anlaşarak mahalli bir idare kurdular. Her iki taraf anlaşarak şehrin başına uyanık ve zeki biri olan Süryani patrik Angur’u vali olarak tanıdılar. Vali, surlara ve kapılara muhafızlar tayin ederek Malatya’yı eşkıya ve tecavüzlerden korumaya çalıştı.” Abul Farac’ın verdiği ayrıntılara bakılırsa, “bunlar bütün gece surlar üzerinde dolaşarak etrafı gözettiler. Gündüzleri de şehrin kapısı önünde oturdular. Çünkü şehrin bütün kapılarından yalnız biri, yani Büyük Kapı yahut saray kapısı açık tutuluyordu.”(1)
Yukarıdaki tarihi olay, içeriden yâ da dışarıdan şehre yönelen bir tehdit karşısında farklı unsurların fırsattan istifade kent yönetimini ele geçirme ya da şehri kendi kaderiyle baş başa bırakmak yerine aynı kaderi paylaşmanın verdiği bilinç ile tek vücut olabilmenin açık örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu örnekte dikkatimizi çeken husus kenti yönetenlerin basiretsiz ve korkaklığına karşı şehir halkının Müslüman ve Hıristiyanı ile organize olabilme kabiliyetini göstermiş olmasıdır.
Asırlar önce farklı dinlere mensup şehir halkı tehlike karşısında hemen organize olurken asırlar sonra toplumsal bilincin daha üst seviyede olması beklenirken aynı basireti ve bilinci gösterebildi mi?
Keşke olumlu şeyler söyleyebilseydik. Ne yazık ki son yüzyılda yaşadıklarımız Malatya dâhil şehirlerimizin toplumsal hoşgörü ile ilgili kabiliyet ve kapasitelerini büyük oranda kaybettiklerini göstermektedir.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde İktidarı gasp eden İttihatçı çetelerin ülkeyi bir büyük felakete sürüklemeleri yetmediği gibi basiretsiz yönetimleri sebebiyle yaklaşık bin yıldan beri aynı köyü-kenti paylaşan Müslim-Gayrimüslimlerin nasıl birbirini boğazladıklarını yazmaya utanıyoruz. Söz konusu yıllarda otorite ortadan kalkınca yâ da zayıf ve basiretsizleşince farklı unsurların şehirleri nasıl birbirlerine mezar ettiklerini burada ayrıntıları paylaşarak okuyucuların duygularını incitmek istemem. İllaki bu konuda ayrıntılara ulaşmak arzusunda olan okuyucularımız varsa malatyahaber.com ve Görüş Gazetesi'nde 5 bölüm halinde tefrika ettiğimiz “Malatya Ermenileri ve 1915 Olayları” adlı makalelerimize bakabilirler.
Mondros mütarekesi sonrasında işgal sürecinde gerek Güney Doğu’da Urfa Antep ve Maraş’ın gerekse Batıda İzmir ve yöresinde merkezi otoritenin işlevsiz kaldığı bir sırada kendi başlarının çaresine nasıl baktıklarını biliyoruz. Ancak işgalden uzak olan şehirlerimizin işgale direnen şehirlere ne kadar destek olabildikleri konusu çok açık değil. Örneğin, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgal sürecinde diğer şehirlerden nasıl bir yardım alabildi.
