Eğitimin Sorunları-3: Milli Eğitimde Meritokratik Müdür Arayışı
Orhan TUĞRULCA
Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com
“Eğitimin Sorunları” ana başlığı ile sürdürdüğümüz dizi yazılarımızın bu son makalesini okul yöneticiliğinin kadrolarında yaşanan gelişmelere ayırıyoruz.
Eğitim sisteminde son zamanlarda yaşanan gelişmeler, eğitim camiasında ciddi rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bilhassa TEOG yerleştirmeleri sonrasında yaşanan- yaşanmakta olan (özel okullara kaydırılmak suretiyle çözülmüş gibi görülen) olumsuzluklar, eğitim camiasının da dışına taşarak daha geniş kitlelere rahatsızlık vermeye başlamıştır.
Binlerce aileyi burnundan solutan nakil kilitlenmesini, Anadolu ve Fen liselerinin geleceği ile ilgili düşüncelerimizi geçen haftalar içerisinde malatyahaber.com'da yayınlanan yazılarımızda ortaya koymaya çalıştık.
Bu son makalemizi okul müdürlüğü atamalarına ayıracağımızı yukarıda ifade etmiştik. Türkiye genelinde 16 bin civarında, Malatya’da değerlendirmeye dâhil edilen 274 okul müdürünün, yaklaşık yüzde ellisinin idareciliklerine son verilmesinde uygulanan sistemin, nasıl işlediğine öncelikle bakmamızda yarar var. Zira eğitim camiasının dışındaki vatandaşlarımız bu sürecin nasıl işlediği konusunda çok fazla bir bilgiye sahip değil. Süreç şu şekilde işlemiştir:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14 Eylül 2011 de çıkardığı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ve 37 maddelerine dayanılarak çıkarılan 10 Haziran 2014 tarihli yönetmenlik ve ardından ilan ettiği yönerge ile süreç başlatılmıştır.
Buna göre mevcut okul müdürleri arasında 4 yıl ve daha fazla görev yapmış olanların puanlamaya tabi tutulacağını, bu puanlama sonucunda yüz üzerinden 75 puan ve üzeri alanların görevlerine devam edeceğini 75 puanın altında kalanların ise idareciliklerinin sona ereceğini ilan etti.
Okul müdürüne puan verenleri iki gruba ayırdı:
Birinci Grup: Okul Paydaşlarıdır. Bunlar:
1-Öğretmenler kurulunca seçilen iki öğretmen. Her bir öğretmen 5 puan verme hakkına sahiptir. İki öğretmenin vereceği toplam puan 10 p. dır.
2-Okuldaki en yaşlı (kıdemli) öğretmen ile en genç (kıdemi en az olan) öğretmenin vereceği puan da yine 10 p. dır.
3- Okul- Öğrenci meclis başkanı olan öğrencinin vereceği puan değeri ise 10 p. dır.
4- Okul- Aile Birliği Başkanı ve Başkan Yardımcısının toplam vereceği puan da yine 10 p. olarak belirlendi.
Böylece okul paydaşlarının okul müdürüne vereceği toplam puan 40 p. olarak belirlenmiştir.
İkinci Grup: İlçe Milli Eğitim Müdürü ile İki Şube Müdüründen oluştu.
1-İlçe Milli Eğitim Müdürü, 25 puan
2-Birinci şube müdürü, 20 puan
3- İkinci şube müdürü ise 15 puan verme hakkına sahip oldu.
İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürlerinin takdir ettikleri toplam puan 60 puan oldu. Böylece, Birinci Grup okul paydaşları ile İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürlerinin verdiği toplam puan 100 p. oldu.
Puanlama sürecinde neler oldu? Birinci Grup paydaş olarak isimlendirdiğimiz öğretmen, öğrenci ve Okul- Aile birliği temsilcileri istisnalar olmakla beraber genellikle okul müdürlerine farklı nedenlerle de olsa tam puan verdiler. Hatta birçok okulda okul müdürüyle birlikte işlem yaptıkları kabul ediliyor.
