Kadim Kentin Adı: (Eski)Malatya
Orhan TUĞRULCA
Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com
İslam dünyası son iki yüzyıldan bu yana her anlamda gerilemenin ve çöküşün acı faturalarını ödemeye devam etmektedir. Burada bu büyük çöküşün, altından çıkılmaz başlıklarını tartışmayacağız. Makalemizin konsepti de zaten bu değil. Bu çöküşün belki daha spesifik olanını yani isimlerin kendi kadim köklerinden koparılmasını ele alacağız.
“Asimilasyon” kavramı her ne kadar yabancı bir kelime olsa da ne yazık ki İslam dünyasında yaşanan yabancılaşmayı anlatmak için son derece bildik ve yerli bir kavramdır. İslam dünyasında yaşanan emperyalist uygulamaların en önemlisi belki de en yıkıcı olanı kavram kargaşasıdır. Zira kavramlar - ki isimlerde buna dahil - belli bir coğrafya üzerinde yaşayan insanların ortak dilidir. Ortak dilde ortaya çıkan ihtilaf ve anlaşmazlık söz konusu toplumun bütün ortak hedeflerini de bozguna uğratmaktadır. Ortak dilden kastımız herkesin Arapça, Türkçe, Kürtçe ya da Farsça konuşması değildir. Böyle anlaşılmamalıdır. Kastımız daha büyük ölçekli bir coğrafyanın, dahası aynı medeniyet havzasında yer alan insanların aynı literatürü kullanması ile ilgilidir. İslam dünyası son iki yüzyıldan bu yana kendi havzasından medeniyeti yeniden ihya edecek kavramları üretemedi. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve teknik alanda ihtiyaç duyduğu tüm kavramları dışarıdan aldı, almak zorunda kaldı. Hatta dini hayata dair tanımlamaları dahi - İslamcılık gibi. Müslüman demokrat gibi. Laiklik gibi.(kavramın etimolojik ve terminolojik geçmişine bakınız) - dışarıdan aldı. Siyasi ve askeri olarak çöken İslam dünyası asıl büyük çöküşü ve köklerinden kopuşu ise dediğimiz gibi kavram kargaşasında yaşadı/yaşıyor.
Budizm’in kurucusu Buda’ya dönemin Racaları/ yöneticileri çağırır ve der ki: “ bu toplumun yönetimini size bırakacak olursak ilk yapacağınız uygulama ne olur?” diye sorduklarında Buda, “konuştukları kavramları değiştirirdim” diye cevap verir. Görülüyor ki kavramlar- isimler büyük çöküşü başlatmanın da büyük doğuşun ve köklere dönüşün de anahtarlarıdır. Şimdi bu teorik tartışmayı bir kenara bırakıp asıl üzerinde durmak istediğimiz hususa gelebiliriz.
Genelde İslam dünyasının özelde Osmanlı İslam coğrafyasının son iki yüzyılında ne tür kırılmalarla geçtiğini burada hikaye etmeyeceğiz. Ancak şunu ifade etmemizde yarar var:
Bizde batılılaşmanın kökenleri, her ne kadar 19. Yüzyılın başlarına kadar götürülüyorsa da en radikal dönüşüm - ki “devrim” kavramı ile de ifade edebiliriz- şüphesiz ki Cumhuriyetle birlikte yaşanmıştır. Ulus devlet tabiatı gereği yeni bir ülke ve yeni bir insan modelini inşa ederken geleneğin üzerinde bunu yapmak yerine gelenekten koparılmış ve sıfırdan “yaratılmış” bir modeli tercih etmiştir. Sıfırdan yaratılmıştan kastımız tercih edilen batılılaşma modelinin ilk defa cumhuriyetle başladığı anlamında değil, cumhuriyetle birlikte insana, topluma ve tarihe dair ne varsa devrimsel bir yaklaşımla dönüştürülmüş olmasıdır. Şüphesiz ki bu dönüşümün sonuçları dikkate alındığında en etkili olanı alfabe değişikliğidir. Bugün bu coğrafyada yaşayan hemen her etnik grubu Selçuklu ve Osmanlıya bağlayan alfabenin kaldırılması ile yaklaşık bin yıllık bir birikim devre dışı kalmış oldu. Bununla yetinilmeyip milyonlarca arşiv belgelerinin bir kısmı yakılırken bir kısmı dışarıya kağıt malzemesi olarak satıldı. Tarihi ve kültürel unsurlara dair ne varsa görüş alanının dışına çıkarılmaya çalışıldı. Yüzlerce belki de binlerce yıldan bu yana gelen yer isimleri tarihsel bağlarından koparılıp değiştirildi. Bütün bunlar yeni bir ulus yaratma adına yapıldı. Bu aynı zamanda bir “Türkleştirme” ameliyesi olarak tezahür etti.