Malatyalı gazeteci-yazar Celal Yalvaç’ın 2005 yılında “Mütareke yıllarında Malatya’ya Bir Telgraf… Maraş’tan Malatya’ya Feryat, Mütareke Yıllarında Ayıntap, Maraş ve Malatya” adlı makalesinde Antep’in feryadına çok da kulak asılmadığını görebiliyoruz. Yalvaç’ın araştırmasında verdiği bilgilere göre: “7 Kanun-ı evvel 336 (7 Aralık 1920) tarihinde Maraş Heyet-i Merkeziyesi’nden Faik imzası ile Malatya Mutasarrıflığı’na çekilen telgraf bu feryadın şahane bir şekilde ifade edilmiş örneğidir. Emekli öğretmen araştırmacı yazar Hüseyin Çolak Bey tarafından okunan ve transkripize edilen telgrafın metni şu şekilde;
“Malatya Mutasarrıflığı’na,
Ayıntab’ın sekiz aydan beri bütün İslamiyet’in imhası siyasetini takip eden Fransızların akur-âne (kudurmuşçasına) hücumuna cehennem esâ(?) top ve mitralyöz bombalarına göğüs geren yiğitlerini metanetle dünyanın mazhar-ı takdiri olan muhadderat (örtülü, namuslu kadınları) malum yavruları hariçle bütün irtibatı kesilmiş olduğu halde son hayatını yaşıyor. Biz bu İslâm kardaslarımızın yalınız olmasına tahammül edemeyerek fevc-a-fevc (bölük bölük/akın akın) evlatlarımızla Ayıntab'a gidiyoruz. Ve beraberce topraklara bilerek feda-ı cana azmettik. Maraş, Ayıntab gibi iki İslam, iki evlâd ve karındaşlarını (zı) kaybetmek istemiyorsanız ihzar buyurulduğu gibi aldığımız bin beş yüz fedakâr kardaşları Allah ve peygamber rızası içün sür'atle bize yetiştiriniz, birlikte savaşalım. Ayıntab'daki Müslüman kardaşlarımızı kurtaralım. (7 Aralık 1920/Maraş Heyet-i Merkeziyesi Faik”
Bu telgraf Malatya’ya iletildiği günlerde Antep halkı ölüm-kalım savaşı vermekte idi. Şehir kuşatılmış içeriden ve dışarıdan şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. 27 Mayıs 1920’de Antep Heyet-i Merkeziyesi’nin Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta: “Antep’teki milislerin morallerinin sarsılarak dağıldığı, şehrin Fransız toplarıyla yıkıldığı, bütün gelir kaynaklarının kuruduğu, acele yardım gönderilmesi” gerektiği bildirilmişse de sonuç alınamamıştır. ”(2) Zira bu sırada Mustafa Kemal, Ankara’da TBMM’ yi toplamakla ve İstanbul Hükümeti ile çetin bir mücadele ile geçirmekte idi. Antep, Urfa ve Maraş’ta yaşanan kanlı savaşlara henüz askeri bir birlik gönderecek durumda değildi. 2 Haziran 1920’de Ali Şefik Özdemir’i komutan olarak göndermişse de Antep işgalden kurtulamamıştır.
Peki, bunca feryada rağmen Malatya’dan beklenen destek gönderildi mi? Maalesef hayır. Maraş heyeti Malatya’dan 1500 kişilik bir kuvvet ile Antep’e yardım beklerken Malatya’dan sadece Malatya mebusu Hacı Bedir Ağa, 300 kişilik bir kuvvetle Anteplilerin yardımına koşabilmiştir.(3)
Ülkemizde yakın zamanlarda yaşanan gelişmeler dikkate alındığında da olumlu sinyaller alamıyoruz. Cumhuriyet sonrası bilhassa 1970’li yıllardan sonra gerek Maraş’ta gerek Malatya ve yakın zamanda Sivas’ta yaşanan olaylar şehirlerimizin aslında ne kadar kırılgan bir toplumsal yapıya sahip olduklarını ve savunmasız olduklarını açıkça göstermektedir.