İkinci Grup İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürlerinin puanlamasında ise çok farklı aktör ve faktörler devreye girdiği bir sır değil. Zira okul müdürlerinin kalıp kalmayacaklarına dair belirleyici puan, söz konusu bu grup tarafından verildi.
Yukarıda vermiş olduğumuz bilgiler tamamen teknik bilgilerdir. Sürecin işleyişi ile ilgili idi. Ancak burada üzerinde duracağımız husus bu uygulamanın akıl, bilim, adalet, emanet, ehliyet ve liyakat açısından doğru olup olmadığını sorgulamak olacaktır. Zira görevimiz, kurumumuz ve konumumuz ne olursa olsun hiçbir ön yargıya mahkûm olmadan hakkın ve adaletin cephesinde yer almaktır. Bunu yaparken karşılaşacağımız her durum, geçici kişisel ikballerimizi etkilese bile kalıcı toplumsal geleceğimize katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Bir tarihçi olarak bu ülkenin yakın tarihini âcizane az çok biliriz. Yaşımız itibarı ile son 20- 30 yılın iktidar ve muktedirlerini de az çok biliriz. Muktedir olanların bir “İktidar Körlüğü”ne yakalandıklarını ve farklı toplumsal kesimleri yok saydıklarını da biliriz. Sayın Abdurrahman Dilipak yıllar önce; “iktidar şehvet gibidir, akıl ve feraseti yok eder” dediğinde o günün muktedirleri kulak tıkamış “dışarıdan biri” diyerek geçiştirmişlerdi. Ama bugün “içeriden biri” olarak “dilsiz şeytan” olmaya hiç niyetimiz yok. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, hatta son 200 yılın gelişmeleri dikkate alındığında “bu iktidarın son fırsat” olduğuna inan biri olarak (bu konuyu açmaya niyetim yok) toplumsal kesimleri yok sayan, dışlayan, ötekileştiren hiçbir uygulamanın arkasında olmaya niyetimiz yok.
Son yıllarda bir taraftan sürdürülen barış müzakereleri ve Alevi çalıştayları gibi toplumsal restorasyonlar ile uzun yıllardan beri derinleşen fay hatlarını tamir etme çabaları, bir taraftan da farklı kesimleri yok sayma, ötekileştirme ameliyelerini içeren uygulamaların arkasında durmak ciddi bir tenakuz olur.
Akıl ve bilim bize iki türlü kadrolaşma olduğunu haber verir. Bunlardan biri nitelikli kadrolaşmadır ki makalemizin başlığına da uygun gördüğümüz “meritokrasi” kavramı ile açıklamaya çalışacağız. Farklı bir versiyonu ile Osmanlı imparatorluğu'nda ve bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan bu sistemi aşağıda kısaca da olsa değinmeyi düşünüyoruz.
İkinci kadrolaşma şekli ise batılıların “nepotizim” ülkemiz literatürüne ise “siyasi patronaj” olarak geçen vahşi kadrolaşmadır. Bu kadrolaşma bütünüyle adalet, ehliyet ve liyakati devre dışında bırakarak “benim adamım olsun çaputtan olsun” şeklinde işler. Ne yazık ki ülkemizde en çok geçerli kadrolaşma şekli budur. Dönemsel olarak farklı kesimleri sistem dışına iten bu uygulama, birilerini “mağrur” ederken birilerini ise hep mağdur duruma düşürdü.
