'Malatya Ermenileri' Kitabına Dair..
Yazar üstelik 1895 yılı sonrası Ermeni oluşumlarını anlatırken Malatya’da başta
Orhan TUĞRULCA Tarihçi/Yazar otogrulca@hotmail.com
Nisan ayı belki de yılın güzel ayı. İnsan ruhunun da toprağında yeniden dirildiği bir ay. Üzülerek ifade edeyim ki tarihçiler için ise Türk ve Ermeni ittihatçılar tarafından kirletilmiş, acının, ölümün ve matemin yarıştırıldığı bir aydır. Bu makale tam da bu acıları ve matemleri ebedi düşmanlıkla yoğuran bir kitabın tanıtımına ayırmak istiyoruz.
Gündemin çok farklı bir kulvar da olduğunun farkındayız. Umuyoruz ki adına korona denilen bu illet bir an öce gündemimizden çıkar ve gerçek gündemimize yeniden döneriz.
Adı geçen kitabın içeriğine ve içeriğindeki iddialara girmeden önce bir hususu ifade etmemizde yarar var. Malatyalı Ermeni yazarlar bilhassa Malatya’yı merkeze alan “Ermeni Soykırımı” kitabı ile “Kedernâme” ve “Malatya Ermenileri” adlı kitaplarla bizden bir kaç adım önde olduklarını itiraf etmek zorundayım.
Kitap, Arşag Alboyacıyan’ın 1961 yılında Beyrut’ta yayımlanan “Malatya Ermenileri Tarihi” kitabın çevirisi olarak basılmıştır.(1) Malatya’nın Roma –Bizans öncesi ve sonrası tarihsel geçmişi ile ilgili kullandığı kaynaklar doğrultusunda vermiş olduğu bilgilerin tarafsızlığı dikkat çekerken Osmanlı dönemi ve bilhassa 1895 ve 1915 olayları ile ilgili verdiği bilgileri ağırlıklı olarak hatıralara dayandırmak suretiyle tarafsızlıktan ayrıldığını gözlemlemek zor değil.
Bu bağlamda kitabın içeriğini iki ana başlığa ayırıp öyle değerlendirmekte yarar var. Birinci başlıkta; coğrafi bilgiler, Ermenilerin tarihi süreç içerisinde bu coğrafyadaki serencamı, Ermenilerin dini ve sosyal kurumları, cemaat yapıları, kilise ve manastırları ve bunların işleyişleri, siyasi gelişmeler karşısındaki tutum ve etkilenmeleri, fikri ve ekonomik gelişimleri gibi çok sayıda başlık altında disipline edilmiş bir bilgiyi içermektedir. Söz konusu bu bilgilerin büyük bir kısmını son zamanlarda Malatyalı yazarların yaptığı araştırmalarla ve değişik kaynaklardan da teyit etmek mümkündür.
Kitapta verilen bazı bilgilere şaşırmadık desek yalan olur. Örneğin, Amerikalı tarihçi Harutyun Kürdyan’dan (1901-1976) naklen Almagest’in yazarı ünlü coğrafyacı, astrolog ve matematikçi Batlamyus’un (asıl adı Ptelemeos ya da claudius ptolemy- MS: 2 yy) Malatyalı olduğunu ileri sürmesi doğrusu yeni bir bilgidir. (s.20) Zira biz bu bilgeyi Yunan asıllı İskenderiyeli olarak biliyoruz. Bu konuyu ayrıca araştırdık. Müstakil bir makale olarak paylaşmayı planlıyoruz.
Yazarın, Malatya Ermenilerin iş kollarındaki oranlarıyla ilgili vermiş olduğu bilgiler de bizim açımızdan yeni bilgiler olduğunu hatırlatalım. Örneğin; Ermenilerin tüccar olarak çarşıya hâkim olduğunu hatırlatan yazar,(s412) “ ince bir sanat olan kuyumculuk Ermenilerin tekelinde idi”, (s.414), Boyacıların, bakırcıların ve bunların yan kolları da Ermenilerin elinde idi. Silah yapımıyla uğraşanlarda Ermeni idi. Avrupai kıyafet diken terziler, ayakkabı imal eden ayakkabıcılar, mimarından en alt kademedeki işçiler de Ermeni idi. Kamu binalarını, hükümet binalarını, dini binalar cami ve kiliseler, hamam ve kışlaları da inşa edenlerin tamamı Ermeni idi. Keresteciler ve keçecilerin tamamı Ermeni idi. Dokumacılık ve yan işleri de yine Ermenilerin elinde idi.(s. 414) Şehirdeki dökmeciler, tunç ve demirden alet yapımı, saban, kazma-kürek, saatçılık gibi iş kollarının tamamı Ermenilerin elinde idi.(s.415) “Malatya’da Müslümanların hâkim olduğu özel bir zanaat dalı yoktu” (s.417) diyen yazarın vermiş olduğu bu bilgileri Ermeni kaynaklarında kayda geçirilmiş olmasını önemsiyoruz.
