Neden Niyazi Mısri?
Orhan TUĞRULCA
Tarihçi/Yazar
otogrulca@hotmail.com
Malum olduğu üzere 2011 yılında ilk defa 16-22 Mart arası Niyazi Mısri haftası olarak kutlandı. Bu yıl ikincisi düzenlenecektir.
Gerek İnönü Üniversitesinin bünyesinde bir Niyazi Mısri Araştırma Merkezinin kurulmuş olması, gerek Eskimalatya’da Ulu Cami ile bir bütün oluşturacak bir Niyazi Mısri Kültür Merkezinin kurulması ile ilgili girişimler gerekse henüz tasarı halinde olan diğer projeler dikkate alındığında Malatyalıların Niyazi Mısri ile ilgili giderek daha çok buluşacakları muhakkaktır. Zira bu girişimleri yakından takip eden biri olarak görüyorum ki başta sayın valimiz olmak üzere Sayın Belediye başkanımız ve kent aktörleri Niyazi Mısri ile ilgili her türlü girişime büyük bir kredi açmış durumdalar.
Son iki yıldan bu yana Niyazi Mısri’nin Malatya’da çokça konuşuluyor olması zaman zaman neden Niyazi Mısri? Diye sorulmaya başlandığını biliyoruz. Bu soruların cevabı aranırken bazen spekülatif bir takım iddiaların ileriye sürüldüğünü de biliyoruz. Bu spekülatif iddiaların neler olduğunu burada ifade ederek yeni bir spekülasyona yol açmaya niyetimiz yok.
Şunu hemen ifade edelim ki sıkça anılacak isim ne olursa olsun, ister Niyazi Mısri olsun ister Sadreddin Konevi olsun, ister Abdullah Cevdet, Şemsi Belli, Fethi Gemuhluoğlu, Sait Çekmegil ya da İsmet İnönü yahut Turgut Özal olsun bunun spekülasyona yol açacağı muhakkaktır. Zira isimler üzerinden yapılacak bir tanıtım faaliyetinin doğasında muhakkak ki, neden bu kişi? Sorularına muhatap olmaya mahkûmdur.
Neden Niyazi Mısri? Sorusuna belki tam bir açıklık getiremeyebiliriz. Ancak Malatya kamuoyunu bilgilendirme adına şunu söyleyebiliriz: Bugün Niyazi Mısri ile ilgilenenleri üç gruba ve bu üç grubunda yaklaşımlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Kent Konseyi
Kent aktörleri
Niyazi Mısri sevdalıları ki bunlar genellikle tasavvuf ve tarikat çevreleridir.
Öncelikle Kent Konseyinin bu konudaki yaklaşımını şu şekilde izah edebiliriz:
Kent Konseyinde Niyazi Mısri Çalışma Grubunu kurduğumuz daha ilk günlerde Niyazi Mısri gibi bir ismi tanıtmanın zorluklarıyla karşılaşacağımızı tahmin ediyorduk. Ve bu durumu daha o günden tahmin ettiğimiz için de 1.Haziran 2010 tarihinde Belediye konferans salonunda toplanan Kent Konseyi Genel Kuruluna; 16- 22 Mart arasında “Niyazi Mısri Haftası” olarak kutlanması teklifimizin gerekçelerini açıkça ortaya koymuştuk.
Söz konusu bu gerekçelerimizi ortaya koyarken şunu söylemiştik:
İstanbul, Kayseri, Bursa, Konya, Sivas, Mardin ve Diyarbakır gibi tarihi kentler, yüzyıllar hatta bin yıllar önce yapılmış tarihi yapılar ile modern yapıların bir arada yaşadığı yerlerdir. Camisi, medresesi, külliyesi ve hanları ile hala hizmet veren bu mekânlar büyük oranda varlığını sürdürmektedir.
Oysaki Malatya’mız tarihsel mekânlar üzerinde varlığını sürdüren bir kent değildir. MÖ. 7. bin yıllarında Cafer Höyük ile başlayan kentsel serüvenimiz Aslantepe, Eskimalatya ve Modern Malatya ile devam etmektedir. Bugün üzerinde yaşadığımız Modern Malatya 1839 yılında ana kent statüsüne kavuşmuştur. Bugün sadece son 80–100 yılın eseri olan Beş konaklar, Karakaş Konağı ve İstanbullu oğlu konağı gibi birkaç tarihi yapının dışında her hangi bir tarihi ve kültürel envantere sahip değiliz.