İşte Kadim Kent (Eski) Malatya’nın adı bu Türkleştirme ameliyesinin 1980 sonrası askeri yönetimin, 1979 İran İslam Devriminin etkisi ile dozu ayarlanmış bir “İslamlaştırma” projesinin kurbanı olmuştur. 1987 Yılında (Eski) Malatya’nın adı Battalgazi olarak değiştirildi.
Ancak seçilen isim Türkleştirme ameliyesine karşılık gelebilecek bir isim olmadığı gibi İslamlaştırma mantık ve mantalitesine de aykırı idi. Şöyle ki; 8. Yüzyıl Malatya coğrafyası gelişmelerine bakıldığında, İslam- Bizans çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Emevilerin son yıllarıdır. 740 tarihinde Abdullah el Battal Akroinos civarında Bizans birliklerince pusuya düşürülüp şehit edilirken 750 tarihinde iktidar Emevilerden Abbasilere geçecektir. Söz konusu dönemde Müslümanlar Anadolu’nun fethini iki ayrı yöntemle gerçekleştiriyorlardı. Birincisi İslam devletinin bizzat düzenli birliklerle yaptığı fetihler ikincisi gönüllü mücahitlerin hem ganimet hem de cihat maksatlı gerçekleştirdikleri fetih hareketleridir.
Abdullah el Battal 740 tarihinde şehit olduğuna göre 720’li yıllardan itibaren bölgede fetih hareketlerine katılan bir komutan olmalıdır. Tarihsel kişiliği ile ilgili kaynaklarda hakkında birkaç cümleyi geçmeyen bu şahsiyetin etnik kökeni ile ilgili bir bilgi ya da belgeye sahip değiliz. Ancak Emevilerin Arap olmayanlara karşı izlemiş olduğu mevali politikası dikkate alındığında Abdullah el Battal’ın Arap olma ihtimali daha güçlü olarak görülmektedir.
Kökeni ne olursa olsun Battalgazi adı bilhassa 10. ve 11. Yüzyılda ve sonrasında Malatya bölgesine gelen Müslüman Türkler tarafından efsaneleştirildi. Anadolu’nun yurt edinilmesinde İslam Bizans çatışmaları ardından Türk-İslam-Bizans mücadelesi dikkate alındığında sınır boylarında cengaverlik kültürünün hangi boyutlara vardığı tahmin edilebilir. Aynı dönemde Bizans sınır kültürünün de Digenes Akritas destanının ortaya çıkmış olması, Müslüman Türklerin Abdullah el Battal’ı (Battal Gazi) destanlaştırmaları daha iyi anlaşılmaktadır. Bu açıklamayı şunun için yaptık: (Eski) Malatya’nın adı Battalgazi olarak değiştirilmesi şayet bir Türkleştirme projesinin bir parçası olarak düşünüldüyse bunun tarihsel hakikakatlerle pek örtüşmediği söylenebilir.