Peki, bunun ortası yok mu? Hak, ,adalet, akıl, bilim ve tecrübe gibi erdemli kavramlar bize makul bir yol bulmamıza yardımcı olacak bir birikimi içermiyor mu? Elbette ki içeriyor. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz “dönemsel akıl tutulmalar” buna engel olmaktadır. Bu makaleyi hazırlarken sadece YÖK’ ün eğitim yönetimi ile ilgili tezlerine bakabildim. Eğitim yönetimi ile ilgili 90 civarında Yüksek Lisans ve Doktora Tezi bulunmaktadır. Örneğin;
1-“Okul Yöneticilerinin Mentorluk Rollerinin Okulun Akademik Başarısı Ve Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi”,
2-“ Eğitim Yönetici Yardımcılarının Atandıktan Sonraki Süreçte Yaşadıkları Sorunların İncelenmesi”,
3-“Millî Eğitim Bakanlığının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Ankara İli Kamu İlkokul Ve Ortaokul Yöneticilerinin Görüşleri”,
4-“İngiltere'deki Okul Müdürü Yetiştirme Programının (NPQH) İncelenmesi: Türkiye İçin Bir Model Önerisi”,
5- “Okul Yöneticilerinin Mükemmeliyetçi Davranışlarının Betimlenmesi”,
6-“Osmanlı Klasik Döneminde, Enderun Mektebindeki Üst Düzey Yönetici Eğitimi İle Günümüzdeki Üst Düzey Yönetici Eğitiminin Karşılaştırılması”,
7-“Yönetici Adayı Öğretmenlerin Yöneticiliğe Bakış Açıları Ve Yöneticiliği Tercih Nedenleri”
8-“Okul Yöneticilerinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi (Uşak İli Örneği)”
9- Öğretmen Algılarına Göre Lise Müdürlerinin Etkileme Becerileri”, gibi onlarca tez çalışmasının adını sıralayabiliriz. Malatya okulları ile ilgili yapılmış bazı tezlerinde pekâlâ isimlerini verebiliriz.
Bu alanda yazılmış yüzlerce bilimsel makale ve onlarca kitap olduğunu da biliyoruz. Demek istediğimiz şu ki, bu ülkede makul bir uygulamaya gitmek için yeterince bilimsel çalışma ve tecrübe mevcuttur.
Makalemizin konseptini daha fazla dağıtmadan okul müdürlüğü seçimi sürecinde tartışılan birkaç hususu irdelemek istiyoruz.
Bunlardan birincisi; Okul müdürlerinin seçiminde başarının esas alındığı yönündeki iddiadır. Buna göre 75 ve üzeri puan alan okul müdürleri başarılı! 75 puanın altında puan alanlar başarısızdır! Durum gerçekten böyle midir?
Bunun doğru olarak kabul edilmesi için şu soruların cevap bulması gerekir:
1-İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürleri okul müdürlerini değerlendirecek kadar tanıyorlar mıydı?
2-İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürleri, değerlendirmeye aldıkları müdürlerin çalıştıkları okulları kaç kez ziyaret ettiler ve okulu ne oranda tanıyorlardı?
3-İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürleri- ki bunların bir kısmı görevlendirme yöntemiyle çalışıyor- hangi liyakat ve ehliyet sınavından geçtiler ki bir okul müdürünü değerlendirmeye aldılar. Kendi liyakat ve ehliyetleri tescil edilmeden nasıl ve neye göre puanlama yaptılar.?
4-İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürleri, okul müdürlerini değerlendirmeyi esas alan Ek-1’de yer alan ve belge gerektiren maddeleri neye dayanarak tam puan verdiler.? Örneğin Ek- 1 de yer alan;
-“Eğitim yönetimi ve denetimi alanında bilimsel çalışmaları ve yayınları vardır”
-“Kurumun ulusal ve uluslar arası yarışmalara katılımını sağlar”
gibi maddeler belgeye dayalı olması gerekirken 100 tam puanı neye göre verdiklerini izah edebilirler mi?
5-İlçe Milli Eğitim müdür ve şube müdürleri, puanlama yaparken gerçekten sadece Ek -1 de yer alan maddeler üzerinden ellerini vicdanlarına koyarak, okul müdürünün mezhebine, meşrebine, etnik kökenine, ideolojik yaklaşımına, sendikasına bakmadan mı puanlama yaptılar, yoksa başka aktör ve faktörler mi devreye girdi.?
Bütün bu soruların cevabı ne yazık ki yok!
İkinci husus okul müdürlerinin değerlendirilmesinde okulun başarısı etkili olmuştur? İddiasıdır.