Dolayısıyla yukarıda saydığımız tarihi kentlerden farklı bir kültürel strateji uygulamak zorundayız. Malatya’nın şüphesiz ki Kayısı, Kiraz, Ceviz gibi önemli tarımsal ürünler, demir yatakları, profilit rezervleri ve Mermer yatakları gibi yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahiptir. Bunlar maddi nitelikli stratejik unsurlardır. Ancak bizler bu maddi unsurların yanına mutlaka tarihi şahsiyetlerimizi de stratejik unsurlar arasında görmemiz gerekir.
Bunu yaparken hiçbir ideolojik saplantıya girmememiz gerekir. Zira Malatya’nın toplumsal yapısı dikkate alındığında; Sait Çekmegil’i Şemsi Belli’den, İsmet İnönü’yü Turgut Özal’dan, Fethi Gemohluoğlu’nu Abdullah Cevdet’ten, Örüşgülü Ali Efendi’yi Doğan Dede’den ayıramayız. Aksi durum kentin bütün tarihi, kültürel ve entelektüel birikimi stratejik olmaktan çıkmış olur.
Niyazi Mısri’nin yaşam serüveni ve düşünce yelpazesi açısından bakıldığında bugün Malatya’da yaşayan tüm hemşerilerimizin kendilerini bulabilecekleri bir “sofraya” sahip olduğunu düşünüyoruz. Malum dur ki Niyazi Mısri’nin eserlerinden birinin adı “İrfan Sofraları” dır.
Mısri, bu sofrasında; Malatya’ya, Şeyh Bedreddin’e, Hz Hasan ve Hüseyin’e, Nesimi’ye, Mevlana ve Muhyiddin Arabî’ye, Yunus Emre’ye olan hayranlığı, Anadolu ve Türkçeye olan bağlılığı ile bugün çok farklı dünya görüşünde olan farklı toplumsal kesimleri bir araya getirebilecek bir kompozisyon sunmaktadır. Bu bağlamda Mısri’nin, özellikle Malatya için mükemmel bir “barış projesi” olduğuna inanıyoruz.
Bu söylemimiz:
Roma ve Yunan tanrılarıyla olabildiğince dalga geçen hiciv ustası hemşerimiz Lukianus’u
“Sana alafranga şiirler değil
Sana türküler yazmalıyım
Mendil mendil
Nakış nakış deyişler söylemeliydim sana
Dağların doruğunda
Nevruzdan karçiçeğinden söz açmalıydım”
Diyerek mazlum ve mahrumiyet içinde yaşayan insanların sesi soluğu olan Şemsi Belli’yi..
Hayatı boyunca taklitçiliğe karşı mücadele veren, İlkokul mezunu olduğu halde 37 kitaba imza atan, 200 sayfalık bir kitaba 286 dipnot düşerek kanıtlayıcı geleneğin timsali, azmin ve samimiyetin ekolü Sait Çekmegil’i,
11 ve 12 yüzyıl Türk-İslam tarihini, bilhassa dönemin Malatya tarihinin neredeyse tek kaynakları olan hemşerilerimiz Süryani Mihail ve Ebul Farac’ı dikkate almadığımız anlamına gelmemektedir.
Bu söylemimizi sözde bırakmamak için Mart 2012 de başlamak üzere Kent Konseyi Tarih Kültür Sanat Çalışma Grubu olarak bir proje başlatmış bulunuyoruz. “Düşünce Tarihi Konferansları” adını verdiğimiz bu proje çerçevesinde 2012 yılı içerisinde Temmuz- Ağustos ayları hariç olmak üzere Aralık ayına kadar sekiz Malatyalı şahsiyeti Malatya kamuoyuna tanıtmış olacağız.
İlk konferansımızı 3 Mart 2012 cumartesi günü Prof. Dr Hasan Kavruk’un sunumu ile Osman Nuri Ergin’i tanıttık.
-7.Nisan da Eğt. Avukat Abdulkadir ARTAN’IN sunumu ile Süryani Mihail ve Abul Farac’ı,
-5.Mayıs 2012 de Eğt. Melih YILMAZ’IN sunumu ile Şemsi Belli’yi,
-2. Haziran 2012 de Prof. Dr. H.Bayram KAÇMAZOĞLU’nun sunumu ile Orhan Türkdoğan’ı,
-1.Eylül 2012 de Yazar Ferda KÜRÜN’ ÜN sunumu ile Mehmet Sait Çekmegil’i,
-6.Ekim 2012 de Eğt. Hasan DEMİRBAĞ’ın sunumu ile Şeyhulislam Arif Hikmet’i,
-3. Kasım 2012de İlahiyatçı Bülent SEKMEN’İN sunumu ile Sadrettin Konevi’yi,
-1.Aralık 2012 de ise Doç.Dr. Ramazan ÇİFTLİKÇİ’nin sunumu ile Eflatun Cem Güney’i tanıtmış olacağız.