Eğer bir İslamlaştırma projesi olarak düşünüldüyse bu daha vahim bir yanılgıdır. Dinimiz, isim ya da kavramların kendi tarihi köklerinden koparılmasını istemez. Zira “yeryüzünde dolaşın, geçmiş milletleri nasıl yok ettiğimizi görün ibret alın” diyen bir dinin yer isimlerinin kendi tarihi köklerinden koparılarak ibret derinliğinin yok edilmesini istemesi düşünülemez. Konumuzla bağlantı kurup daha da anlaşılır kılacak olursak: Dinimiz, yaklaşık 3000-3500 yıldan bu yana kaynaklarda “Malatya” ve yakın versiyonlarıyla geçen bir yerin adını bütün tarihi ibreten giz birikimi ile yok sayılıp “Battalgazi” adıyla değiştirilmesini istemesi “insani” ve “İslami” bulması da düşünülemez.
M.Ö 15. Yüzyıldan bu yana Malatya adı değişmemiştir. Bu isim belki çok daha gerilere de götürülebilir. Yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkarsa. Kaynaklar bize Arslantepe/ Orduzu için kullanıldığını göstermektedir. Romalılar M.Ö. 170’li yıllarda Malatya bölgesine geldiklerinde bu ismi muhafaza etmişlerdir. Şehri, Arslantepe’den 7 km daha aşağıda bugünkü (Eski)Malatya’ya taşıdıklarında da “Malatya” adını değiştirmeyi düşünmediler. Roma sonrası bölgede varlığını sürdüren Doğu Roma (Bizans) da bu ismi olduğu gibi muhafaza etmiştir. 7. Yüzyılın ortalarında bölgeye gelen Arap Müslümanlar da, 10 ve 11. Yy da bölgeye gelen Müslüman Türkler de “Melitene”, “Malatiyye” versiyonu ile devam eden Malatya adını değiştirmeyi düşünmediler. Kadim Kentin adını olduğu gibi bıraktılar.
Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Malatya adı farklı bölgelere lokalize edilse bile yaklaşık 3000, 3500 yıldan bu yana kaynaklarda yer almaktadır. Bu isim her ne kadar Malatya’nın ikinci ana yerleşkesi olan Arslantepe için ilk defa görülüyorsa da bunu çok daha gerilere götürülmesi gerektiğine inanıyorum. Zira milattan önce 7. Bin yıllarında, Neolitik dönemde Malatya’nın ana yerleşkesinin (Eski)Malatya’nın doğusunda Fırat vadisinde yer alan Caferhöyük ve Değirmentepe olduğu dikkate alındığında “Malatya” adının burada da kullanılmış olacağını tahmin edebiliriz. Ancak bunu söyleyebilmemiz için elimizde şimdilik herhangi bir kanıt yok.
Karakaya baraj alanında 1970’li yıllarda başlayan kurtarma kazılarında Caferhöyük, Değirmentepe, Pirothöyük gibi Neolitik ve Kalkolitik merkezlerde ortaya çıkan arkeolojik buluntular, her ne kadar bu bölgede M.Ö 7 Bin ve sonrası ile ilgili yaşanan ilk köy, ilk tarım faaliyeti ve kente geçişin ilk emareleri görülüyorsa da bölgede yer alan bu merkezlere verilen isimler konusunda hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.
Bu bağlamda sözü uzatmadan şunu söyleyebiliriz: Malatya adı Melit, Milid, Meliddu, Melitea, Melitealhe, Melitene ve Malatiyye gibi farklı versiyonlarla da olsa günümüze kadar gelmiştir.
Romalılar kenti bugünkü (Eski)Malatya’ya M.Ö 100. Yıllarında taşıdılar. Kentin adını değiştirmediler. 1838-1839 kışında ordusunu (Eski) Malatya’da kışlattıran Osmanlı ordusu komutanı Hafız Paşa, ilk baharda Mısır valisinin başlattığı isyanı bastırmak üzere kenti terk ettiğinde geride bir harabe şehir bıraktı. Zira kış ağır geçmiş, askerler el koydukları evlerin ahşap malzemelerini söküp ısınmak için kullanmışlardı. Malatya halkı yazlık olarak kullandıkları ve Aspuzu dedikleri bugünkü Modern Malatya’da ki evlerinden dönmediler/dönemediler.
Böylece Romalılar tarafından M.Ö 100 yıllarında ana yerleşke haline getirilen, 1839 yılında ana yerleşke olmaktan çıkan (Eski)Malatya bu görevini yaklaşık 1800 yıl boyunca ifa ettikten sonra bugünkü modern Malatya’ya devretti.