Yazarın İslam- Bizans çatışmalarının yaşandığı dönemden başlamak üzere Bizans hükümdarlarının Ermenilerin dini özgürlüklerine yönelik tahammülsüz tutumlarına karşılık, Danişmentli ve Selçuklu hükümdarlarının Ermenilere karşı son derece şefkatli davrandıklarıyla ilgili bilgileri paylaşmış olması eserin kıymetini arttırdığını söyleyebiliriz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere yazar, Osmanlı dönemine kadar olan dönemi son derece makul bir yaklaşımla incelerken Osmanlı dönemine gelince aniden ve şaşırtıcı bir şekilde tarafsızlığını kaybetmektedir. Bu yaklaşım tarzı ve üslubun yazarın kendisine mi ait yoksa kitabı Ermeniceden Türkçeye çevirenlerin bir müdahalesiyle mi ilgili, doğrusu bunu şimdilik tespit etme şansımız yok.
Malatya’nın Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Ermeniler için bir tek olumlu örneğin dahi gösterilmemiş olması ve sürekli “kırım” a uğradıklarını ifade edilmiş olması Osmanlı dönemi ile ilgili açık ve net bir önyargının eseri olarak görüyoruz. Örneğin yazar Malatya’nın Osmanlı hâkimiyetine girdiği tarihi hadiseyi anlatırken: “ 1516 da Osmanlılar şehre hâkim oldular ve neredeyse harabeye çevirdiler.”iddiasında bulunmaktadır ki bu bir bilgi yanlışından çok travmatik bir önyargıdır. Zira Malatya’nın Osmanlı hâkimiyetine girişini ve gelişmeleri günbegün anlatan Ruzname’nin yazarı Haydar Çelebi,(2) Tevarih-i Al-i Osman adlı eserin müellifi Tarihçi Hadidi,(3) Anonim Tevarih-i Al-i Osman adlı eser ve yine birincil kaynak olarak kabul gören Lütfi Paşa’nın Tevarih-i Al-i Osman adlı eseri bu seferin ayrıntılarını açıkça vermektedir.
Söz konusu bu eserlerden anlaşıldığı üzere, Sinan Paşa’nın önceden yola çıktığını Memluk sultanına bağlı Malatya valisine Fırat’ı geçmek için izin istediğini ancak bu iznin verilmediğini, Sultanın Malatya hududuna geldiğini, burada konakladığını, bu sırada Malatya valisinin şehri bırakıp gittiğini, şehrin savunmasız kaldığı açıkça anlatılmaktadır. Lütfi paşa eserinde Malatya ile ilgili ayrıntılara girmeden “Sultan Selim Malatya’dan geçip Halep’e yöneldi” demektedir.(4) Ordunun müdahalesi olmadan Osmanlı hâkimiyetine giren bir şehir için “…neredeyse harabeye çevirdiler.” gibi asılsız bir bilgiyi paylaşmak kitapta yer alan birçok değerli bilgi töhmet altında tutmaya yetmektedir.
Yazar, Osmanlı döneminde Ermeni nüfusuyla ilgili abartılı bilgileri verirken de maalesef insafı elden bırakmaktadır. Örneğin, “Osmanlı sultanlarının iç siyasetteki başlıca meselesi nüfus konusuydu. En büyük hedefleri tebaasının tümünün Müslümanlaştırılması yoluyla Türkleşmesi olmuştur.” demektedir. (s. 90) İttihatçıların son dönem uygulamalarını dışarıda bırakarak, altı yüz yıllık hâkimiyeti boyunca çoğulcu yapısını muhafaza etmeye çalışan Osmanlıların kendi tebaasını Müslümanlaştırmaya ya da Türkleştirmeye çalıştığını iddia etmek büyük bir haksızlıktır. Eğer Osmanlıların iddia edildiği gibi böyle bir derdi olsaydı, 622 yıl yaşama şansı asla olamazdı. Ermenilerin ya da bir başka etnik ya da dini cemaatin, imparatorluk can çekişirken “devrimci” hareketlerde bulunacak bir potansiyelinin de kalmamış olması gerekirdi.