Burada sayamayacağımız diğer isimleri ise 2013 yılı içerisinde tanıtmaya devam edeceğiz.
Kent aktörlerine gelince;
Kent aktörlerinin Niyazi Mısri ile ilgilenmelerinin nedenlerinin şu şekilde sıralamamızın uygun olduğunu düşünüyorum:
1-Niyazi Mısri’nin Malatya’nın kent kimliğinin inşasında önemli harç olabileceğini,
2-Nasıl ki Hacı Bektaşi Veli Nevşehir için, Mevlana Konya için önemli bir tanıtım unsuru ise Niyazi Mısri’nin de Malatya’nın tanıtımında önemli bir unsur olacağını,
3-Niyazi Mısri’nin manevi ekseni etrafında kentte yeni bir inanç turizminin olabileceğini,
4-Kent aktörleri Niyazi Mısri’nin diğer tasavvuf önderlerinden farklı olarak klasik bir sufi olmanın ötesinde farklı eğilimleri, örneğin Hz. Hasan ve Hüseyin’e olan aşırı muhabbetinden Alevileri, Anadolu’ya ve Türkçeye olan hayranlığı üzerinden Türk milliyetçiliği, Şeyh Bedrettin’e olan hayranlığı üzerinden sol ve sosyal demokratları, İbn-i Arabi, Mevlana, Yunus Emre gibi tasavvufi şahsiyetlere olan hayranlığı üzerinden tarikat çevrelerini ve burada sıralayabileceğimiz başka yönleri ile Mısri ‘nin Malatya sosyolojisinde önemli bir karşılık bulduğuna ikna olmuş olmaları,
5-Kent aktörlerinin dünya görüşü ile Niyazi Mısri’nin manevi şahsiyetinin aynı eksen üzerinde buluşmuş olması,
6-Ve son olarak ülkede son 8, 10 yıldan bu yana yaşanan siyasi iklimin kent aktörlerinin bu yöndeki kabullerini kolaylaştırmış olmasıdır.
Yukarıdaki maddelere başka maddeler eklemek de mümkündür.
Kent aktörlerinin bana göre son derece iyi niyetler çerçevesinde yaklaştıkları bu hususun başka yönlere çekilmesine müsaade edilmemelidir. Biliyoruz ki Mısri algısı ve kültü onu yalnızca bir tasavvuf ve tarikat çizgisine mahkûm etmeye son derece müsaittir.
Bu konudaki kaygıları bence giderebilecek tek merci İnönü Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan ancak henüz şekillenmemiş olan Niyazi Mısri Araştırma Merkezi’dir. Merkez Mısri’yi ön kabullerden uzak bilimsel olarak farklı yönlerini araştırarak ortaya koymalıdır. Tabi araştırma merkezinin bunu yapabilmesi için de burada istihdam edilecek araştırmacıların farklı eğilimlerde olması gerekir. Aksi halde ortaya çıkacak manzara, Mısri divanını klasik şerh yöntemiyle şerh eden ve bunu da tasavvuf ve tarikat mecrasına tahvil eden merkezden öteye geçemez.
Eğer Niyazi Mısri’den azami derecede istifade edilmek isteniyorsa önerilerimiz şunlardır: Bu öneriler aynı zamanda araştırma konu başlıkları olması gerektiğini hatırlatalım.
Niyazi Mısri’nin Malatyalı bir bilge olduğunu öncelikle ilk ve ortaöğretim öğrencilerine tanıtmak için pedagojik yönü dikkate alınmış roman, hikâye, senaryo gibi yazılı unsurların yanında CD. film, tiyatro gibi görsel unsurların profesyonel bir ekip tarafından hazırlanması,
“Barekallah gülistan-ı bülbülandır Aspozi” mısrası ile başlayan “Aspozi”(Malatya’nın bugünkü yeri için kullanılmıştır.) şiiri ile onu tamamlayan “bir şehre irişti yolum dört yanı düz meydan kamu” mısrası ile başlayan şiirlerinin “zahiri ve batıni” anlamları ile tahlil edilerek gerçek bir Malatya sevdalısı olarak geliştirilmesi,
Mısri’nin Malatya’dan başlayıp Diyarbakır, Mardin, Şam, Mısır İstanbul, Bursa Elmalı, Kütahya, Edirne, Rodos ve Limni’de noktalanan yaşam serüveninin hurafelerden arınmış öğretici boyutlarıyla ibretle okunmasını sağlayacak materyallerin hazırlanması,
Mısri’nin 17. Yüzyıl Malatya’sının entelektüel hayatındaki yerini ve önemini araştırılması,
Mısri’nin anlaşılırlığını sağlamak için dönemin sosyal, siyasal ve fikri hayatının incelenmesinin sağlanması,
Mısri’nin Malatyalı mizacının yaşamı ve düşünceleri üzerindeki etkilerinin bilhassa Malatyalı araştırmacılar tarafından araştırılması. Böylece muhitin Mısri gibi bir bilgenin karakteri ve yaşam serüveni üzerindeki etkileri ortaya çıkmış olacaktır ki, bu olgu, Malatya psikotipolojisinin oluşturulmasında önemli bir veri olacaktır.