Kadim kentin insanları binlerce yıldan bu yana aynı isimle gelen şehirlerinin adını, başına (Eski) ifadesini koyarak sürdürme ferasetini ortaya koydu. Osmanlı belgelerinde “Şehr-i Atik” (Eski Şehir) dediklerini (Eski)Malatya yöre halkı şehrin bu tarihi birikimini ve binlerce yıllık geçmişini unutturmamak için ikinci bir pekiştirici vasfını da kullanarak “Aşağı Şeher” dedi. Yöre insanı bugün hala Battalgazi demek yerine Kürtçe konuşanlar “Bojori Jerin” (Aşağı Şeher), Türkçe konuşan nüfus ise “Eski Malatya” ya da “Aşağı Şeher” adını kullanmayı tercih ediyor.
Bu tespitlerimi pekiştirmek için 2 Eylül Pazar günü (Eski)Malatya’ da başta esnaflar olmak üzere dükkan dükkan dolaşıp şu soruyu sordum. Bu şehrin adı nedir? Önce tereddüt gösteren vatandaşlar daha sonra bu adam buranın yabancısı galiba deyip son derece samimi bir şekilde cevap verdiler. Ara sokaklarda ve kapı önlerinde oturan vatandaşlar dahil yaklaşık 25-30 kişinin fikrini aldım. Çok az bir kısmı hariç öncelikle “Eskimalatya” ardından buranın yabancısı olduğumu sanıp “Battalgazi” adını verdiler. Büyüklerimiz buraya “Aşağı Şeher” der. Demeyi de unutmadan.
Sorularımın arasında, buranın yerlisi misiniz? de vardı. Dikkatimi çeken husus şehre sonradan gelen vatandaşların daha çok “Battalgazi” adını tercih etmeleridir. Bunun anlamı şudur: Sürekli göç alan ve sosyal yapısı hızla değişen kadim kentin nüfus yapısı değiştikçe “Ekimalatya” ve “Aşağı Şeher” adının da zamanla unutulacağı anlamına gelmektedir. Hele ki Büyükşehir statüsü ile birlikte tarihi ve kültürel merkez olması hasebiyle zamanla merkezi bir konum alacağı muhakkaktır. (Eski)Malatya’nın
“Battalgazi” olarak merkezi bir konuma gelmesi kadim adının da daha erken unutulmasına neden olacaktır.
(Eski)Malatya, Malatya bölgesinde adı geçen ama bugün nerede olduklarını hatta nereye lokalize edeceğimizi dahi bilmediğimiz onlarca şehrin akıbetine uğramamalıdır. Örneğin; Samuha, Taita, Zinapi, Naharasa, Nama, Tumani, Pitrou, Quetas, Hazani, Gaurahi, Tumişki, Asini, Maninui, Arusi ve daha bir çok kayıp şehrin adını burada sıralayabiliriz. Bu şehirlerin bir kısmı Malatya ovasının doğu taraflarına lokalize edilirken bir kısmı Gürün, Darende, Akçadağ, Arapkir ve Arguvan gibi yerlere lokalize edilmektedir. Bu şehirlerin nerede olduklarını bilmesek de bir gerçeği çok iyi biliyoruz: Bu şehirler yok edilirken ya da yeniden kurulurken farklı isimler altında kayıp şehirler listesine girdiler.
Peki, bu konuyu neden şimdi gündeme getirdik. Aslında (Eski)Malatya’nın adının Battalgazi olarak değiştirilmesinin ciddi bir hata olduğunu ilk defa biz gündeme getirmiyoruz. Sanırım 2010 yılında Kent Konseyi Şairler ve Yazarlar Grubunun Beydağı Sanat Günlerine konuk olan yazar sayın Mehmet Ali Cengiz ilk defa bu konuyu orada gündeme getirmişti. Yerel basında yazdığı yazılarında da bunu tekrarlamış olabilir.