Bu iddiayı da ciddiye almak mümkün değildir. Zira Bakanlığımız şimdiye kadar okulun ve müdürün başarısını ölçecek hiçbir çalışma yapmamıştır. Bilindiği üzere 2010 yılında okul müdürleri rotasyona tabi tutuldu. Rotasyon sonrası okulların başarısının artacağını umdu. Peki, rotasyon sonrası başarının artıp artmadığını ölçtü mü? Hayır. Bu konuda okulun yâ da müdürün başarılı olup olmadığına dair hiçbir performans çalışması yapılmadı mı? Hayır.
Okul Müdürleri Rotasyonundan Sonra Eğitimin Başarısı Arttı mı?
Bakanlık 2010 yılında okullarda yeni bir heyecan, yeni ve olumlu bir iklim oluşturabilir umuduyla okul müdürlerinin rotasyonunu gerçekleştirdi. 20-30 yıldan beri aynı okulda yöneticilik yapan idarecilerin “tebdil-i mekânda hayır vardır” umuduyla yerlerini değiştirdi. Aynı yıl, yani 2010 yılında bakanlık Ankara MEM aracılığıyla hem ÖSS hem de ÖYS(LYS) sonuçları ile ilgili son derece kapsamlı derin bir analiz yaptırdı. Türkiye geneli analizlerden tutun illerin başarısı ve okulların genel ve tek tek ders başarısına kadar karnesini çıkardı.
Her okulun son 5-6 yıldan bu yana gerek alanlar (FEN-TM ve SOSYAL BİLİMLER) gerek tek tek dersler bazında, gerekse İllerin ve okulların ÖSS-YGS ve LYS başarısını izleyebildiği bu istatistik, Bakanlığımızın sitesinde “Yerleştirme Analizleri” adıyla yayında idi. Bakanlık bu istatistikleri önce ulaşılamaz hale getirdi ardından sayfadan tümüyle kaldırdı. (İstatistik arşivimde mevcuttur.)
Kurumlar bu istatistikleri gizleyedursun, işin ilginç yönü söz konusu 2010 yılında üniversiteye öğrenci yerleştirmede Ağrı’nın gerisinde 73. sırada yer almış olan Malatya’da bu sonuçlar tartışıldı mı? Hayır.
Burada asıl vurgulamak istediğimiz husus rotasyon 2010 yılında yapıldı. Aynı yıl yukarıda ifade ettiğimiz üzere Ankara MEM, illerin ve tek tek okulların karnesini çıkardı. Bu karne aynı zamanda okul müdürlerinin karnesi idi. Peki bu karne dikkate alındı mı? Hayır.
Merakımız şudur: 3-4 yıldan bu yana yeni okullarında olan bu okul müdürleri acaba yeni okullarında nasıl bir değişim yaratabildiler? Bunu tespit edebilmemiz için Genel Müdürlüğümüzün 2010 yılında yaptıkları derin analizi 2014 yılında da yapmalarıdır. Yapılacak olan bu analiz bize rotasyonun olumlu mu yoksa olumsuz mu sonuç verdiği konusunda önemli ipuçları verebilecektir. Peki, bu analiz yapıldı mı? Hayır.
Görüldüğü üzere Bakanlığımız 2010 yılında yapılan okul müdürlerinin rotasyonundan buyana bir arayış içerisindedir. Okul müdürlüğü konusunu halledince eğitim sistemindeki her şeyi halledeceği zehabına kapılmıştır.
Peki, gerçekten okul müdürleri okulun başarısı üzerinde sanıldığı kadar etkili mi? Bu konuda farklı yaklaşımlarım olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin hemşerimiz Prof. Dr. Aytaç AÇIKALIN’ a bakılırsa, okul müdürü bırakın eğitim sisteminin odağında olması neredeyse evrenin odağında yer almaktadır. “Bir okul, müdürü kadar okuldur” sözü ona aittir. Bakanlığımızın şu anki uygulaması ile “okul müdürü eğitimde yanlış giden her şeyin sorumlusudur” noktasına kadar taşınmış olmasının müsebbiplerinden biri de, Sayın Açıkalın’ın bu sürekli ve kesintisiz bir şekilde süren koçluğunun ürünüdür desek abartmış olmayız. Zira Sayın Açıkalın yıllardır Bakanlığımızın nereyse her seminerinde bu tezini telkin etti durdu.