Yazarın Ermenilerle ilgili vermiş olduğu abartılı nüfus istatistiklerini bir sonraki makalemize ayırdık. Ancak şu kadarını söylemek zorundayız: Osmanlı Devleti fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra en başta bölgenin nüfus ve arazi incelemesini yapardı. Bunun iki önemli nedeni vardı. Birincisi, Müslümanlara araziyi, tımar sisteminin bir gereği olarak dağıtmak suretiyle hem ekonomik gelişmeyi sağlamak hem de askeri ve güvenlik açısından olmazsa olmaz olan tımarlı sipahi ordusunu ayakta tutmak. İkincisi, arazi incelemesi (tahrir) yapmak suretiyle gayrimüslimlere ait arazilerden vergi (cizye) almaktı.
Müslüman ve gayrimüslim nüfusun sağlıklı bir kayıt sistemine tabi tutulması (tapu-tahrir) Osmanlı hükümeti açısından büyük önemi vardı. Zira Müslüman nüfusu fazla göstermek kendi kendini aldatmak, gayrimüslim nüfusu az göstermek ise almak istediği verginin bir kısmından vazgeçmek anlamına geleceğinden her iki durum da devlet açısından uygun değildi. Dolayısıyla Osmanlı hükümetinin arazi ve nüfus istatistiklerinin büyük ölçüde güvenilir olduğu söylenebilir.(5)
Yazarın Osmanlı dönemi ile ilgili üstelik belge ya da kaynak gösterme ihtiyacı duymadan;
-“…Osmanlı imparatorluğunda birçok halkın, dolayısıyla Ermenilerin de eziyet çektiği kuşku götürmez bir gerçektir…”(s.303)
- Ermeniler için; “…vergiyi ödememeleri halinde kellelerinin gitmesi söz konusuydu…”(s.304)
-“…Şahısları zorla İslamlaştırma denemeleri, başka yerlerde olduğu gibi Malatya’da da uygulanmıştır…”(s.304)
-“… Mal sahibi olmak veya dini ayinler yapabilmek gibi elzem hakları bile sultanların vicdanları sayesinde veya kendi yaratıcılıkları ya da rüşvetle elde etmişlerdir…”(s.305)
-“… Bir Müslüman iki yalancı şahitle Hıristiyan’ın malına sahip olabilirdi…”(s. 305)
-“ …sebep göstermeksizin bir “kâfir”i öldürüp onun malına sahip olmak alışkanlık haline gelmişti…”(s.305)
-“… Kaldırımda yürüme hakkı Müslümanlara aitti, Hıristiyan aşağıda yürümek zorunda idi…”(s.305)
Bu ve buna benzer birçok bilginin kitapta yer alıyor olması maalesef Ermeni meselesinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. 1895 ve 1915 yıllarında yaşanan olaylardan hareketle tarihsel bilgileri bu derece tutarsızlaştırmak her iki tarafında sağlıklı düşünmesine engel olmak anlamına geliyor ki bunun kimseye bir faydası yoktur. Mesnetsiz bilgileri bu şekilde paylaşmak yazarın kendi ifadesi ile “…Türk-Ermeni ilişkilerine kuşku zehirini karıştırmak”(s.309) sonucuna götürmektedir ki bu zehiri ebediyen temizleyemeyiz.
Yazarın Osmanlı takıntısı maalesef kitaptaki bütün bilgiyi kuşku altında bırakmaktadır. 19 yy daki gelişmeler aktarılırken; “Birkaç ay sonra Abdülhamit tahta çıktı. O sırada Bulgarlar da ayaklanmış ve Kızıl Sultan ilk katliamını 200.000 Bulgarı kırıma uğratarak gerçekleştirmiştir”(s.315) şeklinde bir bilgiyi de yine hiçbir kaynak göstermeden okuyucuyla paylaşmaktadır. Ölen insan sayısı üzerinden bir spekülasyona girmek ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ancak basit bir araştırma ile bu rakamın doğru olmadığı hemen ortaya çıkmaktadır.
Kaynaklar bize ayaklanmayı soruşturmak için bölgeye ilk olarak giden kişi Walter Baring olduğunu söylüyor. Baring, Batakköy bölgesi dâhil öldürülenlerin sayısının 7.145 olduğunu rapor etmiştir.(6) Osmanlı Hükümeti’nin ayaklanmayı soruşturmak için bölgeye gönderdiği Blacque ve Yonançe Efendi’nin raporlarında ise öldürülen Bulgarların sayısının 3000’den çok olmadığı belirtilmiştir. Ayaklanma konusunda gerçeğe en yakın bilgi veren, ancak pek çok yabancı araştırmacı tarafından da görmezden gelinen kişilerden biri Merkezi Din Komitesi (Central Relief Committe)’nin baş temsilcisi olan W.L.Stoney’dir. Stoney 6 ay boyunca bölgede çalışmış ve Bulgar, Türk ve karma köylerden oluşan 150’den fazla köyü ziyaret ederek hazırladığı raporunda; bazı Türklerin de dâhil olduğu öldürülen insanların sayısını 3.694 olarak tespit etmiştir.(7) 3.694 ile 200.000 arasındaki farkı yorumlamadan okuyucunun insafına bırakıyorum.