Bu konuyu şimdi yeniden gündeme getirmemizin nedeni 2014 yılında Malatya’nın Büyükşehir statüsüne kavuşacak olmasıdır. Malatyahaber.com da “Büyükşehir Tartışmaları” adlı makalemizde Büyükşehir kanunu ile birlikte Malatya’nın üç ya da dört ilçe belediyesine bölüneceğini, bu alt belediyelerden birinin adın ise bugün (Eski)Malatya’yı da içine alan Battalgazi adıyla sürdürüleceği yolundaki tartışmaları gündeme getirmiştik.
İşte sorunun tam da bu noktada başladığını ifade edelim. Zira (Eski)Malatya’yı da içine alan bölgenin “Battalgazi İlçe Belediyesi” olarak yeniden isimlendirilmesi halinde Malatya’nın kentsel gelişim tarihi ile ilgili tarihsel sürecin algılanmasındaki kopukluğun daha da derinleşeceğini ve bizden sonraki nesillerin bunu anlayamayacağını hatta unutulacağını söylüyoruz. Daha önceki makalemizde de ifade ettik. Burada yeniden hatırlatalım: Malatya coğrafyasının ilk yerleşkeleri M.Ö 7. Bin tarihlerinde neolitik dönemde bugün (Eski)Malatya’nın hemen doğusunda Fırat vadisinde (şimdi Karakaya Baraj gölüdür.) Caferhöyük ve Değirmentepe ile başladığını, M.Ö 5500 – 5000 den sonra bugünkü Arslantepe/ Orduzu ana yerleşkenin belirginleştiğini hatta kentten devlete geçişin dünyada ilk örneğinin burada başladığını, ardından M.Ö 170’li yıllarda Romalıların bölgeye gelmesi üzerine, M.Ö 100 yıllarında kenti bugünkü (Eski)Malatya’ya taşıdıklarını biliyoruz. Romalıların ana yerleşkeyi (Eski)Malatya’ya taşımaları üzerine Arslantepe’nin zaman içerisinde söndüğünü görüyoruz. Arslantepe’nin sonu aynı zamanda İlkçağın klasik devletlerin de sonu sayılır.
Yukarıda ifade ettiğimiz üzere (Eski)Malatya’nın ana yerleşke olarak varlığını sürdürmesi 1838-1839 yılına kadar sürecektir ki bu yaklaşık 1800 yıllık bir süre anlamına gelmektedir. (Eski)Malatya 1800 yıl boyunca insanlık tarihinin çok önemli gelişmelerine tanıklık edecektir. M.S 375 yılında başlayan Kavimler Göçüne kadar geçen yaklaşık 500 yıl Roma’nın Anadolu’daki büyük vizyonuna ve önemli askeri lejyonlarına ev sahipliği yapan (Eski)Malatya, 7. Yüzyılın ortalarında (659) Müslümanların bölgeye gelmesine kadar geçen sürede Roma’nın devamı olan Bizans’ın kontrolünde önemli bir merkez olacaktır.
Kentin İslamlaşmasının ardından 10-11. Yüzyılda bölgeye gelen Türklerin gelişi ile Türkleşmesine tanıklık eden (Eski)Malatya en parlak dönemini Türk-İslam medeniyetinin zirveye çıktığı Anadolu Selçukluları döneminde yaşayacaktır. İbni Arabi, Sadrettin Konevi, Muhammed El Mevsili, Muhammed B. Gazi, Mecduddin İshak, Bahaeddin Veled, Şahabeddin Sühreverdi, Necmeddin Razi, Şerefeddin Hubeys et Tiflisi, İbn Ferid ve Kemaleddin gibi büyük mutasavvıf ve bilginlerin ders aldığı ve ders verdiği bir ilim merkezi haline gelecektir. Bu dönem; Malatya’da öğrenim görmek ilim çevrelerinde bir prestij haline gelmiştir. (Eski)Malatya’nın önemini kaybetmesi 1516 yılında Osmanlı hakimiyetine girmesi ile başlamıştır. Zira şehir Osmanlı’nın geniş coğrafyasının iç kesimlerinde kalmıştır.