Yukarıda, eğitim yönetimi ile ilgili olarak 90 civarında tezin hazırlandığını, onlarca kitap ve yüzlerce makalenin de yine bu konuyu ele aldığını ifade etmiştim. Bu tezler ve diğer araştırmalar incelendiğinde görülecektir ki, evet okul müdürünün okul ikliminin oluşturulmasında elbette ki etkisinden söz edilebilir. Hele bizim gibi ülkelerde okulların bir türlü kurumsallaşamadığı ortamda, okul müdürlerinin okul başarısı üzerinde elbette ki ağırlıkları vardır. Ancak okul başarısını salt okul müdürüne indirgeyerek bugün yapıldığı gibi “eğitimde kötü gidişin tek sorumlusu” olarak göstermek akıl, bilim, ahlak adalet ve insaf ölçülerini fazlasıyla aşmak anlamına gelmektedir. Ve üstelik Bakanlık bürokrasisinin sürekli eğitim sistemiyle oynayarak sorunları içinden çıkılmaz hale getirmesinin üzerinin örtülmesine neden olmaktadır.
Hâlbuki bu tezler incelendiğinde başarının dört temel üzerinde gerçekleştiğini görüyoruz. Bunlar;
1-Okul faktörü: Bu faktörler içerinde; okula karşı tutum, okulda kütüphane bulunması, okuldaki sosyal imkânlar vs. hususları kapsamaktadır.
2-Bireysel faktör: Bu faktör öğrencinin çalışma süresi, strateji kullanma düzeyi, öz düzenleme becerilerine sahip olma, öğrenme yaklaşımı, başarı güdüsü ve öz yeterliği içine almaktadır.
3-Aile faktörü: Bu faktör anne baba beklentisi, kardeş sayısı, anne ve babanın eğitim düzeyi, gelir düzeyi gibi… Hususları ihtiva ederken,
4- Çevresel faktörler; evdeki kitap sayısı, çalışma odasının bulunması, çocuğun gelişim alanı ve arkadaşları gibi hususları kapsamaktadır.
Bu bir cemaat tasfiyesi mi?
Bunu söyleyebilmek için elimizde hiçbir bilgi yok. Devre dışı bırakılan okul müdürlerinin büyük bir kısmını tanırız. Bunların cemaatle organik bir bağlarının olduğunu da sanmıyoruz. Eğer cemaate bulaşma şeklinde bir yargılamaya tabi tutulacaksa, bu ülkenin cumhurbaşkanından tutun hemen herkes bu cemaate bulaşmıştır. Kaldı ki son yıllarda devletin hemen her kademesinde söz sahibi olmaya başlayan cemaatin gücünü keşfedenler, ikballerini bunların yanında aramaya başladıkları bir sır değildir. Son yıllarda cemaate bulaşanların cemaatçiliklerinden çok cemaatten geçinenler şeklinde tavsif edilse herhalde daha isabetli olacaktır.
15 Haziran 2012 de malatyahyaber.com da “Malatya'da Eğitim Ciddi Bir Krizden Geçiyor” başlığı ile ilk defa Malatya’daki eğitimi irdelediğimiz makalemizde “…Milli Eğitim Müdürlüklerin bürokratik şekillenişinin ehliyetten uzak cemaat- sendika ve siyaset üçgenine mahkûm edilmiştir.” dediğimizde bize karşı cephe alan, bizi malum çevrelere şikâyet edenler, bununla da yetinmeyip “bilseydim onu Pütürge’ye gönderirdim” diyenler nasıl ki şerit değiştiriyorlarsa bugünde cemaatin tasfiyesi sürecinde başka renkler almalarını yadırgamıyoruz. İnsanların güç karşısında sahici davranmadıklarını, ikballeri söz konusu olunca ikiyüzlü davranmaktan çekinmediklerini bu kritik süreçlerde ibretle izledik/ izliyoruz.
Bu bir yaşlı jenerasyonun tasfiyesi mi?
Eğitim yönetiminde eski yaşlı jenerasyonun tasfiye edilmesi makul gerekçeler ve adil uygulamalar olması halinde izahı mümkündür. Eğitim sisteminin gençleştirilmesine yönelik samimi uygulamalar için de aynı şeyler söylenebilir. Belki öğretmen arkadaşlarımız alınacaktır ama gerçek şu ki; öğretmenlerimiz meslekte ilerledikçe tecrübe kazanmıyorlar, sadece yaşlanıyorlar. Bu durumun sorumlusu birinci derecede Bakanlığımızdır. Zira yıllardır eğitim şuralarında öğretmenlerin akademik kariyer yapmalarının önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik ısrarlı önerilere rağmen hep kulak tıkadı.
Malatya’da görevine son verilen okul müdürlerinin yaş profiline kabaca baktığımızda bunun böyle olmadığını açıkça görebiliriz.
Bu tasfiyede ortaya çıkan sonuç şudur; Ağırlıklı olarak farklı toplumsal kesimleri temsil eden okul müdürleri tasfiye edilmiştir. Bunların arasında farklı nedenlerle devre dışı bırakılanlar olsa bile bu genel kanıyı değiştirecek düzeyde değildir. Adalet, liyakat ve ehliyet gözetilmemiştir. Yaygın olarak dile getirilen “yıllardır onlar bize göz açtırmadılar, bizi yok saydılar, geçmiş hükümetler döneminde onlar yeterince bu haklarını kullandılar, şimdi sıra bize gelince neden gürültü koparıyorlar, onlar bunu hep yaptı nedense sıra bize gelince adalet ve liyakat akıllarına geliyor” gibi.. Daha onlarca argüman eğitim sisteminde yaşanan bu kötü döngüyü haklı çıkarmaya yetmemektedir.
Araştırmamızı şu öneri ile sonlandırmak istiyoruz.
Milli Eğitim Bakanlığı son yıllarda eğitim yöneticiliği ile ilgili olarak defalarca yönetmenlik değişikliği yaptı. Çıkarılan bu yönetmenlik ya bir defa uygulanabildi yahut hiç uygulanmadan rafa kaldırıldı. Meclisin 14 Eylül 2011 de çıkardığı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ve 37 maddeleri Bakanlığın elini fazlasıyla güçlendirmiştir. Aralık ayında yapılacak olan 19 Milli Eğitim Şurası ise tüm sendika ve farklı kesimlerin katılımını sağlayarak eğitim yöneticiliği ile ilgili tartışmalara son verebilir.
Barış süreci, Alevi çalıştayları, Kürtçe seçmeli ders uygulamaları, dini eğitim noktasında neredeyse devrim niteliğindeki Kur’an ve Siyer seçmeli ders uygulaması, FATİH Projesi gibi dev eğitim yatırımları, cumhuriyet tarihinin en önemli toplumsal restorasyon projeleri olarak okunduğu bir zamanda, Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu uygulamaları yaman bir çelişki olarak dikkat çekmektedir.
Bütün bu yaman çelişkileri aşmak için araştırmamızın başlığına da uygun gördüğümüz “meritokrasi” kavramının tartışılması gerektiğine inanıyoruz. Farklı bir versiyonu ile Osmanlı İmparatorluğu'nda ve bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan bu sistem; kayırmacı davranışları sınırlayacak, çağın gereklerini karşılayabilecek nitelikte yöneticileri kurumlara kazandırmak için liyakat ilkesi doğrultusunda yönetici seçimini öngörmektedir.
Meritokrasi kavramı; toplumun erdemli, yetenekli insanlar tarafından yönetilmesini, toplumsal kaynakların da “liyakat” ve “başarı” esaslı değerlendirme sistemiyle paylaşılmasını ifade etmektedir. İnsanların sahip oldukları meslekleri ve mesleklerinde yükselmelerinin kriterinin gayret ve becerilerinin, liyakatinin ölçüt olarak değerlendirildiği sistem olarak kabul edilmektedir.
Meritokrasi, kişinin kendi gayret ve çalışmasının sonucunda toplumsal konumunu liyakatiyle elde edebileceğini ve statüsünü yükseltebileceği düşüncesini vaat eder. Bu yaklaşıma göre, toplumda yükselmenin yolu kişinin ırk, dil, din, cinsiyet ve geldiği sosyal çevreye bakılmaksızın yetenekleri ve başarısı ile hak ettiği yere ulaşabileceğini varsayar.
Yeterlik ilkesinin gerekliliği ilkesini esasında bizim kaynaklarımızda da görmek mümkündür. Peygamberimizin (sav) hadislerinde ve uygulamalarından başlamak üzere, Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, Osmanlı Devleti’nde Koçi Bey Risalelerinde pekâlâ bu ilkeleri görmek mümkündür. Günümüzde geçerliğini koruyan ve içeriğinde yöneticilere tavsiyelerin bulunduğu bu eserlerde liyakatin (yeterlik ilkesinin) önemi pek çok yerde geçmektedir.
Sözümüzü bağlarken Bakanlığımızı aklı selime davet ediyoruz. Bu yönetmenlik daha fazla mağduriyetlere sebep olmadan kaldırılmalıdır. Bu yıl içerisinde yapılması planlanan ve farklı toplumsal kesimlerin katılacağını umduğumuz Eğitim Şurası beklenmelidir. Bu beklenirken okul müdürleri görevine iade edilmelidir. İllaki bu süreci tamamlayacağım deniliyorsa, hiç olmazsa görevden alınan İl ve İlçe Milli Eğitim müdürleri ile Milli Eğitim Müdür Yardımcılarında uygulanan “uzmanlık” formülü okul müdürleri içinde uygulanmalıdır.
Ve sözümüzü bağlıyoruz: Ortadoğu’da kardeşin kardeşi boğazladığı, yüzyıllık belki de bin yıllık kan davalarının tohumlarının atıldığı, hemen her din mensubunun, mezhep mensubunun, etnik gurubun hatta daha alt kültürlere mensup halkların birbirine ötekileştirildiği bir süreçten geçiyoruz. Ülkemizde farklı toplumsal kesimlerin kendini savunmasız ve “ötekileşmiş” olarak görmelerine neden olabilecek uygulamalardan kaçınılması için Bakanlığımızı daha dikkatli ve daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.
__________________
KAYNAKLAR
1-TBMM
2-MEB, Mevzuat
3-http://www.malatyahaber.com/makale/”malatyada-egitim-ciddi-bir-krizden-geciyor” 15 Haziran 2012
4- Rüştü YILDIRIM, Okul Yöneticilerinin Mentorluk Rollerinin Okulun Akademik Başarısı Ve Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Eğitim Bilimler Fakültesi, Konya 2013 ((Arsal, 2009; Duman, 2008; Çelik, 2006; Çolak ve Fer, 2007; Göç, 2010; Özer ve Anıl, 2011; Üredi ve Üredi, 2005; Yenilmez ve Yüksel, 2003’den Aktaran: Yılmaz vd., 2012).
5- Serdar SAĞIROĞLU, Eğitim Yönetici Yardımcılarının Atandıktan Sonraki Süreçte Yaşadıkları Sorunların İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Teftişi, Planlaması Ve Ekonomisi Anabilim Dalı, İzmir, 2012
6- İnci Öztürk “Millî Eğitim Bakanlığının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Ankara İli Kamu İlkokul Ve Ortaokul Yöneticilerinin Görüşleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Yönetimi Ve Politikası Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi Ve Teftişi Yüksek Lisans Programı, Ankara, Ocak 2013
7-Ahmet Alper KARAGÖZOĞLU, Eğitim Kurumları Yöneticisi Yetiştirme Ve Atamada Meritokrasi, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Eğitim Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi Teftişi Planlaması Ve Ekonomisi Anabilim Dalı, Elazığ-2013
8- MUHAMMET BAŞ, İngiltere'deki Okul Müdürü Yetiştirme Programının (NPQH) İncelenmesi: Türkiye İçin Bir Model Önerisi, Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Bölümü Ana Bilim Dalı, Gaziantep 2011