15 Temmuzun yıl dönümünde sorgulamamız gereken durum tam da bu. Aradan bir yıl geçti. Geriye dönüp ilk geceden başlamak üzere Malatya halkının gerçekten iyi bir sınav verdiğini söyleyebiliriz. Darbeden on gün sonra, yani 25 Temmuzda malatyahaber.com da yazdığımız bir yazıda şunu söylüyoruz: “ 15 Temmuzda gerçekleşen darbe girişimi karşısında Malatya halkı cesur ve onurlu bir direniş sergilemiştir. Malatya halkının büyük bir kesiminin ortak bir duruş sergilemesi, milli iradeye yönelen tehlike karşısında daha ilk gecede risk alarak sivil itaatsizlik yöntemini başarıyla kullanması, şüphesiz ki derin bir bilincin dışa yansıması olarak tarihe geçecektir. Darbenin gerçekleştiği ilk geceden başlamak üzere çoğunluğunun 18- 30 yaş grubuna mensup gençlerimiz olmak üzere Malatya halkının, öfkesini burnunda solumasına rağmen tam bir dayanışma içerisinde taşkınlığa meydan vermeden ülkesine sahip çıkmıştır.”(4) Bu ifadeleri bugünde rahatlıkla tekrarlayabiliriz.
Ancak burada kentin mukavemet gücü üzerinde analiz çalışması yapıldığından direnişin zayıf taraflarının bilinmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının çağrısından hemen sonra Valilik önünde çok kısa bir sürede binlerce Malatyalı toplanmaya başladı.
Bu önemli bir bilinci kuşanmanın göstergesi olarak okunmalıdır. Bu kalabalığın 02.00 saatlerinden sonra yavaş yavaş azaldığını sabah 07.00-08.00 saatleri civarına kadar alanda neredeyse 80-100 civarında kişinin kaldığına şahit olduk. Sabah namazından çıkıp gelen cemaatle birlikte valilik önü biraz kalabalıklaştıysa da bu kalabalık darbe heveslilerini caydıracak boyutta değildi.
Bu hatırlatmayı şunun için yapıyoruz: 01.40 dan itibaren İstanbul'da Boğaz köprüsü üzerinde, Atatürk Hava limanında, Anakara'da Polis merkezlerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yerlerde can pazarı yaşanırken bizim Malatya'daki "mücahitler" neden kentin egemenlik sembolü olan Valiliği saldırıya açık hale getirip, tıpkı "Moğol tehlikesi belirince şehri terk eden Reşideddin" gibi görünmez oldular. 04.00 civarında Sayın Cumhurbaşkanı Atatürk Hava limanına ölüm mangalarının arasında inerken başkomutanın erleri neden tam da en kritik saatlerde "okçular tepesini" bırakıp gitmişlerdi.
Burada, şehirlerimizin kendi içindeki mukavemetini ve kabiliyetini sorgulamamızın sebebi birilerini suçlamak değil. Tarihsel hafızamızı yoklayarak bugün ve yarın nasıl bir gelecekle karşı karşıya gelebileceğimizi önceden kestirerek farklı toplumsal kesimler arasında toplumsal bilinci kuşanmanın yollarını aramaktır.
Darbenin daha ikinci ve üçüncü gününde Paşaköşkü semtinde kentin özel durumunu istismar etmeye çalışan bazı provokatörlerin direnişi zayıflatmaya hatta saptırmaya çalışmaları her ne kadar önlenmişse de bu durumun şehrin en nazik tarafı olduğu gerçeğini bir kez daha bize göstermiş oldu.
Aslında direnişi zayıflatan sadece bu değildi. Nöbet süreci uzadıkça farklı toplumsal çevrelerin de kendi içinde sorunlu olduğu ve süreci kendi lehine kullanma yoluna gittiklerini gördük. Süreç içerisinde kimi grupların cami çevresini mesken tutarak (cami cemaati, namaz ve dinlenme için gelenler hariç) kentin toplumsal gücünü devşirme yoluna giderken kimilerinin mevcut direnişe genel katkı yapmak yerine üyelerinin katıldığı kortejler düzenleyerek yine kentin toplumsal gücünü kanalize etmeye çalıştıklarını gördük.
Bu grupların hangi sosyal çevrelerden olduklarını paylaşmayacağız, ancak bu durumun direnişi giderek parçalı hale getirmeye başladığını ve kentin mukavemetini zayıflattığı açıkça görülüyordu. Kentin mukavemetini tehdit eden sadece farklı mezhebi unsurlar olmadığını “dindar” çevrelerinde de ötekileşmenin ciddi bir zafiyet taşıdığını yine süreç içerisinde izleme imkânı bulduk.