Burada yaptığımız şey nihayet bir kitabın tanıtımıdır. Yazıyı daha fazla uzatıp sıkıcı hale getirmek istemem.
Sonuç olarak şunu söyleyip değerlendirmemize son verelim:
Yazar kitabında Türk–Ermeni ilişkilerini değerlendirirken “Osmanlı Devletinin kader anını yaşadığı bir zamanda Ermenilerin Ruslar tarafından himaye edilmesi ve Avrupa müdahalesini reddetmeyip bilakis tam tersine talep ediyor olmaları, Türklerin nefretini daha da arttırdı.”(s.354) değerlendirmesini yapıyor.
Şimdi soruyorum, yeryüzünde hangi ülke geçmişte ya da gelecekte yazarın ifadesi ile “kader anında “ kendi tebaasından bir cemaatin, savaş halinde olduğu bir ülke ile işbirliği yapmasını hoş karşılayabilir. Yazar üstelik 1895 yılı sonrası Ermeni oluşumlarını anlatırken Malatya’da başta Taşnaksutyun hareketi olmak üzere değerlendirmeye aldığı her hareketi “devrimci” niteliğe sahip oluşumlar olarak anlatmaktadır.
Ruslar, Osmanlı topraklarına yönelik hareketi başlattığında onlara “gönüllü birlikler” hazırlayan “Devrimci” hareketlerin bir tek amacı vardı o da bağımsız bir Ermenistan kurmaktı. “Devrimci Partilerin Malatya’daki Faaliyetleri” başlığı altında verilen bilgilerde söz konusu bu “devrimci” oluşumların tek hedefinin; “Gelebilecek tehlikelere karşı koyabilmek için mümkün olan tüm yöntemlerle halkı silahlandırmak” olduğunu açıkça belirtmektedir. (s.345)
Osmanlıların tarihi boyunca yaptıkları yanlışların, hele de darbeci İttihatçıların Birinci Dünya Savaşında işledikleri günahlara ortak olmaya hiç niyetimiz yok.
Ermeni yazarların da kendi cemaatlerini maceraya sürükleyip acılara gark eden kendi “devrimci” ittihatçılarını sorgulamaları gerekmez mi?
Tarihsel olayları kendi bağlamından koparan ve sadece kendi acılarını yarıştıran, Ermeni hemşerilerimizin empati yapmalarına ihtiyaçları var.
İLGİLİ KAYNAKÇA
1) Arşag Alboyacıyan, Malatya Ermenileri-Coğrafya, Tarih, Etnografya, çev. Sirvart Malhasyan, Aras Yaıncılık, İstanbul, 2019
2) Haydar Çelebi Ruznamesi, Tercüman 1001 Temel Eser, Baskıya Hazırlayan: Yavuz Senemoğlu
3) Hadidi, Tevarih-i Al-i Osman(1299-1523), Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Necdet Öztürk, Edebiyat Fak. Basımevi, İst. 1991, s,399-403
4) Lütfi Paşa, Tevarih-i Al-i Osman, Kayhan Atik, Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, Ankara, 2001
5) Osmanlı dönemi Malatya’da Müslim ve Gayrimüslim nüfus için; Orhan TUĞRULCA Malatya Tarih Kent ve Kültür, Cilt: II (Osmanlı Dönemi) adlı eserimizde ayrıntılı bilgiler mevcuttur.
6)Mustafa Burma, “Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ayrılış Sürecinde Bulgar Ayaklanmaları”- Https://Dergipark.Org.Tr/En/Download/Article-File/407876 (British Documents, vol.2, Doc.451, “Report by Mr. Baring on the Insurrection of 1876; Aktaran, Aydın, Balkanlar’da… ss.150-151.( British Documents, cilt 2, Doc.451, “Bay Baring'in 1876 İsyanıyla ilgili Raporu; Aktaran, Aydın, Balkanlar’da… ss.150-151.)
7) Mustafa Burma,( Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Doktora Programı. E-posta: mburma2005@hotmail.com) “Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ayrılış Sürecinde Bulgar Ayaklanmaları”-Https://Dergipark.Org.Tr/En/Download/Article-File/407876 )
Orhan TUĞRULCA'nın malatyahaber.com'daki diğer yazılarına ulaşmak için aşağıdaki linki tıklayınız: