SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

Niyazi Mısri'ye İade-i İtibar

Niyazi Mısri'ye İade-i İtibar
A- A+ PAYLAŞ

Orhan TUĞRULCA

Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com
 
 
Son zamanlarda ülkemizde bir taraftan daha önce işlenmiş olan cinayetlerle yüzleşilirken bir taraftan da şahıslar üzerinden bir iade-i itibar gelişmeleri yaşanmaktadır. Sürgünde hayatını kaybeden Nazım Hikmet ile başlayan bu süreç 1961 yılında idam edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının ardından 1972 yılında darağacına gönderilen Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile devam etti. Şapka inkılabına karşı çıktığı gerekçesi ile idam edilen İskilipli Atıf Hocaya da yine iade-i itibar edildi. 1937-38 Dersim katliamı da bu ülkenin yüzleştiği bir başka gelişmedir. 
 
Bu durum, tekrarlanmaması kaydıyla elbette ki erdemli bir davranıştır. Ancak bizde “devlet” denilen aygıtı iyi tanıyanlar gayet iyi bilirler ki, zaman ve zemin ne olursa olsun mevcut nizam her zaman kendine bir hasım bulur ve cephe alır. Cephe aldığı muhatabı bir zümre olabileceği gibi tek tek şahıslarda olabilmektedir. 
 
Bunu yaparken elbette ki kendi meşruiyetini halkın nazarında pekiştirirken hasmını ise gayri meşru, “düzeni yıkmaya çalışan asi ve şaki” ilan eder.  Nitekim Niyazi Mısri, müritleriyle Edirne’ye doğru yola çıkınca Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşanın “bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği” yolundaki sözleri ise bugün yazımızın asıl konusunu teşkil eden “Niyazi Mısri’ye İade-i İtibar”   konusunu oluşturmaktadır.
 
Niyazi Mısri’nin hayat hikâyesini az çok bilenler, onun hayatının üçte birini sürgünde geçirdiğini, son sürgününde iken ayağında 8-10 kilo ağırlığında demir halkalar olduğu halde hayatını kaybettiğini bilir. Bugün burada söz konusu bu hayat hikâyesini anlatacak değiliz. Zira yazımızın konusu bu değildir.
 
Bugün üzerinde duracağımız husus basından öğrendiğimiz kadarıyla sayın valimiz Doç. Dr. Ulvi Saran’ın, yanına Çanakkale valisini de alarak ikince kez Niyazi Mısri’nin hayatını kaybettiği Yunanistan’ın Limni adasına gitmiş olmalarıdır. Malum, geçen yıl son baharda Sayın Valimiz Sayın Belediye başkanımız Ahmet Çakır ile birlikte ilk kez iştirak ettiği bir gezi daha düzenlenmişti. 
26. Mayıs 2012 Cumartesi günü Yunanistan’ın Limni adasında Niyazi Mısri için düzenlenen bir panele Türkiye Cumhuriyetinin iki valisinin katılmış olması elbette ki dikkatlerden kaçamaz. Bu yıl Ekim ayında Malatya’da yapılması planlanan Niyazi Mısri 2. Uluslar arası Sempozyumuna bir nevi hazırlık aşaması olan bu gezi ile birlikte artık devletin “Niyazi Mısri’ye iade-i itibar” sağladığını söyleyebiliriz. Hatta devlet, iki valisini “hazretin” kabrine göndererek özür de dilemiş oluyor. Böylece 318 yıldan beri sürüp gelen küslük sona ermiş oldu.
 
Aslında bu durumu yadırgadığımız şeklinde anlaşılmasını istemeyiz. Zira “devletin” kendi insanıyla ölmüş olsa bile – ki ölmüş olması işi kolaylaştırmaktadır- barışması güzel bir gelişmedir. Lakin söz konusu kişi Niyazi Mısri olunca affetmek ve barışmak isteyen ise devletlû olunca kafalar karışmaktadır. Kafaların neden karışacağını aşağıda açıklamaya çalışacağız. Ancak bu anlaşılmaz denklemin içerisinde yalnız “devletlû” yok. Tarikat çevrelerinin ilgi ve alakasının da sarahate kavuşturulması gerekir. 
Bunun çok kolay anlaşılabilecek bir durum olmadığını belirtmem gerekir. Ancak yine de şu hususu belirtirsem sanırım anlaşılması güç durum ile ilgili kapıyı aralamış olurum: Niyazi Mısri, hayatı ve mücadelesi ile nevi şahsına münhasırdır. Başka bilge/sofilerle karıştırılması onun anlaşılmasını zorlaştırır. Örneğin aynı gelenekten beslenmesine rağmen Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin –i Rumi ya da Sadreddin Konevi’ den hayli farklıdır. İllaki yinede bu gelenek içerisinde görülmek isteniyorsa belki Nesimi ve Şeyh Bedrettin ekolü içerisinde anlamaya çalışmak unun anlaşılmasını bir nebze şüphesiz kolaylaştıracaktır.
 
Hayatı boyunca devlet ve devletlû ile saray ve çevresine musallat olan ulema, edeba, meşayiğ ve ağavat ile kavgalı olan Mısri biraz önce yukarıda saydığım isimlerden ayrılmaktadır. Düşüncelerini yüksek sesle ölümüne haykıran, bunun için hayatının üçte birini-  ki yaklaşık 20 yıl- sürgünde geçiren, makam mevki uğruna şahsiyetlerini kaybeden ikiyüzlü bukalemunlara karşı mücadele etmiş bir mizaca sahiptir. Hayatında sadece bir kez saraya davet edilen Mısri, daha ilk davetinde sarayın kavurucu fitne ateşine maruz kalması onun hayatı boyunca mukadderatını belirlemeye yetmiştir. Önce Rodos, ardından iki kez Limni adasına sürgün edilmesi ve burada herkesten ve her şeyden kırılmış ruh haliyle vefat etmesi onun hayatını ve mücadele azmini özgünleştiren hususların başında gelir. 
 
Düşünceleri günün siyasal otoritelerini rahatsız ettiği gibi günün din adamlarını da rahatsız etmiştir. Hatta denebilir ki bugün dahi Niyazi Mısri’nin bazı düşüncelerini söz konusu bu çevrelerin kabul etmesi mümkün görülmemektedir. 
 
Yukarıda ifade ettiğim üzere bugün burada ne Niyazi Mısri’nin hayat serüvenini ne de onun düşüncelerini açmaya niyetimiz yok. Ancak şunu ifade etmeden geçemeyiz. Niyazi Mısri hayat serüveni dikkate alındığında isyan yüklü gençlerin, muhaliflerin, mazlum ve mahkûmların, yalınayakların, itilmiş ve horlanmışların, ötekileştirilmişlerin, özgürlük sevdalıların, adalet savaşçıların ve otorite tanımazların ilgi alanına girmesi gerekirken; ne hikmetse bugün otoriteyi temsil edenler ile Mısri’nin itaatsiz ve isyankâr ruh halini “naz” deyip geçiştiren tamamen koşulsuz bir itaat kültürü içerisinde olan tarikat çevrelerinin ilgi ve alakası içerisinde olmasının hikmetini anlamakta zorlanıyoruz.
 
Hayatı, düşünceleri ve mücadelesi ile asla “devletlû”nun,
İsyancı ve kavgacı üslubu ile asla tarikat ve tasavvuf muhiplerinin işine yaramayacak olan Niyazi Mısri’nin söz konusu bu çevrelerce ilgi görmesinin nedeni bugün için cevabı aranması gereken soruların başında gelmektedir. 
Zira günün otoritesini kast ederek;
 
“Kimine meydân eden bu âlemin her köşesi,
Mısrî’ye uçtan uca her köşeyi zindân eden”
                                                                 (NİYAZİ MISRİ) 
Diyen Mısri’ye dünyayı zindan edenlerin bugün kabrine dua okumalarında ne kadar samimi olduklarını test etmek zordur. Her ne kadar Mısri 
 
Kabrime dostlar gelip fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte halim vâlih ü hayrân ola.
                                                                 (NİYAZİ MISRİ) 
 
Desede,  Mısri, hayatının üçte birini sürgünde geçirirken o gün etrafında “hazret” deyip duranların hepsinin dağıldığını, kendisini yalnız bıraktıklarını bizzat kendisi ifade etmektedir. Ölümüne yakın bir zamanda;
 
Hâlime haldâş olan hem sırrıma sırdâş olan,
Cümle dağıldı başımdan kalmadı haldaşlar.
 
Mahv-ı sırra düştü çün dil bunda ben oldum garib,
Yalnız kaldım tükendi kalmadı koldaşlar.
                                                                (NİYAZİ MISRİ)                                                                
Demesinin nedeni nedir acaba.
 
Bugün Mısri’ye iştiyakla ilgi duyanların bu ilgileri, acaba Mısri mezarında kalkıp gelse ne kadar itibar görür. Aykırı ve sıra dışı tutum ve düşünceleri ile baş tacı edilemeyeceği muhakkaktır. Devlet ile ilgili düşünceleri, Hz. Hasan ve Hüseyin ile ilgili düşünceleri, saray- iktidar çevresine şehvetle musallat olan “Vani Mehmet Efendiler” ile ilgili düşüncelerini acaba hangi çevreler tölare edebilir. Keskin dilini, sert mizacını, otorite tanımaz tutumunu, ezber bozan yaklaşımlarını acaba kim tahammül edebilir.
Hal böyle iken bugün Mısri’nin düşünce ve mizacına asla tahammül etmeyecek olanların ilgi alanına giriyorsa, şimdiden söyleyelim. Mısri’yi eğer birileri toplumu uysallaştırmak maksadı ile projelendirecekse bilsin ki elinde kalır. Zira Malatya Konya olmadığı gibi Mısri’de Mevlana değildir. Dik başlı bir asi/bilgeden yumuşak başlı bir sufi çıkarmaya çalışanlar yanılgıdadır. 
Israrla söylediğimiz gibi o kendine özgü bir bilgedir. Bu bilge adamdan nasıl ve hangi ölçülerde yararlanacağımızı daha önceki yazılarımızda ifade ettik.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Orhan Tuğrulca yazıları