Bu hatırlatmadan sonra yeniden asıl konuya dönecek olursak; Büyükşehir statüsünde (Eski)Malatya’yı içine alan bölgenin “Battalgazi İlçe Belediyesi” olarak adlandırılması halinde Malatya’nın yaklaşık 9-10 bin yıllık kentsel gelişim tarihinde onarılamaz bir kopukluk olacaktır. Zira Malatya’nın en önemli özelliklerinden biri her seferinde kendi tarihi coğrafyasını tüketmesidir. Yukarıda hatırlattığımız üzere Malatya önce Caferhöyük ve Değirmentepe’nin de içinde bulunduğu Fırat vadisinde, ardında Arslantepe ve (Eski)Malatya’da tarihi coğrafyasını tüketmiştir. Başka bir ifade ile söyleyecek olursak; kentin sürekli yer değiştirmesi kendi tarihi coğrafyasını tüketmesi olarak tanımlanmaktadır. Kentin yer değiştirmesinin şüphesiz ki nedenleri vardır. Ne yazık ki Malatya’nın her seferinde kendi tarihi coğrafyasını tüketmesinin nedenleri hala araştırılmayı bekliyor.
1838-39 yılında ana yerleşke konumuna gelen bugünkü modern Malatya’nın da hızla kendi tarihi coğrafyasını tükettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar daha önceki yer değişikliklerinde olduğu gibi belirgin bir coğrafi mesafe oluşmuyorsa bile şehir, 1999 Marmara depremi ile birlikte oluşan kentsel dönüşüm projeleri ve deprem hassasiyeti nedeniyle doğu- batı istikametinde Beydağlarının sert yamaçlarına doğru dikey ve yatay şekilde yayılma eğiliminde olduğu açıkça görülmektedir. Hatırlatalım ki kentin yer değişikliği süresi ve mesafesi her seferinde kısalmaktadır. Örneğin Arslantepe evresi yaklaşık 5 bin yıl sürmüştür. (Eski)Malatya evresi 1800 yıl sürmüştür. Bugünkü modern Malatya’nın şayet 1999 Marmara depremini esas alacak olursak (1838-1999) yaklaşık 160 yıl kadar sürmüştür.
Konumuz, (Eski)Malatya adının Battalgazi olarak değiştirilmesi olduğunu biliyorum. Bu ayrıntılı bilgiyi vermemin nedeni; Malatya’nın kentsel gelişim tarihi anlaşılmadan ne demek istediğimizin anlaşılamayacağıdır. Bütün bu ayrıntılı analizimize rağmen bazı kesimlerin Battalgazi ismine karşı bir alerjimizin olduğunu söyleyebilirler. Ancak şunu açıkça ifade edelim ki Battalgazi’nin tarihi şahsiyetine karşı da efsanevi şahsiyetine karşı da bir önyargımız asla olamaz. Kaldı ki tanımlamaların en güzeli olan “Müslüman” kimliği ile kendini tanımlayan biri olarak Battalgazi’nin Anadolu’nun, dolayısıyla Malatya’nın İslamlaşmasında ne kadar önemli olduğunu bir tarihçi olarak herhalde daha çok takdir edebiliyorum.
Son olarak şunu ifade edip makalemize son vermek istiyoruz. (Eski)Malatya adı kadim kente iade edilmelidir. Her ne kadar kentin yerli halkı şehrin adını (Eski)Malatya ve Aşağı Şeher olarak yaşatmakta ise de zaman içerisinde sosyo-kültürel ve etno-kültürel yapısının değişmesi ile bu isimler unutulacaktır. Zira kente sonradan gelenler kedim kentin tarihsel adını değil yeni ismini kullanacaklarından birkaç nesil sonra “(Eski)Malatya” adını da “Aşağı Şeher” tanımlamasını da kimse kullanmayacaktır. Dolayısıyla (Eski)Malatya’nın bugünkü modern Malatya’dan önce yaklaşık 1800 yıl boyunca ana yerleşke görevini üstlendiği ile ilgili kentsel gelişim tarihi bilgisi yeni kuşakların hafızasında yer almayacaktır.
Kadim kent kayıp kent haline gelmesin.