İlk bakışta böylesi bir durumda farklı toplumsal kesimlerin, dernek yâ da vakıfların kendi üyeleriyle birlikte daha görünür hale gelebilme isteğini normal kabul etsek bile uzun vadede direnişin gücünü zayıflatacağı hatta gücün paylaşımı söz konusu olduğunda çatışmaya doğru sürükleneceği muhakkaktır.
Makalemize son verirken son yıllarda şehrin mukavemetinin güçlendirilmesi adına sıkça tekrarladığımız önerilerimizi bir kez daha yineliyoruz:
1- Farklı sosyal çevrelerden ve farklı dünya görüşlerine sahip olsakta yaşadığımız şehrin hepimizin en önemli ortak paydası olduğunu,
2- Son yıllarda toplumda yaşanan ötekileşmelere rağmen Malatya sosyolojisini temsil eden aktörlerin sağduyulu tavır ve tutumlarının kentin sosyal barışının muhafaza edilmesinde önem arz ettiğini,
3- İlimizde yaşanan sosyal barışın Malatya halkının farklılıkları bir zenginlik olarak gördüğü ve tolere ettiğini, bu erdemli hasletin daha da geliştirilmesi gerektiğini,
4- Malatya sosyolojisinde kadimden beri gelen etnik gruplar arasındaki evliliklerin kentteki toplumsal barışın ve mukavemetin en önemli güvencesi olduğunu ancak mezhebi unsurlar arasındaki güven duygusunun güçlendirilmesi gerektiğini,
5- Yakın coğrafyamızda yaşanan savaş ve çatışmalar dikkate alındığında kentte, farklı etnik ve mezhebi unsurların şehrin karar mekanizmalarının içine çekilmesinin ötekileşmenin ve ayrışmanın önüne geçeceğini,
6- Kentte haksızlığa uğrayan her kim olursa olsun zulme karşı ortak bir tutum geliştirilmesi gerektiğini,
7- “İnsan tanımadığının düşmanıdır” sözünden hareketle şehir paydaşlarının birbirlerini daha yakından tanımaları ve ön yargıları en aza indirmek için çeşitli projelerin geliştirilmesi gerektiğini,
8- Yerel ölçekte kamu hizmetlerinin adalet, liyakat ve istişare gibi temel evrensel değerler üzerinden yürütülmesi gerektiğini,
9- Şehirlerimizin yeniden bir selam yurdu haline gelmesi için tüm paydaşların barışın ve erdemin dilini kullanması gerektiği konusunda” çağrıda bulunuyoruz.(5)
Ve son sözümüz 15 Temmuz gecesi her biri bir yıldız olup geleceğimizi aydınlatan şehitlerimize… Rabbim sizlere rahmet etsin. Bizleri ve sizleri cennette buluştursun. Gazilerimize acil şifalar versin.
__________________________
KAYNAKÇA 1-Abul Farac, Abul Farac Tarihi, Cilt: II. s. 543 2-Zekai Güner, Antep Savaşması ve Ali Şefik Özdemir Beyin Faaliyetleri, ZKÜ (Zonguldak Karaelmas Üniv.) Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 6, 2007, s.49-65 3-Celal Yalvaç, Mütareke yıllarında Malatya’ya Bir Telgraf… Maraş’tan Malatya’ya Feryat, Mütareke Yıllarında Ayıntap, Maraş ve Malatya, 2005, malatyahaber.com 4-Malatyahaber.com, 25 Temmuz 2016 5-2 Nisan 2016 tarihinde “Şehir ve Uzlaşı” ana başlığı altında Malatya’da farklı sosyal kesimleri temsil eden hemşerilerimizle bir günlük bir çalıştay gerçekleştirdik. Bu öneriler söz konusu bu çalıştayın sonucunda sonuç bildirisi olarak yayınlanmıştır.
ARŞİV FOTOĞRAFLAR: Darbe girişimi gecesi ve sonrasından..