Mısri’nin hayatı boyunca karşılaştığı bilhassa Rodos ve Limni sürgünleri dikkate alınarak tüm zorluklara rağmen sahip olduğu mücadele azmi ve kararlılığı yeni neslin idealizmine katkı sağlayacak şekilde geliştirilmesi,
Rüya ve keramet gibi hususlar Mısri’nin hayatında önemli bir yer tutar. Tasavvuf ve tarikat çevreleri Mısri’nin tüm hayatında ayrıntı olarak görülen bu hususu Mısri’nin anlaşılırlığının önünü kapatacak boyutta öne çıkarırlar. İşte Mısri’nin hayatında söz konusu olan rüya ve keramet bilgilerinin öğretici boyutları ile ele alınması,
Niyazi Mısri’nin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e olan aşırı sevgisi, ehl-i beyt muhabbeti üzerinden bir toplumsal zemin oluşturan alevi ve Sünni nüfusun barış iklimine katkı sağlayacak şekilde geliştirilmesi. Ancak bu yapılırken Mısri’nin ehl-i beyt sevgisi gereğinden fazla abartılıp toplumsal zemini daraltılmamalıdır.
Mısri’nin Nesimi ve Şeyh Bedrettin’e olan hayranlığı dikkate alınarak, Osmanlı sarayına karşı geliştirdiği muhalefetin nedeni iyi tahlil edilip mücadele ve kararlılık dersinin çıkarılması,
Örneğin, Mısri’nin geliştirdiği muhalefet başlıklarına bakıldığında bir taraftan Osmanlı tahtına Osmanoğullarının yerine Kırım Hanlarının geçmesi gerektiğini söylerken diğer taraftan 1683 II. Viyana bozgunundan sonra Avrupa’da içinde Rusya’nın da olduğu haçlı ittifakının oluşması, bu ittifaka karşı Osmanlının Avrupa topraklarını kaybetmemek için girdiği kanlı savaşlar sırasında Mısri’nin müritleriyle, padişahın “Bursa’da kalıp devlet ve millet için dua ediniz” talimatına rağmen cihada katılmak için harekete geçmesi doğru okunmalıdır.
Ayrıca Mısri’nin günün saray uleması tarafından karşı çıkılan fikirlerinin de sağlıklı bir şekilde anlaşılmasının sağlanması gerekir.
Mısri’nin Anadolu’ya ve Türkçeye olan hayranlığından bir başka barış projesinin çıkarılması,
Limmi’de sürgünde bulunduğu yıllarda Osmanlı yöneticilerinin Hıristiyan yöre halkına karşı olumsuz tutumuna karşı “bunlar sizin emanetinizdir” diyerek karşı çıkmasını, “adil yönetim” talebi olarak geliştirilmesi,
Allah’a ve peygambere olan muhabbetini ihlâs ve samimiyete teşmil ederek geliştirilmesi,
Tasavvuftaki derinliğinden aşk ve muhabbet devşirilmesi için eserlerinin daha anlaşılır bir dille günümüz Türkçesine çevrilmesi,
Eserlerinin okunmasını sağlayacak projelerin geliştirilmesi,
Mısri’nin esasında Malatya’da uzun süre kalan İbni Arabî ve Sadreddin Konevi geleneğinin kendine özgü bir devamı olduğunu ortaya konulması,
Vani Mehmet Efendi’ye yönelik yazdığı şiirlerini, onun hicivdeki ustalığı şeklinde değerlendirilmesi,
Çocukluğunda babasının kendi şeyhine götürme isteğine karşı çıkarak “bana göre kâmil bir insan değildir” demesi Mısır’da ise orada kalması karşılığında “benim gönlüm hilafete kanmaz” diyerek karşı çıkması, bağımsız düşünme, test etme ve peşin kabullerden uzak karakterinden dersler çıkarılması,
Bestelenmiş eserlerinin profesyonel bir şekilde yorumlanması,
İnandığı değerler uğruna tavizsiz bir yaşam sürmüş olan Mısri’nin bu mücadele azminin geliştirilmesi,